Haberler

Bu fabrika artık sanat dokuyacak!

Tarih: 9 Ekim 2006 Kaynak: Radikal Yazan: Celal Başlangıç
Vassilis Vassili Arnavutluk'ta doğmuş bir Yunan'dı. Ülkesiyle arasında çocukluğunda ve ilk gençliğinde bir türlü geçemediği bir köprü vardı. Köprüyü bir geçebilse ülkesine kavuşacaktı. Yıllarca bekledi duvarların yıkılmasını. İşte bu yüzden yaptığı heykele 'Köprü Gibi' adını vermişti.

Beyaz Muğla mermerine yonttuğu gerçekten bir köprüydü. Ancak biraz dikkatli bakınca, köprünün ayakları ters duran bir kilit taşıydı ve o köprüden geçmek imkânsızdı.

Sınırların, milliyetlerin coğrafyaları nasıl böldüğünü, insanların bir ülke sınırları içersinde nasıl esir kaldığını anlatıyordu. Eserini bitirdiğinde "Bu heykel" diyordu Vassili, "Sizle bizim aramızda gerçek bir köprü olsun."

Hollandalı heykeltıraş Antonie Den Didder 'Hiçbir şey durgun değildir, değişkendir' kavramından yola çıkmıştı. Toprağa doğru akan bir su gibi oyduğu heykelinin o bölümünü petrol rengine boyamıştı.

Almanya'da yaşayan sanat tarihçisi Çetin Güzelhan, Didder'in heykeli üzerine konuşurken, sanatçıdan edindiği izlenimleri de aktarıyordu:

Heykel toprağına dönüyor
"Akdeniz'i, Antalya'yı bir medeniyetin doğduğu, antik heykelin ilk yapıldığı yerlerden biri olarak görüyor. Bu Avrupa kültürünü, rönesansını derinden etkilemiştir. Aradan binlerce yıl geçtikten sonra heykel tekrar bu topraklara dönüyor. Ama bu arada müthiş değişkenlikler var. Zaten bu anlamda heykelini doğu-batı yörüngesine koydu. Gündoğumundan günbatımına kadar ışığı yakalıyor, heykelde bir oyuk var. Gündoğumundan batımına kadar zamanın her saniyesini güneş saati gibi ölçüyor.

Heykel de o süreç
içersinde değişime uğruyor. Alt kısmı boyamış. Antik çağda da heykeller boyanıyordu. O boyalar zaman içersinde yağmurla, güneşle bozulacaklar. Aynen antik heykelde olduğu gibi. Böylece çok az iz kalacak. Ama zamanı da böyle yakalıyor işte. Örneğin yüz sene sonra o renkli fon o renk kalmayacak, değişecek."

Rus sanatçı Daria Bokareva çok büyük bir mermer kütle seçmişti. İnsan ölçülerinde bir forma sokmuştu dev kütleyi. "Bu büyük doğa içersinde insan çok küçük bir parça aslında" demek istemişti, "Bu koskoca evrende çok küçük izler bırakıyoruz. Biz olsak da olmasak da bu evren sürer. Ama bu evren yok olduğunda biz de yok olacağız."

Büyük taş kütleye öyle bir form vermişti ki Bokareva, tonlarca ağırlığı olmasına karşın uçuyor gibi bir tüy etkisi yaratıyordu insanda.

Yeryüzünü kucaklayan güneş
Bulgaristan'dan gelen Milen Vassilev konu olarak güneşi seçmişti. Yukarıdan aşağıya doğru bir ağacın gövdesi gibi uzanıyordu güneşin ışınları, dağların, ovaların üzerine. Bir kucaklaşma etkisi yaratıyordu gökten yere doğru inen mermere işlenmiş güneş ışınları.

Çek heykeltıraş Marie Seborova kolsuz bacaksız bir torzo çalışmıştı beyaz mermere. Çok dişi bir form verdiği çalışmasına işlediği objelerle öznellik kazandırmıştı yapıtına; aynen insan vücudundaki benler, lekeler gibi...

Fransız Jean-Paul Chablais Anadolu'yu, özellikle de İstanbul'u bir köprü gibi görüyordu. Bu yalnız jeolojik konumun getirdiği bir köprü olma durumu değildi. Kültürlerarası da bir köprüydü İstanbul. Bu yüzden bir açıdan bakınca tek bir parça, diğer açıdan bakınca da iki ayrı parça biçiminde tasarlamıştı heykelini. Ancak hangisinin doğu, hangisinin batı olduğu ayırt edilemiyordu.

Sanat tarihçisi Güzelhan, sıradaki Alman sanatçı Andreas Theurer'in heykelini anlatmaya başlamıştı:

Theurer'in 'Hassas'ı
"Tam Almanya'ya has bir heykel yaptı. Kültürlerarası diyalog en çok tartışılan konulardan biri. Heykeline 'Hassas' adını vermiş. Gerçekten çok hassas bir konu kültürlerarası çatışmalar, dinlerarası ilişkiler, önyargılar. Bir tezi var. Onun görüşüne göre kültürlerarasında hiçbir fark yok. Kültürleri su kristaline benzetiyor. En basit kristalin bile milyonlarca oluşumu var. Aldığı darbeler, güçler, ısı, aralarındaki çeşitli oluşum farklılıklarını ortaya koyuyor ama özünde hepsi su. Yalnız kristaller oluşurken bulundukları ortamın şartlarına göre şekil alıyor. Ama özü aynı. Sadece ilk bakışta farklıymış gibi görünüyor. Heykeli de öyle. Dikdörtgen gibi görünüyor ama tam dikdörtgen değil. Daireye benziyor ama tam da daire değil. İki figür yan yana. Biri diğerinden yüksek gibi görüyor. Çok yakına gittiğimiz yüksek olanın derinliği yok, kısa görünense daha fazla derin. Yani demek istediği, kültürler özünde aynıdır, insanlığın ortak malıdır. Ama aralarında su kristallerinde olduğu gibi oluşumdan kaynaklanan bir görüntü farklılığı vardır."

Yunanistan, Hollanda, Rusya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Fransa ve Almanya'dan gelen heykeltıraşların yanı sıra İtalya'dan Emanuela Cammacci, Urayna'dan Georgiy Kudryavchenko, Türkiye'den de Yunus Tonkuş Antalya'daki
1. Heykel Sempozyumu'na katılan sanatçılar. Zaten sempozyumu düzenleyen de Türk heykeltıraş Yunus Tonkuş.
Sempozyum, üretim dışı kalan Antalya Dokuma Fabrikası'nın restore edilerek 'Dokuma Modern' adı altında Modern Sanat Müzesi'ne dönüştürülmesi için atılan ilk adım. Yunus Tonkuş, seçtiği uluslararası dokuz heykeltıraşla birlikte Antalya Dokuma Fabrikası'nın bahçesinde tam üç hafta çalıştı. Verdikleri eserlere ve Dokuma Modern için yaptıkları projelere göre seçilen heykeltıraşlar tam üç hafta boyunca ortalama üçer tonluk Muğla mermeri kütlelere tasarımlarını uyguladılar.

Heykeltıraşlara; Erzurum, Eskişehir, Kayseri gibi çoğu Anadolu kentlerinde kurulu bulunan çeşitli güzel sanatlar fakültelerinden toplam 12 heykeltıraşlık bölümü öğrencileri de asistanlık yaptı. Üç hafta süren yoğun bir çalışmayla bitirilen heykeller Dokuma Modern Sanat Müzesi'nin ilk koleksiyonunu oluşturacak.

Her yıl tekrarlanacak
Kepez Belediyesi ile Multi Turkmall'un desteklediği sempozyum bundan sonra her yıl tekrarlanacak.

Mimar Eren Talu tarafından restore edilecek 15 bin metrekarelik fabrika binasının inşaatı bittiğinde de heykeller müzedeki yerini alacak.

Sempozyumun son gecesi bütün heykeltıraşlarda ve asistanlarda hem büyük bir yorgunluk hem de eserini bitirmenin mutluluğu vardı. Sanat danışmanı Yunus Tonkuş "Burası Türkiye'nin ikinci modern sanat müzesi olacak. Ama bu müze mutlaka üretken olmalı" diyordu.

Restorasyonu gerçekleştirecek olan mimar Talu fabrika binasını yıkılmaktan kurtaran sivil toplum örgütlerine ve basın mensuplarına teşekkür ediyordu. Multi Turkmall Proje Direktörü Cem Yılmaz bu alanda yalnızca müze değil, Kent Parkı ve sosyal alanların da yer alacağını anlatıyordu.

Sanatçıların aynı alanda, mermer tozundan ve gürültüden korunmak için başlarını örtüp kulaklık ve gözlükle, düz bir kütleden onca figür üretmelerini izlerken Michelangelo'nun o ünlü sözünü insan daha iyi anlıyor... Muhteşem Davut heykeline bakıp böyle bir şaheseri nasıl yarattığını soranlara "Zaten Davut bu taşın içinde oturuyordu, ben sadece fazlalıklarını yonttum" demişti sanatçı.

1955'te inşaatına başlanan ve 1961'de, o yıllardaki adıyla Demokratik Almanya tarafından tamamlanan Antalya Dokuma Fabirkası'nda artık mekik şakırtıları duyulmayacak. Bu fabrikada bundan böyle modern sanat dokunacak!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.