Haberler

"İstanbul Gibi Bir Kentin Merkezinin, Karaköy'ün Yalnızca Turizmle, İnşaatla Gelişmesi Yeterli Olamaz"

Tarih: 7 Mart 2011 Kaynak: Robb Report Dergisi
Robb Report Dergisi'nin Korhan Gümüş ile Karaköy'de gerçekleştirilmek istenen dönüşüm projeleri ve Galataport Projesi hakkındaki söyleşisini sizlerle paylaşıyoruz.

Bildiğiniz üzere Karaköy Rıhtım Caddesi'nde açılan yeni restoranlar, Bankalar Caddesi'nde otele dönüştürülmeye başlayan eski/tarihi yapıların sayısında hızlı artış yaşanıyor. Siz bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Karaköy'de değişim Beyoğlu'nun kentin finans merkezi olmaktan çıkması, Haliç'te endüstrinin desantralize edilmesi ile başladı. 1987 yılında Perşembe Pazarı yıkımları ile bu değişimin fiziki koşulları görünür oldu. Özel sektör de bölgeyi yeniden işlevlendirecek adımlar atıyor. Örneğin Galata'da son zamanlarda yaşanan hızlı değişim. Ancak bu gelişmelerin yeterli olmadığını ve kamunun görevini yerine getiremediğini düşünüyorum. Yönetimlerin kentin yalnızca turizmle, inşaatla değil, yaratıcı dinamizle, kültür ve sanatla gelişmesinin yollarını araması ve bunu yönetmek için özel kurumlar oluşturması lazım. Oysa sanat ve mimarlık İstanbul'da yalnızca özel alana izole edilmiş durumda. Bu yüzden bölgenin gelecekte nasıl bir işlev kazanacağını yalnızca piyasa koşulları belirliyor. Bu da İstanbul gibi en temel özelliğinin çoğulcu bir kent, yani bir metropolis olan yerleşim alanının sıradan bir kent, bir kasaba gibi homojen, kapalı sitelerden oluşan turistik bir yere dönüşmesini getirebilir. Bankalar Caddesi'nin, Galata'nın Talimhane'deki oteller bölgesine dönüşmesi bu kent için iyi midir, kötü müdür? Bunun tartışılması lazım. Örneğin İstanbul'un tarihi merkezi ile asla karşılaştırılmayacak Venedik'te yönetim kentin fosil bir turistik kente dönüşmesine karşı mücadele ediyor. Oysa her tarafı, özellikle de kentin en büyük endüstriyel alanı olan tersaneleri oteller, kongre merkezleri, rezidanslar ile doldurup, bu yöntemle kolay yoldan zenginleşmeyi tercih edebilirlerdi. Demek ki kent halkına bulaşıkçı, temizlikçi olmaktan başka sunulabilecek başka gelişme fırsatları da var. Madem konuya buradan girdik, soralım: Bölgede başka tür bir gelişme olamaz mı? Gelişmenin piyasa koşullarına terkedilmesi kaçınılmaz bir durum mu? Kentteki kamu mekanlarının durumuna baktığınızda öyle gibi gözüküyor. Ama bu yanıltıcı. Daha önce küçücük bütçelerle gerçekleştirilen Fulya Erdemci tarafından gerçekleştirilen Yaya Sergileri'nde, Almanya'dan Essen Üniversitesi'nin, Zürih'ten Design2Context ve ETH Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği çalışmalarda da olduğu gibi dönüşümün daha yaratıcı ve deneyselliğe açık bir şekilde planlanması ve yönetilmesinin İstanbul için hayati önemde olduğunu düşünüyorum.

Değişimin sonunda hem Karaköy hem de İstanbul nasıl etkilenecek?
İstanbul'da Tarihi Yarımada'nın ve Beyoğlu'nun kenti içinde bir "turistik park"a dönüşmesi hedefleniyor. Tarihi Yarımada'daki "oryantalist mahalle güzelleştirme programları" ile Beyoğlu'ndaki planlar yönetimlerin sanki böyle bir amacı olduğunu gösteriyor. Daha doğrusu piyasa koşullarına terk edilen her kentin başına geldiği gibi, İstanbul'da da aynı gelişmeler oluyor. Buna karşılık da karşımızda en az San Marco Meydanı kadar eşsiz, ama ondan bin kat canlı, insanlarıyla birlikte yaşayan Eminönü Meydanı'nı ve Yenicami'nin önünü planlama adına ruhsuz, steril granit taş kaplamaya ve otoyol kavşağına çeviren bir kamu var. Bu nedenle, yani kamu bu kadar yaratıcılıktan, gelişmeyi düzenlemekten uzak, tepeden inmeci olunca, insanlar için tek umut piyasa koşulları oluyor. Ama İstanbul gibi bir kent için bu yeterli değil. Tam tersine uzun vadede son derece tehlikeli ve aldatıcı. İstanbul gibi bir kentin merkezinin, Karaköy'ün yalnızca turizmle, inşaatla gelişmesi yeterli olamaz. İstanbul gibi eşsiz bir kentte değişimin yalnızca piyasa aktörlerine terkedilmesi, altın yumurtlayan bir tavuğun kesilip yenmesi, bir an için karının doyurulması ile eş anlamlıdır.

Aslında bu hareketliliğin nedeni Galataport projesi. Galataport projesi hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Bir çeyrek asırdır kentin dış ticaret limanı olan bölge de işlevsiz. Tıpkı işlevini yitiren eski gazhaneler gibi. Çünkü kamu adına sahipleri yıllardır "bizim burada bir işlevimiz kalmadı" diyorlar ama özelleştirme dışında da bir çözüm bulunamıyor. Oysa burası kentin en değerli kamu mekanı. Tıpkı bir duvar gibi kentin kültürel merkezi Beyoğlu'nin denizle ilişkisini sınırlandırıyor. Bu yüzden bu bölgenin özelleştirilecek olması, bu durumun böyle gitmeyeceğini gösteriyor. Bu açıdan Karaköy'deki gelişmeleri aynı zamanda bu açıdan da yorumlamak gerekli. Ancak dediğim gibi değişim yalnızca özelleştirme ve Ankara'nın kendi bütçesine buradan kaynak aktarma kaygısı ile sınırlı olunca bu olanlar bir fırsat olduğu kadar büyük bir tehlikenin de sinyallerini veriyor. Bence Ankara, merkezi otorite kentin dış ticaretini bu bölgeyi kamulaştırarak yıllarca kontrol etti ve vergilerle zaten merkezi bütçeye değerinin kat kat üstünde kaynak aktardı. Şimdi bu alanı kente geri vermeli. Ama geri vermeli deyince Belediye'ye versin de o satsın demek istemiyorum. Bölgenin başka bir biçimde kullanılması, kamusal kullanım biçiminin değişmesi kenti buranın özelleştirilmesinden kat kat daha fazla zenginleştirir. Bunun da işaretleri yok değil.

İstanbul Bienali ve İstanbul Modern bir anda işlevini yitirmiş alanın sanat kurumları tarafından kullanılabileceğini gösterdi. 2010 bünyesinde gerçekleşen bir geçici kullanımda bile İstanbul'a bir çok uluslararası serginin, etkinliğin gelebileceği görüldü. Demek ki bölgenin dönüşümünde yalnızca piyasa koşularının, aktörlerinin, turizmin değil, sanatın da rol alabileceği görülüyor.

Yukarıdaki soru paralelinde sizin "şöyle yapılsa daha iyi olur" dediğiniz/düşündüğünüz fikirler var mı? Neler?
Karaköy'ün neredeyse bütününün, Antrepolar, Liman ve Perşembe Pazarı 'nın Yenileme Alanı olarak ilan edilmesiyle neredeyse tümüyle özelleştirileceği biliniyor. O takdirde Karaköy Meydanı özel mülklerin arasında sahile uzanan bir sokak gibi kalacak. Yanlış anlaşılmasın, asla "böyle kalsın" demiyorum. Ancak bugün Antrepolar'daki kısıtlı bir kullanım bile bölgenin potansiyeline işaret ediyor. Bölge için özelleştirmek yerine, hemen belki kent için Avrupa Kültür Başkenti Ajansı kurulurken hedeflenen biçimde, misyon odaklı, stratejik karar üretebilen ve uygulayabilen, karma bütçe kullanabilen bir Ajans kurulmalı. Diyeceksiniz ki zaten bir Kalkınma Ajansı var. Ama biliyoruz ki bu Ajans, en azından şimdilik burada benim kast ettiğim bir yapıda değil. Ben daha çok filantropi (insanseverlik) alanında başı çeken kuruluşların, İstanbul'a ilgili uluslararası kuruluşların başını çekeceği, kent yönetimine bağlı bir Ajans'ı kastediyorum. Çünkü Suna-İnan Kıraç Vakfı, Vehbi Koç Vakfı, Garanti, Borusan, Yapı Kredi, Aksanat, ... hepsi bu bölgede. Bir de sermaye girişimi olmayan aktörler de var. Bir de yabancı kültür merkezlerini işe kattığınızda ortada önemli bir birikim zaten var. Bu Ajans öncelikleri katılımla ve profesyonelce belirleyerek tıpkı Venedik'teki Bienal Vakfı'nın yapmaya çalıştığı gibi, bu kentin basit önceliklere değil uzun vadeli zenginliklere ulaşmasını sağlamaya çalışmalı. Eğer hizmet alınması gerekiyorsa, özel sektörden her konuda hizmet alınabilir. Eğer bu yapılırsa işte o zaman müthiş bir yaratıcı dinamizm gösteren İstanbul gibi bir kent şaha kalkar. Yapılmazsa, İstanbul'un bugün gösterdiği dinamizme, geleceğine çok yazık olur.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.