Haberler

Cumhuriyet dönemi yapıları korunmuyor

Tarih: 8 Ağustos 2008 Kaynak: Cumhuriyet Yazan: Efe Can Belge
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Nimet Özgönül, başkentin mimari yapısının gün geçtikçe bozulduğuna dikkat çekerek Anakent Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’i “uzman görüşü almadığı” ve “şehir plancısı gibi davrandığı” için eleştirdi. Başkentin gün geçtikçe otomobillere ve alışveriş merkezlerine teslim olduğunu söyleyen Özgönül, şehir planlama ilkelerinin siyasi iktidarlarca dikkate alınması gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Özgönül, Cumhuriyet Ankara’nın sorularını şöyle yanıtladı:

■ Ankara’nın kentsel gelişim sürecini kısaca anlatabilir misiniz?

■ Ankara başkent olmasından dolayı Cumhuriyet ile özdeşleşen bir kent. Cumhuriyet’in burada ilan edilmesinden dolayı Cumhuriyet ile ilişkilendirilmiş bir kent. Mimarisi de bu kimlikten etkilenmiş. 1920’li yıllardan itibaren Ankara’da ilk yapılaşma hareketleri görülmeye başlandı. Osmanlı döneminden sıyrılarak modern anlamda bir kent planlaması yapıldı. Bu dönemde, Kale aksından başlayarak Cumhurbaşkanlığı’na kadar özel tanımlı bir bölgenin yapıldığı, modern şehrin gereklerine ve ihtiyaçlarına göre planlandığını görüyoruz. Geçmişteki Ankara’ya baktığımızda gözümüze çarpan en önemli özellik, modern mimarlık dilinin yaratılmış olmasıdır. 1940’lardan itibaren de ikinci bir yapılaşma furyası baş gösterdi. 1950’li yıllarda Demokrat Parti iktidarı ile birlikte ekonomide liberalleşme eğilimleri öne çıktı. Bu dönemde özellikle yüksek binaların yapımı gündeme geldi. Söz konusu dönemde Atatürk Bulvarı üzerindeki yapıların giderek yükseldiğine tanık oluyoruz. Emek İşhanı ve Büyük Ankara Oteli gibi yapılar bu dönemde ortaya çıktı. Bu dönem aynı zamanda tüketim öğesinin de ülkeye girdiği ve bir prestij olarak algılanmaya başlandığı bir dönem. 1930’larda ulus devleti simgeleyen mimari yapı, 1950’lerle birlikte sermayeyi temsil etmeye başladı. 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması ve planlı ekonomiye geçilmesiyle birlikte yapılardaki büyüme artış gösterdi. Karayolları Binası ve Devlet Su İşleri Binası başta olmak üzere çeşitli kamu binaları hep bu dönemde inşa edildi. 1954’te kabul edilen Kat Mülkiyeti Yasası ile birlikte bir apartmanlaşma dönemi başladı ve bildiğimiz 2 ya da 3 katlı Ankara evleri yerlerini apartmanlara bıraktı.1980 sonrasında bütün ülkede olduğu gibi Ankara’da da kentsel büyüme artış gösterdi. 1990’lı yıllarla birlikte de erken Cumhuriyet dönemi yaplarının korunmadığı, bilakis yıkıldığını görüyoruz. Çünkü kent merkezinde kalan bu yapılar daha büyük rantlar uğruna feda edilmeye başlandı. Bugün Ankara’nın kent merkezindeki gelişmeye baktığımız zaman konut ve alışveriş merkezli bir tablo göze çarpıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış olan Opera Binası gibi kültürel öğeler bir kenara itilerek her geçen gün yeni bir alışveriş merkezi yapılıyor. Mevcut kültür projeleri de ortadan kaldırılıyor.

‘Rant Amaçlı Projeler Üretiliyor’
■ Geçmişini ve bugününü birlikte değerlendirirsek Ankara mimarisinde ne gibi dönüşümler yaşandı?

■ Cumhuriyet’in hemen sonrasındaki dönemde kültürel ve idari yapılanmayı bir arada barındıran bir tablo göze çarpıyor. Başkent olması, Meclis başta olmak üzere bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ana binalarının Ankara’da bulunmasına paralel olarak sosyal ve kültürel anlamda modernleşme bir arada ilerledi. Açık alan ve kapalı alan yapılanması eş zamanlı olarak görüldü. Gençlik Parkı ve şu an Mamak Belediyesi tarafından kullanılan Konservatuvar Binası (Musiki Muallim Mektebi) bunun en somut örneği. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi yapıların varlığı da kentin ne derece üniversite ile iç içe olduğunun kanıtı. Bu yapılar, üniversite gençliğinin ve kültürel modernleşmenin simgeleridir. Bunların haricinde, kırsal yaşamın desteklenmesi amacıyla Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) oluşturulduğunu görüyoruz. Söz konusu alan kırsal yaşamı temsil etmenin yanı sıra kentlilere de hoşça zaman geçirme olanağı sunmuştur. Yani AOÇ, kırın ve kentin bütünleştiği bir alandır. 60’lı yıllarla birlikte endüstrileşmenin yükselişe geçmesine paralel olarak kent merkezlerindeki topraklardan rant elde etme kaygısı ortaya çıktı. Bu yüzden de, kent merkezlerindeki birçok yapı, rant elde etmek amacıyla dönüştürüldü. Havagazı Fabrikası ve gecekondu alanları bunun en çarpıcı örneğidir. Bu yüzden de kentsel dönüşüm projeleri gibi uygulamalar izlendi. Kent, sanayileşmeyle birlikte dışarıdan çok fazla göç alırken, gecekondulaşma şehrin ortasına dek taşındı. Böylece söz konusu alanların ranta teslim edilmesinin önü açıldı. Sonuç olarak, başlangıçta bir kültür merkezi olan Ankara şimdi ise kültürünü yitiren, daha çok alışveriş ve tüketime yönelik bir merkeze dönüyor. Ankara, başkent olma özelliğini idari teşkilatlanmadan ve üniversitelerden alıyor. 1956’da ODTÜ’nün açılması bu unsura katkıda bulunmuş ve kentin uluslararası nitelik kazanmasına yardımcı olmuştur. Bu yüzden ODTÜ’nün İstanbul’da değil Ankara’da açılmış olması oldukça anlamlıdır. Ancak günümüzde, neoliberal ekonomiye geçişin geri bıraktırıcı etkisini Ankara’da da görmek mümkün. Kent topraklarının yağmalandığını çok ciddi bir şekilde görüyoruz. Kentin, kentlilerce katılımın gerçekleşmediği, dışarıdan etki ve kişilerce yönetildiği bir dönemde yaşamaktayız. Sonuçta, Ankara’nın içinin kültürel ve ideolojik anlamda boşaltıldığına tanık oluyoruz. Merkez olarak İstanbul ve çevresi seçilirken, başta Merkez Bankası olmak üzere birçok kurum Ankara’dan taşınıyor. Kurumlar arasında hızlı bir el değiştirme yaşanıyor. Yeni yönetim ve yasalarla birlikte, kentin planlamasına daha çok kentsel dönüşüm projeleriyle çözüm getirilmeye çalışılıyor

■ Kentsel dönüşüm projeleri sadece rant kaygısıyla mı uygulanıyor?

■ Kentsel dönüşümün nerelerde uygulandığına bakmak gerekli. Kentsel dönüşümün uygulandığı 4 alan var: Gecekondu alanları, yıpranan tarihi kent merkezleri, kent içerisindeki küçük parseller ve üzerinde bir yapılaşma olmayan boş tarihi alanlar. Uluslararası terminolojide kabul gören tanım, fiziksel dönüşümün yanında ekonomik ve kültürel dönüşümdür. Türkiye’de ise kentsel dönüşüm yalnızca fiziksel dönüşüm olarak algılanıyor. İçindeki kullanıcısı ile birlikte bir dönüşüm hedeflemiyor, tam tersine getirilen prosedürlerle kişi göç etmek zorunda bırakılıyor. Uluslararası alanda kabul gören, “tarihi kent merkezlerindeki koruma” anlayışı, “koruma, içinde yaşayan insanıyla birlikte olduğu zaman korumadır” şeklindedir. Bu yüzden gecekondularda yaşayan insanların içinde bulunduğu sosyal şartları iyileştirmek gerekmektedir. Üretimin geri dönüşü mekanizması sağlanarak da bunun devamlılığı amaçlanmalıdır. Halbuki Türkiye’de, söz konusu kişilerin sosyal ve ekonomik dönüşümünden bahsetmek mümkün değil. Vitrinden ve fiziksel bir dönüşüm söz konusu. Dönüşüm, mimari açıdan değerlendirildiğinde de birbirinden farkı olmayan yapılı çevrelerin varlığından başka bir sonuç çıkmıyor. Yani mimari ve kültürel bir zenginlikten bahsetmek mümkün değil.

‘Tarihi Değerler Yok Ediliyor’
■ Avrupa başkentlerinde mimari yapıyı korumak amacıyla ne gibi önlemler alınıyor?

■ Hangi Avrupa başkentine giderseniz gidin koruma çok farklı ele alınıyor. Geçmişinden bugününe kentin her dönemki kültürel kimliği korunuyor. Yeni gelen dönem asla geçmiştekini yok etmiyor. Ankara’nın hep Cumhuriyet’le özdeşleştiğini söylüyoruz ama geçmişteki sürece baktığımızda hiçbir yerde örneğine rastlanılamayacak bir Roma döneminden bahsetmek de mümkün. Bu anlamda Ankara’nın eskiden görkemli bir Roma kenti olduğunu biliyoruz. Bugünkü Ulus’un olduğu yer ağırlıklı olarak Roma döneminin üzerine oturmuştur. Bugün bu alanlarda yapılan her türlü değişiklik bir alttaki katmanı yok etmektedir. Ulus’taki Kiler Alışveriş Merkezi’nin altından Roma Yolu’nun geçtiğinin anlaşılması, zemin etütlerinin gerektiği gibi yapılmadığının göstergesidir. Yüksek blokların artması ve “yere batan çıkan” yolların gelişmesi, Roma Dönemi’ni yok etmeye yönelik bir girişimdir. Ankara Valiliği’nin bulunduğu alanda yapılan kazı çalışmalarında da 3’ü Roma, 2’si de Osmanlı dönemine ait olmak üzere çeşitli kalıntılar bulunmuştur. Tüm bunların korunarak günümüze geliyor olması gerekirdi. Avrupa’ya baktığımızda ise durum böyle değildir. İtalya başkenti Roma tüm dönemleri ile vardır. Siyasi ve idari yapılaşma ise tamamen bu alanın dışındadır. Paris, Viyana, Budapeşte, Prag ve Madrid tüm özellikleri ile korunmaktadır. Bu tip yerlerde kent planlaması konusunda katılımcı bir süreç işler. Söz konusu kentlinin de katıldığı yapılanma modeli Türkiye ve Ankara’da uygulanmamaktadır. Örneğin Fransa’nın Haller Bölgesi tüm kentlinin katılımı ile açılmış ve halk, bütün tartışma aşamalarında aktif olarak yer almıştır. Bunun tersine Ankara’daki yapılanma söz konusu modele oldukça kapalı olup tek elden gerçekleştirilmektedir. Belediye bile değil, tek başkan tarafından yürütülmektedir. Ankara’nın Belediye Başkanı her ortamda kendisinin şehir plancısı olduğunu söyleyebilmektedir. Halbuki planlama ayrı bir disiplindir. Bunun içinde tarihçisi, sosyoloğu, iktisatçı ve şehir plancısı yer alır. Bu yolla kentin sadece fiziki planlaması değil, her anlamda bir planlaması yapılır.

‘Uzmanların Görüşü Alınıyordu’
■ Siyasi iktidarların kent planlaması yaparken uzman görüşü almaktan kaçındıkları doğru mu?

■ Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni oluşan bir kentin planlamasını yapmak üzere yurtdışından uzmanlar getirilmiştir. Bu dönemde “uzmanına danışmak” gibi bir süreç izlenirken, artık her konuda bir uzmana sahip olmamıza rağmen bu süreç işlemiyor. Ulus Kent Yenileme Alanı Projesi’ne baktığımız zaman, Ulus ve çevresindeki modern mimarlık örneklerinin yıkılıp yerlerine başka yapıların inşa edilmesinin amaçlandığını görüyoruz. Kaleiçi, Hamamönü, İstiklal Mahallesi ve Ulucanlar gibi yerleşim yerlerindeki mimari yapıyı korumaya yönelik ise hiçbir adımın atılmadığına tanık oluyoruz. Sadece işlevsel ve kullanıma yönelik bazı kararlar alınıyor. Bu da koruma değildir. Ulus bölgesinin altında bir Roma Yolu’nun varlığını bile bile, o bölgeyi alt ve üstgeçitlerle donatmanın şehir plancılığı ilkeleriyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir.

■ Birçok Avrupa başkentine bakıldığında büyük ve ihtişamlı meydanlar göze çarpıyor. Ankara’da neden böyle bir meydandan bahsetmek mümkün değil?

■ Ankara’nın geçmişteki planlarına bakıldığında var olan dokuyu korumak üzerine kurulu bir anlayış sezilir. Ancak, Avrupa’da gördüğümüz anlamda bir meydan anlayışından bahsetmek mümkün değildir. Kızılay Meydanı, yolların açıldığı bir kavşak konumundadır. Güven Park’ın Meclis’e açılmasının bir sonucu olarak meydanlaşmanın örnekleri görülmüştür. Tandoğan Meydanı da geçmişte kendine has özellikler taşıyordu. Kentin yayaların hakimiyetinde olmayıp taşıtlara teslim edilmesiyle birlikte bu alanlar da ortadan kalkmıştır. Örneğin, Tandoğan Meydanı’ndaki Su Perileri Heykeli’nin yerini bir çaydanlık maketi almıştır. O heykel bugün Anakent Belediyesi’nin depolarında çürümektedir. Bu yolla söz konusu alandaki Avrupa esintileri de yok edilmektedir. Bugünkü yönetimlerde de bir meydan yaratma anlayışı yok. Bu tarz projeler üretilmiyor.

‘Köprülü kavşaklar yasal değil’
■ Son yıllarda Ankara’da yapımına hız verilen alt-üstgeçit ve köprülü kavşakların kent mimarisine etkileri nedir?

■ Hiçbir Avrupa kentinde bir “U Kavşak” yoktur. Bunun dışında kent merkezine araç girişini arttırmak; köprülü kavşak, alt ve üst geçitlerle hızı teşvik etmek gibi uygulamalar da söz konusu değildir. Çözüm toplu taşım ve raylı sistemi geliştirmektir. Kent merkezine araç girişi mümkün olduğunca kısıtlanmalıdır. Kent merkezine araç girişi birçok Avrupa kenti için istisna iken Ankara için adeta bir kaide haline gelmiştir. Öyle ki artık kent, bir yerden bir yere ulaşmak için yolların geçtiği bir alan olarak düşünülmektedir. Bu çok yanlış bir düşüncedir. Aslına baklırsa kent yayalar ve insanlar içindir. Kentin içindeki her noktanın yayalar tarafından algılanması gerekir. Halbuki artık Atatürk Bulvarı’ndan arabayla giderken oradaki yapıları tanımak olanaksız hale gelmiştir. Sonraki nesil, belki de orada neyin yer aldığını bile bilmeyecektir. Bu durum, geri kalmışlığın bir göstergesi olup örneğine herhangi Avrupa başkentinde rastlamak olanaksızdır. Ankara Anakent Belediyesi Başkanı’nın çeşitli kentlerde gördüğünü söyleyerek Ankara’ya inşa ettiği alt ve üst geçitler, eskiden getirilmiş çözüm önerileri olup yeni kent planlama ilkeleri ile birlikte terk edilmiştir. Gerek Mimarlar Odası tarafından gerekse diğer meslek odaları tarafından açılan davalar sonucu, şu anda kullanımda olan bazı köprülü kavşakların yasal olmadığı da bilinmektedir. Davaların çoğunun talebimiz doğrultusunda sonuçlanması da planlamadaki yanlışlığın bir göstergesidir.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.