Köşe Yazısı

Mimarın Ölümlü Dünyası

Yazan: Orhan Ayyüce Tarih: 29 Mayıs 2008

Önünden geçerken diyorsunuz ki, ÅŸu ünlü mimar yapmış bu binayı...
Mimar meÅŸhur, bina görkemli, üstelik gazete ve dergi yazıları, boy boy resimler, röportajlar, atışlar tutuÅŸlar filan da var. Yani her ÅŸey yerinde. Böylece bu yapının dikkate deÄŸer ve önemli olduÄŸunu “bildiriliyorsunuz.”
Bu esnada iÅŸin mimari da, “bu bina, böyle bir teoriden baÅŸlar ÅŸöyle bir felsefede nesneleÅŸir, cisimlenir, vesaire,” ÅŸeklinde nutuk atıyor, yan yana nasıl geldiÄŸini pek çözemediÄŸiniz terimler ve referanslar döÅŸeyerek kafanızı harmanlıyor ve aslında onun sanatı hakkında pek bir ÅŸey bilmediÄŸinizi vurgularken, size de sessizce dinlemek düÅŸüyor.

Sonunda, salondaki büyük çoÄŸunluk alkışlıyor “o” nu...

Mimarlık bu devirde böyle konuÅŸuluyor böyle yazılandırılıyor. Mimarlar ve “onlar için” yazanları, o binalar dikilirken içinde doÄŸup büyüdügünüz mekanları, kaldırımlarında yürüdüÄŸünüz ÅŸehirleri, sevdiginiz manzaraları, bildiÄŸiniz yolları size çekici bir ÅŸekilde ambalajlıyorlar ve “gördüÄŸünüz gibi bu iÅŸler böyledir vatandaÅŸ” diyerek kartvizitleri gibi huzurlarınıza sunuyorlar. Bu haliyle mimariyi zeminden çok daha yüksek mertebelere yerleÅŸtirip, oradan size doÄŸru tanrısal bir edayla baktırıyorlar ve ona tapmanızı öneriyorlar... Bunları yaparken, egosantrik bir ÅŸekilde insanları en doÄŸal içgüdülerinden biri olan mekan konusunda kendilerine yabancılıştırıyorlar. Yeteneklerini kendileri için vazifelendirip, eserlerini yapılandırırken, kağıt peçetelerde geleceÄŸinizi yaratıyorlar.

Olur ya, kendilerini sorguladığınızda, “hadi oradan” diyerek anlamakta zorluk çektiginiz bir lisandan tekrar anlatmaya baÅŸlıyorlar.

Pencereler Lacan’dan, kapılar Deleuze’dan, duvarlar ise Derrida’dan ısmarlanıyor. Tavandan ithal malı avizeler gibi sallanıyorlar.

Projelerin ne kadar keskin bir makaslamayla uydurulmuÅŸ olması o kadar önemli gelmiyor... Binalar geçen ay çıkan dergideki benzerlerine mal edilebilir olup, her rengiyle ve ÅŸekiliyle baÅŸlıbaşına bir “in” olma durumuna getiriliyorlar. Bakınca, dürtercesine, “evet, iÅŸte güncellik budur,” dedirtiyorlar.

Geriye kalan pek çok giriÅŸimler demode sayılıyor. Bazen, “bu da ne, post-modern düpedüz, hahaha” veyahut, “bunu dedelerimiz yapmış” deniliyor. Demodelerin yanında günümüzün ünlü eserini görünce, kitleler artık medeniyeti yakalamış oldukları güvencesine kapılıp, otobüste yaÅŸlılara yer vermenin ne kadar geçmiÅŸe gömülü bir adet olduÄŸunu andıran acımasız bir his yaşıyorlar. Üstelik birde o transparan cephesinden yayılan kutsal “nur” gibi hayalinizi fetheden bir illuzyonvari görüntüyle desteklenmiÅŸse, “evet, iÅŸte ben buna derim harika yapıt diye arkadaÅŸ, çok seviyorum, çok... O ÅŸahaserin mimari da kalbimin tanrı(ça)sıdır. Ah! birde onun atelyesinde çalışabilsem bir gün,” çektiriyor, eÄŸer ki ögrenci iseniz...

Bu iÅŸler hızlı oluyor. Ben neredeyim, bu beni nereye götürür diye sormaya vaktiniz olmadan o akıntıya kapılıp gidiyorsunuz, farkına varmadan.

Nereye baksanız o görüntüyü çıkaramıyorsunuz zihninizden. Çizgi çizerken eliniz hep oraya gidiyor...

Mimar olarak bundan böyle sizde o butikten giyinmeye baÅŸlıyorsunuz.
Kendinizi adeta bir akımın parçası, aktif elemanı olarak görüyorsunuz.
Ne taksanız yakışıyor. Ne makaslasanız uyuyor. Ne satsanız alınıyor. Ä°sminiz ve cisminiz bundan böyle “Ünlü Mimar” olarak geçiyor. Adınızın önüne bir yıldız ekliyorsunuz. Böylece sizinde bir markanız oluÅŸuyor. Sizi gören, sizinle, ve sizin hakkınızda, konuÅŸmak istiyor.

Artık problemleri nasıl çözdüÄŸünüz veya insanlığa ne kadar faydanız olduÄŸundan ziyade, müÅŸterinize ne kadar kar saÄŸlıyacağınız dikkate alınıyor. Yatırımların getiri garantörü oluyorsunuz. Size yatıran kazanıyor.
Profesör olarak davet edildiÄŸiniz pahalı okulların öÄŸrenci sayısı artıyor. BaÅŸarılı, ispatlanmış ve günümüz modası çizgileriniz, üslubunuz, detaylarınız, malzeme paletleriniz biliniyor. Onları atölyenizde her çalışan, maaşını verdiÄŸiniz her mimar, tasarım ve inÅŸa sırasında sizden daha iyi uyguluyor. Ä°ÅŸleri onlar çiziyor, onlar yapıyorlar, siz sadece "evet iyi olmuÅŸ, aferin” diyerek müÅŸterilerinize sunuyorsunuz.

Müstesna zevk sahibi müÅŸterilerinizde “zaten sizden bundan baÅŸkasını beklemezdik üstadım, elinize saÄŸlık” diyorlar ve projeniz “ünlü mimarın en son eseri” olarak parlak bir tezgahlamayla basına pazarlanıyor. Medya da böyle sahneleri çok seviyor. Gelsin ilanlar, paralar, aboneler, tokalaÅŸmalar, kent dönüÅŸüm iÅŸlerinde söz sahibi olmacalar, yeni projeler, Japon gözlükler, Ä°talyan giysiler, kitaplar, davetiyeler, her yerde arkadaÅŸlar, müttefikler, kazan-kazan durumları.

Ä°ÅŸ büyüyor de büyüyor. Artık ününüz yurt dışına yayılıyor. Orta Asya’nın steplerinde motosikletinizi sürüyorsunuz, Dubai’de filan nargilenizi çekiyorsunuz. Åžu mimarlık nelere kadir, ne yüksek mevkilere çıkartıyor mimarı.
Prezentasyonlarınızdaki resimler gibi her yere kuşbakışı bakıyorsunuz.

Fakat, aynı zamanda yoruluyorsunuz.

Hayatınızın büyük bir bölümü hava alanlarında, üst düzey toplantılarda, akademilerde ve her türlü madalya törenlerinde geçmeye baÅŸlıyor. Kaldığınız otellerin çalışanları sizi isminizle biliyorlar. Anlata anlata ezberlediÄŸiniz hikayeleri deÄŸiÅŸik konferanslarda arka arkaya sunuyorsunuz. Yaptığınız konuÅŸmaların sonundaki soru sorma bölümlerinde hep aynı cevapları veriyorsunuz. Zor soruları ÅŸakayla karışık geçiÅŸtiriyorsunuz.

Yıllar, haftalar ve günler geçtikce yaratıcı heyecanlar yerlerini olaÄŸan sonuçlara bırakıyorlar. Eserleriniz de artık eskisi gibi renkli enstaneler yaratmıyorlar. Seyahatinizi hızlı gittiÄŸiniz otoyoldan ziyade, daha sakin bir orta yoldan sürdüyorsunuz.

Hep aynı kavisler, hep aynı hikayeler derken, inÅŸa ettiÄŸiniz duvarlar, kazdığınız çukurlar artık eski zevkleri vermiyorlar.

Bu esnada yaşınız icabı başkalarını dinlemeyi bırakıp hep kendinizden bahsetmeye başladığınızı farketmiyorsunuz.

Modaya uygun ve dayanıksız malzemelerden yapılmış binalarınız da artık on beÅŸ-yirmi sene öncesi gibi pek parlamıyor. Metallerini pas tutmaya, betonlarını kireç sarmaya baÅŸlıyor.

Dergi ve gazete yazarları sizi unutuyorlar, zaman zaman hatırladıklarında ise dil bile uzatıyorlar, laf atıp dalga geçiyorlar, “bu mimar da sapıttı artık” diyorlar. Ender olarak davet edildiÄŸiniz konferanslarda aÄŸzınızdan çıkan her lafa sanki fıkra anlatıyormuÅŸsunuz gibi gülünüyor. Siz artık antika oluyorsunuz, isminiz “üstat”dan ziyade “amca” olarak anılmaya baÅŸlanıyor. Bu durumu sevmesenizde reddedemiyorsunuz.
Her ÅŸey miyadınızın dolduÄŸunu gösteriyor.

Bir zamanlar tasarımını yaptığınız tencere-tava halen satılsada, binalarınızın yıkılması pek kimseyi ilgilendirmiyor. Siz her ne kadar sanat eseri manat eseri diye inlesenizde, onları yıkım kepçesinden kurtaramıyorsunuz.

Hayranlarınız artık çoktandır baÅŸkalarının hayranı olmuÅŸ oluyor ve sizi beÄŸenmek onların yeni konumlarına uymuyor. Ä°sminiz “out” tarafında geçiyor.

Mazideki açıkgöz müÅŸterinizin kar getirecek binasi için hiç düÅŸünmeden yıkılmasına neden olduÄŸunuz gariban çeÅŸmesinin göz yaÅŸları aklınıza geliyor ama, iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ oluyor.

Hafriyat en sonunda sizide yutuyor.

Mimari ölümünüz gerçekleÅŸmis olup, otopsinize lüzum görülmüyor...

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý üç, büyük harf "F", küçük harf "r", sayý altý, küçük harf "x", sayý yedi

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız