Çelişki tecelli etmiş bir kere hayatımıza ya, yakamızı bırakmaz. Yıkıntılar arasından havalimanlarının broşürü çıkıyor. 3-5 km öteden İstanbul’a yeni sakinler iniyor. Ha, sahi şu uzaktan görünen, rüzgârlıbahçe ‘Olimpiyat Stadı’nın işlemeyen rüzgâr panellerine kaç para yatırmıştınız? E peki, belediyenin çiçeklerle süslenmiş proje kitapçığındaki çağdaş, kaliteli yaşam kimler içindi? Neyse bu mevzuları, Çekmece Gölü marinasına yatlarıyla yanaşacak Abu Dabililer düşünsün. Biz ter kokan, sıkışık otobüslerinde, küçükten konuşmaya; yoksul, emekçi mahallelerin arasında, banliyö trenlerinden sarkarak hayatın gidişatını izlemeye devam edelim.
Belediyenin Taktiksel Hünerleri
Peki o 18 kiracı ailenin dışındakilere ne oldu? Belediye tüm bu zaman sonucunda taktiksel hünerlerini parıldatarak, tapu, o-bu çok da ayırt etmeden, ince eleyip sık dokuyarak imza sürecini tamamlamış. Zaten ilk imzalarla birlikte, mahalle de ılımlı, ılımlı çözülmeye başlamış. Bezirgânbahçe, Ayazma halkının “insanca” yaşam adına taşındığı, Halkalı’daki toplu konut alanı. Bir tek sokaklarında oynayan çocuklar aynı. Onlarda öyle kolay kolay toprağa basamıyor artık. Yoksulluk içinde üç beş kuruşu zar-zor toparlayıp gecekonduda çoluk çocuk yaşarken; kira bedelleri 50-150 YTL arasında, komşuların yanında, elektriği, suyu bir şekilde karşılarken, “çağdaş” olan iflahı da kurutacak cinsten. Enkaz bedelini dahi saymayıp, 180 ay borçlandırılan, elektriği, suyu zamlı ödeyip çevre düzenleme, yakıt, genel gider masraflarına boğulan insanları kaç kişi olursa olsun 90 m2 evlere tıkmak çağdaş olanmış, bunu da öğrendik. Çok fazla matematik denkleme girmeden, altyapısı bozuk, tuvaleti akan, damı çatlayan bu inşaat garibanı evlerde bakım ve onarım masraflarını da bir yerlere yazdık. Üst üste ekledik, TÜFE oranlarına göre de ödeme günlerini, meblağlarını ayarladık ama biz hakikaten burada bir çıkış yolu bulamadık. İşlerinden, yerlerinden edilen onca insan da pek bir yol bulamamış gözüküyor. Bezirgânbahçe’deki evlerin pancerelerinde gün geçtikçe satılık ve kiralık ilanları artıyor. TOKİ ise sözleşme süresi öngörmesine rağmen sitenin yönetimini dahi orada yaşayanlara bırakmıyor. Yaşayanların haklarını, onlar adına hararetle “savunmaya” devam ediyor.
Direnişi Ayakta Tutma Zamanı
Ha, sahi! ne diyordu plan notları; “İstanbul’dan üretimi dışarıya taşımak gerek”. Alâ, alâ... Aslında buna oturaklı bir üretim ilişkileri analizi yapmak gerek de, ona da neyse. Analizden önce, şimdi bir arada durmanın zamanı. Başıbüyük’te gaz bombalarına, polis coplarına, panzerlere karşı, oradaki kadınların direnişini ayakta tutma zamanı. Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemde, kendisinin garantisiyle “yasallaşan”, yıllardır belediyenin hizmet götürdüğü 1762 konutluk bir mahalleyi, “enkaz bölgesi” olarak gösterip yıkım tehdidi ile baş başa bırakan belediyeye, orada yaşayan insanların yalnızca seçim dönemi yetişen birer canlı olmadığını gösterme zamanı. Kolluk kuvvetlerinin marifetiyle, mahallenin göbeğine set çekip, korunması gereken su kaynakları ve yeşil alanları üzerinde inşaat yapmak isteyen müteahhitler kralı TOKİ’ye bilimsel bir karşı duruş zamanı. Ama en önemlisi, günlerdir mahallenin ortasında çadır kurup nöbet tutan insanlarla birlikte dayanışmanın ve yok sayılmadan, ranta bulanmadan başka türlü yöntemlerin de olduğunu gösterme zamanı.
Örnekler çok, mevzu girdaplı, iktidarın yöntemleri ise oldukça çetrefilli. Kentsel dönüşümün bilimsel kollarında, katılımcı ve şeffaf yöntemler aranıyor belediye meclis salonlarında. Üşenilmiyor, akşam vakitlerinde tek tek evlere gidiliyor, hoş sohbet ortamlarda birkaç imzaya değişiyor yaşamlar. Çok da zorlanırsa devletin eli bükülmüyor, kolluk kuvvetleri imdada yetişiyor tabii. Sermayeye amin denmiş bir kere, alınan Allah rızası da, Sulukule’de içinde insan yaşayan evlere atılan faşizan çarpılar da aynı kapıya çıkıyor. Ha, sahi! Ne diyordu Sayın Başbakanımız “Sulukule’yi o ucube halinden kurtarıp, modern, çağdaş ama tarihi bir sokak, tarihi caddelerle donanmış bir yer haline getirdiğiniz için size teşekkür ederiz, diyeceksiniz”.
Evet! Hepinize teşekkürü bir borç biliriz.
Halk kendi sürecini kendi yaratmak üzere ırmak ağızlarında toplanmaya başlamıştır, deltalarda yatıyor çoluk çocuk... Irmaklar tersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak, başlar ayak, hangi kaynaklara gidileceğini biliyor halk. (Ece Ayhan, Ölümün Arkasından Konuşmak, 1970)
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!