Haberler

Organik mimariyle tanışma vakti

Tarih: 12 Mayıs 2008 Kaynak: Akşam Yazan: Eyüp Tatlıpınar
Gökhan Avcıoğlu, projeler arasında süren hayatını İstanbul-New York hattında mekik dokuyarak geçiren, bu arada verdiği dersler için Paris’teki atölyesine uğramayı ihmal etmeyen, Türkiye’nin önde gelen mimarlarından biri. 1994’te İstanbul’da kurduğu mimarlık ofisi GAD’da (‘küresel mimari gelişim’ anlamında; Global Architectural Development) işler iyi gidince bir şubesini de 2001’de New York’ta açmış. İstanbul’dan Ankara’ya, Bursa’dan Buenos Aires’e, Prag’dan New York’a uzanan geniş bir eser portföyüne sahip Avcıoğlu, bugünlerde Bodrum Göltürkbükü’nde imzasını attığı projeyle genellikle başka alanlardan aşina olduğumuz ‘organik’ kavramını mimariye taşıdı. İrfan Kuriş’in yatırımıyla gerçekleştirilen organik otel projesinin adı Kuum. ‘Organik’ tanımlamasının bugüne kadar yarattığı alışkanlıkla otelin mesela sazlardan yapıldığını düşünebilirsiniz ama tabii öyle değil…

Organik binadan ne anlamamız gerekiyor?

Bu laflar klişe oluyor aslında bir süre sonra. Kuum’u örnek verirsek mesela, Bodrum’un topografyası eğimli ve hareketli, düz bir arazi değil. Biz de yola çıkarken yapıda klasik dikdörtgen ya da kare formları uygulamayalım dedik. Normalde 90 derecelik açılarla çalışılır, bu aslında geleneksel bir durum değil ama geçen yüzyılda modernizmin yansıması olarak böyle bir şey çıktı mimaride, tek bir açıyla çalışmak daha kolay. Buradaysa 180 farklı açı var, oradaki çevrenin hareketliliğini ve çeşitliliğini yansıtıyor yani. Organik tanımı buradan geliyor. Tabandan yükseldikçe hareket eden bir tasarım, bölgenin topografyasına göre bu hareket güç de veriyor, örneğin deprem karşısında daha dayanıklı duruyor bina. 7-8 yıl önce olsaydı yapamazdım bu yapıyı, yatırımcının da oraya gelecek insanların da makul bulması, beğenmesiyle ilgili bir şey bu, farklı bir anlayışın ürünü çünkü.

Dünyanın En Ürkek İş İnsanları Türkiye’de
Organik anlayış şehir için de geçerli olabilir mi?

İstanbul’un en cazip yeri Levent’i düşünün, orada bina yaparsanız neye dikkat edersiniz? Trafik sıkışıklığı, 60 kilometre hızla geçen insanlar, binaya 3 kilometre uzaktan bakan insanlar, orada çalışanlar, karmaşık ve hareketli bir akış… Binayı yaptığınızda herkesin ‘tamam benim bu binayla ilişkim var’ demesi gerek. Bir kartpostaldan İstanbul hakkında bilgi almak isteyen biri gibi, o bina da, organik bir ilişkisi varsa bakanlara çevresi hakkında fikir verir.

Bu tür mimari maliyetten mi yoksa anlayış farkından dolayı mı yaygın değil?

Maliyetli değil, anlayış farkından. Görgümüz tabanından tavanına kadar hareketsiz yükselen yapılarla sınırlı kalmış. Tek düze bir durum hakim bizim mimarlık anlayışımıza, şehir planlarına bakın mesela, Bilecik neyse Amasya da öyle olsun, Amasya neyse Aydın öyle olsun istiyoruz. Farklılıklar ortadan kalkınca kültürel bir sığlık meydana geliyor. Bir de işin ticari boyutu var, projenin başarısının bir ölçüsüdür sonuçta bu. Dünyanın en ürkek işadamlarının bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Farklı bir proje risk barındırır sonuçta, o riski almak gerek. Kuum için başka bir iş insanı olsaydı mesela ‘şurası boş kalmış oraya da bir bina ekleyin, şu binayı üç kat daha büyütün’ gibi şeyler isteyebilirdi.

Bu projenin cazip bir iş olmaktan öte anlamı var mıydı sizin için?

Çocukluğumdan beri yazları gelirim Bodrum’a, mimar olmayı civardaki antik kentleri gezerken kafama koymuştum. Dolayısıyla işin manevi boyutu var, insan iyi bildiği ve sevdiği yerlere bina yaparken işe farklı bakıyor, oraya bir değer katmak istiyor.

Mimarlık diplomanızı Selçuk Üniversitesi’nden aldınız, mesleğe pek görkemli bir adım sayılmaz, gelişiminizde neler etkili oldu?

Mimarlık merakım çocukken başladı, diploma için okudum yalnızca. Okulda zorla eğitildim, öğrendiklerimi unutmak için de bir o kadar zaman harcadım. Okuldan sonra gittiğim Bektaş Mimarlık bana daha iyi okul oldu. Şimdikiler benim çektiğim sıkıntıyı çekmesin diye öğretmenlik yapıyorum, en sevdiğim şeylerden biri bu; başkalarının eğittiği kişilerle uğraşmaktansa öğrenciyi baştan zehirlemek…

Dinginliği teşvik eden bir form
Aslında anlatırken otel dememek gerek belki de, zira tasarımıyla da işletme anlayışıyla da klasik bir otel değil Kuum. Kocaman bir binadan değil de bir köyün evleri gibi dağılmış, toplam 67 odaya sahip iki üç katlı yapılardan oluşuyor. 300 metre sahili olan otel Spa’sından kapalı yüzme havuzuna kadar her türlü konfora sahip. 67 oda birbirinden farklı dizayn edilmiş ve tamamı geniş cam cephelerinden denizi görüyor. Klasik anlamıyla bir resepsiyonu bulunmaması, iddialı oldukları balıkçı lokantasının salaş bir havaya büründürülmesi gibi bazı ‘aykırılıklara’ da sahip.

Projeye, Avcıoğlu’nun modern mimariye bir eleştirisi olarak bakılabilir. Ona göre geçen yüzyılda yaygınlaşan Avrupa ve Amerika merkezli mimari başka yerlerdeki mimari tarzları ezdi. Modern diye bildiğimiz yerlerin dışında da medeniyetler olduğunu ise daha yeni keşfetmeye başlıyoruz; “yavaşlığı keşfettik mesela, tembellik gibi görünen şeylerin aslında insanlar için daha iyi olabildiğini, birçok yaratıcı fikrin tembellikten çıktığını anladık. Kuum projesinin karakteri böyle mesela, bu köydeki kimi formlar bizi yavaş olmaya, dinginliğe, düşünmeye daha fazla teşvik ediyor.”
Konuyla İlgili Linkler
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.