Haberler

Antik Çağ’ın incisi

Tarih: 3 Eylül 2008 Kaynak: Radikal Yazan: Ender Özbay
Bugün, bir turist kafilesine Antakya’nın ihtişamını anlatan bir rehberin, müzedeki eserler dışında gösterebileceği somut hiçbir şey yok.

Dünyada hiçbir kent yoktur ki, Antakya’daki kadar tarihi eser ve ören yeri yokolmuş olsun! Yöreye dair yazınsal ve bilimsel neşriyatın oluşturduğu büyük bir külliyat, Antakya’nın, Antik Çağ’ın ‘biricik’ bir kenti olduğunda birleşir. Ne var ki bugün, antik dönemlere ilişkin, kırsal çevredeki birkaç yıkıntı dışında, hiçbir ören yeri mevcut değil.

Kabul edilebilir ki, Antakya çevresi birinci dereceden deprem bölgesi ve eski yapılaşmalar bu depremlerde yıkıldı. Fakat bilinir ve sayısız arkeolojik sitte örneklenir ki, yeni yapılaşmalar, üstüne kuruldukları eski yapılaşmaları tamamen yok etmez. Birçok kez korkunç yıkımlara uğramış olan Troya’da, üstüste dokuz yapılaşma evresi tespit edilebiliyor örneğin. Başka örnekler, metropolleşmenin eşiğindeki İzmir, metropol olan İstanbul veya Roma’da birçok antik ören açık hava müzesi olarak ve tarih laboratuarı niteliğinde varlığını sürdürebiliyor.

Antakya’da ise, özellikle Cumhuriyet sonrasında büyük bir ivme profili gösteren denetimsiz-bilinçsiz imar süreci, telafisi imkansız kayıplara neden oldu. Öyle ki, bugün, bir turist kafilesine antik Antakya’nın ihtişamını anlatan bir rehberin, müzedeki eserler dışında gösterebileceği somut hiçbir şey yok. Yapılaşma, önceki yapılaşmayı yok etmek suretiyle gerçekleşti. Bu pervasızlığın en çok bilineni ise Asi üzerindeki Roma Köprüsü’nün 1970’teki yıkımı olsa gerek.

Kültürel erozyon
Geri kazanılması mümkün olmayanları sayıklayıp durmanın yararı yoksa da, kentleşmenin söz konusu nitelikteki devamlılığı, arkeoloji, sanat tarihi ve tarih bilimleri açısından ciddi bir veri kaybına, toplumsal-tarihsel bellek açısından ürkütücü erozyonlara ve turizm açısından da gerilemelere yol açan karakteri nedeniyle vurgulanmalıdır.

Ortaçağ, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin yapılaşma örneklerinin de kaşla göz arasında yok edilmesi, yok olmaya terk edilmesi ya da tahrip edilmesi, kentin sosyal kimliğinin ve toplumsal duyarlığının epridiğini düşündürüyor. Antikitenin ‘kraliçesi’ olan şehrin eski kent dokusunu oluşturan yapı türlerinin, yapı türlerindeki yapım ve görünüm özelliklerinin, dillere pelesenk olan etnik, dinsel ve kültürel çeşitliliğin de bir ifadesi olduğu çarçabuk unutuluveriyor; ‘farklılıkların biraradalığı’ da bir başka biçimde erozyona uğramış oluyor.

Antakya ve çevresinde tarihsel anıt, kalıntı ve ören yerlerinin korunup yaşatılmasına ve sergilenmesine ilişkin güncel tablo iç karartıcı:

Öncelikle, dünyaca ünlü Antakya Arkeoloji Müzesi’nde, birçok eser depo ve avlu kenarlarında çürüyor; olumsuz koşullarda sergilenen birçoğu da günbegün deforme oluyor. Müzeye yeni ek bina vaatleri bir türlü somutlanamıyor.

Antakya-Samandağ karayolu üzerinde, erken Bizans kültür ve mimarisinin önemli parametrelerini barındıran ve Ortodoks dünyası için hac yeri niteliği taşıyan St. Symeon Stylite Manastırı, tarih ve sanatın değil de, adeta vandalizmin açık hava müzesi durumunda. Bugün, amiyane tabirle Allah’a emanet haldeki yapı, kökleri temelleri patlatabilecek yetenekteki makilerin istilası altında. Yapının yakınında hafriyat yapılarak bir sera alanı açılmış. Eylül 2006’da, ören yeri bekçisinin etraftan topladığı çeşitli fragmanları bir tezgaha dizip satışa çıkardığına da tanık olduk. Yazık ki ülkemizde tarihsel bir sit’in başına bekçi dikmenin, gelen gidenden para (haraç) toplamaktan öte bir gaye içermediğini örnekleyen tek yer değil burası.
Uzun Çarşı’da, Osmanlı şehir içi hanları geleneğinin bir örneği, 17. yy’a ait Kurşunlu Han da tam fecaat durumda. Tıkabasa çöp dolu odalar/bölümler, briketle yamanmış duvarlar, eğreti malzemeyle kapatılmış kapılar, yer yer betonarme olarak yenilenmiş üst örtü, vahamet tablosunun ana hatları. Benzer halde birçok yapı daha örneklenebilir. Bu tür yapıların özel mülk olmaları tarihsel-kamusal niteliklerinden kaynaklı önemlerini değiştirmeyeceğinden, bünyelerindeki faaliyetler denetime tabi olmalı, yapılar ciddi kullanım projeleriyle topluma geri kazandırılmalıdır.

Tarihsel dokularıyla belirgin Kurtuluş ve Saray caddelerinde de, tabela-elektrik-telefon-klima tertibatlarıyla yamalı bohçaya dönmüş yapı cepheleri vurgulanmalı. Görüntü kirliliğinin de ötesinde bunlar, ufak sanılmasına karşın zamanla büyüyecek tahribatlardır.

Antakya Belediyesi, zaten kendisine ait olan, son derece işlek bir mevkide bulunduğu için de vitrin niyetine işlevlendireceği eski binasının ‘... kent adına işlevi, ... gerekse eldeki fotoğraflardan özenli olduğu kanısını uyandıran restorasyonu ... ve kamunun kentine olan duyarlılığı nedenlerinden’ Nisan 2006’da ÇEKÜL bünyesindeki Tarihi Kentler Birliği’nin Metin Sözen Koruma Büyük Ödülü’yle onurlandırılmıştı. Tırnak içindeki gerekçe rüya gibi fakat objektiflerin tanıklığına bakılırsa, yalnız Belediye için değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü, A.A. Müzesi, İl Kültür Müdürlüğü vd. için de, ödülün tersi bir ‘taltif’ haktır. Antakya halkı da, ocağında gelişip serpilmekte olan incir ağacının ayırdına derhal varmalıdır. Zira tarihsel dokunun yok oluşu, kimliğin yok oluşudur.

* Sanat Tarihçisi
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.