Haberler

Bir şehre sahip olmak ya da ait olmak

Tarih: 29 Ağustos 2008 Kaynak: Taraf Yazan: Leyla İpekçi
İnsanın doğduğu ‘memleket’ten bir başka yöreye gitmesi bence çok önemli bir hicret. Bir olgunlaşma serüveni. Gittiği yere kendi iç dünyasını, atalarından miras kolektif bilinçaltını, sosyal ve kültürel değerlerini götürmekle kalmaz, orada kendine yabancı bulduğu başka değerlerle birlikte yaşamaya başlar ve kendi değerlerini dönüştürür. Bambaşka ‘değer formatları’na ulaşabilir. İstanbul’un ‘yabancı’ları, kimi yerlilerine oranla çok daha çalışkan ve kıymet bilici olabilirler bu yüzden.

Geçtiğimiz günlerde Taraf’taki bir televizyon yazısında rastladığım birkaç cümle beni hayal kırıklığına uğrattı. “İstanbullu’nun sahiplenmediği bir kent olarak İstanbul’u başkaları sahiplendi” söylemi elbette doğru bir tespit. Ama bunun sitem edilecek bir yaklaşım olarak benimsenmesini sorunlu buldum:

Çeşitli medeniyetlere evsahipliği yapmış bu kentin, birçok farklılığı (hayat biçimleri, sınıfları, kültürleri vesaire) kendinde toplama niteliğini iyi okuduğunuzda, –evet, yazıda söz edilen sanatçının hislerine tercüman olarak-, şehrin “bozuk para gibi harcanması” karşısında üzgün ve kızgın olabilirsiniz. Talan politikalarını ve daha birçok şeyi alkışlayacak değilsiniz. Ancak bu söylem, bizzat İstanbul’un yerlileri tarafından da dejenere edildiği gerçeğine gözlerinizi kapamanızı gerektirmez.

Şu mealdeki bir tasnifçi yaklaşım beni dehşete düşürüyor: “İstanbullular bugüne dek bu şehri çok iyi koruyup kolladı, hep buradaki köklü kültürlerin devamına destek verdi. Ama maalesef sonradan gelenler bu şehri sahiplendi ve kendi zevkleri doğrultusunda dejenere etti.”

İstanbullu olmayanların bu kent için iyi bir tek tasavvuru, bir tek projesi olmadığının önkabulüne itirazım var. Aynı zamanda İstanbullular’ın hepsinin sanki kendi şehirleri için çok duyarlı davranmakta oldukları gibi bir yargı da çıkıyor bundan. Ki o da epey sorunlu.

İstanbul’da doğmuş ve kırklı yaşlarını sürmekte olan biri olarak, çocukluğumdan beri mesela ‘temizlik göreneklerimiz’e dair epeyce izlenimim vardır. Kentin en seçkin semtlerinde, ‘üst katlarda’ oturanların çevreci geçinip kül tablalarını alt katların kullandığı arka bahçeye boşalttığına, çöplerini fütursuzca aşağı fırlattığına defalarca tanık olmuşumdur.

Arabesk gibi bir müzik türüne kızmakla yetinen, ama kendi üretilmiş kültürünü yansıtmayı hiç düşünmeyen seçkinleri boldur İstanbul’un. Kıllarını kıpırdatmazlar yerel özelliklerini korumak, çoğaltmak, yansıtmak için. Sonradan kente gelenler kendi çabalarıyla bir şeyler yaptıklarında, onları da eleştirirler. Kıymet bilmezlik ve kayıtsızlıkla. Mesela bugün üç kuşaktır İstanbulluyum diye dolaşanların –hadi kabaca genelleyelim- Tanpınar okumaktan zevk aldıklarına da, eski mahallelerin yeni halini merak ettiklerine de pek tanık olmazsınız. Okumadan, gözlemeden bilirler neyin nasıl olması gerektiğini.

Bir şehri ille o şehrin yerlileri mi sahiplenmelidir diye düşünmeden edemedim bu yüzden yazıyı okurken. Dahası, o şehrin yerlileri midir o şehir için daima daha iyisini yapmayı beceren? “Bize ait olan hep iyidir, ötekine ait olan daima kötüdür” gibi bir nevi ‘Bush zihniyeti’ bu dünyanın işgal ve talan siyasetlerine kaçınılmaz olarak böyle düşünenleri de ortak etmekte değil midir?

Küreselleşen dünyada zaten artık çok sayıda insan kendi ‘memleket’inde yaşamıyor. Bu anlamdaki bir hareketlilik, ayak bastığımız ‘yabancı’ toprak parçalarına birlikte ait olmak gibi bir fırsat da sunuyor bize. Bu durum başka olumsuzluklar da barındırmasına rağmen, birlikte öğrenmeye, yeni kültürel kodlar geliştirmeye ve çok kültürlü yaşamaya dair bir vaattir en azından.

Oysa ne oluyor? Bir şehrin, bir toprak parçasının yerlisi olmak, o toprağın efendiliğine soyunmak anlamına gelmeye başlıyor. İnsanın bir yere sahip çıktığında değil, ancak o yere ait olduğunda o yerin ‘yerlisi’ olabileceğine inanıyorum. Çünkü ancak o zaman onu başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.

Sahip çıktığınızda ise o yörenin bütün otantik özelliklerini, geçmişini, tarihi ve kültürel dokularını tekelinize almaya başlıyorsunuz ister istemez. Sosyal bir hiyerarşi oluşturarak kendinizi tepeye yerleştiriyorsunuz. Kentinizin dokusunun bozulmasını haklı gerekçelerle eleştirirken, her türlü yabancı düşmanlığına, türlü çeşitli ‘mahalle milliyetçiliği’ne, ırkçılığa açık hale gelerek, siyasi anlamda kışkırtılabiliyorsunuz kolayca.

Yaşadığınız şehrin ‘kentsel dönüşüm projeleri’ni darılmayın ama bu duruma inat, belki de hep ‘yabancı’lar yapacak.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.