
Madalyonun bir yüzü mimarinin ruh sağlığımızda yıkıcı etkilerine işaret ediyor. İyi haber ise madalyonun öteki yüzünde... İnsancıl bir mimari anlayışı ile tasarlanan evlerde daha mutlu, stresten uzak bir şekilde yaşayabiliriz. Buradaki en önemli nokta insancıl ve çevreci mimari anlayışını idealize ederken diğer yandan da getirilerini uzun vadede ve geniş bir vizyonla değerlendirebilmek. Çevre ve mimarinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerinden hareketle toplumsal barış, uyumlu ilişkiler, yaratıcılığın yükselişi ile gelen iş yerinde performans artışları, sağlık masraflarının azalması, suç oranlarındaki düşüş gibi ekonomiyi yakından ilgilendiren sonuçlar elde edilebilir. Bu açıdan bakıldığında çevreden yapıcı bir şekilde faydalanıp, bir takım regülasyonlara gidilerek zenginleşme şansı da yakalanabilir.
İç İçe Geçmiş Yaşamlar...
İnsanın çevre ile etkileşimi oldukça zengin bir araştırma konusu. Evrende, bizim dışımızda yer alan en ufak detayın bile bizde yaratabileceği etkiyi gözden kaçırmak ne kadar hatalı ise bizim de çevremize yaptığımız etkiyi küçümsemek o kadar yanlış olur. Yaşam ışığımızın sadece mikroskopla görülebilen tek bir kanser hücresiyle sönebileceğini gördüğümüzde büyük, küçük demeden tüm faktörleri ele alarak hareket etmek en mantıklısı. Sayısız araştırma, çevrenin insan üzerindeki derin etkisini ortaya koyuyor. Çevreyi üç boyutta inceliyoruz. Orman ve deniz gibi doğal çevremiz, mimari yapıları ve yapay parkları içeren doğal olmayan çevremiz, son olarak da sosyal çevremiz...
Yeşil Olmadan Asla...
Sesiyle, kokusuyla, rengiyle ilham veren, bize doğanın parçası olduğumuzu hatırlatan, gerçek anlamda yaşadığımızı hissettiren doğal çevrenin insan psikolojisine etkilerini bilmeyen neredeyse yok gibi. Akademisyenlerin çalışmaları şehirlerde ve evlerde yeşil alanlara yer vermenin güvenlik duygusunu artırdığını, stresi azalttığını, bilişsel fonksiyonları geliştirdiğini ve üretkenliği canlandırdığını gösteriyor. Olumsuz duygulara karşı panzehir etkisi, strese karşı en etkili silah olan doğanın gücü performansımız üzerinde de kendini gösteriyor. Yeşilin ve mavinin dinginleştiren etkisiyle dikkatimizi toplama yetimiz artıyor, daha etkin bir şekilde hedef koyuyor ve hedefelerimize odaklanabiliyoruz. Bir anlamda düşünsel kabiliyetlerimiz keskinleşiyor. Kuo tarafından yapılan bir araştırmaya göre doğal alanlara yakın binalarda oturanlar oturmayanlara göre yaşamlarındaki büyük olaylarla daha kolay başa çıkabiliyorlar. R. Kaplan'ın yaptığı bir başka araştırma ise evden izlenebilen doğal manzaranın sakinlerine huzur verdiği ve barışcıl duygular yaşattığını ortaya koymuş.
Peki doğanın bizi teskin eden bu sessiz hakimiyeti nereden geliyor? Bu soruya çeşitli yanıtlar verilebilir. Bu yanıtlardan bir tanesi belki de doğanın sınırsız zekası. Bir deniz minaresine baktığınızda genelde gördüğünüz şekil spiraldir. Helis, sarmaşık bitkisinin ağaca tırmanırken çizdiği eğridir. Bu eğri bir yüksekliği en kısa mesafede tırmanma problemini çözer. Bir sarmaşık bile en yalın şekilde en en akıllı çözümü yaratabiliyorsa binaların ve şehirlerin planlanmasında doğayı rehber almak eşzamanlı olarak işlevsellikle duygusal dengeyi bizlere sunabilir.
Terapi Etkisi Yapan Tasarımlar
Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yarısı büyük şehirlerde yaşıyor. 2050 yılında bu oranın yüzde 75'lere ulaşması bekleniyor. Bu beton ormanlarında genelde deniz, doğal park, göl ve yeşil alanlar ancak rüyalarımızda yer bulabiliyor. Bu sebeple doğal olmayan çevre, günlük yaşamlarımızda daha fazla etkin rol oynuyor. Yapay parklar, köprüler, okullar, hastaneler, alışveriş merkezleri, iş merkezleri, spor tesisleri ve de en önemlisi evlerimiz... Tüm bu mimari yapılar tasarımlarıyla yaşam kalitemizi belirliyorlar.
Psikiyatri Kliniğinden Örnek
Binaların insan psikolojisinde yarattığı dramatik etkileri en iyi tespit etmek adına psikiyatri kliniklerinde incelemelerde bulunulmuş. Bir takım tasarım çalışmaları yapılmış ve düzenlemelerin hastaların tedavi süreçlerine etkileri ölçülmüş. Sonuçlar çevre tasarımı ile tedavi kalitesi arasında birebir bağ olduğunu göstermiş.
Küçük ölçekte binalar, geniş perspektifte şehirler psikolojimizi bozuyor. Kişiliklerimiz zayıflıyor, umutlarımız tükeniyor, yaşam enerjimiz düşüyor, yaratıcılığımız törpüleniyor. Sürekli çevreden aldığımız tehlike sinyalleriyle stres bağımlısı oluyoruz. Bireysel bazda bozulan psikolojimizle birer potansiyel suçlu haline gelebiliyoruz.
- Mahremiyet: İnsan doğası mahremiyete önem verir ancak sosyallikten de vazgeçemez. Dolayısıyla bu ikisi arasında yaratılan denge kişiden kişiye farklılık gösterse de arayış özünde aynıdır. Kalabalık yerlerde kendimizi stres altında hissedebiliriz çünkü çevremizde tanımadığımız insanlarla çevriliyizdir. Bu insanlardan bazıları bizim için tehlikeli olabilirler. Bu eğilim psikiyatri kliniiğinde yapılan çalışmada da gözlemlenmiş. Fazla sayıda hasta içeren odada yatan hastaların stres seviyelerinde artışlar saptanmış. Özel alandan yoksunluk hastaların tedavilerini olumsuz etkilemiş.
- Pencere ve Manzara Etkisi: Hastane yatağından izlenebilen manzaranın hasta sağlığına etkisi oldukça yüksek düzeylerde ölçülmüş. Penceresiz odaların özellikle kritik hastalarda olumsuz etki yarattığı görülmüş. Duvar manzarası ile doğa manzarası arasındaki etki farkı ise iyileşme sürelerinde tespit edilmiş. Odasının penceresi doğal alanlara bakan depresyon hastaları çok daha kısa sürede hastaneden çıkmışlar.
- Ses seviyesi ve Akustik: Yüksek ses ve gürültünün stres seviyelerini yükselttiği bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş. Gürültü ve ses kontrolü sağlanarak hastane çalışanlarının stres seviyesi düşürülmüş ve hastaların kaygı düzeylerinde iyileşmeler saptanmış.
- Gün Işığı ve Ritm: Gün ışığı günlük ritmimiz için önemli bir düzenleyici. Uyanık ve üretken olmamızı sağlıyor. Gün ışığından daha fazla faydalanmayı içeren tasarımsal düzenlemeler hastane çalışanlarına ve hastalara sağlık açısından fayda sağlamış.
Depresyon rahatsızlığı geçiren hastaların tedavi edildiği hastanelerde bahçede zaman geçirenlere bir takım sorular yöneltilmiş. bu hastaların yüzde 79'u bahçede geçirilen zamanın kendilerini rahatlattığını ve sakinleştirdiğini söylemiş. Yüzde 25'i kendilerini daha güçlü, yüzde 22'si ise hayatla başa çıkabilecek kadar iyi hissettiklerini belirtmiş. Bahçeleri özel kılan nedir diye araştırıldığında ise doğa ve bitkilerin varlığı yüzde 59, taze hava - güzel koku ve dinlendirici sesin etkisi yüzde 58 oranında çıkmış. Kişinin kendiyle ya da bir dostu ile başbaşa kalabilme imkanı sunmasını belirtenlerin oranı yüzde 50.
Ruhumuzu Yücelten Yapılar
Binaların yalnızca belli işlevleri yerine getirmesini, bizlere mutluluk ve huzur vermesini değil, aynı zamanda belli bir dış görünüşe sahip olmasını, bu dış görünüşüyle belli bir kavramı, belli bir dünya görüşünü ya da ruh halini yansıtmasını istiyoruz.
Yaşam sadece denge ve mutluluktan da ibaret değil. Kendimizi gerçekleştirmek en önemli psikolojik ihtiyaçlarımızdan. Bu nedenle ideallerimizi, sahip olmadığımız ancak sahip olmak istediğimiz nitelikleri barındıran mimari yapılara hayran kalıyoruz. Onların içinde kendimizi yücelmiş hissediyoruz. Davranışlarımızı o ideallere yaklaşmak adına yeniden disipline ediyoruz.
John Ruskin'e göre tüm binalar analiz edebileceğimiz, değerlendirebilip yorumlayabileceğimiz, bir takım kavramları içinde barındırır. Binalar demokrasiyi ya da aristokrasiyi anlatır, açık yüreklilik ya da kibirden, dostluktan ya da saldırganlıktan söz eder, geleceğe duyulan sempatiyi ya da geçmişe duyulan özlemi dile getirir. Her tasarım belli bir ruh durumunu va ahlak anlayışını yansıtır. Bir binayı güzel bulduğumuzu söylerken onu yalnızca estetik bulduğumuzu değil, çatısıyla, kapı kollarıyla, pencereleriyle yaşam biçimini benimsediğimizi anlatmak isteriz.**
Berlin DZ Bank - 1992'de Sevilla'da yapılan Dünya Fuarı'nın ulusal pavyonların kendi ülkeleriyle ilgili idealist bir yaklaşımı örtük biçimde yansıtır. Berlin'deki DZ Bank'ın Brandenburg Gate yakınındaki şubesinde çalışanlara parlak bir ideal sunulmuştu. Bu insanlar sıkıcı, rutin işlerle uğraşıyorlardı ama kafeteryadan kahve almaya ya da toplantıya giderken binanın ortasında kocaman avluya yerleştirilmiş, tuhaf ama son derece zarif bir konferasns odası görüyorlardı. Bu yapı yuvarlak hatları ve kıvrımlarıyla ciddi patronların özlemini duyduğu yaratıcılık ve neşe gibi kavramları çağrıştırıyordu.
İnsan - çevre etkileşimini daha iyi kavrayabilmek iki ayrı üniversitenin değerli akademisyenlerinin bilgi birikimine başvurduk.
Yrd Doç. Dr. Figen Karadayı
Maltepe Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
"Çevreci ve insani mimari ön planda olmalı"
Çevreyi üç boyutta değerlendiriyoruz. Doğal çevre ( park, orman, deniz) , doğal olmayan çevre (site, planlanmış park, köprüler, mimari yapılar) ve sosyal çevre. İnsan - çevre etkileşimi uzun zamandır bilinen bir gerçek. Çevrenin, insan psikolojisi üzerine etkilerinin incelenmesi 1910'lu yıllarda ortaya çıktı. Endüstrinin gelişimi, üretkenliğe odaklanma ile 1930'larda psikologların farklı çalışmalar ortaya koymasına neden olmuş. Çalışanların dışarıdan gelen uyarıcılarla (ses, gün ışığı...vs) verimlilikleri arasındaki ilişki sorgulanmaya başlamış. Yine o yıllarda bir takım psikiyatri koğuşlarında çevre düzenlemesi yapılarak hastanın tedavi sürecine katkısı anlaşılmaya çalışılmış. Özellikle depresyon ve anksiyete ( kaygı) bağlantılı rahatsızlıklarda çevrenin insan üzerindeki olumlu - olumsuz etkisi incelenmiş. İnsanların kendilerini rahat hissettiği, hoş ve güzel olarak ifade ettiği ortamların iletişim arttırıcı özellikte olduğu görülmüş.
Maslow'un bu konuda yaptığı bir araştırma da oldukça dikkat çekicidir. Maslow kişilere belli resimler göstermiş ve bu resimleri yorumlamalarını istemiş. Ardından bu resimleri, önceden gösterdikleri mekanda belli düzenlemeler yaparak ve daha hoş bir hale sokarak yeniden göstermiş. İç mekan tasarımlarının daha güzelleştirilmesiyle kişilerin resimler hakkında yaptıkları yorumların daha olumlu olduğunu görmüş.
Çevre insanı etkiliyor ancak ne ölçüde ve nasıl etkilediği kişinin bireysel özelliklerine, kişiliğine, bilişsel ve kültürel yapısına göre değişiyor. Çevre insanlara korkutucu, heyecan verici, huzur verici, uyarıcı gelebilir. Sakin görüntülerin dinlendirici etki yaparken teknolojik görüntülerin olumsuz etki yarattığı çalışmalarla ortaya konmuş. Doğadan geldik, toprağa ve yeşile hep yakındık. Teknolojiyi biz ürettik ancak onun ruhumuzu tüketmesine izin veriyoruz. Kültürü biz yarattık ancak onun bizi boğmasını engelleyemiyoruz.
Doğal, estetik, pratik... Bu üç özelliğin hiç birinden vazgeçemeyiz. Gerektiğinde doğalın aşırı planmış olması bile bizleri rahatsız edebilir. Yapay parklar, cetvelle çizilmiş havası veren yeşillikler bile olumsuz etki yaratabilir. Bugün biliyoruz ki bilgisayarlar, televizyonlar, gökdelenler, aşırı teknoloji kokan üretimler bizleri mutlu etmiyor. Burada bireysel algı etkin bir rol oynuyor. Bazı bireyler aşırı şekilde etkilenirken bazıları daha az etkilenebiliyor.
Binaların yapımında proje geliştiricileri ve mimarlara büyük iş düşüyor. Çevreci ve insani mimari ön planda olmalı. Mimar kime ve kim için planlama yaptığını bilmeli. Ürettiği mekanlarda yaşayacak insanların kültürünü, beklentilerini bilmeli ve onları tanımalı. İnsanların öznellik ve etkileşim ihtiyacına dengeli yanıt verebilmeli.Örneğin hiyerarşik sistem doğuda vardır. Batıda bu sisteme göre dizayn edilmiş ofislerde, iş alanlarında verim elde edemezsiniz.
Bir başka dikkat çekmek istediğim konu çevrenin bir bütün olduğu ve çizgi çizerek bölemeyeceğimiz gerçeği. Bir dönem medyada yer alan bir haberi unutamıyorum. Çok lüks binaların bulunduğu yere yakın bir bölgede bir çöplükte gazların yarattığı basınçtan dolayı patlama yaşanmıştı. Kendimizi sınırları çizilmiş bölgelere kapatıp güvende olamayız. Üniversitemizde öğrencilerimiz yaptığı nitel nitelikli bir araştırmanın konusu sitelerde yaşayan kişilerin mutlu olup olmadıkları ile ilgiliydi. Sonuçlar şu an yaşadıkları yerlerden mutlu olduklarını gösteriyor. Ancak orada şimdi büyümekte olan çocuklar büyüdüklerinde korunaklı bölgelerden çıkıp gerçek dünya ile yüzyüze kaldıklarında neler olacak? Bunu zaman gösterecek.
Öğr. Gör. Dr. Ayla Ayyıldız Potur
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
"Mimarlık içi boş bir heykel gibidir, insan onun içine girer, orada yürür ve yaşar"
Psikoloji, temel taşı insan olan bir bilim alanı. Mimarlık ise, mekan üretme sanatı gibi dar bir kesitte açıklanamayacak kadar interdisipliner, çok yönlü bağlamı olan bir disiplin. Göndericisi tasarımcı, alıcısı kullanıcı (ya da toplum), mesajı yapıt (ya da mimarlık ürünü) olan bir iletişim dili. Son yarı yüzyılda her iki temel alanın da farkındalık kazandığı bir tema var: İnsanın "mekan bağlamından", mekanın ise "insan bağlamından" bağımsız olarak değerlendiremeyeceği gerçeği.
Bu bağlamda, bütünsel bir bakış açısı ile tartışma çabası, yeni bir alt disiplinin doğuşunu da beraberinde getiriyor: Mimarlıkta Psikoloji. Bir anlamda her iki temel disiplinin ara kesit düzlemi olarak işlev gören bu alan, mimarlığın, gerek kullanıcısı gerekse de tasarımcısının insan olması nedeni ile sadece fiziksel değil, psikoloji tabanına bağlı yaklaşımlarla da değerlendirilmesi gerekliliği üzerine odaklanıyor.
Zevi'nin oldukça etkileyici bir deyişi var: "Mimarinin ayırıcı niteliği, insanı da içine alan üç boyutlu bir mekanda var olmasıdır. Heykel üç boyutludur, fakat insan onun dışında kalır. Tersine mimarlık içi boş bir heykel gibidir, insan onun içine girer, orada yürür ve yaşar." Bu deyiş belki de, mimarinin insana özgü değer yargılarının dışında kalmayı hedefleyen, kesin, normatif, kural tabanlı katı rasyonalist beklentilerinin sona erdiğini özetlemekte. Rasyonel mimarinin, konsensus mimarisi, katılımcı mimari gibi yeni söylemlere, yeni sorulara da yer verme sürecinin başlangıcı.
İnsan yapısal çevresini nasıl algılar? Bilişsel süreçte zihninde yeniden nasıl kurgular, nasıl anlamlandırır? Mekan, insanın ruh sağlığını, psikolojisini, gelişimini etkiler mi? Bu etki ne düzeydedir? Mekansal değişkenler davranışı nasıl etkiler? Yapısal çevre okunulabilir mi? Bireyin mekanı içselleştirmesinde, bağlanmasında, kendilemesinde mimarlık etkinliğinin rolü nedir, nereye kadardır? gibi pek çok soru gündemdeki yerini aldı.
Ancak, iki farklı disiplinin entegre olarak birbirlerinin kökleşmiş metodolojilerinden faydalanma yönünde ortak bir ara kesit düzlemi bulma yönündeki arayışı oldukça sancılı. Bu nedenledir ki, her iki disiplinden gelen uzmanların yer aldığı interdisipliner çalışmaların sayısı oldukça sınırlı. Bu nedenle, "mekan, insan psikolojisini, ruh sağlığını, gelişimini nasıl etkiler?" gibi sorulara genel geçer söylemler yerine bilimsel olarak yanıt arayabilmek oldukça zor bir süreç olarak kabul edilebilir. Kullanıcının potansiyel beklentileri dikkate alınarak tasarlanmış mekanların bireyin ruh halini, psikolojik yapılanmasını, hatta kimliğini olumlu yönde etkileyeceği herkes tarafından bilinen bir gerçek. Ancak, asıl zorluk, konunun ölçmeye dayalı çabalarla bilimsel olarak ispat edilebilmesi çabası. Diğer yandan, tüm bu zorluklara rağmen, arayış içinde olan çalışmaların sayısı da az değil. "Akıl hastalarının tedavisinde mekan organizasyonunun etkisi", "Poliklinik bekleme alanlarının stres faktörüne göre değerlendirilmesi", "Hastane plan konfigürasyonunun yön bulma davranışına etkisi", "Öğrenme etkinliğinin kalitesinde mekanın olanak verdiği oturma düzeninin rolü", "Klinik odalarının tedavi gören çocuklar üzerindeki etkileri", "Geçici konaklama amaçlı yurt yapılarında mekanı kişiselleştirme olgusu", "İlköğretim binalarında iç mekan renklerinin öğrenme üzerindeki rolü", "Konut tipi tercihlerinin çocuklar üzerindeki etkisi", "Farklı yerleşim birimlerinin çevresel bağlılık faktörüne göre değerlendirilmesi", gibi konulara değinen çok sayıda araştırmaya rastlamak mümkün.
Kaynaklar:
Contact With Nature, Sense of Humor, and Psychological Well-Being Thomas R. Herzog and Sarah J. Strevey
Commission for Architecture and the Built Environment (CABE) Future health
Sustainable places for health and well-being report
Matematiğin Aydınlık Dünyası Sinan Sertöz
*İnsanat Bahçesi Desmond Morris
**Mutluluğun Mimarisi Alain De Botton