Haberler

İstanbul yanlış projeler yüzünden her gün kötüye gidiyor

Tarih: 26 Haziran 2008 Kaynak: Kadıköy Life Yazan: Canan Toprakkaya

İstanbul’un Anadolu Yakası’nda hayli popüler olan Kadıköy Life Dergisi, son sayısında Kentbilimci Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp ile İstanbul üzerine bir ropörtaj gerçekleştirdi. Genel Yayın Yönetmeni Canan Toprakkaya’nın ropörtajı…

Esas sıkıntı Marmaray başladığı zaman şehrin içinden 20 dakikada bir geçen banliyöler yerine, 1,5 dakikada bir gümbür gümbür geçecek olanlar… Müthiş bir gürültü ve titreşim... Madem bu metro yapılacak, gerek burada, gerek karşıda, banliyö hattı zemin altına alınmalıydı. Nitekim birçok belediye yeni uyandı; Kartal, Maltepe gibi… ‘Bizim bölgemizden geçerken zemin altına girsin’ diyorlar.

Bilimselden çok siyasi propaganda aracı olarak kullanılan kavşakların İstanbul’a faydası kadar zararı da oluyor. Çok sık kavşaklar ulaşım akışını rahatsız ediyor. Dengesiz, ani kararlarlarla, biraz da ‘iş yapıyoruz’ görüntüsünü vermek için bunlar…

Niye İstanbul toparlanamıyor? Oysa sayın başkanımız bir sürü projeler yapıyor. Çok çalışıyor. Müteahhitler her tarafı kazıyor. Ama İstanbul her gün daha kötüye gidiyor. Çünkü yanlış projeler oluyor. Fransızların Grande Gestion dedikleri büyük hareket, yönetim İstanbul’da gerçekleştirilemiyor.

Marmaray’ı biz ilk düşündüğümüzde İstanbul’un iş merkezi Sirkeci-Eminönü idi. Levent yoktu, Akmerkez yoktu, Zincirlikuyu yoktu, Maslak yoktu. Mecidiyeköy, Gayrettepe yeni yeni… O aks yoktu. Şimdi bakıyoruz istatistiklere bizim Anadolu Yakası’ndan karşıya geçen araçların yüzde 80’i Haliç’in kuzeyine gidiyor. Özellikle Levent aksına. Marmaray ise Yenikapı’ya gidiyor. Hani “ben giderim Mersin’e, sen gidersin tersine…” Binaenaleyh güzergah artık anlamsız oldu. Ve sayın belediye başkanımız diyor ki, “Yenikapı’ya gidin. Oradan tren değiştirin, Levent’e gidin.”

O kadar çok çalışıyor ki, gittiği akupunktur uzmanı “Yavaşlamasını” tavsiye etmiş. Sürekli üretiyor… Projeler, projeler, projeler… Çoğunun İstanbul üzerine olduğunu söylemeye gerek yok sanırız. Çünkü Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp konuğumuz. O’nu daha çok siyasi çalışmalarını MHP şemsiyesi altında yaptığı yıllardan tanıyor olsak da asıl İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığı ile gündeme gelen doğru projeleriyle alkışladık. Anlattıklarını samimi bulduk, dünya ölçeğinde İstanbul’a bir mimar, bir kentbilimci gözüyle bakmasını benimsedik.

2009 yılının başlarında gerçekleştirilecek yerel seçimlerde ne yapacak? İstanbul’un ulaşım sorunu ne olacak? Meslektaşı Kadir Topbaş’ı nasıl değerlendiriyor? Marmaray için ne düşünüyor? Selimiye Kışlası 7 yıldızlı otel olmalı mı? Ve diğerleri… Röportajımız başlıyor…

Halen MHP çatısı altında çalışmalar yapıyor musunuz?
Hayır. Ben 1994 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’in sürpriz bir teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmayı kabul ettim. Bundan da büyük onur duydum. Ondan evvel hep şu soru ile karşılaştım: “Hocam, hangi ülkü ocaklarında yetiştiniz? Üç hilalli bayrağı nerelerde taşıdınız?” Ama öyle bir tablo yoktu. Evet, ben milliyetçi bir insanım. Bunu projelerimde, eserlerimde, sanatımda da bir şekilde gösteriyorum. Ama benim ülkücü camiayla veya MHP teşkilatı ile o güne kadar hiçbir ilişkim olmamıştı. Olamazdı da… Çünkü ben yıllarca ABD, İsviçre, Suudi Arabistan ve rahmetli cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın görevlendirmesiyle Tokyo’da çalıştım. Türkiye siyasetine katılma imkanım olmadı.

1994 yılında bu teklifi kabul ettim. Rahmetli Türkeş’de seçimlerden sonra beni partinin merkez yürütme kuruluna aldı. Tepeden inme gelenleri pek sevmez siyasetçiler ama ben MHP’de veliaht durumuna geldim. Kendi alanımda tecrübeliydim, birikimliydim. Ve rahmetli Türkeş’in vefatına kadar hep onun yanında, sağ kolu olarak kaldım. Yine kendilerinin kurduğu bir Yerel Yönetim Birimleri Derneği’ne bütün MHP’li ve diğer partilerin belediyelerini toplamak istedik. İkinci başkanlığına da şu an Keçiören Belediye Başkanı olan Turgut Altınok geldi. Orada biz belediyelerimizle bazı çalışmalar yaptık. Ancak Türkeş Bey’in ani ve zamansız kaybı oldu. Sonrasında ben de üniversite ve meslek hayatıma kendimi daha çok yönlendirdim. 1999 yılında yine yerel seçimler söz konusuydu. Genel seçimlerle beraber olması gündemdeydi. İki ayrı teklif aldım. Sayın Tansu Çiller, DYP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmamı, sayın Devlet Bahçeli’de esas mensubu olduğum MHP’den aynı göreve adaylığımı istiyordu. Ben iki partinin ortak adayı olmak istedim. Olmadı. Ve MHP’den girdiğim seçimlerde kazanamadım ama partinin oyunu yüzde 9’lara kadar çektik. Bana gücenmesinler ama Devlet Bahçeli daha sonra beni hiç aramadılar. Teşkilatın baskısı ile Başbakan Başdanışmanlığı’na atandım. Ama orada da çok faal bir çalışmam olamadı. Bu görev yetki verirseniz çok önemli bir makam ama bizde öyle olmadı. Başbakanlıkta arzu ettikleri atamaları alamamış kimselerin dertlerini dinlemekle geçti. Bu arada MHP’nin yeni genel merkezinin inşaatına başlanılmasına karar verildi. Çok görkemli bir bina oldu. Ama ne yazık ki inşaat sırasında oluşan bazı ihtilaflar nedeniyle MHP’den ayrılmak zorunda kaldım. Belki duygusal hareket ettim. Bilim ve sanat adamı olduğumuz için, bir de ben tek çocuğum, onun verdiği bazı hassasiyetler var.

2004 yılında bu kez yine İstanbul ile ilgili teklifler geldi. Bu kez Ak Parti, Kadıköy Belediye Başkan Adaylığını, Mehmet Ağar’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığını önerdi. Ben bizzat buraya gelen Mehmet Ağar’ı kıramadım. Çalıştık, ama olmadı. MHP’de olduğu gibi sonrasında DYP’nin genel idare kuruluna seçildim. Ama Mehmet Bey düşündüğümüz gibi hareket etmedi. Hem partiyi, hem merkez sağı, hem ANAP’ı, tabi diğer taraftan da Erkan Mumcu, hem kendini, hem bizi gömdü. Ve bugünkü siyasi tablo şekillendi.

Bu oldukça hareketli siyasi geçmişinizden sonra 2009 yılının başlarında gerçekleşecek yerel seçimler için bir müjde alabiliyor muyuz?
Şu anda bazı konuşmalar var. İsim teleffuz edemiyorum, o kadarcık siyaset öğrendim artık. Ama İzmir ile ilgili olarak görüşmeler olduğunu söyleyebilirim. İstanbul için de görüşmeler sürüyor. Gerek İstanbul, gerek İzmir’e vereceğim çok şey var. Benim üzüldüğüm nokta şu; belediye başkanı olma meraklısı değilim, çünkü ciddi bir mesai ve başağrısı. Ama çok birikimim var. Bütün dünyayı gezdim, gördüm. Örneğin İstanbul’un ulaşım sorununu iki-üç yılda bitiririm. Taahhüt ederim. İzmir’de gecekondu sıkıntısı çok kötü. Şimdi Expo’yu kaybetti. Müthiş bir çöküntü yaşıyor. Oraya yeni projelerle ivme getirebilirim. Her şeyin hayırlısı…

Bir şehrin mimarisi -hele bu İstanbul gibi dünyada geçmişi ve coğrafi konumu nedeniyle tek olan bir şehir ise- seçimle işbaşına gelmiş siyasilerin düşüncelerini mi yansıtmalı? Yoksa ulusal yaklaşımla süreklilik göstermeli ve buna bağlı estetik değerlerle mi donanmalı?
Şehirlerin mimarisi birtakım parametrelerin neticesi. İklimi; mesela bir Amman ve Cidde ile İstanbul’un mimarisi aynı olamaz. Çünkü iklimsel koşullar çok farklı. Topografyası, insanların folklorik ve kültürel geçmişleri, zenginlikleri, mirasları, tarihi, arkeolojik varlıkları, bütün bunlar ve benzer yan faktörler o şehrin mimarisini şekillendiriyor. İstanbul esasında çok özel bir şehir. Bütün bozulmalara rağmen hala belli bir güzellikle mücadele ediyor, savaş veriyor.

“Boğaziçi niye güzel?” diye soruyorlar bazen. Çok güzel, hele şimdi erguvanlar açtı, daha da güzel. Ben Boğaziçi için 3K formülünü hep anlatırım. Evet ,Boğaziçi çok güzel ve bunun sebepleri var. Bir; Boğaziçi’nin iki yakası arasındaki mesafe çok optimal. Daha yakın olsaydı büyük gemiler geçemeyecekti. Tabiî ki büyük tankerlerin geçmesini istemiyoruz ama güzel turizm gemilerinin geçmesini istiyoruz. Daha geniş olsaydı bugünkü gibi çıplak gözle karşıdaki insanın yürüyüşünü göremeyecektik. O kadar güzel bir açıklık var ki. Ne fazla uzak, ne fazla yakın… Uzunluğu da öyle. Bir Boğaz gezisi sıkılana kadar bitiyor. Daha kısa olsa yavan, daha uzun olsa çok sıkacaktı. Ama bunların ötesinde benim 3K formülü dediğim; köyler, koylar ve koruların dizilimi ile oluşan ritim Boğaz’ı “Boğaz” yapıyor. Bir de tabi iki yakayı süsleyen köşkler, kasırlar… Sadece bizim değil, dünya medeniyetine bir miras bütün bunlar. Bunlara kanat germemiz lazım. Ama hepimiz biliyoruz müthiş bir erezyon var. Hele şu son dönemde inanılmaz bir yapılaşma göze çarpıyor.

Bir başka açıdan da yaklaşmak gerekirse şehirleri ben canlı varlıklara benzetiyorum. Doktoram Mimari ve Şehirsel Psikoloji. Belki o açıdan bakıyorum. Örneğin bizim insan olarak bir sindirim sistemimiz var. Şehirlerin de kanalizasyon, atık sistemi var. Bizim son zamanlarda çok bozulan bir sinir sistemimiz var. İstanbul’un da kablolar, elektrik telleri, televizyon hatları sinir sistemini oluşturuyor. Ama en önemli sistemlerden biri tıpkı biz insanlarda olduğu gibi dolaşım sistemi. Damarlarımız, içinde akan kan. Biliyoruz ki burada bir sıkıntı olduğu zaman enfarktüs geçiriyoruz. Şimdi İstanbul’da da ulaşım sisteminde bir enfarktüs durumu var. Buna çareler aranıyorsa da maalesef vizyon eksikliği nedeniyle doğru projeleri hayata geçiremiyorlar. Kavşaklar yapıldı. Yanılmıyorsam 4 katrilyon gibi bir rakam harcandığı söyleniyor. Çoğu hatalı.

Bilimselden çok siyasi propaganda aracı olarak kullanılan kavşakların İstanbul’a faydası kadar zararı da oluyor. Çok sık kavşaklar ulaşım akışını rahatsız ediyor. Dengesiz, ani kararlarlarla, biraz da “iş yapıyoruz” görüntüsünü vermek için bunlar…

İstanbul master planı yapıldı. 400’e yakın İstanbul Metropolitan Bürosu’nda mimar, şehir plancısı çalıştı. Yine milyarlar harcandı. Şimdi plana bakıyorsunuz İstanbul’un geleceğini şekillendirecek başbakanın zikrettiği ana projeler üçüncü köprü ve araçlar için ikinci tüp geçiş yok. Belediye başkanımızın bahsettiği 7 Tepeye 7 Tünel yok. Bunlar olmadan İstanbul planını yapmak mümkün değil. Çünkü bir şehir planı ulaşım aksları ile ortaya çıkıyor. Siz bu İstanbul’un üç ana projesini koymadan nasıl plan yaparsınız? Aldatmaca oluyor… Ve İstanbul giderek bozuluyor.

Bir de her yere inşaat izni verme rahatsızlığı var. Kentsel dönüşüm projeleri ve yasaları, Büyükşehir belediyemizin imar komisyonlarında parsel bazında yapılan değişiklikler var. Bu kamuoyunu çok rahatsız ediyor. Yıllarca yeşil kalmış alanlarda gecelik kararlarla, hatta maalesef tüm partilerin de zaman zaman elele vererek çıkarttıkları parsel bazında imar hakları var. Bu şehrin yeşilini giderek yiyor. 2-3 metrekare kişi başına İstanbul’da yeşil alan var. 10-12 metrekare kişi başına yeşil alan, uluslararası standart.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mimar Kadir Topbaş’ı bir kent bilimci gözüyle nasıl değerlendirirsiniz? Süresini doğru kullandığını düşünüyor musunuz?
Sayın Topbaş, benim ağabeyim. 10 yıl kendisi benden büyük. Beyoğlu Belediye Başkanlığı döneminden tanışıyoruz. Çok zarif bir İstanbul beyefendisi. “Büyükşehir Belediye Başkanı olarak İstanbul’a ne verdi? Ne aldı?” denildiğinde, bana göre Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nda daha verimli olurdu. Çünkü İstanbul büyük bir vizyon istiyor artık. Problemler o kadar devasa ki; insanlar, yapılar, doğa arasındaki dengeler öyle bozulmuş ki, bunları restore etmek için Başkan’ın hem sanatkar, hem teknik adam, biraz deli ama en önemlisi vizyon sahibi olması lazım. Vizyon sahibi insan Türkiye’ye zor geliyor. Niye İstanbul toparlanamıyor? Oysa sayın başkanımız bir sürü projeler üretiyor. Çok çalışıyor. Müteahhitler her tarafı kazıyor. Ama İstanbul her gün daha kötüye gidiyor. Çünkü yanlış projeler oluyor. Fransızların Grande Gestion dedikleri büyük hareket, yönetim İstanbul’da gerçekleştirilemiyor.

Mesela… Hangi yanlış projeler?..
Bugün yapılan tüp geçiş budandı. Benim projemdi ki, benden evvel sayın Dalan da üzerinde çalışmış. Tüp geçiş kombine bir tüp olarak, yani hem araçları, hem raylı sistemi taşıyan bir proje olarak hazırlandı. Ancak hükümetimiz ve ondan evvelkiler Japonlarla anlaşarak araç geçişlerini kaldırdılar. Sadece raylı sistemin yanlış olduğunu söyledik. Bir kere yapılacak bir projedir. Çok pahalıdır ve risklidir. Batırma sistem 25-30-35 metre derinliklerde uygulanan bir sistem. Bizde 65 metre derinliğe indi. Bu yüzden inanılmaz paralar ödeniyor. 10’a yapılacak çalışmayı yabancı dostlarımız maalesef bize 100’e satıyor. Ha, ne oldu? Tüp geçişten araç kaldırıldı bir de sayın bakanlarımız çıktı, “Tüp geçiş on köprüye bedeldir” diye beyanat verdi. Ama üçüncü köprü geliyor. Daha ötesi ikinci tüp geçiş sadece araçlar için yapılıyor. 2 milyar euro israf… Hem zaman, hem para kaybı… Kopenhag ile malmöyü birleştiren 17 kilometrelik deniz tüp geçişinden hem raylı sistem, hem araçlar geçiyor. Bizde pek ismi duyulmamış olan uluslararası Fransız bir inşaat firması var; Bouygues. Projemi yapmaya talipti. Bu insanlar 50 kilometrelik dünya mühendislik harikası Manş Tüneli’ni yapmış olan firma. Ulaştırma Bakanlığı’nın kapısından giremediler. Ama Japonlar küçük vücutlarıyla kapı aralarından geçtiler ve projeyi aldılar. Akılsızları sömürüyor akıllılar.

Tüp geçiş Marmaray’ın bir parçası… Genel hatlarıyla baktığımızda Marmaray İstanbul’un ulaşım sorununda çözümün bir parçası diyebilir miyiz?
Bir de o var. Çözmeyecek… Marmaray’ı biz ilk düşündüğümüzde İstanbul’un iş merkezi Sirkeci-Eminönü idi. Levent yoktu, Akmerkez yoktu, Zincirlikuyu yoktu, Maslak yoktu. Mecidiyeköy, Gayrettepe yeni yeni… O aks yoktu. Şimdi bakıyoruz istatistiklere bizim Anadolu Yakası’ndan karşıya geçen araçların yüzde 80’i Haliç’in kuzeyine gidiyor. Özellikle Levent aksına. Marmaray ise Yenikapı’ya gidiyor. Hani “ben giderim Mersin’e, sen gidersin tersine…” Binaenaleyh güzergah artık anlamsız oldu. Ve sayın belediye başkanımız diyor ki, “Yenikapı’ya gidin. Oradan tren değiştirin, Levent’e gidin.”

Sizin buna karşı nasıl bir projeniz var?
Baktım bunu kurtaramıyoruz “Altın Üçgen” adı altında bir proje geliştirdim. Yani Söğütlüçeşme-Yenikapı-Levent; buradan da tekrar Söğütlüçeşme ile üçgeni tamamlayan, denizin altından giden yüzer tünel… En son teknoloji… Doğru proje bu.
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın altında ve Söğütlüçeşme’de otopark düşünüyorum. Bunun adı Park and Ride. Yani park et ve metroya binip git. Henüz dünyada örneği yok ama Amerika’da başlıyor.

Halen yapılmakta olan batırma tünelde 60 metre yerin altına inip, tekrar çıkmak zorundasın. Halbuki yüzer tünel direkt geçiyor. Temel olmadığı için maliyet daha düşük ve girişler, çıkışlar çok daha kolay. Ayrıca deprem riski de yok.

Bir de monoray projem var. Metroyu desteklemesi lazım. Şu anda işler metrolarımız o kadar az ki; Levent, Taksim, Haliç’in güneyinde var. Atina’nın metrosu bile bizden daha gelişmiş durumda. Monoray’da kamulaştırma yok. Metronun onda biri maliyet. Tüp kazmıyorsunuz. İstanbul’un özellikle arka bölgelerinde çok rahat edeceğiz Monoray ile. Direkleri dikiyorsunuz, tek gidiş üzerinde…

TOKİ, artık İstanbullunun ayrılmaz bir parçası oldu. Bu konuyla ilgili de bir şeyler söylemek isteyeceğinizi düşünüyoruz…
Toki’nin binaları halkımızı konut edindirme açısından alkışlanabilir ama uzun vadede bizim Bidonvil dediğimiz Bidon Şehirler, ruh sağlığını çok olumsuz etkiler. Mimari ve şehirsel psikolojide doktora yaptığım için bu konuda kendimi yetkili görüyorum. Türkiye’de insanlar zaten şartlardan dolayı oldukça sıkıntı. Gazetelerde okuyorum, anti depresan almayanlar oldukça az. Bir de kutu kutu o binalar içinde insanları beton plakalar arasında sandviç biçiminde düşünen bir mimari… Komünizmin mimari anlayışını getirmiş oluyor.

TOKİ Türkiye’nin her yerinde bu projeleri yapıyor artık. Bir-iki örnek var ki, o da bazı müteahhitlerle birlikte yapılan farklı projeler, olumlu. Ama diğerleri gerçekten ruh sağlığını bozacak bidon şehirler… Yarışmalar yapılabilirdi, birkaç güzel konut tipolojisi çıkardı. Onların türevleri uygulanabilirdi. Zaten tünel kalıp, kısıtlayıcı bir inşaat teknolojisi. Ucuz, hızlı ve depreme dayanıklı olması açısından tamam ama her yerde uygulayınca ruh kapatıcı, bunaltıcı konutlar ortaya çıkıyor. TOKİ doğru projeler yapsaydı o zaman baş tacı ederdik. Hem ülkemiz mimarisine bir katkı olurdu. Ama ondan evvel benim için önemli olan bu konutlarda yaşayan insanların mutluluğu. Bir binada 120 aile düşünün. Yandaki blokta, diğer blokta da öyle, Bartın’da da öyle, Kurtköy’de de öyle. Bunu ben maalesef tenkit etmek zorundayım.

O kadar güzel “neden olmazını” ifade ettiniz ki teşekkür ederiz. Bir de Haydarpaşaport Projesi’ne bir göz atsak…
Ben 2004 seçimlerinde bunu bir proje olarak sundum. Biliyorsunuz Harem Otogarı ve Liman bir mezbelelik. İstanbul’a gelen turizm gemilerinin ilk gördükleri devasa kırmızı vinçler, konteynerler… Halbuki arkasında muhteşem yapılar var. Selimiye var, Haydarpaşa Lisesi var, bir tarafta camiler var. Kız Kulesi var.

Güzel bir kruvaziyer limanı yapılabilir. Ama gazetelerde gördüğümüz Haydarpaşa ile ilgili düşünülen projelerdeki yüksek binaları düşünmek bile yanlış. Haydarpaşa ile ilgili olarak projemi açıklarken, Selimiye Kışlası’nın da 7 yıldızlı otel olmasının çok şık olacağını söylemiştim. O zamanlar Orgeneral Büyükanıt 1. Ordu Komutanı idi. Bana kızmadığını tahmin ediyorum, hatta şakacı söylemle, “Hocam isterse Kuleliyi de veririz” demiş. Düşünebiliyor musunuz Selimiye 7 yıldızlı bir otel olsa, parasını da ordu alsa. İçinde kongre sarayı ile birlikte. Çok muhteşem olurdu. Bunlar doğru şeyler. Sayın paşam eğer o seçimlerde işbaşına gelseydim, belki oturup, konuşurdu benimle… En fazla üzerinde durulması gereken konu o bölgenin yapısına saygı gösterilerek her projenin ele alınması. Şehrin kimliğini kaybetmemesi lazım. İnsanlara benzetiyorum şehirleri, yaşayan organizmalar. Aynı insan gibi şehir doğuyor, gençliğini yaşıyor, yaşlanıyor ve ölüyor. İnsan 80-90 senede bu süreci yaşıyor, şehir 3 bin senede… İşte ölü şehir Efes, işte Pompei…

Her şehrin ayrı bir kimliği var. İki şehir yok ki aynı kimliği taşısın. Ve şehir insana mesajlar veriyor. Kentlilik nedir? O mesajları alabiliyorsan, okuyabiliyorsan ve yaşatabiliyorsan kentlisin…

İstanbul’a sekiz yeni ilçe ile ilgili olarak bildiğimiz kadarıyla hükümeti destekliyorsunuz…
Eminönü ve Fatih’in birleşmesine tamamen katılıyorum. Zaten gece nüfusu çok düşük. Siyasi kaygılar olduğu söyleniyor. Evet, bazı yerde o koku alınıyor. Ama bazı yerlerde de doğru kararlar var. Hükümet bence doğru yaptı.

Siz aynı zamanda doğma büyüme Kızıltopraklısınız. Bugünkü sıkıntılı havasından kurtarıp, bizi eski güzel İstanbul’a götürür müsünüz?
Kızıltoprak’ta bahçeli bir evde dünyaya geldim. Çevremizde hep köşkler vardı. Evimizin önü parke yoldu. Tramvay iki hat olarak gelir, bir makasla bizim evin köşesinde tek hata düşerdi. Fenerbahçe’ye bir hat giderdi. Aklımda kalan incir ağaçları, deniz… Kalamış Koyu’na yüzmeye giderdik. Koyun bütünü içinde kayıklara neredeyse yer kalmazdı, o kadar kalabalık olurdu. Sonra kirlettik…

Fenerbahçe Yarımadası’nda bir tek Yelken Kulübü’nün yapısı vardı. Fenerbahçe kıyısındaki köşklerde Türk filmleri çevrilirdi. Fenerbahçe burnunda küçük bir tren vardı. Çocukları gezdirirdi. Bacasına para attığınız zaman duman çıkardı. Bizde ortası delik paralarımızı devamlı atardık. Çok hoşumuza giderdi o dumanın çıkması…

Yurt dışı gezilerim hariç Anadolu Yakası’nın dışında hiç yaşamadım. En çok Kınalıada ve Çamlıca’nın tepesine dikilen antenlere kızıyorum. Boğaz’ın iki yakasındaki Kandilli ve Sarıyer’deki yüksek gerilim hatları da uykumu kaçırıyor. Bir gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olursam bunların hepsini kaldıracağım.

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp kimdir?
1948 yılında İstanbul, Kadıköy'de dünyaya gelen Ahmet Vefik Alp, Saint Joseph Fransız Lisesi'ni bitirdikten sonra, Robert College İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde yüksek öğretime başladı, aynı yıl Istanbul Teknik Üniversitesi'ne geçerek, buradan 1971 yılında 'Pekiyi' derece ile Mimar, 1973 yılında da yine 'Pekiyi' derece ile Yüksek Mühendis Mimar diplomalarını aldı.

Mezuniyetinden hemen sonra ITÜ Mimarlık Fakültesi’nde asistanlığa atanan Alp, bu arada Yüksek Denizcilik Akademisi Tuzla Kampüsü Projesi’ni hazırladı. Alp, 1977 yılında İTÜ'nce ABD’ne gönderildi. 1978 yılında iki yabancı meslekdaşı ile beraber Houston için hazırladığı 'Şehir Merkezi'nde Sağlıksız Yapılaşma' konulu projesiyle 'Master'; 1979’da ise mimari ve çevre psikolojisi alanında, insanlar, binalar ve şehirler arasındaki karşılıklı etkileşimleri, duygusal ve estetik ilişkileri inceleyen tez çalışması birçok uluslararası organda yayınlandı.

1982 yılında Çevre Tasarımı Fakültesi'nin kuruluş çalışmalarına katılmak üzere Suudi Arabistan Kral Fahd Üniversitesi'ne davet edilen Alp, burada yedi yıl boyunca ders verdi ve araştırmalar yaptı. Üniversitenin kampüs planlama ve inşaat faaliyetlerine katıldı, bu dönemde hazırladığı projelerden bir kısmı işletmeye açıldı.

1984 yılında doçentliğe yükseltilen Dr. Alp, 1989’da ise bütün dünyadan mimarlık, şehircilik ve çevrecilik uzmanlarını bünyesinde toplayan ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın himayesine alınan IAA, International Academy of Architecture (Uluslararası Mimarlık Akademisi) profesörlüğüne getirildi. Dr.Alp, Akademi Konseyi'nin kendisini görevlendirmesi üzerine 1993 yılında Ortadoğu ve Afrika'dan sorumlu IAA Istanbul Merkezi'ni tesis etti.

ABD Texas Eyaleti 1986 yılında Dr. Alp'e 'Profesyonel Mimar lisansı' verdi. Aynı yıl Texas Mimarlar Cemiyeti üyeliğine ve bunu takiben Amerikan Mimarlar Enstitüsü üyeliğine getirildi.

Eserleriyle bir çok ödül kazanan Prof. Dr. Alp, Osmanlı Imparatorluğu'nun Arap Yarımadası ve Basra bölgesindeki mimari mevcudiyetini araştırdı. Osmanlı'nın tarihi mirasını belgeleyen "Doğu Arabistan'da Mimari Miras" adlı kitabını 1990 yılında tamamladı. Prof. Alp, ayrıca Isviçre'de çalıştı, Japonya'da mimari proje çalışmaları yaptı. Turgut Özal'ın isteği üzerine, Tokyo'daki kültür merkezi ve camii projesini hazırladı. Prof. Dr. Alp, Ukrayna'daki Türk-Islam Merkezini projelendirmek üzere bu ülkeye davet edildi.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.