Haberler

Bonn: Kopenhag'a Giden Yolda Bir Durak

Tarih: 10 Haziran 2009 Kaynak: Açık Radyo
Ömer Madra: İklim değişikliği konusunda üst üste çok sayıda toplantı yapılıyor, bunlardan biri de Bonn Zirvesi. Zirve mi diyoruz bunlara?

Semra Cerit Mazlum: Konferans aslında. Tarafların düzenli olarak biraraya geldikleri toplantılardan bir tanesi de Bonn'da yapılan toplantı. 1-12 Haziran arasında 2 hafta boyunca devam ediyor bu görüşmeler. Sözleşme ve Protokol kapsamında, taraflar her sene düzenli olarak uygulamayı gözden geçirmek üzere biraraya geliyorlar, fakat bu seneki toplantıların farklı bir özelliği var; bu toplantılarda Kopenhag'da kabul edilmesi öngörülen anlaşmanın hazırlıklarının yürütülmesi için müzakere ediliyor.

Bonn'da yapılan toplantıda, Bali'den Kopenhag'a kadar devam etmesi öngörülen süreçte, ilk defa taslak müzakere metni üzerinde görüşmeye başlayacaklar. İki tane ayrı taslak müzakere metni var. Birincisinden geçen programda bahsetmiştik, Kyoto Protokolü'nün 2012 sonrasına dönük olarak yenilenmesi hakkındaki, görüşmeleri yürüten başkan tarafından yazılmış olan taslak metin geçtiğimiz haftalarda ortaya çıkmıştı. Daha sonraki günlerde de sözleşme altında yürütülen ve Bali Eylem Planı ya da "Bali yol haritası" diye adlandırılan süreç çerçevesinde, "Uzun dönemli işbirliğine dayalı eylem" başlığı altında yürütülen müzakerelerin taslak metni çıktı ortaya. Bu metin, Kyoto Protokolü'ne ilişkin olarak, yenileme metninden daha geniş kapsamlı, çünkü iklim rejiminin bütün boyutlarını içeriyor. Emisyonların azaltılmasından, iklim değişikliğinin etkilerine uymaya, kullanılacak mekanizmalara, ormansızlaşma ve arazi kullanımından kaynaklanan emisyonlara, finansmana, teknolojiye kadar bütün boyutları içeren bir metin bu. Dolayısıyla daha hacimli, hem de daha geniş bir düzenleme çerçevesine sahip. Bali Eylem Planı ya da Bali esas olarak 5 sütun üzerinde yükseliyor; Bunlardan birincisi, ötekileri de kapsayan, daha genel bir çerçeve, "paylaşılmış vizyon" adıyla ortaya atılmıştı. Buna ek olarak, bütün ülkelerce paylaşılan, uzun erimli bir vizyon öngören müzakere başlığı yanında, sera gazları emisyonlarının azaltılması, iklim değişiklerine uyum, teknoloji transferi, finansman gibi 4 ayrı başlık daha var. Bu, müzakerelere açılmak üzere hazırlanmış olan taslak metin de, her başlığa ilişkin olarak ülkeler tarafından bugüne kadar gönderilmiş olan görüşleri biraraya getirerek, onların bir sentezini yaparak, aslında ortaya çıkacak olan anlaşma metni için seçenekler ortaya koyuyor ve ülkelerin tartışması için açıyor. Bu haftadan başlayarak somut olarak bu seçenekler üzerinde bir ölçüde pazarlık etmeye başlayacak ülkeler.

ÖM: "Paylaşılmış vizyon" kavramı çok cazip geliyor insana, geleceğe hep birlikte bakabilmeyi çağrıştırıyor, ama tam da hangi noktalarda uzlaşmaya vardıklarını söylemek kolay değil galiba.

SCM: Şu aşamada hiçbir şeyi öngörmek mümkün değil, çünkü gönderilen ülke görüşleri sonucunda ortaya çıkan metne rağmen, hâlâ daha büyük gruplar arasında, müzakerelerde etkili olan gruplar arasında, önemli görüş farklılıkları olduğu açık. AB'nin, ABD'nin, Çin'in, Risya'nın, Avustralya'nın, Japonya'nın aslında birbirleriyle hiç de uyuşmayan vizyonları var. Bu farklı ve çatışan vizyonlar nasıl bu metnin içine girebilecek ya da ortaya çıkacak anlaşmaya yansıyabilecek? Bu gerçekten büyük bir merak konusu. Büyük bir çoğunluğun aslında birbirine yakın bile olmadığını söyleyebiliriz.

Bu taslakta yer alan bazı seçenekler hakkında değerlendirmeleri yaparken belki daha somut olarak değerlendirebiliriz, ama Amerika'nın yaklaşımı örneğin, metnin içine neredeyse sayısal hiçbir şey koymamak üzere, yalnızca bir genel irade açıklaması, bir niyet açıklaması şeklinde. Birçok gelişmekte olan ülke de, zengin ülkeleri daha fazla eyleme çağırabilmek için, somut olarak sayısal hedeflerin açık biçimde yer alması ve bunların bağlayıcı olması gerektiğini söylüyor. Başka bir görüş farklılığı da şu: "müzakereler böyle iki kanal üzerinden ayrı ayrı yürütülmeye devam etsin mi etmesin mi?" AB örneğin, bu Bali Eylem Planı çerçevesinde bugün üzerinde konuşacağımız metinle Kyoto'nun yinelenmesine dair müzakerelerin birleştirilmesini istiyor. Bazı ülkeler, bazı gruplar da bu görüşten yana, ama bütün az gelişmiş ülkeler olmasa bile, büyük çoğunluğu, G77 başta olmak üzere, buna karşı çıkıyorlar. Onların kaygısı da şu; bunlar birleştirilirse, görüşmelerdeki ağırlık, zengin ülkelerin emisyon indirimlerinden gelişmekte olan ülkelere doğru kayabilir, onlara de ek sorumluluklar getirilmesi gündeme gelebilir yönünde. Dolayısıyla büyük bir açık var ülkelerin pozisyonları arasında hâlâ. Tabii en kaygı verici değerlendirmelerden birisi de Kopenhag'dan bir anlaşmanın çıkmayabileceği olasılığı. Yalnızca, "evet anlaşmaya vardık, çalışmaya devam edeceğiz, ancak somut bir metin üzerinde anlaşmaya varamadık görüşmelerde" denmesi olasılığı da kuvvetli ihtimallerden birisi olarak hâlâ gündemde tutuluyor.

ÖM: Bonn toplantısı, Kopenhag'da yapılacak olan, iklim konusundaki şimdiye kadar yapılmış en büyük toplantıya giden yoldaki ara duraklardan biri. Bonn'dan sonra Bangkok'ta, sonra Barselona'da, sonra da Grönland'da, İlulissat'da buzulların en çok eridiği yerde yapılacak bazı toplantılar. Bu arada hem G8 zirvesi hem de geçen hafta Londra'da, 20 Nobel ödüllü bilim insanının katıldığı bir toplantı vardı. İklim değişikliğinin nükleer savaşla eşdeğer tehlikede olduğunu belirttiler.

Kopenhag'da iş çevresinin de, yani iş adamlarının, büyük şirketlerin de büyük bir toplantısı vardı. Fakat bir yere varabilecekler mi bilmiyorum. Temmuz'da G8 Zirvesi olacak.

SCM: Evet bu saydığınız toplantılardan bir kısmı BM çerçevesi altında ve daha önceden belirlenmiş müzakereler kapsamında yapılacak olan toplantılar. Bonn'da, sonra Bangkok'ta, sonra Barcelona'da planlanmış toplantıları var bu müzakere gruplarının. Çok sayıda insiyatif var iklim değişikliği konusunda ülkeleri bir anlaşmaya ulaştırabilmek için devam eden; Grönland'daki toplantı da onlardan bir tanesi. Bunun yanında BM Genel Sekreteri'nin, Eylül ayında, BM genel oturumu sırasında, hükümet başkanlarını iklim değişikliğini ele almak üzere toplantıya davet etmesi bekleniyor. G8 Zirvesi hazırlıkları devam ederken, G20 ülkeleri de ayrı bir toplantı yapıyorlar. Galiba Grönland'da yapılacak olan toplantı G20'nin toplantısı yanlış anımsamıyorsam. Obama ekibinin, ekonomiler, iklim değişikliği ve enerji işbirliği platformu toplantıları da devam ediyor, geçen hafta Paris'teydiler, Haziran ayında da G8 öncesinde Meksika'da toplanacaklar. Dolayısıyla, dünyanın dört bir yanında, iklim odaklı toplantılar devam ediyor, ama bu bu toplantılar nereye kadar götürebiliyor süreci, ilerlemeye katkı sağlayabiliyor mu sağlayamıyor mu onu bilemiyoruz.

ÖM: Evet soru bu. Ortak bir vizyondan bahsettiniz, resmi adı böyle olsa bile, henüz ortak bir sonucun bir işareti bile okunmuyor diyebiliriz herhalde.

SCM: Evet, farklı yerlere bakıyor insanlar, aynı noktaya döndürebilmek lazım bu bakışları. Umarım önümüzdeki 2 hafta boyunca resmi olarak yapılacak olan bu müzakerelerde en azından belli noktalarda uzlaşma sağlanabilir, çünkü 6 aydan bile kısa bir süre kaldı önümüzde. Kyoto Protokolü hazırlık dönemini hatırladığımızda, aslında geri kalan sürenin bu kadar kapsamlı, Kyoto'dan daha kapsamlı bir yeni anlaşmaya varmak üzere yeterli olmadığını biliyoruz. Bu anlamda Kopenhag'ın beklenen sonucu üretemeyebilecek olması olasılığı kuvvetle ihtimal olmaya devam ediyor.

Bu ortak vizyon ne kadar geniş bir ufka sahip, ona kısaca bakalım isterseniz. Bir ölçüde IPCC'nin 4. raporundaki, ülkeler için yerine getirilmesi gerektiği söylenen emisyon indirimlerine ilişkin rakamlardan, tahminlerden parçalar görebiliyoruz bu metnin içinde. Ama büyük ölçüde ülkelerden gelen görüşlere dayalı olduğu için kopuşlar da söz konusu oradan. Genel ifadelerden sonra, iklim değişikliğinin artık çok tehlikeli bir noktaya ulaşmış olduğu, bu konuda mutlaka önlem alınması gerektiği, kalkınma yöntemlerinin değiştirilmesi gerektiği, kalkınmanın iklime uygun hale getirilmesi gibi genel ifadelerden sonra, somut olarak bu vizyonun sayısal karşılığının ne olduğuna ilişkin rakamlar var burada. Belki de kabul edilmesi durumunda, bu anlaşmayı gerçek anlamda anlamlı bir anlaşmaya dönüştürebilecek olan, küresel emisyonların atmosferdeki stabilizasyon düzeyiyle ilgili hedef için, "emisyonlar, atmosferde 400 ppm, 450 ppm'den az ya da 450 ppm'i geçmeyecek şekilde stabilize edilmeli" deniyor

ÖM: Bu çok üzücü, çünkü James Hansen ve arkadaşlarının, bu konuda çalışanların ortaya koyduğu son makale, net bir şekilde 450 ppm'in bu felaketi durdurmaya yetmeyecek derecede yüksek bir miktar olduğunu, 350 ppm'e geri dönmek, yani 1980'lerin başlarındaki seviyeye indirmek için bütün radikal tedbirlerin alınması gerektiğini söylüyorlardı. Şimdi 450'de ısrar etmek yine aymazlık olarak nitelendirilebilir belki.

SCM: 350 ppm'i stabilizasyon düzeyi olarak öngören bir seçenek de var burada, o da, küçük ada ülkelerinin, deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle sular altında kalması tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkelerin önerisi. Birinci seçeneğin, yani 400-450 ppm'i stabilizasyon düzeyi olarak gören seçeneğin önemi şu; kombine bir hedef öngörüyor. Tartışmalar vardı, "yalnızca stabilizasyon seviyesini mi esas alalım, sıcaklık artışının durdurulması gereken düzeyi mi esas alalım, yoksa kolektif olarak ülkelerin emisyonlarını indirmeleri gereken miktarı mı esas alalım?" diye. Bu birinci seçenek hepsini birleştiriyor, yani şimdiye kadarki tartışmaları bir ölçüde ileriye götüren bir şey bu seçenek eğer kabul edilirse. Fakat 450 yerine 350'nin konması tercih edilir tabii burada. 450'yi söyledikten sonra 2 derecenin üstüne çıkılmaması gerektiğini de bir hedef olarak belirtiyor.

ÖM: Yani endüstri devriminden itibaren, 200 küsur yıldan beri yükselmiş olan seviyeyi hedef alıyor değil mi, baz olarak?

SCM: Evet, zaten bunun yarısını karşılamış durumdayız şu anda. Sıcaklık, yaklaşık 1 C artmış durumda. Ek olarak da 1990 seviyesine göre 2050'ye gelindiğinde bütün ülkelerin kolektif olarak %50 emisyonlarını azaltması gerektiğini söylüyor. Bu ilk seçenek, 3 kriteri birleştiren bir kombinasyon.

ÖM: Yalnız, Hansen ve arkadaşlarının makalesinde, "350'ppm'nin üzerinde bir seviyede sabitlenirse 2 derecenin altında artış hedefi tutturulamaz" deniyordu.

SCM: Evet IPCC'nin son raporundan sonraki bir çok çalışma da aynı şeyi söylemeye ve o konuda uyarıda bulunmaya başladı. Sadece, endüstri öncesi döneme göre sıcaklık artışı kriteri konması konuyu tartışmalı hale getiriyor. Yani metinde 2 derece hedefiyle yetinilmiş olması tartışmalı; bu 2 dereceye atmosferde ne kadar sera gazıyla ulaşılabilir? 350 ile 500 arasında değişiyor bu farklı görüş ve kaynaklara göre. Bu da bir belirsizlik yaratıyor. Dolayısıyla hepsini metne koymak, belki her taraftan güvenceye almak için yararlı bir yaklaşım olabilir.

Öteki seçenek de, sıcaklıkların 1,5 derecenin üstüne çıkmasına izin vermemek. Tabii bunun için de 350 ppm'de stabilize etmek emisyonları. Bunun gerçekleşebilmesi için de kolektif olarak küresel emisyonların, 2050'ye varıldığında, 1990'dan %80-85 civarında daha az olması gerekiyor.

ÖM: Yalnız sorun şurada ki, okyanusların karaya göre çok daha geç hareket etmesinden dolayı, şu anda emisyonlar tamamen kesilse bile, yine de sıcaklığın bir bu kadar daha artması, 0.7-8 derece kadar yükselmesi bekleniyor galiba. Bu çok tehlikeli bir şekilde yaklaştırıyor zaten 2 dereceye.

SCM: Bizim uygarlığımızın kurulduğu gibi, lineer bir şekilde çalışmıyor, modernite bize lineer bir dünya öngörüyor, ama doğa lineer olmayan yöntemlerle işliyor, bu da bizim öngördüğümüzden farklı sonuçlar çıkmasına neden olabiliyor.

Bu metnin içinde yer alan ilginç seçeneklerden bir tanesi de, stabilizasyon düzeyi, sıcaklık artışı hedef sınırlarına ek olarak, başka bir şey söylüyor ki eğer anlaşmada böyle bir hükme yer verilebilirse gerçekten devrimci bir şey olur; küresel olarak kişi başına ortalama emisyonların 2 ton karbon eşdeğeri miktarında sabitlenmesi gerektiğini söylüyor. Kişi başına 20-25 tonlarda emisyonlara sahip olan ülkelerin olduğu bir dünyada bu çok iddialı bir şey.

ÖM: Amerika'da kişi başına 24 ton değil mi?

SCM: Avrupa ortalaması 10-15 ton aralığında değişiyor. Bu miktarlardan 2 tona geri dönebilmek çok iddialı. Tabii burada bir zaman aralığı verilmemiş, herhalde metni yazanların aklında 2050 vardır, 2050'de bütün ülkelerin emisyonlarının kişi başına 2 tona geri çekilebilmesi, belki de iklim güvenliği sağlayabilecek başlıca şeylerden biri olabilir.

ÖM: Bu çok önemli tabii, ama gerçekleştirilebilir mi bilemiyorum. Türkiye'de şu anda, 2007 itibariyle 5.3 ton galiba kişi başına karbon salımı?

SCM: Bu rakamın aslında pek şaşırtıcı olmaması lazım bizim için, çünkü hem IPCC, hem de Stern Raporu'nu hatırladığımızda, öngörülen indirime, yani kolektif olarak bütün ülkelerin 2050'de gerçekleştirmesi gereken %85-90 oranında indirime ulaşılabilmesi için kişi başına emisyonlarda bu oranlarda bir azalmanın sağlanması gerekiyor zaten. Stern Raporu bunu açıkça söylüyordu, "Eğer iklimde güvenli noktaya geri dönmek istiyorsak, atmosferdeki emisyon artışında kişi başına 2 tona kadar geri dönülmesi gerekiyor" diyordu.

ÖM: Bu çok önemli bir hedef gibi görünüyor.

SCM: Kaynakları olan bir hedef burada yazılmış olan. Tabii arkasından da şu konu gündeme geliyor; bu sayısal hedefler konulduktan sonra, ülkeler arasında nasıl paylaşılacak? Belki de ikinci büyük kıyamet burada kopuyor müzakerelerde. Bu taslak metin bu konuya ilişkin olarak da önemli seçenekler koymuş; bunlardan bir tanesi ülkelerin bu yükümlülükleri tarihi sorumluluklarına göre paylaşılması. Bu yükümlülüklerin paylaşılması, adaleti sağlamak açısından önemli referans kriterlerinden bir tanesi. Fakat bu tarihi sorumluluğun nasıl hesaplanacağı önemli bir sorun. Nasıl belirleneceği konusunda modeller oldukça gelişmiş olmasına rağmen, Kyoto'dan bu yana hâlâ belirsizlikler taşıyan bir yönü var bunun.

ÖM: Ama besbelli ki İngiltere, endüstri devrimini başlatan ülke olarak, birinci derecede tarihi sorumluluk taşıyor. Sonra da ABD devraldı bunu, sonra da Avrupa ülkeleridir herhalde, zengin ülkeler yani.

SCM: Avrupa modelleri kullanarak yapılan hesaplamaların sonucunda Avrupa, daha doğrusu OECD başı çekiyor tabii, hangi gazların esas alındığı, değerlendirmeye katıldığı ya da karşılaştırma olarak hangi yılların kullanıldığına bağlı olarak bu paylar değişebiliyor, ama OECD her zaman ön planda tabii tarihi sorumluluk açısından. Tabii literatürde, kitaplarda, objektif olarak, sizin dediğiniz gibi İngiltere baş sorumluluğa sahip şeklinde değerlendirmeler olmakla birlikte, felsefi tartışma olarak bu sorumluluk konusunda emisyonların küresel ısınmaya yol açtığını bilmediği için, endüstri devrimini başlatanlar ya da onun getirdiği refahtan yararlananlar geriye doğru sorumlu kabul edilemezler bundan ötürü de deniyor.

ÖM: Evet, ama bu durumu kurtarmaz

SCM: Kurtarmıyor, gelişmiş ülkelerin de söylediği şöyle bir şey var; "biz endüstri devrimini başlattık ve dolayısıyla emisyonları arttırmaya en fazla biz katkıda bulunduk, fakat bunun yararlarından gelişmekte olan ülkeler de yararlanıyor, onun meyvelerini onlar da kendi kalkınmalarında kullanıyorlar" diyorlar. Dolayısıyla, "bu tek başına gelişmiş ülkelerin sorumluluğu ya da endüstrileşmiş ülkelerin sorumluluğu olarak kabul edilemez" şeklinde bir yaklaşımları var. Tartışma yaratacak kriterlerden bir tanesi de bu.

ÖM: Hem bu güzel hayatımızı devam ettirelim, hem de iklim değişikliği olmasın, kimse de zarar görmesin. Bu imkansız.

SCM: Evet, hem nükleer savaştan daha tehlikeli bir sorun olduğunu söyleyip, hem de gereğini yerine getirmemek, galiba kolektif irrasyonalitenin görünümlerinden bir tanesi.

ÖM: Bu da işi dolambaçlı hale getirip sulandırmaya yarayan ofset mekanizmalarını filan gündeme getiriyor. Bir de böyle bir yönü var değil mi?

SCM: Bu metin de yine "cap and trade" (sınırla ve pazarla) yaklaşımını esas alıyor, ama ilginç bir şekilde yine ülkelerin gönderdikleri görüşler dolayısıyla, küresel düzeyde ton başına 2 dolar karbon harcı koymaktan, karbon vergisinden de bahsediyor. Hiçbir öneriyi dışarıda bırakmamaya çalışan bir metin.

ÖM: Karbon vergisi de var yani metinde? Çok önemli bu.

SCM: Var. 53 sayfalık geniş bir metin bu; "İklim değişikliğiyle mücadelenin finansmanı nasıl sağlanacak?" başlığı altında seçeneklerden birisi olarak yer almış durumda.

ÖM: Oysa bence tek seçenek var.

SCM: Tabii, ofset mekanizmaları yine Amerika'nın gündemindeki devasa yasa dolayısıyla bir kere daha gündeme geldi. Geçtiğimiz günlerde ilginç bir rapor yayımlandı, bu sene ikincisi yayımlanan bu raporun bizim açımızdan ilginç tarafı, Türkiye'nin ağırlıklı bir yer tutması raporda. 2008 yılı içinde ofsetlerden elde edilen miktarın ya da ofsetleri kapsayan gönüllü karbon piyasasının hacminin 2 katına çıktığı söyleniyor. Yani bir büyüme var ofset mekanizmalarının kullanımında ve Türkiye bu büyüyen pazar içerisinde 3. sırada. İlk sırada Asya ülkeleri, Çin, Hindistan gibi ülkeler var, bu ülkelerde çok sayıda ofset projesi yürütüldüğü için. İkinci sırada Amerika var ve üçüncü büyük grubu da Türkiye oluşturuyor. Bu küresel ofset piyasasının Ortadoğu olarak adlandırılan %15'lik kısmını Türkiye oluşturuyor. Tabii çekici bir hale gelmiş durumda Türkiye bu tür yatırımlar açısından, Kyoto'ya taraf olmadığı için ve Kyoto'nun mekanizmalarına dahil olmadığı için. Ancak ofset mekanizmaları vasıtasıyla ya da gönüllü karbon piyasaları vasıtasıyla Türkiye'de bu tür projeler uygulanabiliyor. Özellikle son 1-2 yılda artan rüzgâr enerjisi yatırımları nedeniyle ve bu yatırımları yaparken yatırımcıların indirmeyi öngördükleri sera gazı miktarını ve oradan elde edilen krediyi gönüllü piyasalarda sattıkları için büyük bir artış var. Türkiye'nin piyasaya bu hızlı girişini"Türk lokumu" diye adlandırmışlar raporu yazanlar. Bunun bir sorunlu tarafı var; Türkiye Kyoto'ya taraf olduktan sonra, ya da 2012 sonrasında yükümlülüklere katıldığında, o esneklik mekanizmalarına girdiğinde, buradan elde edilen krediler nasıl değerlendirilecek? Bu belli olmayan bir yaklaşım şimdilik. Ama daha genel anlamda rapor şöyle bir değerlendirme de yapıyor; 2008 yılında beklenenden daha az bir büyüme oldu, çünkü bu "yeşil badana" dediğimiz halkla ilişkiler ve sosyal sorumluluk kampanyalarında şirketler çoğunlukla bu gönüllü piyasalarda yer alıyorlar. Dolayısıyla kamuoyunda bir kuşku oluşmaya başladı bu ofset projeler hakkında. Piyasada beklenenden daha az gelişme gerçekleşmesi üzerinde bunun olumsuz etkisinin de sonuçları var deniyor. Tabii ofsetin değil resmi olarak rejimin altındaki indirim mekanizmalarının uygulanması tercih edilir.

ÖM: Kesinlikle. Verginin de sadece adının geçmesi bile önemli aslında.

SCM: Evet ton başına 2 dolar olarak öngörülmüş karbondioksit vergisi. Karbon harcı, karbondioksit vergisi ya da zengin ülkelerin ürünlerine karbon vergisi konulması gibi seçenekler metnin değişik yerlerinde bir kaç kez geçiyor. Önemli bir başka değişiklik ve yenilik de toplumsal cinsiyetin ilk defa müzakere sürecine ve metne girmiş olması. "Toplumsal cinsiyet eşitliği olmadan iklim değişikliğinde adalet gerçekleştirilemez" diyordu kadın grupları ve önemli bir mücadele verdiler bu süreçte. Bir ölçüde yerini almış durumda talepler müzakere metninde.

ÖM: Bunun üzerinde de daha etraflıca durma fırsatımız olacaktır diye ümit ediyorum.

SCM: Dünya Çevre Günü sloganıyla bitirelim, Bu sene 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nün sloganı: "Dünyanın size ihtiyacı var."

Bu müzakerecilere de ihtiyacımız var hepimizin, umarım rasyonel ve etik davranacaklardır.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.