Haberler

Hou Hanru ile Rem Koolhaas Guanzhou Trienali'nde Buluştu

Tarih: 17 Şubat 2006 Kaynak: gdmoa.org Çeviren: Derya Karadağ


Pearl Nehri Deltası                                                 

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 2007 sonbaharında düzenlenecek olan 10. İstanbul Bienali’nin küratörü Hou Hanru, daha önce de Guanzhou Trienali’nin küratörlüğünü Hans Ulrich Obrich ve Guo Xiaoyan ile birlikte yaptı. İnşa edilmiş binalarıyla olduğu kadar düşünceleri, kitapları ve düzenlediği sergilerle de dikkat çeken ve dünyanın en önemli mimarları arasında yer alan Rem Koolhaas, Guangzhou Trienali’nin açılışına konuşmacı olarak katılmıştı. Rem Koolhaas’ın Guangzhou Trienali kapsamında Guangdong Sanat Müzesi’nde yaptığı konuşmayı ve Hou Hanru ile söyleşisini yayınlıyoruz.

Wang Huangsheng: Bugün burada, 2. Guangzhou Trienali’nin başladığının işareti olan ilk basın toplantısını yapıyoruz. Guangzhou Trienali’nin önemli bir bölümüne yani D-Lab’a ev sahipliği yapıyoruz. İlk D-Lab, Mr. Hanru ve Mr. Hans’ın, D-Lab ve 2. Guangzhou Trienali hakkındaki giriş konuşmaları ile başlayacak. Öncelikle, platformun saygın ve önemli konuğunu takdim etmeme izin verin, Mr. Koolhaas. Eminim hepiniz Mr. Koolhaas’ı tanıyorsunuz. O, uluslararası platformda kabul görmüş ünlü bir mimar.

2. Guangzhou Trienali’nin 3 küratörü var. Birincisi sanat yönetmeni ve küratör Mr. Hou Hanru. Onu da tanıyor olmalısınız. İkincisi Mr. Hans Ulrich Obrist. Mr. Hans birçok dikkate değer serginin küratörlüğünü yaptı. Guangdong Sanat Müzesinden Ms Guo Xiaoyan, 2. Guangzhou Trienali’nin küratörlüğünü yapan üçüncü isim. Guangdong Sanat Müzesi’nin yöneticisi ve sanatsal danışma kurulunun başı Mr. Lin Kangsheng ve 2. Guangzhou Trienali’nin sponsorlarından Time Development Grubu’nun başkanı Mr Chen Zhaoxiong da bu gece aramızda. 2. Guangzhou Trienali’nin proje yöneticisi Mr. Chen Haoyang, Trienal’in tüm düzenlemelerini yapan kişi. Multipcity Ekibi’nin üyesi, İtalya’dan katılan Joseph Grima da bu gece burada. Kendisi aynı zamanda D- Lab planında delege olarak yer alıyor. Multipcity takımı, Dünya’daki ve Avrupa’daki meseleleri yakından takip ediyor. Yarın onların etkinliklerini tanıyacağız. Şangay’dan katılan sanatçılarımız Mr. Yang Zhenzhong ve Mr. Lu Chungsheng de bizlerle birlikte. Kendileri Guangzhou Trienali D- Lab’ın katılımcı olarak çağırılan ilk sanatçıları. Ms Liu Heng, bu gece çevirileri ile Mr. Koolhaas’a konuşmasında yardımcı olacak. Bu kısa açılış konuşmasından sonra, 2. Guangzhou Trienali’ni açıyorum ve sözü Mr. Hou Hanru’ya bırakıyorum.

Hou Hanru: Teşekkür ederim. Burada birçok dostumuzu görmekten mutluluk duyuyorum. Gerçekte, bugünün asıl olayı Mr. Koolhaas’ın sunumu. Herşeyden önce sizlere GZ2T’nin genel planını kısaca özetleyeceğim. Etkinlikle ilgili bilgileri okumuş ya da haberlerde izlemiş olabilirsiniz. Sözün kısası, Hans, Guo Xiaoyan ve ben bu projeyi gerçekleştirmek için Guangdong Sanat Müzesi tarafından davet edildik. Aslında şu anda dünyada birçok bienal ve trienal düzenlenmekte ve hepsi farklı bir işlev üstlenmiş durumda. Fakat aslında hepsi ortak bir paydada toplanıyor. Bu etkinlikler, modern sanatın gelişimini desteklemek amacıyla düzenleniyor. Özellikle tek tük geleneksel müzelerin bulunduğu, batılı olmayan ülkelerde bienal/trienaller sanatsal yaratıcılığın ortaya çıkması için önemli bir imkan yaratıyor. Bazıları, birçok bienal ve trienalin, farklı sanatçı, tema ve içeriğe sahip olduğu halde benzer sergilere ve etkinliklere sahne olduğundan şikayet ediyorlar. Birçok büyük uluslararası sergide olduğu gibi katılımcılar sadece sergiyi izliyor. Biz bu trienali düzenlerken bölgesel kültürün gelişimiyle doğrudan bağlantılar kurarak sadece sergilerden oluşan bir etkinlikten fazlası olmasına çalıştık. Bunun için GZT2’nin bölge ile bağlantılı olmasını umut ettik. Bu bağlantı iki durumda dikkat çekiyor. İlk durum tema. Yerli ve yabancı sanatçıları ve mimarları Pearl Nehri Delta Bölgesi’nin sorunlarını incelemeleri için davet ettik. Pearl Nehri Deltası, gelişmekte olan tipik özellikleri ile eşsiz bir örnektir. Nehir ile karşılaştırıldığında pek çok farkları olduğunu görürüz. İkinci durum ise serginin şekli. Hans’ın önerisi üzerine sadece sergi düzenlemekle kalmamalı bir dizi laboratuar deneyi yapmalıydık. Tüm etkinliğin zamanını ve mekanını bu laboratuar belirleyecek. Bu yüzden bugün, yani serginin başlangıcında D-lab yani delta laboratuarını kurmayı planladık. Daha sonra da seçtiğimiz sanatçıları, mimarları ve sosyologları burada Delta ile ilgili fikirlerini sunmaya davet ettik. Bu etkinlik ile planlarımızın bir kısmını gerçekleştireceğiz. Bu süreçte yerli ve yabancı profesyonellerle de diyaloglar düzenleyeceğiz. Mesela bugün düzenlediğimiz konferans değişimin formlarından biri. Her workshoptan sonra yayın yapılacak. Yayın bütün süreci belgeleyecek ve yeni deneyimlerin habercisi olacak. Bir şeyin çok önemli olduğuna inanıyorum. Guangdong Sanat Müzesi ve özellikle Başkan Wang ve diğer çalışanlar etkinliğe büyük destek verdiler. Bize, bir sene boyunca yeni ilhamlarla çalışacağımız muazzam bir yer verdiler. Şimdi bunları özetlemesi için konuşmayı Hans’a bırakıyorum.

Hans Ulrich Obrist: Çok teşekkürler. Wang Huangsheng ve elbette iş arkadaşım Hou Hanru’ya mümkün kıldıkları şeyler için teşekkür etmek istiyorum. Proje Yöneticimiz David Chan’a da çok teşekkür ediyorum. Rem Koolhaas’ı konuşmaya davet etmeden önce D-Lab hakkında söylemek istediğim birşeyler var. Aslında sizlere bütün bu fikrin nereden geldiğini anlatmak istiyorum. Trienallerde genellikle bu büyük etkinlikten dolayı bir çeşit canlılık olur, bunu takiben de bir sonraki etkinliğe kadar yani iki ya da üç yıllık bir sessizlik süreci başlar. Farklı bir model denemenin ilginç olabileceğini düşündük. Bu model, Trienal öncesinde ve sırasında devam eden etkinlikleri barındıran ve Trienal’i sürekli bilgi üretimi merkezi haline getirecek bir laboratuara benzetilebilir. Mimarlar, sanatçılar ve farklı disiplinlerden bireyler, müze içerisinde Trienal’de sergilenmek üzere farklı projeler üzerinde çalışarak zamanlarını geçirdiler. İlk D-lab’ın konukları Rem Koolhaas, Yang Zhen Zhong, Lu Chungsheng, Joseph Grima’ya teşekkürlerimi sunmaktan mutluluk duyuyorum. Önümüzdeki günlerde tüm katılımcılar bizlere çalışmalarını ve kısa filmlerini sunacaklar. Bunu Rem ile başlatmaktan mutluluk duyuyoruz. Bizlere biraz düşüncelerinden bahsedecek. Herşey Rem ile başlıyor. Hou Hanru ile birlikte yaptığımız aynı zamanda Rem ile başlamış olan proje “Hareket Halindeki Şehirler” ile ilgili söyleyecek çok şeyi var. Hou Hanru ve ben 1997’den bu yana bu proje üstünde çalışıyoruz. “Hareket Halindeki Şehirler’” Bu uzun yıllar devam eden ve Asya Şehirlerindeki incelemeleri barındıran bir araştırma projesi. Bu projeye başladığımızda, ilk günlerde Rem’i Rotterdam’da ziyaret etmiştik. OMA ofisinin özellikle çok yoğun olduğu bir gündü ve Rem’in konuşacak bir dakikası dahi yoktu. Neredeyse büyük bir felaketle sonuçlanacaktı. Buluşmanın sonunda Rem, ertesi gün Hong Kong’a gideceğini söyledi. Biz de orada olacaktık ve ertesi gün “Hareket Halindeki Şehirler” için başka bir buluşma ayarladık. Hong Kong’da oldukça uzun süren bir yemek yedik ve Rem, Asya’da bulunan birçok genç mimarın listesini hazırladı. Bu buluşma, “Hareket Halindeki Şehirler” e mimariyi ve sanatı birleştirmesi ve farklı disiplinlerden ilham alması açısından güçlü bir yol kazandıran ilk buluşmaydı. Diğer nedenlerin yanında, Rem’in konferansı ile Guangzhou’da bu projenin başlangıcını yapmak istememizin ana nedeni de budur. Bir diğer açık neden ise şehirdeki Harward Projesidir. Pearl Nehri Deltası araştırması burada başlamış ve birçok başka araştırma ve ilginç modeli de beraberinde getirmiştir. Özünde bilimsel üretim ile ilgili olan laboratuar fikrimizin de altında yatan budur. Başka bir açıdan bakarsak, Guangzhou’ya gelip bazıları gerçekleşmiş olan bir dizi şaşırtıcı projeyi sunuyor olmanın Rem’in ilgisini çekeceğini düşündük. Rem’in sunacağı ve Chicago’daki Seattle Üniversite Kütüphanesi ile sonlanan projelerin alanı oldukça geniş. Rem Koolhaas’ı sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Rem Koolhaas: Bu akşam sizlerle mevcut projeler ve gelecekte uygulamayı düşündüğümüz projelerden bir kısmını göstermeyi istiyorum. Su anda bir giriş konuşması yapmak yerine farklı yorum ve projeler hakkında konuşacağım. Bütün projeleri bağlayan tek bir nokta var günümüzde, bu da tüm dünyanın içinde yaşadığı ekonomik düzen. Bunu yen, euro ya da dolar olarak adlandırabiliriz. Bunu hepimizin içinde yaşadığı piyasa ekonomisinin diktatörlüğü olarak ifade edebiliriz. Piyasa ekonomisinin diktatörlüğü küreselleşmeyi teşvik ediyor. Aynı zamanda kamunun ve mahremiyetin yok oluşunu da teşvik ediyor. Aslında benim anlatmak istediğim sorun onun, belirli bir kültüre ait olmayan, özelliksiz ve büyük bir izleyici kitlesi yaratmış olması. Bu oluşum sanat, mimarlık ve ilgili alanlarda yansıma buldu. Bu dev izleyici kitlesi, farklı toplumlardan, daha önce karşılaşmadığınız kadar büyük ve birbirine bağlıdır ve içinde bir tür güç ve açlık vardır. Bu büyük açlık, bence yeni bir mimarlık ile sonuçlandı. Bana göre bu inanılmaz kitle ve market rejimi, tamamen farklı bir şehircilik anlayışı yaratmıştır. Pearl Nehri Deltası, 1997’de ilk kez geldiğimde, benim için şehirlerin artık klasik prensiplere dayanmadığının ilk kanıtı olmuştu. Klasik prensiplere dayanmak bir yana burada bütünüyle yeni bir durum vardı. Şehirler, önceden tasarlanmış planların ışığında uzun sürelerde büyüyen kompleks organizmalardı, fakat günümüzde şehirler, istek ve ihtiyaçlar doğrultusunda birikerek basitçe oluşuyorlar. Burada gördüğümüz, pirinç tarlaları ile gökdelenlerin kesişimi. Şehirler, profesyonellerin, plancıların ve mimarların işiydi fakat günümüzde şehirlerin durumunu, Photoshop gibi bir tür bilgisayar programı, basit ve rastgele içerikleri hiçbir çaba sarfetmeden birleştirip bir dizi gerçekliğe dönüştürerek kontrol ediyor. Photoshop’ta kesip yapıştırılarak oluşmuş bir şehir. Venedik’i ve Paris’i alın, basit bir resmin içine koyun ve planlama ile işiniz bitmiş olsun. Bundan böyle özel bir şehirle ilgili anılarımız olmayacak, onun yerine fabrikasyonun sonucu olan tüm şehirlere ait tek bir özet anımız olacak. Bununla birlikte market rejiminin doğrudan sonuçlarından biri de mimarların ve sanatçıların, bu değerlerin harcanmasına gösterdikleri tamamen isterik ve aşırı tepkidir. Bu temkinli çalışmanın ana handikapıdır.

Bu yeni duruma tepki olarak son günlerde tamamlamış olduğumuz bazı projeleri göstereceğim. İlk olarak Beverly Hills, Rodeo Drive’da bulunan yeni Prada mağazası ile başlayacağım. Buradaki çalışmamızın bağlamı açısından önemsiz bir proje fakat bu ilk resimle sizlere günümüz mimarlığının ne kadar paradoksal olduğunu göstermek istiyorum. Bu varlığı olmayan bir proje. 12 m genişliğinde ve 3 m yüksekliğinde büyük bir alüminyum parçası sadece ve mimarlıkla ilgisi olmayan bir tür kalıcı ilgiyi üstüne çekmiş durumda.


Alman Büyükelçiliği

Sıradaki proje ise gerçek anlamıyla bir “proje”. Çalışmada yapmak istediğimiz, ilgi çeken projeler yapmak yükümlüğü ile ve bazen bu apaçık ortada olan yükümlülüğün karşısında olarak farklı stratejiler geliştirmek. Alman Büyükelçiliği, dışarıdan bakıldığında sıkıcı bir bina olarak görünüyor. Basit ve hareketsiz bir küp ve neredeyse boş bir ikon, fakat içinde bütün küp boyunca devam eden ve kantin jimnastik salonu gibi sosyal mekanları birleştiren bir yaya ekseni bulunuyor. Hollanda sıkıcı bir tarihe sahip fakat Almanya’nın şiddetli bir tarihi var. Bu yüzden bina, Almanya’nın güçlü ve şiddet dolu tarihini içinde barındıracak şekilde, sıkıcı ve pasif olarak tasarlandı. Bu suretle binanın tüm amacı Almanya’nın tarihini yakalamak ve içinde barındırmaktı. Karanlık bölümler binaya yönelenlere karşı dururken açık kısımlar onlar için bir yörünge oluşturmaktadır. Mesela binanın komşusu olan yapı nazilerden kalma bir yapıdır ve bu da binaya yöneliş için önemli bir özellik. Sirkülasyon için kullanılan koridor aynı zamanda diplomatik amaçlar ve halkla ilişkiler için de kullanılan siyasi bir araç. Başka bir deyişle propagandanın şekillenmiş hali. Komunist Doğu Almanya’nın en büyük ikonlarından biri Doğu Almanya TV Kulesi. Daha sonra şehrin temellerine iniyorsunuz.

   
Seattle Halk Kütüphanesi

Göstermek istediğim başka bir yapı da rasyonel yönteme şekil kazandıran ve oldukça tuhaf görünüşü olan Seattle Halk Kütüphanesi. Günümüzde her binanın kararlı ya da dengesiz oluşunu tartışıyoruz. Bu kesinlik ve belirsizlik arasındaki kombinasyon, oldukça heyecan verici ve karışık. Programı alıyoruz ve doğru yönde geliştirmek için bütün fonksiyonları değiştiriyoruz. Örneğin, ofis değişmez, park yeri değişmez ama anlam her zaman teknolojinin etkisi ile değişir. Çocuklar zamanla değişir ve bu asıl farklılıktır. Yapı, neredeyse mekanik acımasızlıkla çok sert kutuların karışımı olarak tasarlandı. Daha sonra bahsedeceğim tepedeki ofisleri ve spirali ile bina, tamamen kitaplara adanmış. İç mekanlar gelişime açık ve seyrek, böylece çaba sarfedilmeden günümüz kültürü ile ilgili düzenlemeler yapılabiliyor. Mimarlık rijit ile akışkanın karışımına dönüşüyor. Yapı eksantrik görüntüsünün yanında kusursuz bir diyagram. Kitaplar devamlılığı olan spiral form içinde organize edilmiş ve katalogdan bakmak yerine yürüyerek sırasıyla görülebilir.

Şimdi biraz da müzeler hakkında konuşmak istiyorum çünkü piyasa ekonomisine ve mahremiyet alanlarına bir alternatif önerdikleri görülüyor. Bunula birlikte müzeler borsanın teşvikini takip ediyor. Ekonominin karşısında yer almak yerine günümüzde müzeler, ekonomiyi derin sezgilerle takip eden mafsal görevi görüyorlar. Ünlü mimar Norman Foster’ın British Museum posteri için yapmış olduğu ünlü bir proje var. British Museum için bir avlu tasarlamış. Çok güzel bir kütüphanesi olan avluyu, müze deposu, restorant gibi müze ile aktif bağlantısı olmayan bir takım faaliyetlerle çevrelemiş. Galerilerin modernleştirilmesi için para harcanmazken 200 milyon Dolar sadece çatı için harcanmış. İşlemeyen ve popüler olmayan kamu işlevleri için para harcanması paradoksal bir durum yaratmış ve müze şu anda iflasın eşiğinde. New York Modern Sanatlar Müzesi’nin geçtiğimiz günlerde açıldığını gördük. %60 yenilendi. Bu müzenin kalbi büyük bir atrium. Bir atrium gördüğünüzde piyasa ekonomisinin mimarlığı etkilediğinin farkında olmalısınız, çünkü atrium küreselleşme jenerasyonunun yeni rakamlarını uzlaştıracak kadar büyük olan yeni mimarlığın sembolü. Böylece müze bu rakamların kabul edildiği bir resepsiyona dönüştü. Bence mimarlığın küreselleşme ile anlaşmasının iki yolu var. Daha önce sorumluluk bilinci ile yapmış olduğun işleri tekrarlayıp marka olmak ya da spesifik farklılıklara bakıp küreselleşmenin içinde yer almak. Rusya ve çin bizim için oldukça ilgi çekici. Çin’de şu anda komunizm ile piyasa ekonomisi karışmış durumunda, Rusya ise komunizmden yeni çıktı.


Hermitage Müzesi

Diktatörlüğün üç çeşidi vardır. Birincisi terör, ikincisi komunizm, üçüncüsü ise 250 yıldır alanını genişletmekte olan piyasa ekonomisi. Gördüğümüz grafikler önemli çünkü en üstte solda dünyanın en önemli müzelerini görüyorsunuz. Hermitage ile Metropolitan, Louvre ve diğer önemli müzelerin karşılaştırmasını yapacağız. Gördüğünüz gibi Hermitage alan bakımından en büyük ve en çok tarihi eseri bünyesinde barındıran müze. Bununla birlikte, Hermitage en az ziyaretçi sayısına sahip olan müze. Ziyaretçi sayısı günümüzde de yükselişe geçmiyor. Benim için bu ütopik bir durum. İnanılmaz büyüklükte ve inanılmaz sayıda tarihi esere sahip bir mekan ve ziyaretçisi yok. Gelir ve ziyaretçi kazanmak içinse hiçbirşey yapılmıyor.

Halen OMA ile yürütmekte olduğumuz gibi sadece mimariyi inşa etmeye adanmış bir ofis değiliz. 5 yıl önce ofisimizin farklı bir kolu olan ve sadece mimari misyonlarımız üzerinde araştırmalar yapan AMO’yu kurduk. İsminden de belli olduğu üzere AMO aynanın öteki yüzü. AMO olarak bu projede oldukça şanslıydık. Diğer bir deyişle mimar olarak değil ama kavramsal düşünce grubu olarak Hermitage’e yeni bir yapının nasıl ekleneceği konusunda düşünme görevine sahiptik. Varolan yapıların hepsi nehir üzerindeydi ve bunlara 800 odalı bir yapı eklenecekti. Bu yapının nasıl ekleneceği ve sonuçlarının neler olacağını düşünmemiz gerekiyordu. Hermitage’in ilk yapısı başlangıçta müze olarak değil saray olarak inşa edilmişti. İkinci yapı sanat galerisi, üçüncüsü ise müze olarak yapılmıştı. Eklenecek olan yapı ofis işlevine sahipti. Sürükleyici olan, hiçbir yapının ofis olarak tasarlanmamış ve daha sonra müze olarak kullanılırken de müze koşullarına uygun hale gelmesi için düzenlenmemiş olmasıydı. Ender bulunan tarihi eserler ile bunlara uygun olmayan çevre şartlarının birleşimi sergileme alanlarının ilgi çekmeyen mekanlar olmasının sebebiydi. 20.yy’ın en önemli eserleri arasında olan Malevich’in Black Square tablosu gibi resimler müze standartlarına göre çok çirkin ve kötü koşullarda sergilenmekteydi. Çok fazla gün ışığı, yanlış perde kullanımı ve floresan lambalar vardı. Neredeyse herşey yanlıştı. Fakat bununla birlikte şaşırtıcı bir içtenlik ve kültür yoğunluğu vardı. Günümüz ironisi, gerçeği korumanın yolunun bazen ihmal etmekten geçmesidir. Proje üzerinde çalışmaya başlarken mevcut müzeleri keşfe çıkarak bir sonuca varabileceğimizi bulduk. Hermitage zaten 1200 odası olan bir müzeydi ve eklenecek olan yapının da 800 odası vardı. Bu kadar çok odayı tarihi ilişkiler arasındaki bağlantıyı da kurarak nasıl planlayacaktık? Bazı odalar koruma altındaydı ve onlara dokunamıyorduk. Geriye kalan odaların bir bölümü kısmen koruma altındayken diğerlerinde istediğimiz değişiklikleri yapabilirdik. Odalarda bulunan tarihi eser miktarlarındaki eşitsizlik inanılmazdı. Üç buçuk milyon tarihi eseri ikibin odaya nasıl dağıtacağımız da önemli bir sorundu. Müze, başlangıçta her tipik müze gibi girişimcilerin hizmetindeymiş gibi görünüyordu. Elbette ki böyle bir durumda, girişimciler avlu ve atriuma dayalı bir proje uygulayacaklardı. Oysaki atrium ve avlu bu durum için anlamsız değerlerdi. Bu arada Guggenheim’dan projenin girişimcisi olmayı düşünebileceğine dair bir onay geldi. Durum, bir tür küreselleşme masalına dönüştü. Guggenheim’ın başkanı Thomas Krens’in ilk saptaması, varolan 2000 odada Amerikan sanatı için yeterli büyüklükte bir odanın bulunmamasıydı. Bununla birlikte Guggenheim Müzesi’nin ünlü motorshowunun düzenlenebileceği bir mekan da yoktu. Daha büyük mekanlar aramaktansa müzenin kendisini keşfe çıktığımdan bu saptamalar karşısında biraz tuhaf duygulara kapıldım. Bu 800 oda gerçekte oldukça şaşırtıcıydı. Bazıları kusursuzdu, bazıları komunist kalıntı ve hatıralarla dolu bir kısmı ise bir tür terörist abartı ile restore edilmişti. Hiç sergilenmemiş inanılmaz heykeller için mekanlar vardı. Tamamen profesyonellikten uzak fakat heyecan verici sergi formları ve de 500 civarı heykel bulunmaktaydı. Büyük bir müdehaleden tamamen çekinerek ve mekanda tadilat yapmadan basitçe yeniden organize ederek yapabileceklerimiz konusunda bir sonuca vardık. Teknoloji kullanımının olmadığı durumlarda mekan içerisindeki işlevler daha fazla ön plana çıkar. Enteresan senaryolar üzerinde düşündük. Elinizde limtsiz boşluğu olan 800 oda varsa, her yıl farklı sanatçıları gelip işlerini yapmaları ve sergilemeleri için çağırma fırsatınız olur. Yıla damgasını vuran bir sanat eseri yoksa müzede bilim ya da diğer disiplinlerden eserler de sunulabilir.

Bir mimar, projeye başlamak ve sürdürmek için müşteriyi beklemek zorundadır. Bu yüzden AMO’yu kurduk. AMO, bize kendi planlarımızı ve başlangıçlarımızı yapma şansı verdi. Bunun mimarlıkla bağlantısı yoktur, öğretinin sonuçlarıyla ilgilidir. Avrupa birliğine dair bir propogandadır. Bunu Çin’de göstermek ilginç, çünkü Çin’de bununla ilgili trajik ve kompleks deneyimler yaşanmıştır. Bu proje, Brüksel’in merkezinde yani en bürokratik kısmında dikkat çekti. Bu iki bakış açısına neden olur. Birincisi size Avrupa’nın ve Avrupa’nın birleşmesinin tarihini gösterir. Şu anda herşeyin memnuniyet verici olması, Avrupa’nın birleşmeye başladığı dönemde zorbalık, katliam ve olumsuz sonuçlarla dolu kötü tarihinin unutulmasına neden oldu. Avrupa Birliği tüm bu olumsuzluklardan kaçarak başladı. Brüksel’in en sıkıcı kesimindeki ilgiyi ve bir sürü etkinliğin tetiklenmiş olduğunu görüyoruz. Bu bizim politik bir seviyedeki ilk çalışmamızdı. Avrupa’nın neden birleştiğini açıklamak ve belirlemek için bir girişimdi. Böylece ön planda ilk adamı gördük, sonra da Avrupa’ya doğru atılan ilk adımları. Burada tüm olayın şiddetini görebilirsiniz. Ortada, Hintli ve Çinli konuşmacılarla biraraya gelebileceğimiz ve görüşmeler düzenleyebileceğimiz bir masa vardı. İşin ilginç yanı, Avrupa dışındaki herkes, Avrupa’nın şu anda olduğundan daha hızlı birleşmesini talep etti. Temel olarak birleşilmesi gerektiğini fakat bu birleşmenin yavaş ilerlediğini söylediler. Avrupalılar, en az 20 yıla ihtiyaçları olduğunu söylerken Çin o kadar bekleyemeyeceğini söyledi. Bu tamemen Amerika’nın durumuyla, ön ve arka plandaki görüntülerle ilgiliydi. Avrupa’nın yeni kahramanlara ihtiyacı olduğunu düşündük ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk girişimi yapan adamın heykellerini diktik. Yeni Avrupa’nın gücünü gösterdik. Avrupa ordulara değil duvarlara sahipti. Kabul etmeyecek olursan Avrupalı sayılmayacağın 80.000 hukuk kuralına sahipti. Bu, aptalca bürokratik görünse de Avrupa Birliği’nin nasıl çalıştığını açıklar. Bu, daha geniş makul davranış alanları kurduğu için güce özendirici bir yöntemdir. Duvarların, Avrupa Birliği’nin bir parçası olmak için ülkenin politik karakterini değiştirmeye başlamış olan Türkiye üzerinde büyük etkisi vardır. Afrika ve Güney Amerika’da da söz konusu yasaların büyük bir kısmı kabul görmüştür. Böylece, şaşırtıcı bir biçimde, silah olarak beşbuçuk metre uzunlğunda bir kitap yaratmış olduk. Dikkat edildiğinde ortada apaçık politik manifesto olduğu görülüyor. Bu, kuvvetli bir yöntemle, Brüksel’de organize edilen politikalara dönüştü. Aynı tarihlerde, Münih’teki Kunsthall’de bir müzenin bağlamı ile propogandanın açık alanının farklılıklarını görmek için bir sergi düzenledik. Sunumu konuşmak için zamanımız kalması açısından burada bitiriyorum. Tüm bu hoşnutsuzluklarımız dışında üzerinde çalışılabilecek mimari yöntemler olduğunu tekrar belirtmek istiyorum. Ofisimizde, teknik verilerin zorunlu kıldıklarından bağımsız ve genellikle politik tavırlar takınmamızı sağlayan bir bölüm kurduk. Bu bölüm bize başlangıçta davet edilmediğimiz bir alana girme imkanı verdi.

Hou Hanru: Mr. Koolhaas, sunumunuz için teşekkür ederiz. Benden soru yanıt bölümüne başkanlık etmem istendi. Bu sunumunda Mr. Koolhaas, bizlere basitçe mimar olarak neler yaptığından değil kapitalizmin yönettiği dünyaya sorumlu bir mimar olarak nasıl baktığından bahsetti. Bu trienalle yakından ilgili olarak, durmamız gereken noktadan, sanatçılar ve mimarlar olarak sorumluluklarımızdan bahsetti. Şimdi sorularınızı alabiliriz.

Soru: Mr.Koolhaas, Singapur’dan katılıyorum. Mimarlığın insanlık için bundan sonra neler yapması gerektiğini düşünüyorsunuz? Genellikle ekonomi ve piyasa kaynakları ile ilgili konuştunuz. Bu gelecekte mimarlığı nasıl etkileyecek? Tasarımcılar, mimarlar ve şehir planlamacılar, insanlık için neler yapabilirler?

RK: Genelleme yapmak benim için oldukça zor. Bu elbette ki alınması gereken ilk ders. Aslında siz iki soru sordunuz. İnsanlık mimarlıktan neler beklemeli ve mimarlık ile insanlığa nasıl bir yatırım yapabilirsiniz? İkinci soruya ilk sorudan daha rahat cevap verebilirim. Bence ilki cevap verilmesi oldukça zor bir soru, aksi takdirde öncelikle ona yönelebilirdim. İkinci soru için ise şunu söyleyebilirim ki mimarlığın tanımlanışı konusunda önemli zorluklar vardır. Sadece birisi size iş verdiğinde harekete geçebiliyorsunuz. Bu da usta-çırak ilişkisi ve bağımlılığı beraberinde getiriyor. İnsanlık adına yapmamız gerekenlerin bilincinde olmamıza karşın yapabildiklerimiz konusunda emin olamayız. İronik olarak, Sovyetler’de komunizmin başladığı dönemlerdeki gibi başka politik sistemlerle çalışan mimarlar insanlık için yaptıklarını gerçek anlamda tanımlayabilirler. İnsanlığın çok iyi olmadığı bir yerde göründük. Şu anda arada kalmış durumdayız. Parçası olabileceğimiz büyük sistemlerin ve politikaların nostaljisine sahibiz, insanlık için neler hissettiğimizi gösterebiliyor fakat kısmen kötü çalıştığını da biliyoruz. Şu anda daha özel bir ekonominin parçasıyız ve artık hak iddia etmiyoruz. AMO ile anlatmak istediğim, AMO sayesinde kendimizi özgürleştirebiliyor ve kesin olaylar karşısında kritik pozisyonlara karar verebiliyoruz.

HH: Avustralya’dan Sean B. İsimli mimarı tanıyıp tanımadığınızı merak ediyorum. O, yatağa dönüşebilen bir park tasarladı. Faydalı olacağına inanılıyordu faka Avustralya Hükümeti gereksiz olduğunu düşündü. Daha insancıl olması açısından kamu alanlarında bu tür şeylerin sağlanması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Soru: Powerpoint sunumunuzun son sayfası dikkatimi çekti. Yanlış anlamadıysam siz mimarın farklı bir alana yani politik alana girmesi gerektiği ile ilgili düşüncelerinizi anlatmak istediniz. Bu işveren ve yatırımcıyla bağlatısı olan mimarın konumunda olumlu olarak değişikliğe yol açar mı? Bir mimar neden politik alanın sınırlarına girmelidir? Teşekkürler.

RK: Dr. Yang, bir mimarın bu yolla topluma sokulamayacağını söyledi. Bu bence bir soru değil. Bana göre, Avrupa birliği çok önemli bir olgu. Esasında mimar olarak mı yoksa çalışan olarak mı bu ilerleyişe dahil olduğunuz önemlidir. Sonuçta mimar, bu önemli politik olaya katılmak için kendi yöntemini bulmaya çalışır.

Soru: Ne anlatmak istediğinizi biliyorum. Mimar olarak hümanist ve politik görüş anlatmaya başlamak farklıdır. Söylemeye çalıştığım şu ki, birey olarak bizler kişisel fikirlerimizi ifade etmek isteriz. Sonuçta pek çok alana ve kaçınılmaz olarak da inandığımız politik etkinliklere dahil oluruz. Bunu yanında, mimar olarak duruşunuzu nasıl tanımlarsınız? Amacınız evler inşa etmekse, ki bunlar avangarde, post avangarde ya da ultra avangarde olabilir, sonuçta ev inşa edersiniz.

RK: Dr. Yang’ın getirdiği bakış açısı memnun edici. Politik mekan, pek çok olayı tetikler ve pek çok problem barındırır. Pek çoğumuz kilise gibi kutsal ve market gibi dünyasal mekanları algılayabiliriz. Fakat politik mekanları tartışmak gerekir. Belki de 3. bir mekan var ve bizler mimariden bu üç mekanı da organize etmesini beklemeliyiz. Sonuçta kademe kademe ilerleyecek olursak mimarinin etkisinin büyüdüğünü görebiliriz. Geleneksel samimi mimarlık pratiği yok oluyor. Mimari, her alanda her zaman konuşulmuştur, buna politik alan da dahil. Mimari fotokobi benzeri, objektiflikten uzak bir sembole dönüştü. Pratik önemi gittikçe azalırken politik önemi gittikçe artıyor. Ben de bu değişime dahil olmaya çalışıyorum. Piyasa ve ekonomideki değişim hareketleri, aktör, aktris ve tasarımcıların da içinde bulunduğu pek çok alanda değişikliklere neden oluyor. Ortahalli ekonomik saptamalarla, sadece mimarların konum değiştirmediği anlaşılıyor. Sonuçta neden mimarlar da diğer profesyoneller gibi piyasa ekonomisindeki değişikliklere ayak uydurmasın?


CCTV

Soru: İki sorum var. CCTV projesini ele alalım. Bu proje, politik bir propoganda mıdır yoksa piyasanın yönlendirmesinden mi etkilenmiştir? İkinci sorum ise şu, mimarlar piyasadan bağımsız bir role sahipler ise politik güçlerle neden birleşiyorlar? Bu bağımsızlığını kaybetmek anlamına gelmiyor mu?

RK: Görünen o ki bireyin uygun bulup kabul edeceği bir politik duruş mevcut değil. Avrupa birliği’nde ne olduğu önemli ve fenomeni tamamen destekliyorum. Bizim için bu desteği göstermek önemli. Eklemek istediğim bir şey daha var. Avrupa, her ülkede referanduma gitmesi gereken yoğun bir anayasaya sahip. Tüm görüşlere göre doğru kabul edilebilirse, üzerinde çalışmayı gerekli görebileceğim bir anayasa olur. Ben bağımsızlığın anlamının herhangi bir politik sisteme bağlı olmamak olduğunu düşünmüyorum. Bağımsızlığın tam anlamı izole edilmiş olmaktır. 2002 yılında iki ayrı yarışmadan birine katılmak için karar vermemiz gerekti. Birisi CCTV için diğeri ise New York Ground Zero için yapılan yarışmaydı. Çin daha yeni WTO’nun bir parçası olmuştu ve bir dizi liberal medya kanunu ilan etmişti. CCTV’nin de hükümetten bağımsız olması gerektiği ile ilgili kararlar alınmıştı. Bu üç argüman elimizdeydi. Diğer tarafta ise dünyayı radikal olarak bölen politik kampanyanın bir parçası olan Ground Zero vardı. Ahlaki olarak kusursuz olduklarını düşünmüyorum. CCTV projesini bizim açımızdan daha ileriye dönük ve inandırıcı buldum. CCTV, 6 yıl gibi bir zamanda hükümetten tamamen ayrılarak bu düşüncemi haklı çıkarabilirdi. Önemli bir nokta daha var. Bence mimar olarak tamamen bağımsız olmak, istenilen bir durum değildir. Duruma aktif olarak hakim olabilmek için projeniz ile ilgili önemli bir tavıra sahip olmalısınız, aksi takdirde sonuç acıklıdır. Bu halen mimari ve sanat arasında önemli bir fark olarak yer almaktadır. Sanatta bağımsızlık her açıdan beklenen olumlu bir durumdur. Ben bu kadar bağımsız olabilecek bir mimar tanımıyorum.

Soru: Ben Hong Kong’dan Andy. Sunumunuz için teşekkür ediyorum. Bugün politik propoganda ve ekonomik sonuçlardan konuştuk. Neden Pearl Nehri Deltası’na odaklanmıyoruz? Pearl Nehri Deltası, ekonomik, politik ve kültürel güçler barındırıyor. Ben Hong Kong’danım ve bizim Western Kowloon adlı büyük bir projemiz var. Hong Kong için simge olabilecek bir proje yapmaya çalışıyoruz. Bu Pearl Nehri Deltası ve diğer şehirler için bir paradigma olabilir.

RK: Memnun olurdum fakat genellikle mimarlar diğer mimarları eleştirmezler. Bence proje anlatmaya çalıştığım durumların en tipik örneği çünkü tamamen büyüeyi yönlendirici özellikler taşıyor. 4 grup davet edildi ve devlet tarafından belirlenmiş bir içerik yoktu. Potansiyeli ve verilen değer arasında bu derece farklılık barındıran bir proje ile karşılaşmak üzücüydü. ejderhaya benzeyen bir sürü proje vardı ve bunu sürekli tekrarlamaktan çekinmiyorlardı. Bence bu bölgesel proje yapmanın en basit ve düşük noktası. Havaalanı ejderhaya benziyor, Kowloon Projesi ejderhaya benziyor. Benim gerçekten bu konuda söyleyebilecek tek bir şeyim yok. Bu British Museum’un megalomanyakça şişirilmiş bir avlusu olabilecek gibi görünüyor.

Soru: Sangay ve Guangzhou’da mimari açıdan tarihi bir altyapımız yok. Hong Kong özelindeki bu soruyu Pearl Nehri Deltası projesiyle belki bağlayabilirsiniz diye sormuştum. Görünen o ki ekonomik büyüme adına bizler herşeyi tahrip ediyoruz.

RK: Bu sorunun nereye gittiğini biliyorum. Bu oldukça zor bir sonuca ulaşıyor. Çin geçmişi ve özüyle titizce tartışılması gereken kompleks bir konu. CCTV ile ilgili soruya da aynı saygıyı göstermek gerekir. Şu sıralar Beijing’de Çin’in korunmasının tekrar tanımlanması ile ilgili bir proje yapıyorum. Kanımca, iki tür koruma vardır. Resmi koruma, gerçekte koruma değil değer kazandırmanın başka bir şekilde ifade edilişidir. Çin’de, batıda ve Amerika’da da bu böyledir. Geçmişi severiz ve bütün avluları kaplarız. Bunu anlatabilmenin en basit yolu da budur. Hermitage projesi ile başka bir koruma anlayışına giriş yapmayı denedim. Bunu yaparken de varolan duruma, direkt yanlış müdaheleler yapmak yerine yeni işlevler kazandırmaya çalıştım. Beijing’de de buna benzer bir proje deniyorum. Korumayla ilgili bir soru da, korunacak şeylerin yok edilmesinin gerçekten umursanan bir durum olup olmadığı. Batı hakkında bildikleriniz, tarihi orta çağ, 19.ve 20.yy’da uygulanan türden yeniden yapılaşmalar. Bu yüzden bir anlığına bir tür içgüdüsel anlayış edindim. Shangai ve Guangzhou’yu karşılaştıracak olursak, Guangzhou Şangay’a göre daha ilgi çekici. Bunun nedeni Guangzhou’nun modernizmin yarattığı yeni ve tek tip duruma karşı daha deneyimsiz olması. Çok fazla tahrip edilmiş olduğu için duyulabilecek acıma duygusunun yerini yeni bir deneyim olmasıyla ilgili düşünceler alıyor. Şangay, sofistike düşüncelerle idare ediliyor ve otantik olmayan ve ilgi çekmeyen bir hali var. Pekin’de de aynı hissi yaşadım. Burada ise sonuç, otantik olduğu halde herşeyin kabaca tahrip edilmiş olması. Bununla ilgili daha çok konuşmak isterdim. Örneğin, herhangi birisi Singapur’u olduğu gibi bırakmak istediğini söyler miydi? Şu anda bulunduğu durum mimari açıdan gerçekten oldukça çirkin, özelliksiz ve korkunç. Öyle bırakalım ve herkes barakalarında yaşamaya devam etsin demeye çalışmıyorum. Fakat bu durumdan ortaya çıkan bazı şeyler ilginç olabilir. D-Lab odasında sergilenen bazı resimlere bakıyorum ve neyi saklamaya çalıştıklarını bilmiyorum. Neyi saklamaya çalışıyorlar? Modern durumla ilgili tek bir resim olmadığı gayet açık. Her resim daha önce nasıl olduğuna dair bir araştırma. Elbette böyle bir durum karşısında doğal bir sempati besliyoruz. Fakat sanatçı ve mimarlar olarak bu bakış açımız yokedici konumunda olmamıza neden oluyor. Modernizmin bir sonraki evresi bir tür nostaljik modernleşme olabilir ve geçmişe dönük bir modernleşme bence en korkunç şey.

HUO: Bununla bağlantılı bir sorum var. Yona Friedman, Berlin’in merkezinin 20.yy’ın ikinci yarısında, duvar ile tahrip edilerek bir çöplüğe dönüştüğünü söylüyor. Kapitalizm’in merkezinin avangarde mimari ile şekillenmesi daha önce görülmemiş bir durumdur. Sorum şu, Şangay ile ilgili söyledikleriniz Berlin için de geçerli olabilir mi?

RK: Bir mimar fırsat kaçırdığını söylerse genellikle bu gerçekleşmeyecek bir projedir. Bu ikisi kesinlikle aynı şey değildir. Şehirlerin oluşum, bozulma ve büyüme şekilleri üzerinde düşünüyorum. Kişisel olarak bu konuda bir fikrim yok. Neredeyse tamamen mimarlığın dışında bir konu ve açık olarak ekonomiyle ve politikayla ilgili. Tipik bir mimarın dar görüşüyle, üretilen Doğu Almanya Rejimine, Karl Marx’ın amaçlarına ve anıtsallığa baktığınızda, Berlin’in olması gerektiği durumu ve anlamlı ifadeyi göremeyecek kadar körleşiyorsunuz. İlave olarak, bozulmanın kendisi uzun bir süre Berlin’in karakterini etkili bir biçimde tanımlamıştır.

Soru: Hollanda’dan katılıyorum. Pearl Nehri Deltası sorununa ilişkin bir sorum olacak. Birkaç yıl önce, buradaki soruna benzer bir durumu olan Harward Projesi’ni yaptınız. Sanırım 7-8 yıl önceydi. Sizin o zamandan bu yana yaptığınız buluşları ve bu konuyla ilgili duygularınızı merak ediyorum çünkü Çin için 8 yıl oldukça uzun bir süredir.

RK: Bu çok zor bir soru çünkü kesin bilgilere sahip olacak kadar sık burada bulunmuyorum. En önemli soru,bize burada lanse edilen, bir sürü şehirden meydana gelen bir şehir modelinin küçük de olsa mevcudiyet gösterip gösteremeyeceğiydi. İçgüdülerim bunu hala mesele olabileceğini söylüyor. Bununla birlikte ekonomi ve yapılan ekonomik takviyelerin durumu da ayrı bir mesele. Örneğin, görüyorsunuz ki Shenzhen artık ucuz bir şehir değil ve gözkamaştırıcı bir şekilde Hong Kong ile yarışıyor. Belki de varlıklarının doğası sürekli değişiyordur, fakat bence tutarlı bir yanları da var. Bu tutarlılık empose edilmiş olan önceki politik sistemler ya da önceki planlama formları kadar katı değildir. Her milletin kendisi eskisinden daha fazla kendisi olduğu büyük bir mevcudiyet söz konusu. Elbetteki bu da küreselleşmenin inandırıcı olması için bir tür genel formül ya da proje. Bu devam etmekte olan birşey fakat bizler şu anda Roma mimarisi üzerinde çalışıyoruz. İlk kez geçmişe bakıp bazı dersler ve çıkarımlara ulaşmayı deniyoruz.

HH: Konferansı burada noktalamak zorunda olduğum için üzgünüm. Bunun sonu olmayan bir konferans olmasını dilerdim. Fakat enerjimiz ve vaktimiz sınırlı. Konuşması için Mr.Koolhaas’a teşekkür ediyoruz. Bence bu Trienal planı için çok iyi bir başlangıç oldu. Ms. Liu Heng’e de kusursuz çevirisi için teşekkür ediyoruz. Dinleyicilere de ayrıca teşekkür etmek istiyorum. sizlerin katılımı konferansı daha ilgi çekici ve önemli kıldı. Umarız Lab’ımız bu ruh ile yoluna devam eder. Teşekkürler.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.