Belediyecilik, temelinde sosyal belediyeciliktir ya, ülkede pek görülmez, şirkete dönüşür belediye denilen kurumlar. Belediyenin görevi sanki hizmet etmek değilmişçesine, şükür ki yapılan 3-5 icraat, çarşaf çarşaf ilana dönüşüp "bu kente şunu kattık, bu kente bunu kattık!" diye caddelere, köprülere, bahçe duvarlarına, park önlerine asılıp durmakta ve bu işe örneğin İstanbul’da yılda 10.3 milyon YTL para harcanabilmektedir. Aman yanlış anlaşılmasın, bu para icraatlara değil, reklama harcanmaktadır. Nitekim bu parayla, bir ulusal gazetenin geçen yıl ortaya koyduğu rakamlarla, 230 konut, 3 okul, 2 tiyatro, 3-4 üst geçit ya da 10-15 kilometre yoldan herhangi biri yapılabilmektedir. Burada duralım, örnek 1 olsun.
Zamanın birinde (ki bu zaman elbette seçime yakın bir zamandır) ne kadar da güzel yaptığı(!) metronun kazandıracağı zaman sayesinde kentinde yaşayanlara bir aylık uyku "hediye ettiğini" söylemesi; herhalde kenti bırakalım, artık kırsalda da görülmesi insanı dehşete düşüren bir kuraklığa mahkûm ettiği ülkenin "başkent"inde, su tasarrufu için insanları zorla tatile çıkarmak istemesi; suda bir sorun olmasa övünerek anlatacağı, ancak kentin suyuna çaktırmadan kattığını sonradan itiraf ettiği Kızılırmak’ın arsenik değerleriyle ilgili şaibeli bilgiler verip, ardından ilgiyi diğer kentlerin su şebekelerine çekmeye çalışması; kendisine bağlı sayısız kaçak yapının yanında, ülkenin en güvenilir eğitim ve araştırma kurumlarının başında gelen ODTÜ’ye kendini yalanladığı için kaçak yapılardan ceza keserek bu kurumu yıkmakla tehdit etmesi… Saymakla bitmez Ankara… Yine de örnek 2 olsun…
Tamamen Duygusal Sosyal Projeler
Kuruluş amacı, sınırları içindeki insanlara hizmet götürmek diye bilinen belediyelerin daha küçüklerinde ise, büyükleriyle ve büyüklerinin topyekûn konut yapmakla görevli kurumlarıyla el ele, beğenmedikleri sakinlerini dışarı yollayıp, beğendikleri komşu ya da uzak belediye sakinlerini içeri çağırarak, bir nevi kendi sınırları dışındaki insanlara yönelik hizmet sağlamaları… Bu çok büyük ve masraflı işin nasıl da sosyal, nasıl da önemli, nasıl da zor olduğunu, her fırsatta belirtmeleri ancak alttan alta kentlerinin, semtlerinin yoksullarını, kimsesizlerini, farklı ve imkânsızlarını dışarı sürüklemeleri… Ve bu şekilde yapılan malum işin "sosyal" denilen boyutunu, yıllar önceki bir reklamdan hatırladığımız "tamamen duygusal" olarak da bilinen bir boyutla eşdeğer hale getirmeleri… Örnek olsun bize… 3…
4. örnek, son örnek… Çok da kısa bir örnek… Kısıtlı imkânlarla, amacına uygun ve çözüme yönelik yaratıcı bir belediyecilik örneği sunmaya çalışan, hizmet sunmaya çalışan belediye başkanını dava etmeleri, gösteriş düşkünü diye itham etmeleri…
Ülkemin belediyeleri başkentin susuz kaldığı yaz günleri gibi, komşu kentlerden borularla taşınıp kente verilmeyip bekletilen ya da içine lağım karışan suları gibi, aylarca çöpleri toplanmadığı için yaşayanlarını bezdiren sokakları gibi kokuşuyor. Aradan biri çıkmaya kalkınca da, pisliğin içinde boğulmaya çalışılıyor…
Ülkenin ODTÜ’lü, Mimar Sinan’lı, 9 Eylül’lü, Ağrı’lı, Kars’lı, İstanbul’lu, İzmir’li, Mardin’li, Sulukule’li, Dikili’li, köylü, kentli… Kısacası bu ülkenin "herkes"i, daha iyi, kaliteli ve insanca yaşama hakkına sahip. İ. Melih Gökçek kendi çapında haklı, ODTÜ bir tehdit onun için. Diğer üniversiteler, diğer kentler, diğer köyler de… Tıpkı kendi kenti gibi… Çünkü onlarla; İ. Melih Gökçek’in, Mimar Kadir Topbaş’ın, Mustafa Demir’in, Ahmet Misbah Demircan’ın ve daha pek çoklarının bağlamaya çalıştığı gözler kapanmayacak. ODTÜ yıkılmayacak…
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!