Haberler

İhsan Bilgin ile Europan Süreci ve Sümer Mahallesi Üzerine

Tarih: 9 Eylül 2008 Yazan: Burcu Karabaş

Zeytinburnu Sümer Mahallesi, Arkitera Mimarlık Merkezi’nin 8. döneminin Türkiye’de düzenlenmesini sağladığı Europan yarışmasına konu olan alanlardan biriydi. Üzerinden zaman geçtiği için “unutulan”, fakat şu günlerde tekrar gündeme gelen Europan süreci ve Sümer Mahallesi’ni ele alarak birincilik ödülü kazanan proje, bölgede KİPTAŞ’ın gerçekleştirmeyi planladığı “kentsel dönüşüm” projesi nedeniyle tekrar gündeme geldi. Europan 8’in Türkiye Ulusal Komite Başkanı Prof.Dr. İhsan Bilgin ile yarışmanın getirilerini ve bu getirilerin kentsel dönüşüm bağlamında taşıdığı değeri konuştuk.


Fotoğraflar: Arkitera Mimarlık Merkezi

Burcu Karabaş: 2005 yılında Türkiye’nin de katıldığı Europan yarışmasının Ulusal Komite Başkanı’ydınız. Fikirlerinizi almak istediğim konuları daha önce mutlaka tartıştığınızı ve konuştuğunuzu tahmin ediyorum, ancak yarışma ve yaşananlar hakkında en fazla bilgiye sahip kişilerden biri olarak süreci bir de sizden dinlemek istedik... Başlangıçta belediyelerin ve özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliği ile başlayan süreç, yarışmanın unutulmasıyla sonuçlandı. Arkitera Mimarlık Merkezi’nin yarışmaya konu olan alanlardan bazılarının Türkiye’den seçilmesi konusunda görüşmelere başladığı tarihten itibaren yaşanan sürece baktığımızda, aslında Europan’ın sadece bir yarışmadan ibaret olmadığını görüyoruz. Düzenlendiği dönemde her şey planlandığı gibi gitseydi bugün İstanbul ve Türkiye’de kentsel dönüşüm ve mimari yarışma kavramlarına farklı bir bakış açısı söz konusu olacaktı diyebilir miyiz? Sürecin başında vizyonunuz ne yöndeydi?

İhsan Bilgin: Europan ilk ortaya çıktığı 1980’den beri ilgimi çeken ve izlediğim bir etkinlikti. 2 yılda bir Avrupa’da tekrarlanan bu yarışma ağının en cazip yanı, Avrupa coğrafyasının sorunlarını -ve özellikle de jenerik değil somut ve yerel sorunlarını- mimar çevresinin gündemine taşıması idi. Europan’ın kalıcı bir merkezi, hiyerarşisi yok. 1980’ler sonrası postmodern dünyanın tipik örgütlenme tarzı içinde kurgulanmış. Ülkeler her seferinde değişen ulusal komiteler kuruyorlar. Görevleri, yerel yönetimlerle ve müdahale gücü olan kurumlarla işbirliği içinde, çeşitli kentlerin üzerinde çalışılmaya değer ve dönüşme potansiyeli taşıyan kritik noktalarını saptamak. Saptanan alanları, yine değişken bir koordinasyon kurulu aracılığıyla Avrupa mimarlık kamuoyuna bir yarışma programı ile duyuruyorlar. Böylelikle bir çok Avrupa şehri, sorunsallaştırılmış parçaları ile mimarlık kamuoyunun karşısına konmuş, uğraşılacak bir sorunlar silsilesinin parçası olarak yeniden gündeme getirilmiş oluyor. Geniş bir 40 yaş altı mimar kesiminin 50 civarında şehrin 100 civarında yeri ve konusuyla aynı anda karşı karşıya gelmesi ilham verici bir ortama aracılık ediyor. Mimarlarla şehirler ve sorunları, adeta bir sanal panayır ortamında karşılaşmış oluyor.

Europan’a konu olan sorunların öyle tek dokunuşta çözülüp kenara konacak cinsten olmamaları tercih ediliyor. Bir süreç olarak tasarlanması ve çeşitli aktörlerle işbirliği içinde gündeme alınması gereken sorunlar seçiliyor. Bu nedenle, yarışmalar sonucunda birinci seçilen projelerden, gelecekteki müzakere sürecinin başlangıcı olma kapasitesini taşımaları bekleniyor. Mimarın da projesini süreci tetiklemeye yatkın bir başlangıç olarak görmeye hazır olması gerekiyor. Hemen inşa edilmeye yönelik projeler elde etmeyi hedefleyen Türkiye’deki yarışmalarla Europan’ın farkı tam da bu noktada. Türkiye’den alıştığımız ve esasen 1950’ler Almanyası’nın yeniden-inşa zamanlarından devralınmış yarışma formatı katılımcısını soru sormaya teşvik etmez, sorulmuş sorunun yanıtını bekler. “Fikir yarışması” olarak adlandırılan ve gençleri hedefleyen diğer formatta ise bağlam yoktur: Gençlerden yüzer-gezer bir uzay-zamanda “düşünce” üretmeleri beklenir. Europan ise hem somut bir bağlama işaret etmesi, hem de yanıt kadar soruları yeniden tanımlamaya teşvik etmesi bakımından farklılaşıyor alıştığımız yarışmalardan...

8. Europan yarışmalar zincirine Türkiye kentlerinin de katılmasına aracılık eden öncü kuruluş Arkitera Mimarlık Merkezi oldu. Ona bu cesareti veren ise yerel yönetimlerdi. Başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Başkanı Kadir Topbaş olmak üzere katılım yerel yönetimlerce de teşvik edildi. Ulusal Komite olarak teknik çalışmalara başladık, konuları saptadık, takvimi ve jüriyi oluşturduk. Şunu da hatırlatmalıyım ki, bu süreç konunun ilan edilmesi ve projelerin teslim alınmasından ibaret olmuyor. Yarışmacıların katılabildiği geziler ve seminerler düzenleniyor, kurullar toplanıp tartışıyor. Yani sürecin akademik bir çalışmaya dönüşmesi teşvik ediliyor.

İlk aşama olarak nitelendirebileceğim bu dönemde işler oldukça iyi gitti. Gerek İBB, gerekse de Antalya ve Zeytinburnu Belediyeleri süreci teşvik ettiler....

BK: Kadir Topbaş da bir tanıtım toplantısı düzenledi öyle değil mi?

İB: Evet, Kadir Topbaş Europan’ın tanıtımını bizzat kendisi yaptı. İBB İmar Komisyonu Başkanı ve Ulusal Komite üyesi Sefer Kocabaş’ın adını özellikle zikretmek isterim. Kendisi başından sonuna kadar sürecin en içten destekçilerinden oldu. Ulusal komitedeki ve jürideki belediye temsilcileri zamanla “bizden biri” olmaya başladılar. Onlar bize yaklaştılar, ancak belediye örgütlerinin rutinleşmiş iç mekanizmaları yavaş yavaş bu işten soğumaya ve uzaklaşmaya başladılar. Bence esas mesele bu süreçten ne beklemeleri gerektiğini bilmemeleriydi. Başkanlarının, liderlerinin öncülüğünde bu işe heyecanla dahil olmuşlardı, ancak bünye böyle bir süreci yaşamaya yatkın değildi. Belediyelerin işten soğuduğu aşamada işler yürümeye devam ettiyse, bu Arkitera Mimarlık Merkezi’nin fedakarlıklarıyla oldu. Arkitera Mimarlık Merkezi, başlanan işin tamamlanması için irade kullandı ve yarışma sonuçlandı.

Zaten sonuna doğru suni teneffüsle ilerletilen süreç yarışmadan sonra iyice unutuldu ve sadece Arkitera.com’da ilgilenilen bir konu haline geldi. Halbuki iş tam da bu noktada başlayacaktı. Uygulanmaya değer görülen proje seçildikten sonra, kentsel dönüşümü örgütleyecek kurum olan belediyeler başta olmak üzere tüm aktörlerin interaktif bir ortamda bir araya gelmesi gerekiyordu. Fakat sanki amaç proje elde edilmesiymiş gibi davranıldı. Bu arada yarışmacılara ödenen ödül miktarlarının da -ödüllerin sahiplerine epey geç ödenebildiğini hatırlatmalıyım- çok sınırlı olduğunu belirtmeliyim. Yani Europan ödül miktarı nedeniyle katılınacak bir yarışma değil. Cazibesi, çağırdığı ortamın hareketliliğinden geliyor.

Yarışma unutulduktan bir süre sonra bizde şok etkisi yaratan bir gelişme ile karşılaştık: Yarışma alanlarından biri olan Zeytinburnu Sümer Mahallesi’ni “dönüştürecek” projeler ilan edilmeye başlandı. KİPTAŞ tarafından üretilmiş bu projeler mimarlık kamuoyunun yakından tanıdığı klişelerle üretilmişlerdi. Tipik KİPTAŞ projesiyle karşı karşıyaydık. Sanki hiç böyle tartışmalar yapılmamış, süreci ile birlikte böyle bir yarışma hiç düzenlenmemiş gibi, aynı cepheler, pencereler, çatılar, renkler yine karşımızda duruyordu...

Seçtiğimiz yarışma alanlarına gelince: Belediyenin gündeminde bulunan ve hızlı dönüşüm şansı olan alanlar üzerinde durduk. İstanbul’dan Zeytinburnu’nda, Antalya’dan da Kepez’de karar kıldık. Zeytinburnu, hem deprem bölgesi olması, hem de tüm aşamaları hala bünyesinde barındıran İstanbul’un ilk gecekondu bölgesi olması açısından öncelikli ilgiyi hak ediyordu. Antalya’daki Kepez bölgesi ise, gecekondulaşmanın ilk aşamasına tekabül eden bir durumda idi ve imar baskıları ile sert dönüşümlere maruz kalmanın eşiğindeydi. Türkiye kentlerinin modernleşme tarihlerinin tipik sorunlarını temsil etmeleri bakımından Europan Koordinasyon Komitesi'ne de çekici göründü bu alanlar ve diğer konularla birlikte Avrupa kamuoyuna ilan edildi.

BK: Tam da siz “kentsel dönüşüm”den bahsetmişken bu kavramın algılanması hakkındaki fikirlerinizi almak istiyorum. Bu tanımlama, yarışmanın düzenlendiği dönemde Türkiye’de şimdi olduğu kadar sık ve içi boşaltılmış olarak dile getirilmiyordu. Kentsel dönüşüm tartışmalarında iki konuşmacının aynı kavramdan bahsederken aslında çok farklı şeyleri kastettiğine tanık oluyoruz. Peki o dönemde bu kavrama nasıl yaklaşılıyordu?

İB: Evet, o dönemde “kentsel dönüşüm” henüz belli kalıplara dökülmüş bir kavram değildi. Zeytinburnu ve Kepez ile yapılacak bir “iyi uygulama” başlangıcı çok önemli olabilirdi. Zaten bizi umutlandıran da buydu. Kentsel dönüşüm bu tür tecrübeler üzerinden pozitif bir tanım kazanabilecekken bu gerçekleşemedi. Uluslararası ortamlara taşınmış bir deneyimin görgüsünden mahrum kalındı ve bilindik usullere dönüldü.

BK: Bu işler de “kentsel dönüşüm” şeklinde nitelendirilebiliyor tabii...

İB: Evet ve maalesef bu fırsat şimdilik kaçmış gibi görünüyor. Ama bunu tartışmak için hala çok geç değil, yarışmanın üzerinden sadece birkaç yıl geçti. Tekrar geri dönülüp ders çıkarılmaması için bir sebep yok. Zeytinburnu’nda başlamış bir uygulama henüz yok. Sümer Mahallesi’ne KİPTAŞ’ın tip projesini uygulamak yerine, yarışma sürecine kulak veren deneyimler yeniden gündeme alınabilir. Aynı şekilde başka bölgeler için hazırlanabilecek projelerde de bu modelin arkasındaki birikimden ders alınabilir. Bunlar hala mümkün...

BK: Türkiye’nin katıldığı 8. Europan yarışmasını ele aldığımızda gözüme çarpan noktalardan biri de, konu başlığının “European Urbanity and Strategic Projects” gibi tam da çözümlenmesinde sorun yaşanılan kavramlarla ilgili olduğuydu. Zeytinburnu ve Antalya’nın dahil olduğu kategorinin başlığı ise “Renewal for Which Inhabitants” idi, ki bu da kentsel dönüşüm kavramının yanlış algılanmasının veya algılanamamasının altında yatan sosyal çeşitlilik sorununa değinmek anlamına geliyor. Yaklaşımların değişebilmesi açısından bu başlıklar Türkiye için önemli kazanımlar sağlayabilir sanırım...

İB: Türkiye kentleşmesinin son yüzyıldaki temposu modern kentleşme sorunlarının hepsiyle birden yüzleştirdi içinde yaşadığımız çevreleri. O nedenle Europan’ın tüm temaları bizim için zengin açılımlar sağlayabilir.

BK: Yarışmada birinciliğe layık görülen projeyi incelediğimizde de Zeytinburnu bölgesinin dönüşümü için ele alınması gereken önemli noktalardan meseleye yaklaştığını görüyoruz. Sosyal çeşitlilikten yola çıkılması, ayrımcılığı engelleme çalışmaları ve TOKİ, KİPTAŞ gibi kurumların spekülasyon üzerinden gerçekleştirdiği bazı “kentsel dönüşüm” projelerinin bölgedeki kullanıcıya ne gibi zararlar verebileceği ve sonuçta işe yaramaz hale geleceğinden bahsedilmesi bu yönde oldukça olumlu sonuçlar doğurabilirdi. Bu yaklaşım, kentsel dönüşüm kavramını şu anda olduğundan çok başka yerlere götürebilirdi değil mi?


"Urban Sliding", Carole Pralong, Kevin Joutel, Nathanaelle Baes
Kaynak: Arkitera Mimarlık Merkezi

İB: Evet. Bu nitelikte bir projenin gelmesi ve seçilmesi de tesadüf değildi. Konunun problematize edilmesinden ve sunulmasından da kaynaklanıyor. Başlangıçta yapılan problem tanımı ile en yakından alışverişe geçen proje seçilmiş oldu. Tabii şunu da hatırlatmak gerekir ki, bir proje hiçbir zaman büyük bir sosyal dönüşümü kendi başına başlatamaz. Buna ancak zemin hazırlayabilir. Bu bağlamda da belediyeler, kamu kuruluşları ve sivil toplum ağları önemli roller üstlenebiliyorlar: Kentsel dönüşüm süreci, dışlamayı ve sınıf ayrımını teşvik edecek şekilde de işletilebilir, bunları telafi edecek ve dayanışmayı güçlendirecek şekilde de. Kuşkusuz sürecin sınıf ayrımını teşvik edici şekilde mi, yoksa telafi edici şekilde mi yaşanacağı tarafsız bir “iyi”nin yönlendireceği teknik bir süreç değildir. David Harvey gibi yazarların çoktandır üzerinde durdukları gibi sınıfların somut kent mekanları üzerindeki mücadeleleri, göreli kazanımları ve kayıpları söz konusudur. Ancak ben yine de bu süreçlere zemin hazırlayan yönetim mekanizmalarının ciddi deneyim eksiklikleri olduğunu ve bazı fırsatların bu deneyimsizlik nedeniyle kaçırıldığını, sonuçta da -bazı kesimlerin göreli kazançları söz konusu olsa da- herkese birden kaybettiren sonuçların ortaya çıkabildiğini düşünüyorum. Zeytinburnu’nda Europan’ın dikkat çekmeye çalıştığı konulara odaklanılabilse, herkes için ciddi bir tecrübe olurdu diye düşünüyorum. Zaten yarışmanın başlangıç aşamaları bu gayret için uygun bir zemin oluşturmuştu.

BK: Bu noktada farklı bir konuya daha değinmek istiyorum. Sanırım bu kaçınılmaz, çünkü bahsettiğimiz kent İstanbul. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yapılan çalışmalarda da yetkililerin sürekli dile getirdiği bir nokta var: ”Yerel yönetimlerin ne kadar önemli olduğunu anladık ve bunu ispatlamaya çalışıyoruz.” Değişim süreçlerinin uzaması, dile getirilen bu farkındalığa rağmen yine Europan yarışması gibi unutulmakla sonuçlanabilir mi sizce?


"Urban Sliding", Carole Pralong, Kevin Joutel, Nathanaelle Baes
Kaynak: Arkitera Mimarlık Merkezi

İB: Bizim en büyük sorunumuz yaşadığımız sosyal değişimin hızı. Türkiye şu anda önceki kuşaklarda modernleşmeye başlamış coğrafyaların çoktan geride bıraktığı bir değişim temposu içinde. Biz ise hem dünyanın güncel değişimlerine ayak uydurmaya, hem de yapısal sosyal değişimi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Değişimi yönetme tecrübesini, bu değişimi yaşarken edinmeye çalışıyoruz. Üstelik dünya da yerinde durmuyor ve sürekli yeni mekanizmalarla yüzleşmek gerekiyor. Bir tecrübe daha siz onu edinirken eskimeye yüz tutuyor. Dolayısıyla, özellikle de iç sosyal değişimi yaşarken çok sancılı bir süreç söz konusu oluyor. O herkesin diline doladığı “unutkanlık”ı buna bağlıyorum ben, yoksa ulusal / kültürel bir kendine özgülüğümüze değil. Modernleşme tarihi üzerine yaptığım karşılaştırmalı araştırmalar bu durumun sonsuza dek böylece sürmeyeceğini, tecrübenin birikmesine izin veren göreli bir istikrara kavuşulabildiğini gösteriyor. Sonuçta mutlak bir istikrara varacağımızı düşünmüyorum, ancak bugünün tecrübesizliklerinin sonsuza kadar tekrarlanmayacağını da biliyorum. Örneğin 2010 süreci dolayısıyla üniversite atölyeleri ile belediye organları eskiden hayal bile edilemeyecek alışverişler gerçekleştirmeye başladılar. Planlama ve yönetim erkleri ile akademik ortamların yaklaşma eğiliminde olduklarını gözlüyorum. Zaten eğer böyle olmasaydı, Arkitera Mimarlık Merkezi’nin Europan yarışmasını Türkiye’ye getirmesi de pek mümkün olmazdı. “Yarışma açılması gerekince zaten biz açıyoruz, bununla ilgilenen bürolarımız var, dolayısıyla yeni bir usule hiç gerek yok.” şeklinde yanıtlar verebilirlerdi. Öyle olmadı; her ne kadar devamı getirilemese de bu organizasyona dahil oldular. Sürdürülememesinin nedenini ise tecrübe noksanlığı olarak görüyorum ben. Tecrübe eksikliği nedeniyle ne beklemeleri gerektiğini bilemiyorlardı.

BK: Evet, amaç gerçekten de “iyi” bir şeyler yaratmak olabilir, Sümer Mahallesi’ne yapılması planlanan KİPTAŞ projesinin de bu yarışma süreci gerçekten hiç yaşanmamış gibi tanıtılması bunu gösteriyor sanırım. İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın “ Bu mahalleyi yenilemektense yeni bir şehir yaratalım dedik. Zeytinburnu yeni Nişantaşı olacak,” şeklindeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz?

İB: Bu benzetmelerin de tecrübe ve hedef noksanlığından kaynaklandığını düşünüyorum. Zeytinburnu neden Nişantaşı olsun ki? Nişantaşı ayrı, Zeytinburnu ayrı yerler. Nasıl her semtin kendine özgü özellikleri varsa, Zeytinburnu da kendi tarihini yaşamış, kendi özelliklerini yüklenmiş bir semt olsun. Kentsel dönüşüm konusunda kayda değer deneyimlere sahip olunsa, bu tip benzetmeler yapmak zaten kimsenin aklına gelmeyecektir bence.

BK: Bu benzetmelerin yanı sıra “Hollanda’yı, İsviçre’yi örnek alıyoruz,” şeklinde açıklamalara da sık sık rastlıyoruz. Yarışmadan birincilik ödülünü alan projede ise özellikle bunun tam tersi bir yaklaşım söz konusu. Başka yerleri örnek almanın, “alıntılamanın”, başka şablonları kopyalamanın bir bölge için çok yanlış bir karar olacağını ve orayı bir süre sonra yaşanmaz hale getireceğini vurguluyor tasarımcılar. Tam tersine o bölgeyi özel olarak ele almayı ve yerel sorunları özelleşmiş stratejilerle çözümlemeyi öneriyorlar.


"Urban Sliding", Carole Pralong, Kevin Joutel, Nathanaelle Baes
Kaynak: Arkitera Mimarlık Merkezi

İB: Bu meseleler gerçekten ciddiye alınacaksa ve enine boyuna düşünülecekse, evrensel kentleşme tarihinin ve tecrübesinin iyi tanınması gerekiyor. Tabii bu evrensel tecrübenin içinde Hollanda da, İsviçre de, Nişantaşı da var. Bu evrensel deneyim sindirildikten sonra zaten herhangi bir yer, ne Nişantaşı, ne Zeytinburnu, ne de İsviçre veya Hollanda kentleri böyle jenerikleştirilmez.

Zeytinburnu’nun değişim hızına hiçbir zaman yetişilememiş aslında. Daha ilk gecekondular yapılırken kent plancıları, mimarlar burada köklü sorun bölgesinin yeşermekte olduğunu farketmiş, konuyu tartışmış, ama daha onlar bunu yaparken mahalle büyümeye devam etmiş. Genişleyen sınırlar tartışılırken gecekondular apartmanlaşmaya başlamış ve bugün orada yepyeni bir post-fordist ekonomik düzen var. Yapısal sorunlarla baş edilmeye çalışılırken kendi içinde büyük bir sosyal değişim geçiren bir bölge Zeytinburnu. İşte bu hıza hiçbir zaman yetişememiş yönetim ve planlama erki. Bu yetişememe telaşı ile dünya deneyimini sindirememe birleşince “Şurayı bir temizleyelim, güzel bir kent kuralım, iş bitsin!” şeklinde yaklaşıveriyorlar. Sorun da burada zaten. Evet, “güzel” çevreler yaratmak her iradenin nihai amacıdır, fakat o hedefe ulaşmak dolambaçlı yollardan geçmeyi gerektirir. Bir sürü parametreyi hesaba katarak ve farklı sistemleri birlikte çalıştırarak bir sonuca varabilirsiniz. Bugün “güzel” diye nitelediğimiz kent parçaları sırf güzel olsun diye yapılmamıştır, tüm bu süreçler başarılı işletildiği için o sonuç elde edilmiştir. Nişantaşı da, Hollanda ve İsviçre kent parçaları da kimi spesifik sorunlarla uğraşarak, ve elbette birçok olumsuzluğu da yan ürün olarak üreterek oluştular. Ki bunların hiçbirisi de birer ideal olarak algılanmamalı. Kopyalayıp yapıştırmak hiçbir zaman doğru değil. Birinci olan proje, alana özgü çözümler getirmişti ve Avrupa modern yerleşme tarihinin görgüsünü iyi sindirmiş tasarımcılar oldukları belliydi. Meslek sahibi olmak, bu unsurları alıp başka yerlere yapıştırmayacak kadar iyi bilmek demektir zaten.

Bu perspektifle projenin tekrar incelenmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Özellikle de yarışmada derece alan mimarların hiçbirinin şöhretli kişiler olmadıklarının altını çizmek istiyorum. 40 yaş altı genç mimarların katıldığı bu nitelikte bir yarışmanın, klişelerini yarıştıran şöhretlerarası ortamlara göre farklı potansiyeller barındırdığını düşünüyorum. Benzer bir kapasite, Türkiye’deki yeni kuşak mimarlarda da var. Meseleleri kavrayabilen, farklı parametreleri hesaba katabilen ve sonuçlar üretebilen yeni bir kuşak yetişti. Onların eksiği tecrübe. Europan benzeri süreçler hakkıyla yaşanabilse, onlar da derinlik kazanacaklar.

BK: Bu açılardan düşündüğümüzde Türkiye’deki mimari yarışma anlayışını da farklı yerlere götürebilecek bir yarışmaydı diyebiliriz değil mi?

İB: Evet öyleydi. Umarım tekrar gündeme gelmesi sadece bizim aramızdaki bir konu olarak kalmaz, kamuoyunun ve yönetim organlarının ilgisini çeker. Sadece Zeytinburnu’ndaki dönüşümün KİPTAŞ klişeleriyle yapılmaması için değil, anlayış farklılığının enine boyuna yaşanabilmesi için...

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.