Haberler

Ofislerde kişisel alan trendi

Tarih: 6 Ekim 2008 Kaynak: Akşam Yazan: Ahu Uz
1971’de Aziz Sarıyer’in kurduğu, 2000'li yıllara kadar özellikle Capellini, Moroso, SCP gibi uluslararası alanda önemli firmaların ürünlerini Türkiye’ye getiren Derin; 80’lerin ortasına doğru, Memphis gibi o yıllar için gayet marjinal sayılabilecek markaların Türkiye’deki temsilciliğini yaparak adını sektörde daha çok duyurmaya başladı. Zaten Derin Sarıyer’in babasının mesleğine ilgi duyması da Memphis markasının sıra dışı tasarımlarıyla daha çocukken tanışmasıyla gerçekleşmişti. Derin Sarıyer, Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra Aziz Sarıyer’le birlikte mobilya tasarımına başladı. Bu işbirliğinin ilk yankıları ise 90’ların sonunda önce New York, Milano, Londra gibi tasarım mabetlerinde hissedildi. Ve tasarımın ülkemizdeki öneminin artmasıyla birlikte burada da büyük ilgi görmeye başladı. Modern ve yalın tarzından ödün vermeyen markanın 2009 koleksiyonu da bu çizginin devamı niteliğini taşıyor.

Derin Sarıyer’le, yeni koleksiyonu konuştuk.

Aziz Sarıyer’le bir araya geldiğiniz 1999’a dönersek, nasıl bir konsept belirlediniz ve yurtdışına açıldınız?

Halihazırda babamın tasarımları vardı, onları geliştirdi, ben de ilk tasarımlarımı yapmaya başladım. Çevremizde Tanju Özerdin, Arif Özden gibi tecrübeli; Bülent Özden, Mehmet Ermiyagil gibi genç tasarımcılar vardı. Onların neler yaptıklarını biliyorduk, biz kendi konseptimizi anlattık. O noktada çok fazla stratejik davranmadığımızı söylemem lazım. Belki de ilk çıkıştaki başarımız biraz da içgüdülerin yönlendirmesiyle oldu ama New York, Londra, Köln gibi şehirlerde katıldığımız fuarlar, Türkiye’de büyük bir yansımasını buldu. Türkiye’deki bu patlama aslında çok kısa bir zamanda oldu. O dönemden sonra zaten fokurdayan bir kazan varken daha çok İstanbul bazlı bir patlama gerçekleşti.

Melez Bir Koleksiyon
Yeni koleksiyonunuzda hangi özellikler ön plana çıkıyor?

Melez bir koleksiyon oldu. Sadece evler için yapılmadı. Daha çok sosyal alanlara, ofislere, otellere göz kırpan bir konsepti var. Tüm mekanda söz sahibi olabilecek, o mekana ruhunu verebilecek, iç mimarların yaklaşımlarıyla örtüşebilecek çalışmalar olduğunu söyleyebilirim. ‘Şimdinin tasarımı’ yani geçmişle bağını figüratif ya da dekoratif anlamda kurmamış, ‘bugüne kadar yapılmış tasarımların üstüne biz ne katarız’ düşüncesini dert edinen ama figüratif anlamda birebir geçmişi yansıtmak durumunda olmayan çalışmalar. Bizim koleksiyonlarımızda genelde bir kadın dokunuşu eksik olur, onu da Jale Kulin Akgün’ün ‘Wrap’ tasarımıyla kapattık.

Koleksiyonda, kişisel alan yaratma düşüncesi ön plana çıkmış gibi…

Aslında hep öyleydi ama biz yeni koleksiyonda bunun altını çizdik. Ofislerde artık insanlar masa başında saatler geçirmek zorunda değiller, teknoloji çok ilerledi. O yüzden bu tarz ofis mekanlarında insanların bir köşeye çekilip günlük işlerine devam edebilecekleri, rahatlayabilecekleri alanlar yaratmak istiyor ofis kurucuları. Örneğin; Tun’da bir koltuk ya da kanepeye oranla radikal bir yaklaşım var aslında. Yüksekliği 140 cm, otururken adeta içine gömülüyorsunuz. İçine notebook’la girebileceğiniz, telefon konuşmasını içeride yaratılan minimum akustikle yapabileceğiniz bir ürün.

Neden tasarımlarınıza Tun, Ram gibi isimler vermeyi seçtiniz?

Tek heceli isimlerle tasarımların fonksiyonlarına gönderme yapmak istedim. ‘Tun’, TDK Sözlüğü’nde olan bir kelime. ‘Gizli bir köşe’ demek. ‘Ram’ ise servis veren, hizmet eden anlamına geliyor. Ram sehpanın malzemesi de ilginç. Laminant aslında mobilyada çok kullanılan bir malzeme değildir, ben bir farklılık yaratmak için bu malzemeyi kullanmak istedim.

Ekoloji kavramı pazarlama unsuru oldu
Son yıllarda ekoloji ve sürdürülebilirlik gibi kavramların artık mobilya tasarımında da önemsenmeye başladığını görüyoruz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekolojik yaklaşımın gerektirdikleri, azıcık etik anlayışı olan bir insanın zaten yapması gereken şeyler. Evet bazen maliyetleri yükseltiyor ama siz de bilinçli müşterilerle çalışarak bu farkı kapatabilirsiniz. Benim burada karşı olduğum durum; bu kavramların derinine inilmeden, yüzeysel bir şekilde pazarlamanın aracı haline gelmesi ve bir propaganda ortamı yaratması. Yani insanları ekolojik tasarıma teşvik etmenin tüketimi tetikleyen bir unsur olarak çevreye daha da zararlı hale gelmesi. Bu konuda bazen ikiyüzlülük yapıldığını düşünüyorum. Aslında dikkat edilmesi gereken bir unsur, işin tüketim ayağı düşünülmeden daha da pompalanıyor. Ben burada daha entelektüel bir üretim ve tasarım yanlısıyım.

Sizce Türkiye’de tasarımın geldiği nokta nedir?

Bence ciddi bir değişim süreci geçiriyoruz. İstanbul odaklı olmasına rağmen, diğer şehirlerde de ciddi gelişmeler görülüyor. Son 10 seneyi göz önüne alırsak bence Türkiye tasarımda, belki de ivme olarak en büyük yolu kat edebilmiş birkaç önemli ülkeden biri.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.