Haberler

İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü Pazartesi Seminerleri'nin İlk Konuğu Deniz Aslan'dı

Tarih: 2 Nisan 2008 Yazan: Burcu Karabaş
"Duvar kötüdür, yüksek duvar kötüdür, peyzaj mimarları bu duvarları süslemelidir, yeşillendirmelidir, fikrine katılmıyorum. Biz yeşillendirmek için peyzaj projeleri almıyoruz.”

Deniz Aslan, İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nün düzenlediği Pazartesi Seminerleri’nin ilki olan “İşler...” adlı sunumuna böyle başladı. Geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış bir makalesinden alıntıladığı ve uzun zamandır cevapladığı “Peyzaj mimarı nerede durmalıdır?” sorusuna bir yanıt niteliğindeki bu cümle, sunumun da ana fikrini oluşturuyordu.

TRafo Mimarlar’a ait projelerden örnekler sunduğu seminerde Deniz Aslan, peyzaj mimarlarına en çok ihtiyaç duyulan durumlardan olan yüksek istinat duvarları ve teras çatılar üzerine yoğunlaşarak, Türkiye’de peyzaj mimarlığından anlaşılanın ve aslında anlaşılması gerekenin arasındaki farkı anlattı.

Konut projelerinde ortaya çıkan ve ulaşımı kısıtlayan “çözümlenemeyen yüksek duvarlar”ı bitkiyle örtmek, “süslemek”, “renderlamak” ve “güzelleştirmek” ihtiyacı, peyzaj mimarlarına başvurulmasının başlıca sebeplerinden. Peyzaj mimarının görevinin bu olduğu yanılgısı ve mekan tasarımı kaygısı olmadan doğrudan doğruya bitki elemanları üzerine yoğunlaşılması, algıların kaybolmasına neden oluyor. Çözülmesi gereken sorun hangi bitkinin nereden getirilip nereye dikileceği olarak görülünce, tasarım parametrelerinin akla dahi gelmemesi şaşırtıcı değil.


Maksimum Evler, 2005
Fotoğraflar: Gürkan Akay


Emre Arolat Architects (EAA)’nın tasarımı olan Ulus'taki Maksimum Evler, yüksek istinat duvarlarının “sorun” yarattığı projelere önemli bir örnek oluşturuyor. Beton yoğunluklu, 10 m. yüksekliğindeki duvarların “yeşille örtülmesi”nin mimari projenin tasarımcısı Emre Arolat’ın da desteğiyle söz konusu bile olmadığını anlatıyor Deniz Aslan. Tam tersine, beton yoğunluğunun daha da arttırıldığı, duvarların binalara ulaşım fonksiyonunu üstlendiği bir proje çıkmış ortaya.

Ancak, peyzaj mimarına kalıplaşmış rollerin biçilmediği buna benzer durumların da dezavantajları var. Proje bittikten sonra site sakinleri ve site yönetimi, betonu “çirkin ve sıkıcı” bularak bitkilendirme yoluna gidiyor. Proje, tamamlandıktan bir süre sonra bambaşka bir hale bürünebiliyor. Nitekim, Maksimum Evler, şu anda gelişigüzel bitkilendirilmiş, üzerlerinde sıra halinde dikilmiş mazılar olan istinat duvarlarına sahip.

Peyzaj mimarlığının kendi içinde açık uçlu ve değişken olmasını aslında olumlu bulduğunu ve bir gereklilik olarak gördüğünü belirten Deniz Aslan, bilinçsizce atılan bu adımların aslında anlatamamak ve anlaşılamamaktan kaynaklandığını ekliyor. Tasarımcının anlaşıldığını zannederek yaptığı projenin diğer proje ilgililerine yanlış aktarılması veya aktarılamaması, peyzaj mimarının ise aktarıldığını ve anlaşıldığını zannetmesiyle uzayan ve karmaşıklaşan anlama sorunu, projelerin ortadan kaybolup başka şeylerin oluşmasına neden oluyor.

Tam da bu konu üzerinde dururken, anlatılması ve anlaşılması gerekenlere bir yenisi daha ekleniyor. Duvarlar üzerindeki mazılar, aslında sadece Maksimum Evler için değil, ülkemizde peyzaj mimarlığından anlaşılanlar için önemli bir simge. “Peyzaj mimarı, var olan muhtelif hatları takip ederek eşit aralıklarla bitkiler yerleştirir” anlayışıyla yapılmış birçok işi, klasik peyzaj tasarımı projesi deyince kolayca gözümüzün önüne getirebiliyorsak, göz ardı edilemeyecek sorunlardan biri de bu demektir. Deniz Aslan, tipik bir örnek üzerinde konuşurken, buna da değiniyor.

Büyük alanların algısı üzerine kurulan bir disiplin olan peyzaj mimarlığında ölçek, büyük önem taşıyor. Boğaz Köprüsü’nden geçerken rahatça görülebilecek Maksimum Evler, aslında ciddi bir kentsel silüet bileşeni.

Peyzaj mimarlığında çok yoğun olarak ele alınan duvarları örtmek yerine yapısallaştırmayı tercih ettiklerini belirten Deniz Aslan, devam etmeden üzerinde konuşacağı tüm projelerin teras çatı niteliği taşıdığını vurguluyor. Genellikle toplu konut projelerinde karşılaşılan bu durum, aşırı yüksek arazi fiyatları ve ancak yer altında çözülebilen yoğun otopark ihtiyacı sonucunda kaçınılmaz oluyor. Ancak teraslar, peyzaj mimarına sankli bir döşeme yokmuşcasına tasarım yapma ve statiği altüst etme imkanı sağlıyor ve bu tasarımlar kullanıcıya enteresan deneyimler sunuyor. Örneklerden ikincisi Tarabya’daki Beyza Sitesi.


Tarabya Beyza Sitesi, 2002

Bu projede ciddi boyutlarda bir gabion* duvar denemesi yaptıklarını anlatan Aslan, bunun sert bir dilin içinde organik malzemeyle mimarlık yapma arayışlarının bir sonucu olduğunu söylüyor.

Saban Çengelköy Evleri ise, yine yüksekliği 8 - 9 metreyi bulan duvarların sözkonusu olduğu bir proje. Deniz Aslan, tüm sistemleri metal bir kılıfla kaplamayı tercih ettiklerini söylüyor, bunun sebeplerinden birinin metali peyzaj mimarlığına ve kente yakıştırmaları olduğunu belirtiyor.


Göktürk (Aytek) Evleri, 2002

2002 yılında Kemerburgaz’da uygulanmış olan Göktürk (Aytek) Evleri Peyzaj Projesi, dış mekanın tamamen terastan oluştuğu bir proje. 20 - 25 cm. toprak kalınlığının sözkonusu olduğu alanda, 1 cm. derinliğinde su elemanları ve yeşil duvarlar kullanılarak bir bahçeler dizisi hazırlanmış.


ADCO Merkez Binası, 2001

ADCO Merkez Binası Peyzaj Projesi ile sunumuna devam eden Deniz Aslan, projenin özelliğinin metal konstrüksiyon dışında kullanılan bütün malzemelerin şantiye atıkları ve artan malzemeler olduğunu söylüyor. Aslında bahçenin kendisi de aynı özellikte. Çim alan için yeterli niteliklere sahip olmadığı için toprak kendi haline bırakılmış. Toprağın kendi potansiyelinin inanılmaz olduğunu belirten Deniz Aslan, bahçenin şu anda gelinciklerle dolu bir çayır olduğunu ekliyor. 1,5 - 2 m.’lik istinat duvarlarının ve bu projeyle ilk defa denedikleri gabion duvarlar tasarımı meydana getiren önemli bileşenlerden. Sarı cumbalar ve ADCO yazısı da peyzaj tasarımının bir parçası olarak düşünülmüş.

Yine bu noktada, peyzaj mimarlığının bitki kompozisyonu yapmak demek olmadığının altını çiziyor Deniz Aslan. “Başarılı bir bitki kompozisyonuna sahip bir bahçe kötü değildir elbette, ancak peyzaj mimarına bu rol biçilmemeli.”


Özen Evi, 2004

Nevzat Sayın Mimarlık Hizmetleri (NSMH)’nin 2004 yılında tasarladığı İstinye’deki Özen Evi’nin peyzaj tasarımında da öne çıkan bazı noktalar var. Bahçeyi bölen belediyeye ait alan, örtülmek veya gizlenmek yerine olduğu gibi bırakılarak bahçedeki ağaçlara ait kabuklarla kaplanmış. Lineer sebze bahçelerinden oluşan Özen Evi Peyzaj Projesi’nde kültür bitkisi bulunmuyor.


Zeynep & Sami Erol Evi, 2002

Assos’taki Zeynep & Sami Erol Evi Peyzaj Projesi de ortak özellikler taşıyor. Assos’ta bahçe sahiplerinin sürekli ayrık otu çıkan bahçelerinde ısrarla çim yetiştirmeye çalıştığını ve bu durumdan yakındıklarını anlatan Deniz Aslan, “Madem ayrık otu çıkıyor, bırakın çıksın” fikriyle bahçeyi kendi haline bıraktıklarını söylüyor. Ana fikri bu olan proje, bölge şartlarına uygun olarak ortaya çıkmış. Aslan, yine çayır potansiyelinin kendini gösterdiği ve sonbahar, yaz, ilkbahar renklenmelerinin çok etkileyici olduğu bahçelerde çim kullanılmadığı için su kullanımının önemli oranda azaldığını ve çim uğraşının ortadan kalktığını anlatıyor.

Doğanın kendi potansiyelinden bahsedilince, kültür bitkileri yerine tarımsal ürünlerin peyzaj mimarlığındaki yeri, değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta olarak karşımıza çıkıyor. Deniz Aslan, tarımsal ürünlere yönelmek gerektiğini belirtiyor. Ancak dönem dönem ortaya çıkan “tasarım trendleri”ne son zamanlarda bunun da eklendiğini söylüyor. “Ekolojiye yönelme, diğerlerinin yanında en yararlı olan belki de, ama çok anlaşılmadan trend haline gelmesi olumsuz sonuçlar doğurabilir,” diye ekliyor.

Kanyon’un özel kullanıma açık alanlarının peyzaj projesini “riskli” olarak tanımlıyor. Çok az mesafelerle uygulanan bu projede, üst katın şu anda lokantaya dönüştürüldüğünü ve o alan için tasarladıkları bahçenin artık orada olmadığını ekliyor.

Mimari tasarımı EAA’ya ait Kemerlife XXI, bitmek üzere olan bir proje. Boyutları çok başarılı bulduğunu belirten Deniz Aslan, peyzaj projesinde özellikle bazı malzemelerin olduğu gibi, bazılarının da kesilerek kullanıldığını anlatıyor. Bu “gri bahçe”, peyzaj mimarının görevlerinden birini yansıtan iyi bir örnek. Varolan tasarımla yarışmak yerine, mimari tasarımı iyileştirmek ve onun potansiyelini ortaya çıkarmanın peyzaj mimarına düştüğünü, bu sürecin ve paylaşımın mimar ve peyzaj mimarı için öğretici olması gerektiğini söylüyor.





Kemerlife XXI, 2005

Son olarak, TRafo Mimarlar’ın tasarladığı ancak uygulanmayan santralistanbul projesine geliyoruz. Başarılı bir mimari ve doğru bir yatırım olarak değerlendirdiği projede, alandaki yoğun toprak ve moloz hareketi sonucu ortaya çıkan malzemenin biriktirilmesi çıkış noktası olarak alınmış. Molozların, alandaki geniş çayırlıkta biriktirilmesi planlanmış.

santralistanbul projesini şekillendiren en önemli noktalardan biri, etkinliklerin yoğun olarak düzenlendiği bir mekan olması ve bunun doğurduğu otopark ihtiyacı. Bu ihtiyacın düzenli ve her an eşit yoğunlukta olmaması, söz konusu alanın hem otopark hem bahçe olarak düşünülmesine yol açmış. Hareketli bir yapıya sahip zeminde çökmeler ve su basmaları olabildiğinden arazi profilinin bozulmamasına,hatta oluşmuş izlerin takip edilip belirginleştirilmesine karar verilmiş. Tabii proje uygulanmadığı için şu anda alan, araçların rastgele parkettiği bir düzlem.


santralistanbul, 2006

Alan hakkında alınan en önemli tasarım kararlarından biri, bitkilendirme yapılmaması. Var olan bitki topluluğu ve sulak alanlarda oluşmuş yeni türler korunuyor, sadece büyük çayır alanı moloz biriktirme alanı oluyor, bina araları, boşluklar, yollar ve kıyı tasarımın sistemini oluşturuyor. “Suya yönelmek ve bu sırada da aktivitelerle karşılaşıp etkinliklerin içinden geçmek” ana fikir. Suya yönelme fikri, aynı zamanda drenajı da sağlıyor ve geçirimli olarak tasarlanan zemin tabakası, taban suyunun çok yüksek olduğu sorunlu araziyi rahatlatmak için düşünülen bir başka çözüm.

Haliç’ten tesise soğutma amacıyla su taşıyan kanallar da olduğu gibi korunarak projenin bir parçası oldu ve alanda bulunan eski lojmanlar da konuk öğretim üyeleri için konaklama binaları olarak düşünüldü.

Grupların kiralayıp çalışabilmeleri amacıyla tasarlanan ve açık alanda konumlandırılacak olan “mobil stüdyolar”, trafo ihtiyacı nedeniyle trafoya dönüştü. Ayrıca, çeşitli performansların sergileneceği bir “etkinlik konteynırı” önerildi.
Yüksek potansiyele sahip yapıların ara bölgeleri, açık alan aktiviteleri için değerlendirildi.

Tasarımın çıkış noktası olan molozların biriktirilmesinin planlandığı çayır alanı, “bohçalanmış bir topografya” olarak düşünüldü. Mekanın devinimini simgeleyecek bu topografyanın yaratılmasında jeosentetik malzemelerin önemi büyük. Proje, peyzaj mimarlığında yanlış algılanan bir diğer konunun konuşulmasını sağlıyor. “Doğaya karşı neden PVC ve HDPE (high density polyetylene) gibi malzemeler kullanalım” şeklindeki yaklaşımın bir dayanağı olmadığını, projelerde kullanılan ve tabakalar arasında yalıtımı sağlayan jeosentetiklerin doğaya zarar vermediğini, düşünülmesi gereken noktanın malzeme üretilirken çevreye zarar vermemesi veya bu zararın en aza indirgenmiş olması olduğunu belirtiyor.

Tasarımda doğanın, toprağın kendi potansiyelini kullanmak konusuyla ilgili olarak Türkiye’deki “Parasını verdim, öyleyse istediğim gibi olmalı” şeklindeki konformist yaklaşımın törpülenmesi gerektiğini vurgulayan Deniz Aslan, satın alınan mekanların birer “altlık” muamelesi gördüğünü ve sahibinin yaklaşımına göre şekillendiğini belirtiyor. “Değişime açıklık olumlu bir durum” diye tekrarlıyor, “ama tasarımcının projesini uygulayabilmesi için ona güvenen ve imtiyaz veren bir işvereni olmalı” şeklinde ekliyor. Yani, bizzat araştıran ve hangi tasarımcının ne yaptığını bilerek peyzaj mimarını seçen bir işverenle çalışan tasarımcı, şanslı olarak nitelendirilebilir.

Bir diğer konu ise, proje ugulandıktan sonra tasarımcının alanda kontrolünün kalmaması. Aslında alandaki değişim, sadece softscape’i (yumuşak peyzaj – bitkisel elemanlar) ve bazı fonksiyonları kapsayabiliyor, çünkü işverenin büyük yatırım yaptığı hardscape yani sert peyzaj elemanları değişime uğrayamıyor. Bu da, peyzaj mimarının görevinin bitkisel kombinasyon oluşturmak değil, alanın iskeletini tasarlamak olduğunun bir başka göstergesi. Deniz Aslan, “Peyzaj mimarlığı, hardscape’ten başlar. Bitkilendirme, maliyetin de ancak % 20’sidir” diyor ve ekliyor “Peyzaj mimarlığını hardscape’ten bağımsız algılamak mümkün değildir.”

Konunun tasarlanacak alana “bitki alternatif reçeteleri” yazmakla ilgisi dahi yokken, peyzaj mimarlığının hala bu bağlamda algılanması, seminerde konuşulanların altında toplanabileceği bir ana başlık niteliğinde. Proje maliyetlerini tasarımcının denetlemesi gerekirken projenin piyasaya denetletilip “bitki olsun da ne olursa olsun” anlayışıyla maliyete göre tasarım anlaşılmadan tasarımcının devre dışı bırakılması... Sonuç ise, “yüksek maliyet” bahanesiyle “tasarlanamayan” alanlar ve çim rulolarıyla “çözümleniveren” mekanlar...

Aslında bu bir “anlama” meselesi. Herkesin birbirini eğitmesi gerekiyor. En önemli görev ise tasarımcıya düşüyor. Anlatacakları olan tasarımcının, işini dahi kaybetse duruşunu kaybetmemesi ve yanlışlıklara karşı emek vermesi gerekiyor.

* Gabion Duvar: Metal hasır ve taş dolguyla hazırlanan şev tutma duvarı (Mimarlık ve Yapı Sözlüğü, Doğan Hasol)
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.