Haberler

Konut Kurultayı'ndan izlenimler

Tarih: 7 Mart 2011 Yazan: Korhan Gümüş
Rio de Janerio'nun kapalı siteleri ile çevrelerindeki yoksul mahallelerinin yarattığı çelişkili durum 2006'da Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde çarpıcı görselliği ile yer aldı. 2007'deki Rotterdam Mimarlık Bienali'nde de aynen sergilendi. Daha sonra gene bir örnek olarak yer almaya (Rotterdam 2009) devam etti. Ancak bu defa, geçen süre içinde yalnızca çelişkileri ile değil, kamunun başlattığı örnek rehabilitasyon programı ile. Bu geçen süre içinde bu kapalı sitelerin yarattığı sorunlar dünya mimarlık gündeminde oldukça geniş bir yer tuttu. Alternatif fikirler geliştirildi. Örneğin mimarlık sergilerinde "Soğuk Savaş" döneminden kalan kapalı toplu konut sitelerinin nasıl dönüştüğü ve bunların geri kazanılması için geliştirilen projeler de sergilendi. Demek ki kentsel ayrışma günümüzün neoliberal politikalarının kaçınılmaz bir sonucu değil. Profesyonellerin günümüzün kentlerinde ortaya çıkan sorunlar için yapabilecekleri var. Kamunun da yoksulluğa, ayrışmaya karşı yapabilecekleri olabiliyor.

Türkiye'de de bu sorunun muhatabı kamunun konut politikalarını yönlendiren kurum olan TOKİ. Bu nedenle bu kuruluşun kamu politikalarının belirlenmesinde kilit bir rolü var. "Çarpık yapılaşma", "doğal afetlere karşı kentsel dönüşüm seferberliği" başlıkları altında 250 bölgede kentsel dönüşüm projesi hayata geçiren Başbakanlığa bağlı bu kuruluş olarak inşaat sektörünü disipline eden bir rol oynuyor. Ancak bu kuruluşun henüz vizyonunda (Saskia Sassen'in Kurultay'ın 1. gününde yaptığı konuşmaya atıfla) "konut politikalarını kentselleştirmek" gibi bir hedefi yok. İmtiyazlı bir konut tekeli olarak yalnızca düşük gelir gruplarının da evsahibi olmalarını sağlamayı gözetecek bir program uygulamaya çalışıyor. Bu program da bazı araştırmaların da gösterdiği gibi bugün yalnızca İstanbul'da sayısı neredeyse bine yaklaşan kapalı sitelerin varlığına, yenileme alanlarında sergilenen bugünkü kentsel dönüşüm modelinin müdahalenin kamusal niteliğini berhava etmesine rağmen hala gözden geçirilmiş ve güncellenmiş değil. TOKİ'nin "çarpık yapılaşma" argümanı ve sergilediği gelişme modeli genellikle kamuoyunu yönlendiren elitin onayını alıyor. Böylece geriye değişime direnmeye, koşullarını konsolide etmeye çalışan marjinalleştirilmiş bir karşı çıkışın cılız sesi kalıyor.

Bu tür çok taraflı katılım ortamları, şekilde de kalsa bu tür kurultayların, konferansların vazgeçilmez bir özelliği. Eğer biraz uğraşılırsa, buna imkan olabileceğini düşünmüyor değilim. En azından bu denemeye değerdi. Bu kurultayda yalnızca inşaat şirketlerinin standları vardı. Konferans alanın girişinde pazarlama broşürlerini dağıtan gayrımenkul şirketleri yer alıyordu.

Oysa bu kurultayda ister nasıl olsa gene lafta kalırdı deyin, ister demeyin; yeni deneyimlerin, yeniliklerin, sorunların tartışılması, yapılanların gözden geçirilmesi planlanıyordu.

Eğer öyleyse yenilik, deneysellik üretenler, yani fikir üreticileri, tasarımcılar, mimarlar, plancılar neredeydi? Türkiye'de konut üretimi üzerine düşünenler, tartışanlar yalnızca yatırım kuruluşları, gayrımenkul pazarlayan şirketler mi? Bu da Türkiye'de konut üretimine hakim olan yaklaşım hakkında bir fikir veriyor. TOKİ'nin sergilediği teknokratik, tekelci tasarım ve üretim modeli tartışmaya açılsaydı. Ama meydan sanki boş bırakılmıştı.

Bu yalnızca düşünce üretiminin bağımsızlığına, deneyselliğine değil, herşeyden önce kent halkına da büyük bir haksızlık. Yenilik üretmesi gerekenlerin bağımlı olması haksızlıkların görünür olmasını, kamu politikalarının eşitlikçi ve adil bir model içinde geliştirilmesini engelliyor. Gelişmenin yatırımcılara, bağımlı ilişkilere terk edilmiş olması, bir başka açıdan uzun vadede siyasetin de, demokratik, sürdürülebilir ve eşitlikçi bir kentleşme fırsatının da kaybı anlamına geliyor.

Kurultayda hiç bir şey konuşulmadı ve olay yalnızca TOKİ ve her durumda ona övgüler dizmekte sınır tanımayan paydaşlarının bir gösterisi olarak mı gerçekleşti? Arada başka bir gelişmeye dönük bir kaç ipucu, işaret yok muydu? Bu kanaati taşısam da gene soruya "hayır" diyeceğim.

Columbia Üniversitesi'nden Saskia Sassen bugün yaptığı konuşmada konut üretiminin kentselleşmesi gerektiğinden söz ederek, konutun iktisatçı bir söylem eşliğinde metalaştırılmasına ve övünülerek sergilenen manzaraya derinden bir kritik getirdi. Kentin daha karmaşık bir konu olduğuna, konut tasarımının da bağlamla ilişkili olarak ele alındığında çeşitli sorunları aşmak için kullanılabileceğine de işaret etti.

Barselona'da 2 dönem belediye başkanlığı yapan, İspanya'nın eski Ankara Büyükelçisi, B.M. Habitat Başkanı Joan Clos, Türkiye'yi tanıyan bir kişi olarak, Habitat 2 konferansı kararlarından, yerleşim çerçevesinin konut hakkından kent hakkına evrilmesinden ve yönetimlerin katılımla ilgili sorumluluklarından söz etti.

Başbakan Tayyip Erdoğan da dönüşüm modelinin katılımla ilgili sorunları olduğunu, eleştirileri dikkate almanın gerekli olduğunu ima edecek bir kaç şey söyledi. Kurultay'ın bu açıdan bir dönüm noktası olmasını arzuladıklarını ifade etti.

Bu sözler dışında ve bir kurultay düzenlenmiş olmasının dışında üzülerek söylemek zorundayım ki kayda değer fazla bir şey yoktu. Elbette ki "kıralın çıplak olduğunu söyleyecek bir babayiğit" böyle bir gösteri ortamında zor bulunurdu. Ama gene de bir şeyler yapılabilirdi, diye düşünüyorum.

Örneğin keşke toplantılarda soru sorma hakkı kullanılarak hiç tartışılmayan ana meseleler gündeme getirilmeye çalışılsaydı. Ayrıca TOKİ'ye meslek odaları, STK'lar adına ortak ve paralel oturumlar açılması teklif edilseydi, yapıcı bir şekilde Habitat 2 Konferansı'na da atıfla. Bu kurultay daha açık söyleyeyim, hem TOKİ'nin "çarpık şehirleşme", "doğal afetler", vs diyerek örtmeye çalıştığı planlamanın kamusal nitelikli meşruiyet sorununun "kabak gibi" ortaya çıktığı bir karşılaşma yaratabilirdi. Böyle düşündüm. Acaba bu karamsar durum içinde acaba hala çok mu iyimserim?

Görülen o ki, en azından ortada ayan beyan bir kriz var, kentsel dönüşümü hiç bir otorite böyle yönetemez. Ama dile getiren yok.

Örneğin Sulukule'de de gördük. Mesele biraz uğraşıldığı anda, Avrupa Parlamentosu'na, 2010'a taşındığı anda, AP'deki Yeşiller'den destek alındığında değişiyordu az kalsın. Neredeyse kamu tarafı başka bir deneyime doğru zorlanabiliyordu. Ama kentleşme meselesindeki bu politik dönüşümü siyasal otoritenin yapacağını iddia eden, tercihe indirgeyen tutucu zihniyet aynen iktidarınki ile örtüştü. Dolayısı ile bu yalnızca

TOKİ'nin krizi değil, yalnızca. Muhalefetin de krizi.

Çünkü müzakere alanının kapatılıp yoksulların, temsil gücü olmayanların dışlanması, üzerine gelinmesi ise yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda bütün aktörlerin bağımlı olarak içinde yer aldığı maddi pratiklere dayanıyor. Bu yüzden kamusal niteliğin yeniden güncellenmesini sağlayacak kritik bir işleve ihtiyaç var.

Bu boyutun ihmal edilmesi aynı zamanda kimlik politikalarının, siyasetin meşruiyet meselesinin de göz ardı edilmesi anlamına geliyor ve yıllardır gördüğümüz gibi iktidar odaklı olduğu için muhalefet alanını daraltıyor. Sorun müzakere alanının daraltılmasını, yoksulların dışlanmasını, iktidarın güç sahipleri ile hemhal olmasını simgesel sınıfın da dahil olduğu bütün siyasal elitin bir işlevi olduğunu tartışmaya açan ve Soğuk Savaş sonrası yeni bütün temel haklar bağlamında çoğulcu bir demokratik program öneren politikaların eksikliği. İktidar dışındaki alanı da sorun etmek gerekiyor.

Bugün galiba kentsel politikalara yönelik küresel planda iki tez çarpışıyor.

Bunlardan birincisi yalnızca bir siyasal yönelime bağlı olarak kentsel politikaların ele alınması. Bu tezin çeşitli versiyonları var. Örneğin iktidarlar doğal olarak bu teze çok yatkınlar, icraatlarını kendilerinin özne olduğu bir süreç içinde biçimlendirdiklerini göstermek için. Ama bu tezin bir de muhalefet versiyonları var. Kimisi meslekçi bir açıdan bilim adına kendi kamu yararını temsil ederek iktidardan pay talep ediyor. Kimisi de bunu alternatif bir iktidar mücadelesi olarak görüyor.

Her koşulda kamusallık krizinin yarattığı kullanılmayan bir potansiyel siyasal alan kalıyor geriye.

Bu sınırlı alandaki tartışmalar iktidar ile muhalefetin, ulusdevlet merkezli ana sağ ve sol akımların da ortak argümanlarını oluşturuyor. Türkiye'de en azından iktidar ile muhalefet bu konuda, kentsel politikaların bir elit tarafından üretilmesi konusunda en azından anlaşmış durumdalar. Politika deyince bunu, yani kendi üzerine kapanan bir simgeselliği, (her koşulda ister piyasa mantığına teslim olmayı önerseler de, ister devletçi bir model önerseler de) kentsel politikaların araçsallaştırılmasını savunuyorlar. Oysa her iki durumda bu model halka yönelik dışlayıcı bir şiddet üreten, ayrımcılık yapan bir siyaset üretiyor.

Türkiye'de AKP gibi merkez sağ partiler yoksul halkın girişimcilik ruhunu okşayarak bu sorunu bir ölçüde görünmez kılıyorlar.

Böylece sorunla yüzleşme fırsatı da ortadan kalkıyor. Muhalefet de bu kamusallık biçimi tarafından belirlendiği için.

Oysa hücrelere ayrışmamış, çoğulcu, öznellikleri de içerebilecek bir kamu modelini savunmak ve simgesel şiddeti engellemek için bugünün dünyasında eskisinden çok daha fazla mücadele imkanı ve sayısız yaratıcı deneyim örneği var.

Durumu biraz özetlemeye çalıştım. Ama bu kurultayda ortaya çıkan durum her açıdan hala çok iyi bir tartışma konusu. Zannedersem Mimarlar Odası, ŞPO, bazı akademisyenler çekilmiş olabilir. Oysa kurultaya katılsalar ve STK'lar Habitat 2 konferansında yaptıkları gibi küresel plandaki gelişmeleri de örnek vererek tartışmaya hakim olsalar, belki daha iyi olurdu. Belki başka bir bahara.

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.