Arkitera Diyalog

Sibel Bozdoğan

Sorular & Cevaplar

gulseren

Exclamation tasarım

*Sizce Türkiye'de tasarım hangi boyutlarda yapılabiliyor?
*Kopyacı bir ülkemiyiz tasarım konumunda?
*İyi bir tasarımcı olmak illede eğitim almayımı gerektirir?
Teşekkürler

Sibel Bozdoğan

1.Sorunuzun birinci kismini tam anlayamadim. Gene de birkac sey soyleyeyim: Istanbul ve cevresinin dunyaya acik, seckin ve varlikli kesimlerinde tek tek bazi orneklere, ya da ne bileyim dergilerde yayinlanan bazi ev, isyeri, gece klubu, otel vs. tasarimlarina bakinca Turkiye’de de cok iyi ve kaliteli, Bati’dakilerden hic de asagi kalmayacak tasarimlar oldugunu goruyoruz. Mesele bunun disinda kalanlar –yani insa edilmis cevremizin neredeyse tamamina yakini…Bu da tabii politik, sosyal, ekonomik butun sorunlarimizla ic ice bir mesele oldugu icin tasarimcilarin pek de yanasmak istemedikleri bir alan. Cevabini ben de bilmiyorum ama bunca yil bu konulari dusundukten sonra –biraz karikaturize etmek gibi de olsa—soyle bir noktaya geliyorum: aslinda tasarim, form, uslup gibi mimarligin geleneksel ilgi odaklari buyuk tablonun icinde cok da onemli degil. Bir ucta malzeme, insaat ve iscilik konulari, obur ucta da iyi kent planlamasi ve peyzaj/ doga’nin duzenlenmesi (landscape design, sustainability vs.) cok daha onemli meselelermis gibi geliyor bana.

2. Ne kadar kopyaciyiz, ne kadar ozgun tasarimlar yapabiliyoruz bilmiyorum ama “kopyaci” olmanin ille de kotu birsey oldugunu dusunmuyorum ben. Mimarligin, pek cok zenaat gibi iyi ornekleri taklit ederek, usta-cirak iliskileriyle cok daha iyi ogrenilip yapilabilecegine inandim hep. Kopya etmek ya da etkilenmek ille de bir zayiflik degil, kararli ve aktif bir secim olabilir; zaten her “kopya” ister istemez orjinalinden farklidir diye dusunuyorum. Gunumuzde cutting-edge mimarligin bana ters gelen tarafi (bu Turkiye icin de baska yerler icin de gecerli) yildizlasmis (celebrity) ornekleri kopyalamaktan cok, artik ne orjinalin ne de kopyanin uzun omurlu olamamasi, inanilacak, guvenilecek bir program sunamamasi. Bir baska deyisle, sadece yenilik icin yenilik diye ozetlenebilecek bir anlayisla hicbir calismanin surekli olamamasi, mimari tasarimin tamamen kapitalist sistem kurallarina tabii olup, en yeni ve ilginc buldugumuz orneklerin bile iki gunde “tuketilmesi”. New York Times’in Pazar dergisi bu hafta mimarlik konusuna ayrilmisti: mesela Frank Gehry’nin New York’taki Guggenheim projesinin, Bilbao’ya “cok benzedigi” icin elestirildigini yaziyordu ve soruyordu: 1950’lerde Mies Van Der Rohe’nin bir gokdelen projesi bir baskasina cok benziyor diye elestirilebilir miydi? Yani modern mimarligin cagdaslik ve rasyonellik dogrultusunda yeni bir “gelenek” yaratma cabasi bir kenara atildiktan sonra “postmodern” dunyada geldigimiz nokta bu. Cok uzatmayayim, ben surekli yenilik arayislari yerine (yanlis anlasilmasin bunlar da mutlaka olmali!) iyi ve denenmis orneklerin tekrari –hatta kopyasi--belli bir surekliligi ve kaliteyi saglamak acisindan cok da kotu birsey degildir diye dusunuyorum.

3. Iyi bir tasarimci olmak icin ille de mimarlik egitimi almak gerekir mi bilmiyorum (pek cok iyi tasarimcinin mimarlik egitimi almadigini, ya da once baska bir egitim aldiktan sonra mimarlikta karar kildigini –Rem Koolhaas gibi--biliyoruz) ama mimarlik egitimi almanin iyi tasarimci olmaya yetmedigini rahatlikla soyleyebilirim. Bu konuda genel gecerli kural yok tabii ama bence mimarlik egitiminden daha onemli olan: iyi bir genel egitim, entellektuel formasyon, cok gezip gormus olmak, dunyaya acik ve kozmopolit olmak ve tabii belli bir sorgulayiciliga, yaraticiliga sahip olmak. En azindan ABD’de en iyi buldugum pek cok mimarin daha cok baska seyleri denedikten sonra mimarliga “graduate school” duzeyinde giren ilginc insanlardan ciktigini soyleyebilirim.


infilak 

ne oldu? ne olacak?

M.I.T.'den ayrılma "hikayeniz" nedir? (Bu soruyu buralı bir bilim insanının oralarda nasıl, nereye kadar varolabileceği ile ilgili soruyorum. O yüzden biraz detayın benzer bir kariyer planlayanların işine yarayabileceğini düşünüyorum.)
Şimdi nerede olacaksınız?

Sibel Bozdoğan

Benim MIT’den ayrilma “hikayemin” burada hepsine girmek istemedigim cok boyutu var ama asagidaki uc nokta belki benzer kariyer planlari olanlara yardimci olabilir:

1.Mimar kokenli olup tarih-teori gibi konularla ugrasanlarin isi cok zor cunku tenure alma kriterleri genellikle ya tasarimcilara ya da sanat tarihcilerine gore dusunulmus oluyor. Birinci kategoridekilerin insa edilmis binalari, kazanilmis yarismalari, yayinlanmis ve ovgu almis projeleri olmasi bekleniyor. Ikinci kategoridekilerin de en az iki kitabi olmasi…Benim, 1999’da tenure review sirasinda bir co-authored kitabim (Sedad Hakki Eldem) bir de editorlugunu yaptigim derleme (Rethinking Modernity and National Identity) vardi, 2001’de cikan kitabim (Modernism and Nation-Building) ise baski surecindeydi. Ne yazik ki kitabin baskida olmasi yetmiyor: elestirisi yapilmis, hakkinda yazilar yazilmis olmasi bekleniyor. Ayrica ben zamaninda cok buyuk bir hata yapip doktora tezimi yayinlamamis oldugum icin dezavantajliydim (tipik bir sanat tarihcisinin ilk kitabi doktora tezidir; mezun olur olmaz bunu yapmayi ihmal etmemek gerekir. Ben doktorayi bitirdigimde kurallar bu kadar kati, cita bu kadar yuksek degildi ve mimarlarin cok da yazi yazmasi beklenmezdi). Gene de bunlar genel kurallar: son kertede tek bir kural var, eger isterlerse ne yapip edip yaptiginiz isin neden onemli olduguna dair ikna edici bir arguman ortaya koymalari ve tenure karari cikarmalari mumkundur. Columbia Universitesinden bir ornek verilebilir: modern mimarlik tarihcilerinin kanimca en iyilerinden birisi olan Mary McLeod bir kitabi bile olmadan, yazdigi cok onemli birkac makale ile tenure almistir ve iyi ki de almistir; Columbia icin cok onemli bir kazanctir bu. Tersine olarak da ayni okul uc tane kitabi, bir suru yazisi olan ve non-western modernities, postcolonial architecture vs. konularinda en onde gelen tarihcilerden birisi olan Zeynep Celik’i kaybetmistir.

2.Bu yazdiklarimdan bana MIT’de, Zeynep’e de Columbia’da Turk olmaktan dolayi bir ayirim yapildigi kanisi cikabilir. Bunu hemen duzeltmek isterim. Bu tur onyargilarin belki de en az oldugu (tamamen olmadigi diyemeyecegim) yer Amerikan universiteleridir. Hatta cogu zaman universitenin ogretim kadrosunda bir kadin, bir zenci, bir Hintli, bir Turk vs. olmasi arzulanir ve desteklenir bir seydir. (Calistigim sekiz yil suresince MIT’den arastirmaya destek fonlari aldim; ayrica tenure basvurum da mimarlik bolumu tarafindan oybirligi ile kabul edildi; hicbir zaman tam olarak bilemeyecegim nedenlerle universite kurulundan geri donunce de mimarlik bolumu klarari degistirmek icin cok ugrasti). Ote yandan, calistiginiz konular ve bunlarin ne kadar “satabilecegi” kim oldugunuzdan cok daha onemli bir faktordur. Ozellikle son yillarda buradaki Universiteler de birer sirket gibi corporate zihniyetlerle yonetildiginden universiteye ne kadar para, ne kadar arastirma fonu, ne kadar ogrenci cekebileceginiz, isminizi ve universitenin ismini medyada ne kadar duyurabileceginiz cok onemlidir. Bu baglamda Turkiye biraz talihsiz bir calisma alani: ne Bati odakli modern mimarlik tarihinin ilgisini cekiyor (cunku Bati’nin ancak bir kenarinda duruyor), ne de son siralarda ilginin cok yogunlastigi Islam mimarligi (Arap, Iran vs.) veya Postcolonial Mimarlik (Cezayir, Hindistan vs.) filan gibi alanlara giriyor. Yani burada da ne deve ne kus olmayip, hybrid ve kendimize ozgu bir modernligimiz olmasi (bana gore bizi ozellikle ilginc kilan bu) bir dezavantaj olabiliyor. Modern Turkiye calismalari (modern Turkish studies) diyebilecegimiz alan henuz yeterince taninmaktan, kurumsal destekten, akademik orgutlenmekten epeyce uzak ama son yillarda bu yonde cok da olumlu gelismeler var –sadece mimarlikta degil butun disiplinlerde. Ornegin eskiden MESA (Middle East Studies Association) konferanslarinda Turkiye ile ilgili sadece Osmanli tarihcileri gorunurken simdilerde modern Turkiye calisan pek cok genc bildiri sunuyor.

3. Yukarida biraz degindim zaten ama bir de sunu soyleyeyim: sonunda tenure konusunda akademik kimliginizi ve calisma alaninizin sinirlarini nasil ve hangi netlikle tanimladiginiz cok onemli oluyor. Genellikle daha dar alanlarda uzmanlasanlar daha sansli (ronesans tarihcisi olmak veya soz gelisi, “sustainable architecture” ile ilgilenmek gibi). Boyle tanimli bir alanda calisanlari degerlendirmek icin sadece o alanda uzmanlasmis insanlardan degerlendirme istenirken benim gibi hem genel modern mimarlik tarihi (agirlikli olarak Bati), hem Turkiye calismalari (Turkish Studies), hem de non-western modernities/ postcolonial theory alanlarina yayilan calismalari degerlendirmek daha zor oluyor. Sonunda yaptiginiz calismanin en begenilip meth edilen tarafi, yani bu alanlar arsinda kopruler, iliskiler kurma cabasi (kitabima verilen Society of Architectural Historians’in Alice Davis Hitchcock odulu en cok bunun icindi) tenure alma konusunda bir handikap olup karsiniza cikabiliyor. Kisacasi henuz disiplinlerin ve geleneksel calisma alanlarinin kabullenilmis sinirlari, yeni yeni ortaya cikan disiplinlerarasi ve kulturlerarasi calismalari da kapsayacak sekilde gozden gecirilmis degil. Zamanla olacak diye umuyorum.

Cok uzatmisim. Burada kesecegim. “Simdi nerede olacagima” gelince? Inanin bunu ben de tam olarak bilmiyorum ve ancak her yil kisa vadeli kararlar verebiliyorum. Cesitli universitelerde “visiting professor” (misafir ogretim gorevlisi) olmak her zaman mumkun (ornegin bu sonbahar Berkeley’de ders verdim, gelecek yil icin de Princeton’dan istediler fakat kabul etmedim) fakat coluk cocuga karistiktan sonra bunu yapmak cok zor. Harvard GSD’de part time ders vermek benim icin en guzel alternatif cunku hem cok kaliteli ve benim calistigim konulara cok ilgili bir ogrenci kitlesi var; hem de Boston’dan ayrilmadan yapabilecegim bir is. Belli bir surekliligi ve guvencesi olmasa da buna bir sure devam edebilecegimi dusunuyorum. Ote yandan gonlumde en cok yatan seyin Turkiye’ye donmek oldugu da bir sir degil: bunu yillardir istiyorum fakat en azindan oglum Universiteye gidinceye kadar (daha dort yil var) kesin bir donusun gerceklesmesi kolay degil. Gene de yilin bir kisminda gelip ders vermek veya yaz okulu gibi alternatifleri ciddi olarak arastiriyorum. Baskalarina ise ABD mi Turkiye mi konusunda genel gecerli hicbir nasihat veremem: herkesin durumu kendine ozel ve cogu kez hayat akademik planlarin cok disinda faktorlerle, hatta tesaduflerle belirleniyor.


cube

Merhaba Sibel Hanim,

ABD'de çalışan bir mimarlık tarihçisi olarak Mimarlık Tarihine bakışın Avrupa ve Amerika'da farklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Öyle ise eğer, sizce bu farklar nelerdir?

Bir diğer öğrenmek istediğim ise Türkiye'deki mimarlık tarihi eğitimini ve araştırmaları hakkındaki görüşünüz. Sizce kalıplaşmış mimarlık tarihi eğitimi dışına çıkmak için neler yapmak gerekiyor?

Teşekkürler.

Sibel Bozdoğan

Dogrusu Avrupa’yi cok da iyi bilmedigim icin tatmin edici bir cevap veremeyecegim herhalde. Gene de genel olarak Avrupa’da cok daha koklu, geleneksel mimarlik tarihi anlayislarinin ve kurumlarinin buyuk bir agirligi oldugunu, Amerikan akadmia’sinin ise yeni bakis acilarina, elestirel cercevelere ozellikle de kulturel calismalar, postcolonial theory, feminism gibi kuramlara goreli olarak daha acik oldugunu (ki bu da buyuk olcude ogrenci kitlesinin ve genc akademisyenlerin cok degisik kulturlerden olmasi nedeniyle mumkun oluyor) soyleyebiliriz herhalde.

Turkiye’ye gelince…Mimarlik okullarindaki tarih derslerinden uzak kalali uzun zaman oldu, son gelismeleri bilmiyorum. Geleneksel olarak mimari tarihi survey derslerinde antik cagdan postmodernizme kadar Bati’yi ogrenir, biraz da Selcuk ve erken/ klasik Osmanli gorurduk, hepsi o kadar. Simdi umarim mimarlik tarihi daha kulturler-arasi ve trans-national perspektiflerden ogretiliyor, ornegin colonial mimarlik veya modernizmin Bati disindaki bolgelerdeki –Asya’da, Latin Amerika’da vs. ornekleri de gosteriliyordur. Bir de bana cok onemli gelen bir nokta mimarlik tarihini (ozellikle modern donemi) mumkun oldugu kadar orjinal kaynaklarindan taniyabilmek gibi geliyor: mimarlik tarihi derslerinde slaytli ve bilgi aktarici dersler yaninda tartisma gruplari da olabilmesi, modern mimarligin entellektuel kaynaklarinin orjinallerinden (veya tercumelerinden) okunmasi cok onemli diye dusunuyorum. Bunun bir kaynak, zaman vs. sorunu oldugunu bilmiyor degilim ama elden geldigince…

Mimarlik tarihi arastirmalarina gelince…Bu konuda cok ilginc cok degerli yeni calismalar yapildigini dusunuyorum ve son derece iyimserim. Tek bir ornek vereyim: Ali Cengizkan’in Modernin Saati kitabi bence son derece ilginc, orjinal ve birinci el kaynaklara dayanan ciddi ve titiz bir calismanin urunu. Turkiye’de modern mimarlik uzerine artik hep bildigimiz seylerin otesinde yeni birseylere bakan bir calisma: ben bir suru sey ogrendim o kitaptan. Turkiye’de olabilmeyi de en cok bunun icin istiyorum: boyle hic calisilmamis konulara bakmak, kesfedilmeyi bekleyen alanlara girmek icin. Bunu uzaktan yapmak zor: buralarda yapabileceginiz sey en fazla Turkiye gibi ulkelerin tarihini, deneyimini en genel hatlariyla, hemen hicbirsey bilmeyen bir okuyucu/dinleyici kitlesine “tercume etmek” oluyor. Bu da cok onemli tabii ama iki tur calisma birbirini desteklemesi en guzeli. Daha Ali’ninki gibi pek cok calisma vardir herhalde ama ne yazik ki Turkiye disinda pek bilinmiyor. Bu calismalari Ingilizce ve baska yabanci dillerde makaleler olarak da yayinlamak cok onemli diye dusunuyorum. Ortam artik buna daha musait: en azindan Amerika’da pek cok dergi Bati dunyasi disina ait, ozellikle de modern donemlere ait malzeme basmak istiyorlar, katki bekliyorlar.


tümay türkmen

Merhabalar,

erken Cumhuriyet dönemi ankarasındaki "ulus" inşaası ile 1917 sonrası moskovasındaki "sosyalist kent" inşaasını;
benzerlikleri, zıtlıkları, amaçları açısından değerlendirir misiniz?

* petersburg ve istanbul alternatifleri
* coğrafik nedenler (ülkenin ortası)
* yeni ideolojilerin yeni kurulan başkentleri
* yeni ideolojinin yeni yurttaşlarını yaratma çabaları v.s.

Sibel Bozdoğan

Sayin Turkmen,

Sorunuza bu forumda cevap veremeyecegim icin beni mazur gorursunuz umarim cunku boyle bir soruya hakkiyla ve uzerinde calisilmis bir cevap vermek icin neredeyse uzunca bir makale yazmak, biraz da kaynak karistirmak gerekir ki bu da Diyalog’un boyutlarini asar. Sizin de degindiginiz ilk anda akla gelen benzerlikler disinda Sovyet Rusya ornegini detaylariyla calismadigim icin birsey yazmaya kalkmak istemiyorum ama genel hatlariyla ve ideolojik boyutlariyla devrim sonrasi Sovyetler Birligi, Kemalist Turkiye, Fasist Italya ve Filistin’de Tel-Aviv’in insaasi en fazla karsilastirilmali calisma davet eden orneklerdir. Turkiye ve Sovyetler arasindaki iliski Stalin’den sonra soguklastigi icin –1930larda Turkiye tam modernist bir arayisa girmisken Sovyetlerde avant-garde’in reddi (donum noktasi biliyorsunuz Palace of Soviets yarismasinda Le Corbusier’nin red edilmesidir) nedeniyle beklenebilecegi kadar da yogun olmamistir sanirim. Istisnalar bazi fabrikalarimizin soviet ekiplerince tasarlanmasidir –ozellikle Kayseri’deki Sumerbank orneginde oldugu gibi ki bu konuda bildigim en detayli calisma Erciyes Universitesinden Burak Asiliskender’inkidir. Fazla birsey soylemedim ama yakinda cikacak bir kitaba referans vereyim: benim kitabimin da ciktigi University of Washington Press serisinden sanirim bu yil sonundan once cikacak olan bir derleme var: The Landscape of Stalinism: the Art and Ideology of Soviet Space. Ilginizi cekebilir.


Şevki Vanlı 

Sayın Bozdoğan,

Türk Mimarlık kütüphanesine kazandırdığınız son kitabınız için çok teşekkür ederim. Erken Cumhuriyet Mimarisinde Modernizm ve Ulusun İnşası Üzerine konulu 2000 tarihli yayının, düşünce yaşamımıza önemli bir katkı olduğu tartışılamaz. Batının mimarlık tarihi ilgi alanında biz olmadığımıza göre,kendimizi tanımak ve anlamak işi bize düşüyor. Sanırım iyi de oluyor.


Peşinen söyleyim, ben dünyaya bir kuramcı gibi değil, tasarımcı gibi bakmaya şartlanmışım. Nedenler sonuçların gerekçesi olsa da, amaç sonuca ulaşmaktır.


Tarihçilerimiz, 20.yüzyılın ilk yarısını incelemeyi yeğlerler. İkinci yarı onu izlediği ve bu dönemde Türkiyenin de içinde bulunduğu önemli olaylar yaşandığı için, bunlardan başka, bu dönemin birbirinden çok farklı yaklaşımlarla, temelde pekte karmaşık olmayan bir belirginliği olduğunu düşünüyorum.


İkinci yarıyı yanılmadan sökmek o kadar kolay olmasa gerek! Örneğin, ilk yarı eskiden beri, “iki milli mimari arası bir zoraki modernlik” gibi özetlenmiştir. Bu ayırım kabasını koruyor. Çok daha ciddi yorumlar düzeyine gelmiş olmamızı kutlamalıyız.


İki uçlar arasında gidip gelen istekler ve gerçeklerden oluşan bu çarpıcı döneme bir daha bakalım.


Sayın Bozdağan,


Bu dönemin yaklaşımlarını, yol farklarına rağmen, hedef birliğinde, “Ulus oluşturma” amacında buluşturuyorsunuz. Politik olarak haklı, mimari olarak farklı gerçekler var ki, ikinci planda kalıyor. Benim algılamamda bu farklılık, mimarlık açısından politik buluşmadan çok daha önemli... Osmanlı rönesansı veya canlandırmacılığı ve 1940’ lar canlanması, yeni çağı yaşama gücünü yitirmiş bir uygarlığın dönüşü isteğidir. Mimarlıkta, eski ögelerin yenilerle karıştırılıp, çağın egemen yaklaşımı dışında kendine özgü bir anlatım, uslüp oluşturma amaçlıdır... İdeolojiktir.



Bu istek toplumda kabul görse bile, tasarımda “zorlamacı”dır. Başarıya ulaşamadığı gibi, Dünya gerçeklerine aykırı, söylemsiz, mimarimizin önünde engel olmuş, aslında gerçek bir bunalımdır. Kızmayın, Türk mimarları kızmasın ama böyle mimari olmaz!



Cumhuriyet ‘in istek, karar ve programlarına, isterseniz ideolojik diyebilirsiniz... Çağdaşlaşmayı inandırıcı kılmak için modern mimariyi kullandı, denilebilir... Ama modern mimarinin, bu dönemlerdeki, güçlü zorba yönetimlere de karşı çıkan özgür düşüncenin anlatımı olmadığı söylenemez. 1930’ların bir avuç genç mimarının, Cumhuriyetin isteklerine, çağdaş yaşama inanmış olmaları, yeni bir mimari yaratmayı hedef almamaktadır. Modernizm uluslar arası, bir ülkenin değil,çağın söylemi olan mimari kimsenin tekelinde değildir, temel özelliği budur. Ondan herkes yararlanır, onun bu özgür akılcı kimliği bir yerel süreç değildir. Türk mimarlığının düşünsel yönü eksik olsa da, işin başından beri görsel bir dolum ve yetenekleriyle oluşan içgüdünün bir işe yaramadığı söylenebilir mi? Ülkede şartlar oluşmadan benimsenen modern mimari, eğer oluşmakta olduğuna inanıyorsanız, niçin olmasın. Zaten birkaç mimarın arayışları ile, hertürlü kökten yoksun bir melez mimarı bir yanda... Bütün Dünyanın katkısını alan çağın anlamı, anlatımı modern mimari öbür yanda... Karşılaştırılması bile umutsuz sonuçlar...



Sayın Bozdoğan,



Beş yıl önceki “Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik” isimli, konulu yayın da gözönünde tutulunca, saygıdeğer bilimsel şüpheciliğin, deneysel olmayan bilimlerde, sezgi yoluyla peşinen seçilmiş hedeflerin etkisi altında kaldığını düşünürüm. Kötümser varsayım seçimi ve yorumlar, gerçeklere gölge düşürebilir. Bugün geldiğimiz noktaya bakarak Cumhuriyet devrimlerinin yanlış veya yetersiz olduğu tanısı, verilerden ancak birisi olabilir.



Le Corbusier’nin asırlık bir uygarlığın batışına hayıflanması, uygarlığın batırıldığı değil, battığı anlamına gelmelidir. Tarihte birçok kez olduğu gibi, uygarlıklar bir süreç sonunda, yeni beklentilere teslim edilecektir. Tek tanrılı dinler, çağımızı hazırlayan 1789, toplumsal büyük deney, serüven, sosyalist devrimler hep tepeden inmiş, eziyetli, direnmeli ve çok kez de kanlı olmuştur. Toplumlarda iyi yetişmişlerin diğerlerine birşeyler kabul ettirmek istemeleri doğal olmalıdır.



Hedefe ulaşmak, onu seçmek kadar kolay ve tek yanlı olmadığından, zor, zaman isteyen bir süreçtir. Aradaki kesitler yanıltıcı olabilir. Ayrıca, çağımızın başında politika gündeminin ilk sırasındaki ulusçuluk, Osmanlı İmparatorluğunu parçalarken, ona karşı korunmanın da ulusçuluk olabileceğini düşünürüm.



Tasarımcı alışkanlığıyla sormak istiyorum...

İmparatorluğun devamı nasıl olabilirdi veya devrimler nasıl olmalıydı?

Arkitera’nın sunduğu bu olanaktan yararlanmak için, yayınlarınızı okumak çok aceleye geldi. Yanlış anlamak olasılığı ve lafı çok uzattığım için peşinen özür dilerim.



Yeni çalışmalar ve yayınlarınızın çok yararlı olacağına inanıyorum.



Saygılarımla,



Şevki Vanlı



Not: İdeoloji ile akılcılığın geçinemediklerini, ekonomik ve toplumsal koşullar sanatları etkilerken, onları hazırlayan olaylar da olduğunu düşünürüm.

Sibel Bozdoğan

Sevgili Sevki Bey,

Once kitabimi okudugunuz, zahmet edip uzun uzun dusuncelerinizi yazdiginiz icin gercekten tesekkurler. Tasarimci mimarlarin yogun is hayatlarini bildigim icin okumaya, tarih ve kuramla ilgilenmeye vakit bulabilmelerini cok takdir ediyorum.

Yazdiklariniz, gercekten farkli dusundugumuz birkac yer disinda, cogu zaman “demek ki kendimi cok da iyi ifade edememisim” diye dusundurttu bana. Bunun ne kadari benim dusuncemdeki bir karisikliktan, ne kadari kitabimin tercumesinin maalesef Ingilizcesi kadar kolay okunur ve anlasilir olmamasindan kaynaklaniyor bilmiyorum. (En ideali kitabi kendimin yeniden Turkce olarak yazmasiydi tabii ama buna vakit bulamadim). Soyle ki: anladigim kadariyla benim Birinci ve Ikinci Milli’yi modernizme tercih ettigim, modernizmi (ve temsil ettigi Cumhuriyet devrimlerini) “ideolojik ve tepeden inmeci” olarak gorup “yanlis” buldugum sonucunu cikarmissiniz.

Her seyden once, benim calismamda bir “tercih etme”, birseyleri “dogru” digerlerini “yanlis” bulma gibi bir anlayis yok, tam tersine bundan uzak durmak icin elimden geleni yaptim. Mimarlik tarihi ve elestirisinin bir “deger yargisi” olmayip, calisilan bina veya projenin ortaya cikisindaki tarihsel kosullari, onkabulleri ve onyargilari ortaya seren ve sorgulayan bir caba oldugunu (Manfredo Tafuri cizgisine yakin olarak) dusunuyorum. Tabii ki Birinci ve Ikinci Milli “ideolojik” idiler (burada anlasiyoruz), tipki modernizmin de o donemin tarihsel kosullarinda “ideolojik” oldugu gibi (burada anlasamiyoruz). Modernizmin ideolojiler-ustu, tamamen objektif ve evrensel bir rasyonalitenin ifadesi oldugu iddiasinin bizzat kendisi modernizmin o donemde ideolojik olarak kullanilmasina olanak saglamistir diye dusunuyorum. Yazilan cizilenlere bakildiginda bunun boyle oldugu da fazlasiyla gorunuyor zaten.

Ote yandan, mimarlik yazilan cizilene indirgenemez, politikadan ve kultur tarihinden ayri ozgun bir disiplindir diyorsaniz ona da tamamen katilirim ve bunu da cesitli yerlerde soylemeye calistim. Erken cumhuriyetin insa edilmis/ projelendirilmis modern mimarligindaki estetik kaliteler, cagdas arayislar sonraki donemlerde kolay kolay yakalanmayan bir duzeydedir ve beni bu donemi calismaya iten ilk faktor zaten bu mimarligi cok begeniyor, 1930lardan geriye kalan az sayida yapinin korunmasina cok onem veriyor olmamdandir. Ote yandan ben kitabimi bir “mimar” olarak degil, bir “kultur ve mimarlik tarihcisi” olarak yazdigimi basindan soyledim. Ustelik, mimar olarak baktigimda bile durumu “milli mimarlik=ideoloji, modernism=rasyonellik” diye kesin ayiriminizdan daha karmasik buluyorum. Ornegin Ankara’da Kemalettin Bey’in Vakif Apartmanlarinin kendi donemi icinde pek ala “modern ve rasyonel”, Sergi Evi (Balmumcu’nunki) gibi bir modern yapinin da en az Birinci Milli kadar “ideolojik” oldugunu dusunuyor ayrica ikisini de cok seviyorum. Ayrica yeri gelmisken, Birinci Milli’nin 1910’lar 1920’lerdeki kubbe ve kemerlerini modernist bir mimar olarak cagin gereklerine aykiri buluyorsunuz da ben sizin Cezayir’de yaptiginiz kubbelere, kemerlere “postmodern bicim arayislari” dedigimde niye bana kiziyorsunuz ben anlamadim.

“Ulkede sartlar olusmadan benimsenen modern mimari, eger olusmakta olduguna inaniyorsaniz, neden olmasin?” diye soruyorsunuz. Tabii haklisiniz. Elbette ki bazi mimarlar, sanatcilar sartlari beklemek yerine oncu /avant-garde olacaklardir. Ama ben avant-garde ile toplum muhendisligi arasinda onemli bir fark oldugunu dusunuyorum. Avant-garde tanimi geregi az sayida sanatcinin giristigi, popular olmayan, yaratici ve utopik cabalar, sinirlari zorlayan denemelerdir; butun bir meslek camiasini avant-garde yapamazsiniz, butun toplumun da bu avant-garde’i benimsemesini bekleyemezseniz. (Benimserse o artik avant-garde olmaz zaten). Bir yandan ozgun ve yeni arayislar tabii ki olsa, bir yandan da geleneksel/ alisilmis yapi pratikleri surse daha mi az “cagdas” ve “modern” olurduk sanki? Yani “toplumlarda iyi yetismislerin digerlerine birseyler kabul ettirmek istemeleri dogal olmalidir” fikrinize katilamiyorum –daha dogrusu “kabul ettirmek” kismina (ki bir zorlama ifade ediyor) katilamiyorum. Iyi yetismisler oyle guzel seyler yapsinlar ki toplum kendiliginden kabul etsin, olmaz mi? Etmeyenler de belki yavas yavas ederler; belki de iyi yetismislerin aklina gelmeyen baska alternatifler vardir. Yani biraz daha acik, esnek olabilir hersey.

Son olarak, “modernism, sartlar olusmadan geldi” darken, “keske gelmeseydi, yanlis oldu” demek istemiyorum; keske modern gorunmek icin harcanan caba kadar sartlarin olusmasi yonunde caba harcansaydi demek istiyorum. Bunun da yolunun mimari olcekten cok, bir malzeme/detay olcegine inmekle bir de kent/bolge planlamasi olcegine cikmakla olabilecegini dusunurum hep –eger modelimiz gercekten Batiysa. Yani 1930’lara baktigimizda mimari olcekte Avrupadaki orneklerine cok benzeyen, hatta onlardan guzel binalarimiz var. Ama hani nerede Werkbund’larimiz, Kunstgewerbe enstitulerimiz, modern zenaat okullarimiz, dulgerlikten, tas ustaligindan, marangozluktan endustriyel uretime nasil gececegimizi arastiran, eleman yetistiren okullarimiz nerede? Obur ucta da hani nerede (insa edilmemis, proje olarak kalmis bile olsa) utopik sehir planlarimiz, isci sitelerimiz, endustriyel kentlerimiz, bahce sehirlerimiz? (Seyfi Arkan’in Kozlu’su, Ruslarin yaptigi Kayseri ve birkac baska fabrika kompleksi de olmasa iyice kisir bir modernism bizimki).

“Imparatorlugun devami nasil olabilirdi veya devrimler nasil olmaliydi?” sorunuza cevap vermeye kalkismak gibi boyumu cok asan bir ise hele burada girismeyeyim musaade edin. (Umarim “yerine birsey koyamiyorsan elestirme!” diyenlerden degilsinizdir). Siz “tasarimci olarak” “amac hep sonuca ulasmaktir” diyorsunuz. Ben de nedense sonuca varmaktan hep korkarim cunku ulasilan sonuclar cogu zaman hayal kirikligi oluyor; nedenleri arastirmak, farkli sonuclara gidebilecek alternative yollar kesfetmek, ulasmak istedigim sonucu da yolda surekli revize etmek benim egilimlerime daha uygun gibi. Herhalde bunun icin tasarimci olamadim!

Sevgi ve saygilarimla.

Şevki Vanlı

Elli Yıllık profesyonel yaşamımda üç kez kriz yaşadım ve boşluğu biraz okuyarak, biraz düşünerek doldurmaya çalıştım. Bana verdiğiniz doyurucu yanıta teşekkür ederim. Her düşüncede “aynı”da buluşmak şart değil. Belki farklılıklar, gelişmelere daha yararlı olur.

Kemalettin Bey’in, benzerleri gibi yetenekli bir mimar olduğunu bilsem de, ait olduğu yaklaşıma karşıyım.Türkiye’nin az mimarlı, az yatırım yapılan döneminde iki yaklaşım (geleneksel ve modern) arayışlar olarak birlikte yaşayamazdı. Nitekim ya biri, ya öteki öne çıktı. İkinci sorun, geleneksel görsel ögelerle yaşadığı için, bu tür yaklaşım moderne de yansıdı. Türkiye’de düşünsel bir ortam hala oluşamadı. Gelenekçiler eskiyi, modernistler yeniyi aramak yerine, taşıma kolaylığını seçtiler...Ayrıca Türk insanının başarılı olması için, arayışlarda inandığım şüpheci yaklaşımın sorunlar yarattığını görüyor ve korkuyorum. Belki, Ankara’da yaşamanın da etkileri var.

Gerçekten, şehirlerimiz sözde modern, Ankara modelinin etkisi altında, çok niteliksiz ve kimliksiz bir büyüme gösterdiler...Ankara planlaması ve totaliter yaklaşımlı Devlet yapıları ile çok kötü yönlendirildiler. Yabancı uzmanların yarardan çok zararları olması, Cumhuriyet’in isteklerini yanlış okumaktan ve bazılarının da çapsızlığından olmalıdır. Şehirlerin mimariyi etkilediği kuşkusuz.

Cezayir çalışmasında, postmodern olmak dışında bazı yerel duyarlılıklarla yaklaştığımızı düşünüyorum. Tanılarınıza kızmakla değil, düşüncelerimle yanıt verdiğimi sanıyorudum.

Eylemciler (tasarımcılar) ile analistlerin farklı yaklaşımlarını, bulundukları yere göre doğal buluyorum.

Düşüncelerimi iyi anlatamadığım, “Çelikmetre”nin Nilüfer Göle’den alıntı yapmasından anlaşılıyor...Düzeltmek isterim.

Türk ve müslüman olmak bizim kimliğimiz. Fakat bu, olmayanlardan, çağın söylemlerinden kaçmamızı gerektirmemeli. Maalesef Türkiye’nin politikacıları, siyaseti, ekonomi ve seçimleri esas alarak yürütüyorlar...Kamplaşmayı bir politika gereği görüyor ve öyle olmasını istiyorlar...

Nedenlerin araştırılması yeni yollar keşfetmek için gerekiyor, ürünlerin anlattıkları da araştırmacılar için laboratuvar olmalı...

Dostlukla,

Şevki Vanlı


celikmetre 

Sorularimdan once Sevki Bey'in notu ve genel yorumlari uzerine belki tartismaya katkisi olur umuduyla Nilufer Gole'den bir alinti: (“Türkiye’de Modernlesme ve Ulusal Kimlik” yayininda makalesi oldugu icin biraz daha eglenceli)

quote:
...Modernlik bir yandan "eylemcilerin" diger yandan "analistlerin" eseridir. Muhendisler, siyasetciler, girisimciler yani toplumu, devleti, ekonomiyi ve dogayi donusturenler eylemciler. Analist katagorisinde ise sanatcilar ve sosyal bilimciler, yani ortaya konan eylemi anlayan, yorumlayan, kulturel eserlerle bilincimize yansitanlar var. Modernlik aksiyon ve analiz arasindaki gelgit, etkilesim ve gonderme hatti uzerinde olusmaktadir.
...
...
Turkiye ise ikisi arasinda nedensellik iliskisi oldugunu varsaymistir. Turk modernizmi eyleme oykunme uzerine kuruludur.Esasinda analist olmasi gereken entelektueller ve sanatcilar Turkiye'de eylemcilige, yani toplumu donusturmeye, egitmeye, kurtarmaya, vs. yonelerek kolektif bir kimligi sahiplenmisler ve "aydin" ve "ideolog" konumuna gelmislerdir. (Demokratik hak ve ozgurluklerin daralmasi, kesintiye ugramasiyla da zorunlu olarak gelmislerdir)...

celikmetre

sorular

Sibel Hanim:

1.Cumhuriyet on egitimi ve tecrubesinden gecmis, yurt disinda yasayan, kanun calan, konusunda uzman bir calisan anne olarak (ya da kendi kimliginizi nasil tanimlamak istiyorsaniz), kendinizi modernizm (istediginiz yorumuyla), oryantalizm (istediginiz yorumuyla), globalizm (istediginiz yorumuyla) gibi muallakligi keyif veren kavramlar(?) icinde nasil yerlestiriyorsunuz?

2.Universite'nin egitim / bilim onceligi konusunda ne dusunuyorsunuz? Hatta boyle bir ayirim hakkinda ne dusunuyorsunuz?

3."Eylemcilik" ve "analizcilik" arasindaki seciminiz nasil oldu? Hatta boyle bir ayirima katiliyor musunuz?

4.Gundemdeki "Bir ulus insa etmek:Irak" ve benzeri yaklasimlar ve muhtemel gelismeler konusundaki degerlendirmeniz nedir?

Tesekkurler.

Sibel Bozdoğan

Nilufer Gole alintisi Sevki Bey’in “iyi yetismislerin digerlerine birseyleri kabul ettirmek istemesi dogaldir” inanci cercevesinde tabii ki cok uygun. Bu konudaki dusuncemi Sevki Bey’e yazmaya calistim. Ote yandan, bu toplum muhendisligini, “eylemcilik” egilimini elestirmek, entellektuel ve sanatcilarin bir toplum projesi olmasin demek de degildir diye dusunuyorum. Bugun sikayet ettigimiz seylerin/ yasadigimiz sorunlarin bir kisma dogru olduguna inanilan seylerin topluma dayatilma biciminden kaynaklaniyorsa, onemli bir baska kismi da gercekten dogru olan seylerin yeterince hayat gecirilememis, uygulanamamis olmasindan kaynaklaniyor kanisindayim. Isi “eylemciler” ve “analistler” arasinda bir kamplasma gibi gormek yerine, Nilufer Gole’nin dedigi gibi “aksiyon” ve “analiz” arasinda surekli bir etkilesim, alis-veris olarak gorebilsek cok daha saglikli.

Sorular’a gelince:
1.Bildigim tek sey kendimi ozetleyen tek bir tanim olmadigini, sozunu ettiginiz kavramlar icindeki konumumun da duruma gore ve zaman icinde degisken olabildigi. Soyle ki: yeniye acik olmak ve her turlu a-priori otoriteyi (bu ister bir uslup, ister bir din, ister bir ideoloji olsun) sorgulamak olarak tanimlandiginda modernizm’den yanayim; kendisi bir formule donusmeye basliyorsa degilim. Bati’nin ziddi, irrasyonel, egzotik ve modernlikle bagdasmaz bir “oteki” yaratmanin kurumsal araci olarak Oryantalizme karsiyim, Bati’dan farkli olani anlamaya calisan, ilgi duyan, Bati ile arasinda aslindaki benzerlikleri, karsilikli alisverisleri ve ic ice gecmeleri arastiran bir akademik caba olarak Oryantalizmden yanayim. Dusunceyi ulus devletlerin ideolojisine hapsolmaktan kurtaran, bilgi, mal ve insanlarin serbest dolasimini ilke edinen, herkese daha mureffeh hayatlar vaad eden bir globalizm dusuncesinin ufuk acici ve donusturucu gucunden yanayim; ayni globalizmin buyuk esitsizlikleri mesrulastiran, karsisinda alternative hayat ve dusunme bicimlerine yer vermeyen, siyaseti iktisada indirgeyen tanimlarina karsiyim. “Kimligim” konusnda da bu boyle: Turkiye’de iken daha “Batili”, buradayken son derece “Turk” um; basortulu Musluman arkadaslarimla beraberken cok “sekuler”, Muslumanlik hakkinda hicbirsey bilmeden atip tutan Amerikalilar yaninda cok “Musluman”, kendi kendime kaldigimda da klasik anlamda dindar olmayan ama bilimsel olarak aciklanamayacak spiritual birseylere de inanan birisiyim. Benden tutarli olmami, secim yapmami istemeyin ne olur.

2. Gene kolaya kacmis diyeceksiniz belki ama tabii ki ikisi birden: hem bilime agirlik veren (ki universitenin tanimi bu) hem de egitime yonelik (bundan mesleki egitimi anliyorum) alternatifler bir arada olsa, insanlar her etapta egilimlerine uygun olarak birinden digerine kolay gecisler yapabilseler sanirim en iyisi. Mimarlik buna guzel ornek: ben dunyanin hicbir yerinde mimarlik okulundan iyi mimar olarak cikan birini gormedim. Okul belli bir entellektuel formasyon, dusunme/ sorgulama bicimi ve o alanda daha once yapilanlarin bilgisini veriyor o kadar. Ondan sonra ya iyi bir mimarin yaninda ciraklikla, ya kendi isinizde piserek ogreniliyor mimarlik. Belki buradaki (ABD’deki) model cok daha iyi: yani once bir genel universite egitimi (liberal arts derecesi duzeyinde), sonra da graduate school duzeyinde insanin ne olacagina karar vermesi.

3. Bu ayirimin cok mutlak olmadigini, birinin otekini ille de dislamadigini dusunuyorum/ dusunmek istiyorum. Ornegin entellektuel idollerimden birisi olan Edward Said’in hem akademisyen kimligiyle muhtesem bir “analizci” oldugunu, hem de Filistin-Israil meselesi ve diger konulardaki “eylemci” tavriyla “angaje entellektuel” (engaged intellectual) diyebilecegimiz bir seyleri temsil ettigini dusunuyorum. Kendime gelince: bunlar oyle dusunup karar verilerek secilmis konumlar degil, siz farkinda olmadan kendinizi icinde buldugunuz konumlar. Ben de sanirim, dusundugum birseyin hemen aksini de dusunme ve ona da hak verme, hicbirseyden cok emin olamama, hep suphe duyma gibi egilimlerim yuzunden “eylemci” olamadim (mimarlik okulundayken bu nedenlerle de cok zor tasarim yaptigimi, aksam cizdigimi sabah begenmeyip sikintilar icinde proje yaptigimi hatirliyorum). Ote yandan dunyada bu kadar aleni haksizliklar, akilsizliklar, kotulukler varken sadece “analizci” kalmak da mumkun degil tabii ama bu herhalde herkes icin cok zor bir denklem.

4. Gecenlerde Nail Fergusson’un (Empire: The Rise and Demise of the British World Order and the Lessons for Global Power diye bir kitabi varmis) bir yazisi vardi: Amerikalilarin bu emperyalist projede (Irak) dogru durust emperyalist olmayi beceremediklerini yaziyor, Amerikalilarin oralari yonetmekteki tecrubesizliklerini, bilgisizliklerini Ingilizlerin kolonilerindeki hakimiyeti ile karsilastiriyor, ozet olarak emperyalistlik oyle kolay is degildir, oralari tanimak, yillarca arastirmak, Arapca bilmek, her alanda oryantalist uzmanlar yetistirmek, en onemlisi orada uzun yillar yasamaya, yerlesmeye razi olmak gerekir diyor. Yani artik acik acik nasil daha iyi emperyalist olunur diye tartisma asamasina gelmis vaziyetteyiz. Bana bu “iyi niyetli emperyalist”, kendi evini duzenleyemeyen milletleri gidip “duzeltmek”, bir turlu insa edilemeyen uluslari, binlerce mil oteden gidip “insa etmek” projeleri dogrusu kas yaparken goz cikartmak gibi geliyor. Hele bunu arkasindaki politik ve ekonomik cikar hesaplari, secim yatirimlari, iki yuzlulukler oyle derin ki, Amerika’nin tarihsel olarak temsil ettigi bir suru guzel seye de maalesef kolay duzeltilemeyecek bir golge dusmus vaziyette ve akli basinda Amerikalilar dehset icinde ama simdilik “dur” diyecek bir guc gorunmuyor ortada. Cok basit bir sey aslinda: bir ulus insa edilecekse o ulusu ancak gunahiyla sevabiyla ulusun kendisi insa edebilir (bizim Turkiye orneginde oldugu gibi), bunu baskalari yapiyorsa ortada ulus var mi diye bir sormak lazim herhalde.


mona 

Sibel Hanım,

92'de Doruk Pamir için yazdığınız bir yazınızdan alıntı yapıyorum:

quote:
Bir mimarlık tarihçisi ya da eleştirmeni için en zor iş, yaşayan mimarlardan ve yeni, güncel yapılardan söz etmek olsa gerek. Böyle durumlarda, tarih/teori/eleştiri dediğimiz bilgi üretme biçimini, polemikten ve doktriner tavırlardan ayıran "eleştirel mesafe"yi korumak çok zor olduğu gibi, kendimizi sürmekte olan ve henüz "tarih" olmamış bir kültür tartışmasının içinde bulmak kaçınılmaz birşey.


Türkiye'de, güncel binaların ve yaşayan mimarların hakkında yeterince yazılmaması, konuşulmaması, eleştirilmemesini bir eksiklik olarak görüyoruz. Mimarlık tarihçileri için, sizin dediğiniz gibi henüz tarih olmamış bir konuyu ele almak, objektif bakılamayacağı için mi çok zor, objektif olamama endişesinden mi yazılmıyor?

Sibel Bozdoğan

Guncel binalarin ve yasayan mimarlarin hakkinda yazilmasi, tartisilmasi gerekir darken son derece haklisiniz; hatta bu tartsimanin mimarlik camiasinin otesinde topluma mal edilmesi cok gerekli birsey diye dusunuyorum. Sadece bunu yapmak mimarlik tarihinden biraz daha farkli bir disiplinin alanina giriyor sanki (New York’ta “mimarlik elestirmeni” –mimarlik tarihcisi degil-- yetistirmeyi amaclayan bazi graduate programlar olusmaya basladi). Elestiri kuramlarini, dunyadaki gelismeleri ve ornekleri iyi bilen, Turkiye’nin de yasanan kulturel, sosyal, ekonomik, politik gundemine hakim, daha “journalistic” bir profil sanki bu. Mesela ABD’deki belli basli gazette ve dergilerin (NY Times, Boston Globe, New Yorker gibi) mimarlik uzerine yazan elemanlari oldugu halde bizde henuz boyle bir uygulama yok (varsa da ben bilmiyorum). Objektif olmak (goreli olarak tabii, yoksa takdir edersiniz ki mutlak bir objektiflik imkansiz) tabii ki onemli ve mumkun ama gene de yazilanlar, yayinlananlar ister istemez –olumlu veya olumsuz—reklam olacagindan ve kariyerleri etkileyebileceginden cok titizlik ve hassasiyet gerekiyor. Ama cok onemli bir konuya deginmissiniz: Turkiye’deki tasarimin cesitliligi, farkliliklari, nitelikleri artik bu alanin daha yaygin olarak ortaya cikmasi zamaninin geldigini soyluyor. Ben kisisel olarak modern mimarlik tarihi dedigim, yaklasik Crystal Palace’dan (1851) Venturi ve Rossi’ye (1966) kadar olan donemle ilgileniyorum. Guncel binalar ve yeni yapilan mimarlik da tabii ki ilgimi cekiyor ve zaman zaman birseyler yazmayi da umuyorum ama sonucta bir vakit ve uzmanlasma meselesi

Türkiye'de, güncel binaların ve yaşayan mimarların hakkında yeterince yazılmaması, konuşulmaması, eleştirilmemesini bir eksiklik olarak görüyoruz. Mimarlık tarihçileri için, sizin dediğiniz gibi henüz tarih olmamış bir konuyu ele almak, objektif bakılamayacağı için mi çok zor, objektif olamama endişesinden mi yazılmıyor?

pelin 

Merhaba Sibel Hanım

Öncelikle benim ilgilendiğim konu postkolonyal teoriler içerisinde osmanlı yı nereye yerleştirdiğiniz ile bağlantılı. Postkolonyal teorilerden yol çıktığımızda batı-merkezci söylemlerin eleştirisine geliyoruz. Sizce batı-merkezli ya da euro-centiric söylemlere yöneltilen eleştiriler post-kolonyal kuramlar ile tamamen, birebir aynı düzlemede ele alınabilirmi?

Balkanları veya Kuzey ülkelerini ele aldığımızda aynı olmasa da bize benzer tecrübeler yaşandığını ve batı merkeziyetçiliğinin baskısı sonucu ortaya çıkan sosyal ve politik travmaları gözlemlemekteyiz. "Ulus" kavramına bu açıdan bakarsak, bu yerlerdeki mimari gelenekten nasıl bahsedebiliriz ve Türkiye örneği ile ilişkilendirebiliriz/ilişkilendirebilirmiyiz?

Sizce "melezlik" kavramı ya da "arada"(in-between) halini "trans-nationality" kavramı ile bağlantılandırırsak; bu açıdan mimarlık ve sanatı günümüzde ya da gelecekte nasıl tanımlayabiliriz?

umarım karışık olmadı...çok teşekkürler şimdiden.
pelin tan.

Sibel Bozdoğan

Sevgili Pelin,
Sorularin hic de karisik degil; son derece derin ve onemli sorular ama korkarim ki burada hakkini veremeyecegim cunku bakiyorum, bana ayrilan sureyi bir saat kadar gecmisim bile.

Osmanli modernlesmesi gercekten cok ilginc. Hep varsayilan “Sinan’dan sonra duraklama ve cokus, Tanzimat’dan sonra ise yozlasma” teorilerini yeniden dusunmek lazim olduguna cok inaniyorum. Burada yakinlarda bitten yeni bazi doktora tezleri (mesela birisi Shirine Hamadeh, Rice University, digeri Ahmet Ersoy, Bogazici Universitesi) de gosteriyor ki hep Batililasma ve yozlasma diye bakilan donemlerde aslinda cok ilginc cabalar, ic dinamikler, moderligi ille de Bati’nin tekelinde bir kategori olarak gormeyen birseyler var (Genc Osmanlilar ve Genc Turklerde). Aslinda erken cumhuriyette de bati-merkezci soylemleri elestiren, ornegin Osmanli’yi son derece sekulker ve modern gozluklerle yeniden okumaya calisan, oryantalist varsayimlari red eden yazarlar var (Ismail Hakki Baltacioglu, Hilmi Ziya Ulken, yer yer Celal Esat ilk anda aklima gelenler). Kalkis noktalari milliyetcilik de olsa onemli dogrulara parmak basmis bu yazarlar. Bence post-kolonyal kuramlarin sistematikligini (ve kolonyalizm kadar milliyetciligi de elestiren yanlarini) bu gec Osmanli/ erken cumhuriyet entellektuel cabalarinda tam olarak bulamasak bile, bu kuramlarin bazi habercilerini ve oncullerini bulabiliyoruz. Onun icin de daha yeni, daha ayrintida, daha dikkatli okumalar gerekiyor.

Evet, dediginiz gibi Osmanli/Turkiye deneyimi en fazla diger coken imparatorluklarin –ozellikle Avusturya ve Rusya’nin deneyimlerine benziyor; post-koloniyel literaturde hep bakilan Cezayir, Hindistan gibi orneklere degil…Melezlik (hybridity) kavrami ise Bati disindaki butun moderniteleri anlamakta cok yararli bir kavram cunku hem oryantalistler, hem de nasyonalistler tarafindan sevilmeyen bir kavram. Sanatta boyle hybrid ve trans-national eserler dogrusu bana cok hitap ediyor (mesela rahmetli Erol Akyavas’in resimleri veya Mercan Dede muzigi) ama bunun mimarlikta kaliteli bir karsiligi var midir, varsa nedir bilmiyorum. Siradan postmodern sacmaliklari bunlara tekabul eden seyler olarak goremiyorum. Bu melezligin cok daha ince ve rafine olmasi gerekiyor. Dusundugume en yakin seyi 1950’lerden beri Latin Amerikan ve Karayip ulkeleri mimarlarinda zaman zaman goruyorum: sanki modernizmi alip son derece tropik, barok ve Latin birsey cikarmayi basariyor onlar. Neyse bunlar cok yeni sorular ve biraz daha dusunmek gerekiyor.


sgenek

geç modernleşme

Sibel Hanım,
size bir kaç sorum olacak:

1-Türkiye'de bir ulus yaratma ile Sovyetlerdeki devrimi halka yayma çabalarının ve batıdaki ulusçuluğun arasındaki farkların mimariye yansıması nasıl olmuştur?(batıda alttan gelen bir modernleşme istenci, diğer ikisinde ise bir bakıma tepeden inmeci bir modernleşme ve toplumların bu seçkinci modernleşmeye verdikleri tepki göz önüne alındığında)

2-Üçüncü dünya ya da az gelişmiş ülkeleri , kolonyal dönemi geçirmiş (hindistan-mısır-cezayir) ve geçirmemiş ülkeler( türkiye-bulgaristan) olarak ikiye ayırırsak, kolonyalist devletlerin, bu ülkelerin mimarilerine etkileri ne olmuştur?

3-Bir soruda Nilüfer Göle'den alıntı yapılmış, analistlerle eylemciler arasındaki fark ve Türkiye'de analistlerin eylemci olması ile ilgili. Göle'nin dediği gibi bu demokratik hakların kısıtlanmış olmasından kaynaklanıyor. bu durum seçkinci zihniyetten kaynaklanmıyor mu sizce?
Nurdan Gürbilek'in Kötü çocuk Türk kitabında geç modernleşmenin aydın üzerindeki etkileri, aydının toplumda kendi konumunu belirlemeye çalışması üzerine odaklanmış. Bir türlü yetişkin olamayan, hep geride kalan aydın. İlla ki kendi konumunu batı ile kıyaslayan, bir yandan da bu konumlandırma işinden kurtulmak isteyen aydın. çünkü kendine dönse de batıya dönse de karşısına çıkan hep batı. Peki türk mimarında bu aydın bunalımı yaşanmış mı? çünkü hep cumhuriyete gönülden inanmış mimarlarla ilgili yazılar okuyoruz.
Ve bugün için aydın-mimar batı ile ilişkisini olgunlaştırıp bir ürün vermeye başladı mı?

4-Arredamento Mimarlıkta U.T ile söyleşinizde U.t. kendiliğinden modernleşmeden bahsediyor. bu kendiliğinden modernleşen kesimin dışındaki kesim, yani kırsal kesim ya da bugün için öteki değil mi modernleştirilmek istenen? öteki kendi modernleşmesini nasıl gerçekleştirebilir? kendini ifade edebilme olanaklarına erişince, birey olabilince gerçekleşecekmiş gibi geliyor bana.

Sibel Bozdoğan

Hem vaktim doldu, hem de sorular o kadar genis kapsamli ki kisaca cevap vermeye calisirken herseyi cok basitlestirecegimden korkarim. Musaadenizle buyuk kismina hic deginmeden sadece ilk aklima gelen birkac seyi soylemekle yetineyim.

Bati’nin “alttan gelen modernlesmesi” ile Bati disindaki elitler veya devlet tarafindan getirilen modernlesmenin bizi (mimarligi) ilgilendiren en onemli farki birincisinde olan burjuva kulturu, endustri kentleri, modern urunler icin kitlesel bir pazar vb.nin ikincisinde gelismis olmamasi. Modern mimarligin erken tarihine baktigimizda en yeni fikirlerin, en oncu hareketlerin ve eserlerin sanayiciler, zengin sanatseverler, philanthropist burjuvazi, ozel kuruluslar gibi devlet disi odaklarca desteklendigini, bunlarin da ulusal kimlik ve politikalari sembollestirmek gibi amaclardan cok, mimari uretimi rasyonellestirmek, kent ve konut meselelerine yeni cozumler aramak, mimari urunu kitle pazarina sunulabilecek bir nesne olarak dusunup tasarlamak gibi fikirlerden hareket ettigini goruyoruz. Modernligin (mimarlik dahil) elit kalmayip kitleye mal edilmesi benim anladigim modernlik tanimi icin cok onemli: konut ve kent de bunun mimarideki en onemli yansimalari. Mimarlarin bu sorunlara egilmesi ille de kapitalist system icinde olabilir demek istemiyorum: Weimar Almanyasinda oldugu gibi deneyimler de vardir. Sosyalist hukumetin 1920lerde kooperatifler araciligiyla Berlin’de, Frankfurt’da urettigi binlerce konut bugun bile iyi bakim ve peyzaj sayesinde cok arzu edilir yasama alanlaridir. Gene de genel olarak modernlesmenin konut ve kente iliskin boyutlari kapitalist ortamlarda daha etkili ve kalici programlar olarak calisilmis, urun vermis, mimarlik egitimine girmistir. Bizim modernlesmemizdeki en onemli eksiklerden birisi budur. Insanlarin modernlesme arzusu, kente akin akin gelmesi, tuketimden pay almak istemesi de onlenemeyecegine gore sonucta gelenler kendi basinin caresine bakmaya baslamis ve ortaya cok iyi bildiginiz tablolar cikmistir.

Ikinci bir fark da endustrilesmis Bati’da (diyelim Ingiltere’de) bir elektrik dinamosu ya da bir makine da bir katedral veya bir Shakespeare sonesi kadar “Ingiliz” oldugundan, ovunmek ve kendilerine guvenmek icin bizim gibi sadece tarihteki kahramanliklara (Mimar Sinan gibi) mahkum degiller. Yani Bati’nin, bizim veya bizimki gibi ulkelerin “Bati’ya ragmen Batili” olmak gibi bir saplantisi yoktur. Bu saplanti 3. soruda degindiklerinizle cok ilgili: yani bizde aydin, mimar, sanatci ne olursak olalim butun okumuslarda boyle derin bir acmaz kacinilmaz olarak vardir: ne kendimizi inkar edip tamamen “Batili” olmak mumkundur (zaten biz olduk zannetsek de Batili hicbir zaman bizi oyle gormez), ne de Bati’yi hepten red etmek --cunku bilgimizle, egitimimizle, gorduklerimizle, zevklerimizle Bati kendimizin bir parcasidir zaten. (Bu Bati karsisindaki karmasik “ask-nefret” duygularini ve acmazlari Franz Fanon, Albert Memmi gibi kolonyalizmi yasamis ama Bati egitimi almis yazarlar en guzel ifade etmistir bence). Bunu kabullenip, bunun ille de kotu birsey olmadigina inanip, Bati karsisinda hem asagilik duygusundan, hem de onun tersi “Turkluk propogandasindan” kurtulabildigimiz oranda nihayet yaptigimiz isin kendisine egilip iyi urunler verebiliriz diye dusunuyorum. Bence son siralarda her alanda pek cok boyle urun var –daha yeterli degil, disarida da iceride de cok az taniniyor vs. ama iyimser bakmak lazim. Bir de “Bati” dedigimiz seyi cok fazla ilahlastirilmis (“reified”), mutlak ve homojen bir guc olarak gormekten vaz gecsek, onun da ne gibi tarihsel sureclerden, krizlerden, parcalanmalardan gectigini, biz kendimizi tanimlamaya cabalarken onun da degistigini ve kendini yeniden tanimlamaya cabaladigini unutmasak.

Son soruya kendiniz cevap vermissiniz zaten. “Oteki”, sesini duyurmaya, kamu alaninda boy gostermeye, teknolojiden yararlanmaya, kentten yararlanmaya basladiginda zaten modernlesiyor demektir. Bu, elitlerin istedigi modernlesme bicimine uymayabilir ama gene de modernlesmedir. Devami asagida.


bitkin

merhabalar
kendi sorularimi bir tur parazit davranis bicimi de olsa celikmetrenin sorulari uzerinden kurguladim, umarim yaniti olan sorulardir...
'ulus insasi' celikmetrenin guncele iliskin olan son sorusu ile baglantili olarak insa edenlere de bagli olarak degerlendirilmeli midir, yoksa kim tarafindan olursa olsun bu tur bir caba mimarlikla olan ilgisi de ozellikle dusunulurse dissal ve bos bir caba midir?

ikinci sorum yine celikmetrenin ilk sorusu ve yukardaki sorunun suzgecinde aslinda bahsi gecen keyifli bulanik kavramlardan birinin, modernitenin tanimi uzerine; sizce modernite yolu yordami olan ve bir dizi kapitalist surecten gecmeksizin baska turlu tecrube edilmesi mumkun olmayan bir olgu mudur; yoksa modernin tanimlari bu surecleri terube etmemis ya da farkli tecrube etmis kisaca 'oteki' olanlar icin de mevcut mudur ?
tesekkur ederim

Sibel Bozdoğan

Bu noktada ayni soruyla iliskili oldugu icin “Bitkin”in son sorusuna geceyim: “Modernlesme yolu yordami olan ve bir dizi capitalist surecten gecmeksizin baska turlu tecrube edilmesi mumkun olmayan bir olgu mudur yoksa bu surecleri tecrube etmemis ya da farkli olan modernlesmeler var midir?”

Modernlesmenin tarihsel olarak kapitalizmle olan baglantisi yadsinamaz. Benim hala kendime en yakin buldugum modernlik tanimi Marshall Berman’in ifade ettigi gibi: modernlik hicbirseyin sabit kalmadigi, surekli yenilige ve donusume aciklik olarak ozetlenebilecek bir tarihsel durumdur. Bu durum her zaman hem ozgurlesmeyi, hem de yabancilasmayi ayni anda icerir. Biri olmadan oburu olmaz. Hem modernleselim, hem de sarildigimiz gelenekler, kurallar, korunma mekanizmalari aynen kalsin demek olmaz (Oguz Atay aklima gelir hep –“hem tehlikeli oyunlar oynayalim istiyoruz, hem de kilimiza zarar gelmesin diyoruz”). Modernleselim ama bunu hic yabancilasmadan, zapt-u rapt altinda yapalim dersek Jeffrey Herf’in Nasyonel Sosyalist Almanya icin kullandigi “reactionary modernism” ortaya cikar. Yani modernlesme kapitalizm ve teknoloji ile gelen bazi tarihsel kosullar demektir: bundan ortaya ne cikacaginin ucu acik ve belirsizdir. Modernlik otoriter veya demokratik, kapitalist veya sosyalist turlu cesitli olabilir ama buyuk bir genelleme ile dunyada otoriterden demokratik olana, sosyalist ve devletciden kapitalist olana dogru bir gidisat oldugu da ortada. Bu gidisatin onunde bir suru engeller (bizdekiler de dahil) var ama ben de Arjun Appadurai gibi ozellikle medya, gocler, globallesme vs. sonucunda modernligin ulus-devlet sinirlarindan cikip global birsey olmaya basladigini, bu surecin de yer yer sekteye ugrasa da kolay kolay geriye donmeyecegini dusunuyorum galiba (Appadurai, Modernity at Large). Yani tekrar sorunuza donersek, 1960’larin meshur modernizasyon teorileri (Lerner, Black vs.) hem bazi dogrulara parmak basmistir (iletisimin, mobilitenin, egitimin vs.nin modernlestirici, donusturucu rolu), hem de bu modernlesme surecinin dogru cizgisel bir model olarak Batida yasananin aynisi olacagini (ozellikle de modernlesmenin gelenegi ortadan kaldiracagini) tahmin ederek yanilmistir. Ben bireyler icin olsun, toplumlar icin olsun, modernlesmede en onemli seyin bireylesme, oznelesme, kendi tarihini kendin yapma duygusu oldugunu dusunuyorum. Ondan sonrasinin ne bicim alacagi boyle teorilerle, modellerle kesin olarak saptanamiyor ama bunu tek bicimli degil cogul bir tablo olacagi kesin. Turkiye de duse kalka, ite kaka kendi tarihsel surecini yasiyor. (Batida yuzyillara yayilan surecleri cok kisa zamana sikistirmanin sancilariyla birlikte). Evet belki modernlesme agirlikli olarak elitler tarafindan (Tanzimat) ve devrimlerle (Cumhuriyet) gelmistir ama daha asagidan toplumun da modernlige sahip ciktigini, ozellikle bazi donemlerde bunun one gectigini (Menderes, Ozal) de biliyoruz. Ugur Tanyeli’nin “kendiliginden modernlesme” dedigi sey cok ilginc –mimarlikta neye tekabul ediyor, nasil calisilabilir, nelere baklilarak anlasilabilir, bunlar hep ilgimizi bekleyen yeni konular. Tabii bu noktada “mimarlik” giderek “kulturel calismalar” (cultural studies) denilen alana yaklasiyor: onun icin tanimlarimizi, neyin “mimarlik” oldugunu da gozden gecirmemiz gerekiyor. Kendiliginden modernlesenin ifadesi kitsch olabilir, estetik zevklerimize ters dusebilir, “mimar” olarak begenmeyebiliriz ama “modernlesmenin mimarligi” ile ilgileniyorsak yokmus gibi de davranamayiz. Galiba baska bir konuya girmeye basladim.

Burada kesecegim artik cunku gercekten “diyalog” cercevesini cok asan konular bunlar ve dusunmeden laf etmek istemiyorum. (Ben daha ozel, daha mimarlik odakli, daha kisaca cevaplanabilecek sorular bekliyordum ne yalan soyleyeyim). Beni davet ettikleri icin Arkitera’ya ve soru sorup katilanlara cok tesekkur ederim.

Sibel Bozdoğan
Diyalog Arşivi
Dönem içindeki Diyalog'ların listesi aşağıdadır. Ayrıtılara ulaşmak için ilgilendiğiniz Diyalog'u listeden seçiniz: