Haberler

Türkiye'nin İkinci Ulusal Emisyon Envanteri Yayımlandı

Tarih: 27 Şubat 2008 Kaynak: Açık Radyo
Ömer Madra: Türkiye’nin karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonları ile ilgili rakamları içeren 1990 - 2005 Ulusal Envanter Raporu, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından epey gecikmeyle yayımlandı ve hiç de parlak sonuçlar ifade etmiyor.

Semra Cerit Mazlum: Pek içaçıcı gelişmeler yok envanterdeki bulgular açısından. 1990’dan bu yana sürmekte olan düzenli emisyon artışı 2005 yılında da devam etti. Bu Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Sözleşmesi’ne taraf olduktan sonra hazırlamış olduğu ikinci ulusal envanter. Birincisi 1990 ve 2004 yılları arasını kapsıyordu. Bu geçtiğimiz hafta duyurulan, yayımlanan envanter de 1990-2005 yılları arasını kapsıyor. Bu envanterin 2007 yılında sunulması gerekiyordu sözleşme sekreteryasına aslında.

ÖM: Yetişmedi herhalde?

SCM: Yetişmedi, nedenlerini bilemiyoruz, büyük olasılıkla ilk envanterdeki eksiklikler dikkate alınarak onların düzeltilmesi için yapılan ek çalışmalar, gözden geçirme süreci ve IPCC’nin rehberine uygun bir şekilde daha kapsamlı bir envanterin hazırlanabilmesi için daha fazla zaman gerektiğini tahmin ediyorum. Fakat sonuçta bir senelik bir gecikme söz konusu emisyonun sunulmasında. Bu gecikme nedeniyle, sekreteryanın her yıl sonbaharda yayınladığı EK1 ülkelerinin emisyonlarının genel durumunu sergileyen raporunda Türkiye 2004 verileriyle değerlendirildi. 15 yıllık süreçte nasıl bir değişiklik oldu Türkiye’de diye bakarsak; toplam emisyonlar 1990-2005 yılları arasında %83.6 oranında artmış.

ÖM: Bu müthiş bir artış tabii.

SCM: Çok yüksek bir artış. 2004 yılında %74.4’lük bir oran söz konusuydu, şimdi daha da yükselerek %83.6’ya ulaşmış durumda.

ÖM: BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Ek1 ülkeleri, yani gelişmiş sanayileşmiş 41 ülke içinde yer alıyor Türkiye ve sera gazları salım oranı açısından açık farkla birinci mi oluyor?

SCM: Evet bu birinciliği Türkiye’nin kimseye bırakmayacağı görülüyor buradan. Az önce sözünü ettiğimiz, sonbaharda yayımlanan değerlendirmede, İspanya %53.3’le Türkiye’nin yokluğunda ilk sırada yer alıyordu. İspanya yüksek artış gösteren ülkelerden bir tanesi, fakat İspanya ile arasında bile %30’luk bir fark var.

ÖM: Tabii bu listenin içinde Çin ve Hindistan gibi ülkeler yok.

SCM: Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkeler yok, Endonezya’da örneğin ormansızlaşmadan kaynaklanan emisyonlar açısından birinci sırada bulunuyor şu anda. O ülkeler yer almıyor burada, OECD ülkeleri ve geçiş ekonomileri, yani başlıca gelişmiş ülkeler, Ek1 ülkeleri olarak adlandırılan kategorinin içinde yer alan ülkeler açısından dikkate aldığımızda, Türkiye kendi grubundaki ülkeler arasında birinci sırada.

ÖM: Belki Endonezya, Çin ve Hindistan’dan sonra geliyor, ama bu da hiçbir teselli imkanı vermiyor bize, çünkü müthiş bir artış hızı söz konusu, yani hızla birinciliğe doğru gidiyor.

SCM: Bir sıralama yapmaktan ziyade toplam emisyonları açısından Çin ve Amerika ile yarışan bir düzeye geldi şu anda, şu anda rakamları hatırlayamıyorum, ama bu belki Çin’in yıllık artışından bile yüksek olabilir.

ÖM: Belki de birincidir hakikaten Türkiye?

SCM: Tabii şunu da düşünmek lazım, bu Türkiye’nin son 5-6 yıldır yaşadığı ekonomik büyüme oranlarıyla da çok bağlantılı. 2002’den bu yana düzenli bir artış söz konusu büyüme oranlarında. 2007 yılında bir ölçüde yavaşlama söz konusu olacak olmakla birlikte, ekonomik büyümedeki rakamlara paralel bir şekilde emisyonlarda da artış söz konusu. Burada düşünülmesi gereken gelişmişlik göstergesi ile emisyon artışının başbaşa gitmesi. Bu ne kadar sağlıklı bir durum? Bu soruyu da sormak lazım, yani Türkiye’nin ekonomik büyümesini, çevresel bozulmadan, iklim değişikliğinden ayrıştıramadığını gösteriyor bu durum. Birinci ulusal bildirim raporundaki rakamlar açısından değerlendirdiğimizde, ekonomik büyüme oranından daha yüksek oranda bir emisyon artışı söz konusuydu 2004 yılında. 1990-2004 arasında, nüfus artışından da fazla bir emisyon artışı söz konusu. Yani başlıca iki temel gösterge olan ekonomik büyüme ve nüfus artışının önünde giden bir sera gazı artışı söz konusu. Bu Türkiye’nin hem bugünkü politikaları açısından hem de ileride emisyon yükümlülüğü alması durumunda, 2012 sonrasındaki rejimin içerisine katılırken de kendisine sorun oluşturacak olan bir durum.

ÖM:Türkiye’nin gayret göstermediği gibi umut kırıcı bir sonuç çıkıyor, çünkü alınan tedbirlerin hepsinin sözde alınmakta olduğunu görüyoruz. Buna karşılık da durdurulamaz ve çok hızlı bir artışı görülüyor. Rakamlar hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

SCM: 296.6 milyon tondu 2004 yılında toplam emisyonlar, 2005 yılında 312 milyon tona çıkmış durumda. Yani 16 milyon tonluk bir artış söz konusu bir yıl içerisinde. Bu artış, doğrudan alınan önlemler -alınmayan önlemler demek daha doğrusu-, sonucunda ortaya çıkıyor bu. Tabii Türkiye bir takım önlemler uyguluyor. Yakıt bileşimindeki değişim de burada etkili oluyor tabii ki. Fosil yakıtlara bağımlı bir enerji üretim ve tüketimi söz konusu Türkiye’de. 2004 rakamlarıyla, %90 oranında fosil yakıtlardan karşılanıyor Türkiye’nin enerji ihtiyacı. Bu %90’lık fosil yakıt bağımlılığı doğrudan emisyon rakamlarına da yansıyor.

Doğalgazın payının 2000’li yıllardan sonra enerji bütçesi içinde artışı toplam emisyonlarda aslında bir ölçüde denge unsuru olarak rol oynuyor. Doğalgazın payının artması emisyonları bir ölçüde azaltabiliyor. Şu anda özellikle ulusal kaynaklara dayanmak konusunda yürütülen tartışmalar var. DPT büyük ölçüde enerji projeksiyonlarını kömür üzerine, yerli linyit kaynaklarının kullanımına dayandırma niyetinde.

ÖM: Ayrıca yeni çıkarılan “nükleer enerjiye teşvik yasası” da geçici 2. maddesinde tamamen yerli kömür ve linyitin kullanılmasını, hem de yıllar yılı alım garantisi verilerek, teşvik ediliyor.

SCM: Evet nükleer yasa içerisine aynı zamanda kömür de dahil edilerek ilginç bir yasa yapma yöntemi izlenmiş oldu. O gelişmeler de, yani linyit kullanımına dair öngörüler de dikkate alındığında, bu oranların önümüzdeki yıllarda daha yüksek bir şekilde artacağını söylemek mümkün. Zaten 2004 ulusal bildiriminde yapılan projeksiyonlar gereği de 2020’de 600 milyon tona ulaşması bekleniyor toplam emisyonların. Kömürün payının arttığı, 3 nükleer santral ve reaktörün devreye girdiği de dikkate alınarak yapılan projeksiyonlar bunlar. Yani Türkiye’nin bu artıştan vazgeçmeyeceğini görüyoruz.

ÖM: Bu noktalar açısından önemli de bir başka sonuç da çıkıyor galiba, maalesef tatsız bir atlatma haber olarak veriyoruz bunu; şöyle bir durum var, 312 milyon ton ise eğer, nüfus da 70 milyonsa, kişi başına yaklaşık 4.5 tonluk bir karbon dioksit salımı çıkıyor. Bu sonuç, daha önce resmi açıklamalarda dile getirilen, Türkiye’nin sanayileşmesinin daha başlangıcında, kalkınmasını tamamlamamış bir ülke olduğu, fazla kirletmediği ve masum olduğu yolundaki söylemleri de berhava ediyor. Çünkü bilebildiğim kadarıyla Britanya’nın ve pek çok Avrupa ülkesinin, AB üyesi ülkenin de kişi başına karbon dioksit üretimi yaklaşık 9 ton civarında, dolayısıyla artık bir T.C. vatandaşı, bir İngiliz vatandaşının yarısı kadar karbon dioksit salımında pay sahibi.. Amerika’da kişi başına 20 ton kadar bildiğim kadarıyla.

SCM: Evet o civarda.

ÖM: Artık öyle fersah fersah farklardan söz etmemiz mümkün değil. Öte yandan Tanzanya, Namibia, Somali gibi bu miktarlarla kıyaslanamayacak kadar düşük emisyonlara sahip ülkelerin vatandaşlarının yüzlerce katı üzerindeyiz. Bu durumda artık mazeret bulamamızın imkânı kalmadı gibi gözüküyor, ne dersiniz?

SCM: Evet çok haklısınız, Türkiye şu ana kadar Kyoto Protokolü’ne ilişkin pozisyonunu yükümlülük almamak şartına dayandırdı, endüstrileşmesinin henüz tamamlanmamış olduğu ve kişi başına karbondioksit salımları açısından içinde yer aldığı Ek1 ülkeleri ile arasında büyük bir fark olduğu gerekçesine dayandırdı. Bu tez artık açıklayıcı olmaktan ya da Türkiye’nin görüşünü destekleyici olmaktan çıkıyor, rakamlara bakarsak.

ÖM: Biz zaten bu gerekçeyi çok inandırıcı bulmuyorduk, fakat şimdi artık bu resmi açıklamaya göre, ikinci ulusal envanterden çıkan sonuca göre durum zaten açıkça ortada.

SCM: Açıkça görülüyor. Türkiye Ek1 ülkeleri kendini karşılaştırarak yeniden konumlandırmaya çalışıyordu pozisyonunu sözleşme karşısında. 90’lardan sonra hatta 2000’li yıllarda da Türkiye hâlâ kişi başına 3 tonluk bir emisyona sahip olduğu iddiasındaydı.

ÖM: Şimdi öyle değil.

SCM: Şimdi öyle değil artık ve rakamlar Türkiye’nin hızla Ek1 ülkeleri ortalamasına doğru yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Nüfusun da payı var tabii burada, yüksek büyüme oranlarına sahip gelişmekte olan ülkelerde, toplam emisyonlar artıyor olmakla birlikte, buna paralel bir şekilde nüfus da arttığından kişi başına emisyonlar belli bir düzeyde duruyor; fakat Türkiye’nin nüfusu bir ölçüde duraklama dönemine girmiş olduğundan, yani eski hızında artmadığından, kişi başına emisyon miktarları da artıyor dolayısıyla. Aynı zamanda da ekonomik büyümeyle paralel bir ilişki söz konusu burada.

ÖM: Önlem olarak sadece elektiriği daha tasarruflu kullanmak, muslukları kapatmak yeterli değil, bunlar mutlaka yapılması gereken şeyler ama hiçbir şekilde alınması gereken esas tedbirleri gözden kaçırmamalıyız.

SCM: Sorunun boyutlarıyla örtüşmeyen bir çözüm anlayışı söz konusu, alınması gereken makro çözümlerin ufak bir parçasını oluşturan, bir yan çözüm paketinin sürekli sunulması kaygıları artıyor tabii.

ÖM: “Türkiye Küresel İklim Değişiminin Neresinde?” alt başlığıyla, Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle, Sabancı Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından yapılan, Karbondioksit Salımları Araştırması da, AB ile kıyaslandığında kişi başına salımlar açısından alt sıralarda olmasına rağmen, Türkiye’nin nihai enerji tüketimine oranla sera gazı salımında en yüksek sırada olduğunu belirtiyordu. Belçika ile aynı değerde 2.32 milyon ton karbon dioksit civarında bir rakam veriyordu. Yani verimsiz altyapının yanısıra, ülkenin kömür, petrol ve doğal gaz gibi küresel ısınmaya neden olan en önemli enerji türüne büyük bir bağımlılık içinde olduğu ve rüzgâr, güneş, jeotermal gibi diğer alternatif enerji kaynaklarına rağbet etmediği, iklim değişikliği tehdidi ile mücadeleyi bir toplumsal tercih olarak görmediği de açıkça ortaya çıkıyordu.

SCM: Evet Türkiye’de bir siyasal tercih, bir kamu politikası önceliği olarak henüz görünmüyor iklim değişikliği ile mücadele. Bu söylediğiniz rakamlara belki şunu da eklemek lazım, AB’nin Avrupa Çevre Ajansı’nın yine 2007 sonunda yayımladığı Avrupa’da Emisyon Trendleri Raporu’nda da enerji yoğunluğu açısından, yani milli gelir başına kullanılan enerji miktarındaki yoğunluk açısından, Türkiye’nin en kirli üretim yapan, en kirli büyüyen ülkelerden birisi olduğu ortaya konuyordu. Bulgaristan’dan sonra ikinciydi yanlış hatırlamıyorsam.

ÖM: Bu da çok önemli tabii.

SCM: AB ülkeleri ve ilişkili ülkelerin birlikte değerlendirildiği bu rapor aynı zamanda, Türkiye’de, kişi başına emisyonlar açısından Avrupa ülkelerinin büyük bir çoğunluğunun arkasında olmakla birlikte, önümüzdeki yıllarda %100’lük bir toplam emisyon artışının beklendiğini ortaya koyuyordu. Çarpıcı bir karşılaştırma olması açısından, geçtiğimiz hafta Türkiye’de basında da yer alan bir haber vardı, UNEP’in BM çevre programının 2008 yılında yer alan bir bilgiydi bu. UNEP, BM Çevre Programı, 2007 yılında Küresel Çevre Görünüşü yayımlamıştı, her sene de yeniden yayımlanıyor. Bu seneki yıllığın odak konusu da özellikle finansman çerçevesinde iklim değişikliği ile mücadele, yani bu mücadelenin finansmanının nasıl karşılanacağı. Orada uçaklardan kaynaklanan emisyonlarla ilgili bir rakam var, yıllık 600 milyon ton karbon dioksit salımına yol açtığı söyleniyordu, toplam 16 bin ticari uçağın. Bu rakamın da Avrupa kıtasında bir yılda ortaya çıkan toplam emisyonlara eşit olduğu söyleniyordu.

ÖM: Sadece mevcut ticari uçak seferleri, yani turistik ve yük taşımacılığında kullanılan kısmı, -askeri uçaklar yok bunun içinde, onları katarsak durum çok daha vahim olabilir- toplam olarak Afrika kıtasının salımları kadar. Bu çok önemli bir nokta. Bu bana başka bir şeyi hatırlattı, az önce sözünü ettiğim Açık Toplum Enstitüsü’nün yayımladığı Karbondioksit Salımları Araştırması’nda net olarak ortaya çıkan bir başka sonuç vardı; hava taşımacılığı Türkiye’de 1990’da %3’lük paya sahipken 2004’te 4 katına çıkarak %12’ye ulaşmış, bu da bambaşka bir yönüne işaret ediyor durumun. Türkiye sivil havacılık açısından da son derece hızla büyüme yolunda, yani dolayısıyla, emisyonlarını arttırma yolunda.

SCM: Bu rakamı, uçaklardan kaynaklanan 600 milyon tonluk toplam emisyonu şu şekilde okumak da mümkün; Türkiye’nin sorumlulukları konusunda farklı değerlendirmeler yapılıyor biliyorsunuz, Çevre Bakanı, bir kaç ay önce, “Türkiye’nin küresel emisyonların artışında bir suçu yok” dedi. Gerekçe olarak da olarak da ABD gibi yüksek oranda emisyon miktarına sahip ülkelerle karşılaştırdı. Fakat bir de resmin öbür tarafından bakmak lazım, bütün Afrika’da bir yılda toplam üretilen emisyon 600 milyon tonsa ve eğer Türkiye tek başına bunun yarısını üretiyorsa, yani bir kıtanın yarısı kadar emisyonu atmosefere bırakıyorsa, aslında bu küresel emisyonun artışında bir suçu olmadığı açıklamasının pek de öyle geçerli ve siyasi olarak da anlamlı olmadığını ortaya koyuyor.

ÖM: Çok önemli bir kıyaslama bu yani 2005 yılı için 312 milyon ton, 2006 ve 2007’de daha da yükselmiş olması beklenir, mutlaka daha da yükselmiştir. Yani sadece 2005 yılındaki Türkiye’nin yıllık karbondioksit ve diğer sera gazı salımı Afrika kıtasının toplamının yarısı kadar öyle mi? Dehşet verici.

SCM: Evet. Afrika kıtasında düşük ekonomik gelişme seviyelerindeki ülkelerin yer aldığını biliyoruz. Bu durum dikkate alındığında, Türkiye’nin küresel eylem konusunda sorumluluk ve yükümlülük almaktan daha fazla kaçınamayacağını, kaçınmaması gerektiğini, etik olarak da bunun doğru olmadığını rahatça söyleyebiliriz.

ÖM: Bugüne kadar yapılan resmi açıklamaların hepsinde, böyle bir kaçma ve etik sorumluluğunu üstlenmeme eğilimi vardı. Bunları konuşmak zorundayız.

SCM: Sanayileşmenin olumsuz etkileneceği gerekçesiyle Kyoto’ya taraf olmadığımızı söylemiş Çevre Bakanı, bir milletvekilinin verdiği soru önergesine yanıt olarak; fakat emisyonsuz da sanayileşmenin mümkün olduğunu bir çok ülke gösteriyor örneklerle.

ÖM: Özellikle, Türkiye gibi, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyeliklerinden birine aday olan İzlanda’da resmen açıkladı Cumhurbaşkanı; “UNDP raporlarına göre en alt sıralardaydık ve sadece yenilenebilir enerji yoluyla da müthiş gelişme kaydettik. Bunu sizinle paylaşmak da bizim etik sorumluluğumuzdur” dedi. Üstelik İzlanda’da, güneşten, güneş enerjisinden bahsediyor, çok ilginç!

SCM: Bir politika önceliği haline gelmediği sürece her sene emisyonlarda yaklaşık %5-6 oranında bir artış olacağı ortada, bunun tersine çevrilmesi mümkün değil. Havacılıkla ilgili envanter raporu da dikkat çekiyor ilginç bir şekilde. 2004-2005 arasında taşınan yolcu sayısı %38 oranında artmış, yani bir yılda %38’lik artış gerçekleşmiş. Toplam havacılıktan kaynaklanan emisyon rakamları verilmemiş envanterde, fakat şöyle dikkat çekici bir ifade var; havacılığın son yıllarda çok popüler bir ulaşım haline geldiği, dolayısıyla önümüzdeki yıllardan itibaren, ulaştırma sektörünün toplam emisyonlar içindeki payının artması söz konusu olabilir.

ÖM: Bu konuda da herhangi bir tedbir düşünüldüğüne dair bir ibareye rastlamadık. Çok iç açıcı olmamakla beraber son derece önemli bir raporun kamuoyuna duyurulmasına aracılık ettiğimiz için memnunuz yine de.

SCM: 2008 Dünya Çevre Günü’nün teması şu şekilde belirlendi: “Karbondioksit Bağımlılığından Kurtulmak”. Umarım bu tema Türkiye’deki politika açısından da yön verici, yol gösterici olur.

ÖM: Evet öyle umalım.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.