Haberler

Kanalİstanbul yükselen Türkiye'nin resmidir

Tarih: 2 Mayıs 2011 Kaynak: Yeni Şafak Yazan: Murat Aksoy
İktisatçı Doç. Dr. Dündar Murat Demiröz, Kanalİstanbul projesinin Türkiye'nin son yıllardaki yükselişine uygun olduğunu söyledi. Demiröz, "Sadece günlük gelişmelere bağlı kalan ve büyük hedefler gütmeyen siyasetler tarihe mal olmazlar. Bu açıdan Başbakan'ın açıkladığı proje açıkçası bana çok çılgın gelmiyor. Bilakis yapılması neredeyse zorunlu bir proje gibi geliyor" dedi.

27 Nisan'da Başbakan Erdoğan aylardır beklenen 'çılgın' projesini açıkladı. Proje çılgın mı değil mi bilmiyoruz ama kamuoyu tarafından tartışılması 'çılgınca' oldu. Bütün siyasal analistler birkaç gün peş peşe bu projeyi tartıştı. Gerçekten Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı proje kamuoyunda birçok açıdan tartışıldı. Ekonomik, sosyal, çevre, şehircilik, planlama açısından tartışıldı ve tartışılmaya devam edecek. Bu hafta Söyleşi-Yorum'da İktisatçı Doç. Dr. Dündar Murat Demiröz ile konuştuk. Demiröz ile hem projenin iktİsadi boyutunu hem de bu projenin siyasal anlamını konuştu. Demiröz, bu projenin benzerlerinin Osmanlı döneminde de yapıldığını ifade ederek, bu projenin Türkiye'nin son dönemde yükselen Türkiye vizyonuna uygun olduğunu söyledi.

Çılgın projeden başlayalım. Duyduğunuzda ne düşündünüz?

Bu proje Başbakan'ın kendisinin "çılgın" olarak tanımladığı bir proje değil. Gazeteci Hıncal Uluç'un çılgın sıfatını yakıştırdığı bir projedir. Hemen şunu da ekleyelim bu projenin benzeri Kanuni'den bu yana düşünülmüştür. Kanuni döneminde, Sokollu Mehmet Paşa Mimar Sinan'a emir veriyor, Mimar Sinan da bir Rum Kalfası ile birlikte Sapanca Gölü, İznik gölü ve Sakarya nehrini birbirine bağlayacak kanallar inşa etmeyi düşünüyorlar. Böylece Marmara'yı Karadeniz'e bağlayacaklar. Bu da İstanbul'un ihtiyacı olan tomrukların ve ara girdilerin deniz yoluyla daha az maliyetli aktarılmasını sağlayacaktı. Ancak hemen ifade edelim ki, bunlardan daha çılgın projeler de var.

Öyle mi?

Sultan II. Selim döneminde Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa'nın planladığı Volga ile Don ırmaklarını birleştiren kanal projesi Hazar Denizi ile Karadeniz'i bağlamak amacını gütmekteydi. Kırım Hanı'nın işi savsaklaması ve Rusya ile olan savaşlar bu projeyi akamete uğratmıştı. Sovyetler döneminde bu proje gerçekleştirilmişti. Bugün gemiler Hazar Denizi'nden Karadeniz'e bu kanal vasıtasıyla bağlanabilmektedirler. Yani, diyebiliriz ki, sadece günlük gelişmelere bağlı kalan ve büyük hedefler gütmeyen siyasetler tarihe mal olmazlar. Bizim ecdadımız ise bu vizyonu çoğu zaman göstermiştir. Bu açıdan Başbakan'ın açıkladığı proje açıkçası bana çok çılgın gelmiyor. Bilakis yapılması neredeyse zorunlu bir proje gibi geliyor.

CEBİMİZDEKİ GÜNEŞİ FARKETTİK

Neden?

AK Parti iktidarı ile Türkiye'de daha öncesinde baş aşağı duran piramit, tabanı üstüne olması gerektiği gibi yerleştirildi. Tanzimat'tan bugüne, Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi cebimizde unuttuğumuz güneşi gökte arıyorduk. Oysa güneş cebimizde. Bizim tarihimizde, geçmişimizde büyük ufuk sahibi düşünceler, cihanşümul idealler her zaman var olagelmişti. Ancak Türkiye'nin son 180 yılına hakim olan "Batılılaşma" stratejisi, özellikle Türk entelijansiyasını kendi değerlerine, kendi coğrafya ve halkına yabancılaştırdığı gibi aynı zamanda hem kendi geçmişinden nefret etme hem de Batı'ya olağandışı bir hayranlığı içeren bir histeriye kapılmasına yol açtı. Bu zevata göre, Türkiye'de hiçbir iş doğru düzgün yapılmaz, medeni değerler kendi özdeğerlerimiz tarafından üretilemez ve bizatihi mensubu olduğumuz inanç sistemi ve uygarlık ilerlememize manidir. Dolayısıyla bu değerleri yaşatan Anadolu halkı da geri kalmışlığı ve ilkelliği simgeler. Bu tam manasıyla bir sömürge aydını zihniyetidir. Ne yazık ki düşmanı denize döktüğümüz, hiçbir zaman esarete düşmediğimiz halde kendimizi gönüllü olarak sömürgeleştirdik. Halbuki bizim tarihimiz büyük devlet olma, büyük projeler yapma ve cihanşümul düşünmenin manzumesidir.

TÜRKİYE BÖLGESEL LİDER

Yani cebimizdeki güneşi fark ettik mi?

Evet. Biz yavaş yavaş tarihteki eski rolümüzü yeniden oynamaya başlıyoruz. Bu bağlamda çılgın proje diye adlandırılan Kanal İstanbul projesinin iki ana noktada değerlendirebiliriz. Birincisi çevrebilim ve şehircilik bakımından ikincisi ise iktisadi etkiler bakımından. İlki benim uzmanlık olmadığı için ihtiyatlı olmam gereken bir alan, sonraki ise uzmanlık alanım.

Uzmanlık alanınız olmayandan başlayalım...

Bu projenin İstanbul'un iki temel problemi üzerinde nasıl bir etki yaratacağı çok önemlidir; Trafik ve nüfus. Bu kanalın inşa sürecinde özellikle Avrupa yakasında ulaşımda ciddi aksaklıklar görülebilir. Bu Kanalın tamamlanmasından sonra gerçekleşebilecek çekim etkisi ile oluşabilecek muhtemel bir göç ve nüfus patlaması ile ilgili çok ciddi problemler doğabilir. Yine, çevre açısından böyle bir kanalın yaratacağı iklim ve habitat değişikliklerinin ne tür olumlu ve olumsuz etkilere yol açacağı da önemlidir. Tabi ki şunu da unutmayalım: Sayın Başbakan, her şeyden önce iki yıllık bir etüt süresini önkoşul olarak kabul etmektedir, bu sürede de herhalde bütün bu konularda detaylı analiz yapılacaktır.

Peki uzmanlık alanınıza yani iktisadi alana gelelim...

Birincisi kısa vadede bu projenin yapılacağı dönemde yaratacağı imkânlar olacaktır. Özellikle inşaat sektörüne katkısı olacak. Tabi sadece inşaat değil neredeyse her alanda ciddi bir ekonomik hareketlilik yaratacaktır. Ciddi büyüklükteki bir kamu harcamasının çarpan etkisiyle bütün sektörlere olumlu etkileri üretim ve istihdam artışına yol açacaktır. İşsizliğin azalması konusunda bile katkı sağlayacaktır. Burada önemli olan bu proje aşamasında tüm ihalelerin şeffaf ve adil bir süreçte dağıtılmasıdır. İkincisi, inşaat bitip kanal tamamlandıktan sonra oluşacak etkilerdir. Her şeyden önce yeni bir şehir merkezi oluşacak. Gerekli alt yapı oluşturulsa burası ciddi bir turizm bölgesi olacaktır. Uzun vadede baktığımızda ise Boğaz ile kanal arasında kalan ve bir ada olacak alan nasıl değerlendirilecektirı Buraya ilişkin geliştirilecek projeler Türkiye'nin geleceği ile doğrudan bağlantılıdır.

Nasıl bir ilişki varı Türkiye dünyada yükselen bir ülke. Balkanlarda, Ortadoğu'da, Kafkaslarda ve Orta Asya'da sözü geçen, ne dediği dinlenilen, öykünülen bir ülke. Neden böyle oldu?

Türkiye neden bir anda tüm dünyanın gözünü çevirdiği bir ülke olduı Kılıç-kalkan kullanarak mı, fetihlerle mi, içerden operasyonlarla mıı Hayır. Türkiye "soft power"ını kullanarak gerçekleştirdi bunu. Yani iş adamlarımızı, bilim adamlarımızı, bankacılarımızla, barış gönüllülerimizle yaptı. İşte bu adaya yapılacak olan projeler bu soft power'ı güçlendirecek yatırımlar olmak durumundadır.

YENİ İMPARATORLUKLAR ÇAĞI

Türkiye neo-Osmanlı mı oluyor?

Ben buna katılmıyorum. Çünkü beni yeni imparatorluklar dediğim dönem bir ülkenin başka ülkeleri fethetmesi ile değil etki alanının genişletmesi ile olacaktır. Çağın ruhu, artık hükümranlık gücünün "Tanrı'nın İnayetiyle" tek kişide veya bir azınlık iktidarında olmasında değil, tam dersine Latin atasözünde dendiği gibi "Vox populi vox Dei - yani halkın sözü Hakk'ın sözüdür" şiarınca halka verilmesinde yatmaktadır. İşte 'soft power'ın önemi buradadır. Türkiye'nin kendisinin böyle bir politikası olmasa bile, kültürü, tarihi ve milli değerleriyle barışık bir demokrasi anlayışı, temelde doğal kaynaklara değil yetişmiş insan gücüne dayalı sağlam kalkınma modeli ile etki alanını genişletmesi "kaba güç" ile değil, soft power üzerinden oluyor. İşte, İstanbul bu noktada bir nirengi noktası olmaktadır. Napolyon'un dediği gibi; "İstanbul dünyanın merkezidir". İşte sizin İstanbul'a ilişkin hedefiniz bu vizyona uygun olmak zorundadır.

Nasıl öneriniz var?

Bir kere İstanbul bir sanayi şehri olmamalı. Sanayi İstanbul'un dışına çıkmalı. Ki bu konuda güzel bir deneyim var; Haliç Öncelikle yapılması gereken, İstanbul'un Türkiye'nin etkisi altında olan Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'nın Finans Merkezi, Eğitim Merkezi, Teknoloji ve Tasarım Merkezi olması yolunda yatırımlar ve düzenlemelerdir. Bu yüzden Türkiye şu anda ulaştığı gücü vizyoner projlerle güçlendirmeli ve insana, teknolojiye ve alt yapıya yatırım yapmalıdır. Çünkü Türkiye'nin petrol, doğal gaz gibi doğal kaynakları yoktur. Bunları ancak insanını eğiterek kapatabilir. Bu yüzden İstanbul 2023'e kadar hem bir finans merkezi hem eğitim üssü, hem teknolojinin ve tasarımın üretildiği, yani yeni ekonominin yarattığı ekonomik ilişkilerin merkezi bir şehir olmak durumundadır.

Bu gerçekleşebilir mi?

Bence bu proje başlı başına o alt yapıyı oluşturmak için yapılıyor. Aslında o kanal bir imaj. Çünkü Türkiye şu anda o yolda ciddi mesafe aldı. Mesela sürekli Manhattan'dan bahsediliyor. İstanbul'un Manhattan olması, sembolik anlam taşımakla birlikte, imajı güçlendirmek açısından önemlidir.

Muhalefetin bu projeye ilişkin eleştirilerine ne diyeceksiniz?

Türkiye'nin güçlü bir demokrasi olması için güçlü bir iktidardan çok güçlü bir muhalefete ihtiyacı vardır. Bugün Türkiye'nin iktidar partisi doğruları çok olmakla birlikte yanlışları da olan bir partidir. Ne yazık ki, trajik olan odur ki, Türkiye'nin alternatif üretmeye muktedir bir muhalefeti yoktur. Bu, iktidar partisinin de aleyhinedir. Daha fazla demokrasi, daha fazla refah üretmek için alternatifleri olsa, iktidar partisi daha yüksek bir performans çizebilir. Ne yazık ki muhalefet partilerinin programları iktidar partisinin programıyla paralel gitmekte, yeni bir alternatif üretememektedirler.

Eski rejim taraftarları hala aktif

Türkiye nasıl değişim sürecini yaşıyor?

Türkiye'nin önünde iki seçenek var: Birisi Türkiye'nin güçlenerek büyümesi, ikincisi ise bölünmesi. İçinde yaşadığımız süreçleri gözden geçirdiğimizde, Türkiye'deki değişimin bölünme ve parçalanma ihtimalini azalttığını düşünüyorum. Bunun için uygulanan doğru politikaların ve istikrarın devam etmesi gerekiyor. Tarihsel olarak şunu unutmayalım. Bu bölgede olan devletin hiç biri sadece Anadolu'ya sahip olarak varlığını uzun süre sürdürememiştir. Mutlaka genişlemiştir. Bu Hitit'lerden beri böyledir. Bizim için de bu geçerlidir. Türkiye hem Batısı'na yani Balkanlara - mesela Sırbistan(!) bizim için çok önemlidir- hem Doğusu'na yani Kafkaslara, Ortadoğu'ya güç alanını yaymak durumundadır. Güçlenmesinin temel koşulu budur.

Nasıl olacak bu?

Bu elbette eskiden olduğu gibi fütühat ile yapma şansımız yok. Bunu yapmanın yolu başta ekonomik ve siyasi güç olarak ortaya çıkabilmektir. Bu konuda en önemli güçlerimizden birisi paradır.

Nasıl yani?

Eğer paranız bu bölgede geçer akçe haline geliyorsa bunun ilk adımı atılmış olur. Ki bu başlamıştır. Suriye'de, Gürcistan'da, Bulgarisan'da Türk Lirası hesabı açabiliyorsunuz, Türk lirası ile alışveriş yapılabiliyorsunuz. Bu önemli bir şey. Bunun dışında Türkiye, İran, Çin ve Rusya ile Türk lirası ile ticaret anlaşmaları imzaladı. Bu bizim daha istikrarlı bir para birimimizin, daha istikrarlı bir ekonomimizin yarattığı bir auradır. Eğer biz bunu iyi yönetemezsek terse de dönebilir bu süreç. Onun için istikrarlı bir hükümete, sağlam politikaların devamına ihtiyaç var. Dünya şu anda bir küresel dönüşüm yaşıyor. Ve Türkiye bir önceki teknolojik paradigma değişiminde - yani Sanayi Devriminde- kaçırdığı şansı bir kez daha yakaladı. Özelde ABD ve genelde Dünya ekonomisi için en ideal örnek bu yüzden Türkiye'dir. Şu anda ABD ile Türkiye bir anlamda güçlü siyasal ortak. Burada en önemli şansımız, yeni bir küresel paradigma değişimini, Sanayi Devrimi ve bizim Tanzimat Devri'mizden farklı olarak inkıraz halinde değil fakat yükseliş aşamasında yakalamamız.

Tehdit yok mu?

Olmaz mı? Türkiye'de hâlâ daha Amerika'da olduğu gibi eski rejimin taraftarları var. Eski rejimin taraftarları halkına, milletin özüne dayanan bir yönetim istemiyorlar. Çünkü eski rejimde küçük bir azınlık iktidarı vardı, tıpkı Baas rejimlerinde olduğu gibi. Saddam Hüseyin, Beşşar Esad, Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi, bunların hepsi ülkelerini totaliter rejimlerle yönettiler. Türkiye'de -her ne kadar Baas rejimlerine göre çok daha yumuşak bir yönetim sistemine sahip olsa da- bugüne kadar iktidar sahibi olan azınlık, bu gücünü kaybettikçe sistem değişikliğine daha sert ve uzlaşmaz bir direnç gösteriyor.

'Batılılığımız tüketim değil üretim eksenli olmalı'

Türkiye iktisadi olarak nasıl bir değişim yaşıyor?

Türkiye'de yanlış Batılılaşma stratejisi masaya yatırılmadığı müddetçe ne sosyal ne de ekonomik değişimin yönünü kavrayamayız. Türkiye, II. Mahmut'tan bu yana, özünde, "Tüketimin Batılılaşması" yönünde cebri değişim süreçleri yaşadı. Rusya'da Büyük Petro, bizde II. Mahmut, tüketim ve yaşam tarzının Batılılaşmasının temsilcileridir. Tabii ki, temelinde bir Sanayileşme ve Şehirleşme projesi olan Cumhuriyet, Atatürk'ten sonra bu çarpık Batılılaşma anlayışına döndü. Atatürk çizdiği vizyonuyla, koyduğu hedefleriyle aslında Milli olduğu kadar Beynelmilel değerlere de sahip çıkan, şehirli ve sanayileşmiş bir toplum hedefliyordu. Eğer siz üretim altyapısını değiştirmeden, sadece sosyal üst yapıyı, yani tüketim ve yaşam tarzını -kimi yerde zorla- değiştirirseniz, o zaman sosyal çelişkiler ve dolayısıyla siyaset de kişisel mahremiyete giren yaşam tarzları ve herkes için ortak değerlerin paylaşılması etrafında şekillenir. Bu da, farklı sınıfların üretimden alacakları payın paylaşılması üzerine o sınıfların temsilcisi olan partilerin mücadelesine dayanan demokrasinin rayından çıkmasına yol açar. İşte son otuz yılda olan aslında "Üretimin Batılılaşmasıdır". Artık devlet tarafından imtiyazlı belli bir zümrenin elinde kapalı devre bir rant mekanizması şeklinde işleyen iktisadi yapıdan, küresel rekabette büyümüş, dışarıya ihracat ve yatırım yaparak gelişmiş gerçek bir kapitalist sınıfa dayanan bir iktisadi yapıya evrilmekteyiz.

Bu yeni kapitalist sınıfın kökeni nedir?

Bu memlekette birçok insanın dedeleri ve büyük dedeleri arasında Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Harbi gazi ve şehitleri vardır. Kurtuluş Savaşı, aslında, işgalci güçlere karşı Anadolu Eşrafı ve bürokrasinin bir kısmının ittifakıdır. Ancak bütün Türkler Kurtuluş Savaşı'na katkıda bulunmuşlar mıdır? Elbette ki, hayır. Özellikle, ticaretle uğraşan, dönemine göre ciddi eğitim almış ve yabancı dil bilen birçok elit Mütareke Dönemi'nde İstanbul'da İngiliz ve İzmir'de Yunan yönetimleri ile işbirliği içindeydiler. Savaşan taşralı Anadolu Eşrafı, Anadolu köylüsü ve bir avuç İttihatçı subaydır. Savaş bittikten sonra herkes evine, kasabasına ve köyüne döndü. Cumhuriyet kurulduğunda, yeni rejimin okumuş yazmış, ticaretten anlayan, medeni hayata aşina şehirli elitlere ihtiyacı vardı. Bunlar da savaşanlardan çok, aksine Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkan zümreler arasında bulunmaktaydı. İsmet İnönü'nün beyanına göre "İstanbul treninden inen her kravatlı kişiyi, ya Dahiliye'ye ya Hariciye'ye" almaktaydık. İşte Cumhuriyet'in orta kademe yöneticileri, ileri gelen elitleri Kurtuluş Savaşı'na destek verdikleri bile şüpheli olan bu zümrelerden gelmektedir.

Peki, Kurtuluş Savaşı gazileri ne oldu?

Çok azı dışında herkes kasabasına, köyüne döndü. Bugün ortaya çıkan bu gerçek Kapitalistler, aslında dünkü Kurtuluş Savaşı gazilerinin çocuklarıdır. Hakettikleri siyasal temsili ve iktisadi gücü bugün ele geçirmişlerdir.

Kim başlattı bu değişimi?

Tabi ki Turgut Özal. Burada ilk adımı rahmetli Özal attı. O çok büyük işler yaptı. Halk yığınlarının, girişimcilerin, Anadolu sermayesinin önünü açtı. Eğer bugün vitrinde Tayyip Erdoğan varsa, arkasındaki güç Anadolu girişimcisidir, milletimizdir. İşte bugün büyüyen Türkiye, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra köyüne, kasabasına dönenlerin torunlarının Türkiyesi'dir. Bugün yaşadıklarımız bu yönüyle de Kurtuluş Savaşı'nın devamıdır aslında.

Fotoğraf: Vural Yazıcıoğlu

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.