Köşe Yazısı

Mimarlığın Kutsallıkla Mücadelesi

Yazan: Ömer Kanıpak Tarih: 20 Kasım 2009
"Atatürk Kültür Merkezi (AKM) için gerçekleştirilecek yenileme projesinden vazgeçildi. Yenileme projesi yerine binaya 'basit onarım' yapılacak." Bu, yaklaşık olarak dört yıldır gündemden düşmeyen ve artık bizi hiç de şaşırtmayan AKM ile ilgili haberlerden sonuncusu. Radikal'de Cem Erciyes'in geçtiğimiz günlerde köşesinde hatırlattığı gibi, bir takım olaylardan sonra AKM tadil edilerek kapılarını gelecek senenin ortalarında açacak.

1930'larda "İstanbul kültür sarayı" fikrinin doğmasından itibaren farklı mimarların dahil olduğu, bir türlü bitirilemeyen, bittikten sonra yanan, yeniden yapılan, ismi değişen, sonra da ihmal edilen bu bina, bugünlerde tartıştığımız sadece yıkılma ve onarılma safhası ile değil, yapılış safhaları ile de modernleşme ve demokratikleşme serüvenini ani şoklarla yaşayan bir ülkenin sanata, kültüre ve özellikle de mimarlık kültürüne bakışını anlamak için çok önemli bir hatıra deposuna, bir nevi sosyolojik aynaya dönüşmüş durumda. Yaratılışında bile sorunlar yumağı olan böyle bir merkezin yenilenmesi veya onarılması sırasında da böyle gürültü çıkarması doğal algılanmalı.

Peki bu süreçte hangi kurumsal ve bireysel aktörler rollerini nasıl oynadılar? Bunu biraz inceleyelim.

Aktör 1, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Elbette binanın sahibi olarak baş rol, Türkiye devletini temsilen Kültür Bakanlığı'na ait. Kültür (ve kardeşi Turizm) Bakanlığı'nın "kültür merkezleri" konusunda sabıkası kabarık. 28 Ekim'de Yeni Asır'da yayınlanan Fatih Şendil'in şu haberine göz atalım: "Uşak'ın Eşme ilçesinde hayvanların otladığı meraya kültür merkezi yapmak için 15 yıl önce temel atıldı. Yıllarca atıl kalan inşaat, 2009 yılının başında tamamlandı....1000 kişilik konferans ve tiyatro salonu, fuaye alanı, sergi salonu, kütüphanesi ve diğer faaliyetlerin yapılacağı odaların yer aldığı merkez için 6.5 milyon lira harcandı. Ama tek kütüphane memurunun atandığı binaya başka personel verilmedi. Uzaklığı nedeniyle kütüphanesi de kullanılmayan, kimsenin gelip gitmediği kültür merkezi ıssız kaldı."

Türkiye'nin çeşitli illerinde, ilçelerinden gelen benzer çok hikayeler duyarız. Temeli atıldıktan 20 yıl sonra bile bitirilemez, bitirilenler bir süre atıl durumda bekler, çürür, sonra belediyeye devredilir ve düğün ve halay salonu olarak kullanılır. Devletin kültür merkezleri ile ilişkisi patalojik bir hastalıktır aslında. Bu hastalığın bir ismi bile var. Pseudologia fantastica, mythomania veya patalojik olarak sürekli yalan söyleme... Bu bir psikolojik rahatsızlık ve bu hastalığa yakalananlar sürekli olarak yalan üretme, bu yalanlara inanma ve karşısındakini inandırma çabasında olurlar. Devletin kültürle ve kültür merkezleri ile ilişkisi de bu şekildedir. Doğru dürüst tanımlı bir kültür politikası olmayan devlet, hangi kültür için merkez açtığını bilmeden bir takım binalar inşa eder. Bu yapıların vatandaşlarının kültürel gelişimine olumlu katkı yapacağını düşünür ve bakanlık eliyle devlet, kültür konusunda sorumluluğunu yerine getirdiğine kendini inandırır. İhale usulü ile inşaat yaparak, asli sorumluluğunu yerine getirmemenin günahını çıkartır.

AKM'nin de bu açıdan bakıldığında Eşme'deki ufak kültür merkezi'nden herhangi bir farkı yoktur devlet katında. İkisi de bir inşaat ihalesi objesidir, daha ötesi değil. Bu nedenle yıkılması, yeniden yapılması, onarılması, tadil edilmesi veya yenilenmesi arasında hiç bir fark yoktur. Tek fark ihalenin ölçeğidir.

Aktör 2, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
2005 yılında dönemin Kültür bakanının yıkılması için kuyuya bir taş atmasından sonra, 2007 yılına dek süregelen tartışmalar, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkentlerinden birisi olarak seçilmesi ile başka bir yön kazandı. İstanbul 2010 için hazırlanan yasaya AKM'nin yıkılarak yerine yeni bir kültür merkezi ve "müştemilatı" yapılacağına dair madde ekleniverdi. Bu gelişme sonucunda AKM, sanat ve mimarlık platformlarının baskısı sonucu, Kasım 2007'de İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1. derece kültür varlığı olarak tescillenerek bir anlamda bu maddenin geçersiz hale gelmesi sağlandı. Neyse ki, taşı kuyuya atan bakanın halefi Ertuğrul Günay da AKM'nin yıkılması yerine yenilenmesinin daha doğru olacağını savunarak en azından yıkım tehlikesini ortadan kaldırmış oldu. AKM'nin yenilenmesi görevi ise İstanbul 2010 Ajansı'na verildi ve 2008 yılı ortası itibarı ile bina kapılarını kapattı.

Yenileme projesi bakanlık bünyesinde yapılan ve koruma kurulunca onaylanan avan projenin arzulanan niteliği sağlamaması nedeni ile, İstanbul 2010 Ajansı Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş'ün, yoğun çabalar ile bakanlığı ve AKM yönetimini ikna ederek yenileme projesinin Hayati Tabanlıoğlu'nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu tarafından yapılmasını sağlaması ise AKM'nin kaderindeki önemli bir başka dönemeç gerçekleşti. Tabanlıoğlu'nun bedelsiz üstlendiği bu hizmetin sonucunda ortaya çıkardığı projenin detayları da kamuoyu ile paylaşılmaya başlandığı andan itibaren de AKM'yi kullanan sanatçıların bir kısmı şiddetli bir şekilde eleştirilere başladı.

Kanımca, 2010 ajansı, aktörler arasındaki bilgi alışverişini sağlıklı bir şekilde yapamadğı için bu süreci iyi yönetemedi ve tepkileri öngöremedi. Her ne kadar, bakanlığın alışılmış iç mekanizmalari ile proje üretimi ve ihale yöntemlerinden farklı bir yönteme ikna edilmiş olması büyük bir başarı olsa da, gerek ajansın içindeki kişilerin ve gerekse dışarıdaki kurumların bu süreç hakkında yeterince bilgilendirilmediği ve dolayısı ile bu aktörlerde saha dışına itilmiş duygusu oluştuğu bir gerçek. Ayrıca proje ve ihale sürecini planlamadan AKM'nin erkenden boşaltılması ise tam anlamı ile ölümcül bir hata oldu. Elbette 2010 ajansının yıllardır düzelmeyen çarpık ve kaotik organizasyonel yapısı da bu hataları doğuran önemli bir etken.

Aktör 3, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
AKM'nin tamamen yıkılmasını önleyen bu kurul, bu süreç içinde iki önemli noktaya dikkatimizi çekti. Birincisi kendinden beklenen bir görevi yerine getirememiş olması idi. O da, bu önemli yapının, yıkılma ihtimali belirene dek bugüne dek tescil edilmemiş olması idi ki kurulun bu konuda kendi kendine insiyatif alıp, dış etken olmadan bu işlemi yıllar önce yapmış olması beklenirdi. Bu da, koruma kurullarının işleyiş mekanizmalarının artık gözden geçirilmesi ve değişmesi gerektiğini ispat eden önemli bir nokta.
Öte yandan, kurul konvansiyonel ve köhneleşmiş işleyiş mekanizmasının sınırlarını da bu süreç içinde aştı. Tabanlıoğlu'nun AKM'nin daha iyi işletilmesi için önerdiği değişiklikleri içeren projesinin kurulda kabul edilmesi ile ilk defa katı ve sınırlı koruma prensiplerinin proje bazında esnetilebileceği telaffuz edildi ki bu önemli bir aşama idi. Böylece kurulun "düşünebilen" ve "yorum yapabilen" bir varlık olduğu hatırlandı ki umarım başka binalar ve olaylar için de emsal olabilir bu tavır.

Aktör 4, AKM'yi kullanan sanatçılar
Bu olayların sürecinde başrolü paylaşması gereken ama rolü en silik olan aktör grubu AKM'yi kullanan sanatçılar oldu. Kendileri aslında devlet memuru oldukları için bakanlık veya AKM yönetimi tarafından temsil edildiler. Tüm sürecin şeffaflaşması için uğraşan 2010 ajansının Kentsel Uygulamalar Direktörlüğü'nün bu grubu ihmal etmiş olması ve sadece AKM yönetimini ve bakanlığı muhatap alması akıl almaz bir ihmal oldu.

2010 Ajansı'nın projeyi gerçekleştirecek müteahhitin belirlendiği ihaleden hemen sonra, KESK'e bağlı Kültür Sanat Sendikası'nın başvurusu üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi "Yapılan düzenleme ile koruma grubu 1.derece olan yapının günümüze ulaşmış sosyo-kültürel, tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri ile çevre içindeki özgün konumunun korunmadığı"na karar verdi ve AKM'nin yenileme projesinin ihalesini iptal edip, yürütmeyi durdurdu.

Kültür Sanat Sendikası'nın bu noktadan sonra tüm AKM sanatçılarının sözcüsü gibi davrandığı gözlendi. Öncelikle bu sendikanın AKM'yi kullanan veya kullanmayan performans sanatçılarının, müzisyenlerin ve tiyatrocuların tamamını temsil etmediğini varsayıyorum, veya umuyorum. Çünkü 11 Ağustos günü Mimarlar Odası İstanbul şubesinde yapılan toplantıda bu sendikaya bağlı sanatçılar ve bu grubu destekleyen sanatçıların mimarlık ve koruma üzerine söyledikleri tüyler ürpertici bir muhafazakarlık gösterisi idi. AKM'nin hiç bir noktasının değişmemesi gerektiğini savunan, hele hele işletmeye ve mekansal değişikliklere dair yeni önerilere tamamen karşı çıkan sendika ve savunucuları, Tabanlıoğlu'nun yenileme projesini neredeyse Atilla Koç'un yıkma kararına denk bir tavır olarak algıladı. Bu toplantıda ve sonrasında basına yansıyan sanatçıların görüşlerinde AKM'nin yenileme projesinin mekanların daha iyi kullanılmasına olanak verecek tüm düzenlemeleri görmezden gelerek, sadece terasta önerilen restorana takılınması ve "AKM'nin ticari işletmeye dönüşme tehlikesi"ne dair uyarılar dikkati çekti.

Bu toplantıda, sanatçıların "korumacıyım" ben diyerek projeye çılgınca karşı çıkışlarını "muhafazakarım" ben diye okumak çok mümkündü. İnsanı dehşete düşüren bir kafa karışıklığı, mimari kültüre olan inanılmaz uzaklık, bu uzaklıkla ters orantılı bir bilgiçlik, sanat ve kültürle ilgili tartışmaların hepsinin bir anda siyasi kamplaşmaya dönüştürebilme becerisi karşısında, tüm sanatçılarımızın bu muhafazakar düşüncelerde olmadığı ve bu sendikanın azınlığı temsil ettiği ümidi ile toplantıyı bitmeden terkettim.

Aktör 5, Bilirkişi kurumu ve üniversiteler
Sendikanın açmış olduğu davada mahkemenin karar almasını sağlayan bilirkişi açıklanmadı elbette. Ancak hakimlerin projenin AKM'yı mahvedecek bir proje mi yoksa iyileştirecek bir proje olduğuna dair karar vermesini yönlendiren kişilerin de akademisyen mimarlar olduğu biliniyor. Burada akademinin, dolayısı ile üniversitenin koruma kavramına, koruma kurullarının işleyişine dair soru işaretleri doğması gerekir. Hukuk sisteminin güvendiği bilirkişi(!)lere bazı meslektaşları neden güvenemiyor? Bilimde iki ayrı fikir nasıl doğru olabilir? Eğer doğru olabiliyorsa mimarlık konularında bilirkişi sistemi ile hukuki karar vermek ne kadar doğru? Üniversiteler, akademisyenler AKM konusunda neden suskun kaldılar? Neden proje bilimsel olarak mimarlar arasında, bilirkişilerin de katıldığı toplantılarda mimari olarak tartışılmadı. Bu soruları artırmak çok kolay ama cevaplarını vermek pek zor.

Aktör 6, Tabanlıoğlu Mimarlık
Sürecin ortasında konuya dahil olan ve en masum rolü üstlenen, yenileme projesini ücret almadan tamamlayan Tabanlıoğlu mimarlık, AKM'nin işleyişindeki aksaklıkları çözecek mekansal düzenlemeler getirme cesaretini gösteren vizyoner bir tutum sergiledi. Ancak görünen o ki, bu vizyon diğer aktörler için bir iki numara büyük geldi. Tabanlıoğlu'nun bu süreç içindeki eleştirilebilecek tek noktası, projenin kamuoyu ile paylaşma sürecinde tepkileri öngörmeden plansız ve karmaşık mesajlar verecek şekilde basınla konuşması oldu. Projenin kamuoyu ile paylaşılmasını neredeyse tek başına üstlenen Tabanlıoğlu'nun burada alışılageldik mimar egosuna yenik düştüğünü söylemek mümkün. Oysa tartışmalı ve kamuyu ilgilendiren böyle önemli bir projenin ortaya çıkartılma safhasının çok daha iyi tasarlanması ve kurgulanması gerekirdi. Elbette İstanbul2010 ajansının da bu bilgilendirme dönemindeki ihmalleri unutulmamalı.
Sonuçta AKM'de Tabanlıoğlu'nun önerdiği çoğu mükemmel öneriler, cephenin bir reklam alanı olarak kullanılma tehlikesi ve terastaki restorasyon önerisine indirgenmiş oldu. Burada bir mimari projenin kamuoyuna sunulmasının da tasarımın bir süreci olduğunu hatırlamış olduk.
Bu arada, Tabanlıoğlu'nun, kendisinin ürettiği yenileme projesinin uygulanması yerine "basit onarım" kararı üzerine bu projeden tamamen çekildiğini ifade etmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde bu "basit onarım" sonucunda çıkabilecek her türlü marazın faturası Tabanlıoğlu'na kesilecek.

Aktör 7, Mimarlar Odası
İşte, bu süreçte en şaşırtan aktör "olağan şüpheli" Mimarlar Odası oldu. Belki de esas şaşırmamıza şaşırmak gerek. AKM'nin yıkılmasına mimari bir değer olduğu için karşı çıktığını sandığımız Mimarlar Odası, kendi üyesi saygın bir mimarın ürettiği yenileme projesini, Kültür Sanat Sendikası'nın söylemlerine benzer söylemlerle neredeyse aforoz etti. Hemen hemen hiç bir şekilde proje üretim sürecinde daha etkin bir rol sahibi olmak için çabalamayan ve çekinik durarak unutulmuş mazlum karakteri oynayan Mimarlar Odası, Kültür Sanat Sendikası'nın yürütmeyi durdurma hamlesi ile bir anda saf değiştiriverdi. Koruma Kurulu'nun esnek tavrını eleştirerek projenin durdurulmasını savunan Mimarlar Odası'nın, projeyi mimari nedenlerden değil tamamen politik nedenlerle aforoz etmesi bu süreçteki en kritik anlardan biri oldu.
Oysa Mimarlar Odası'ndan beklenen AKM gibi bir yapının kutsallaştırılması yerine, mimari açıdan nasıl daha işlevsel hale getirilebileceğini tartışılacak ortamları yaratması ve bunu teşvik etmesi, tartışmayı politika zemininden mimari bilgi zeminine taşıması idi. Ancak odanın geçmişine ve yönetimine baktığımızda, bu beklentinin naif bir ümit olduğunu da akıldan çıkarmamak iyi olur sanırım.

AKM Türkiye'nin Kabe'si mi?
Kültür Sarayı fikrinin doğduğu yıllarda, opera, bale ve senfonik müzik gibi sanat alanları ile toplumun kültür eksenini oluşturma çabası vardı. İstanbul Kültür Sarayı da merkezi hükümetin, kültürün merkezini belirleyen sanat alanları için bir merkez oluşturma fikri idi. Aslında bir yandan da bu saray bir ‘ukte'nin cisimleşmesiydi.

Bugün tartıştığımız AKM'nin yıkılıp yeniden yapılma temennisi, bu kültür alanlarının artık merkezde değil kenarda kalmış olmasından kaynaklanıyor. Günümüzde kültür ve kültürün ana ifade aracı olan sanat çok merkezli, hatta merkezsiz. Bu yüzden ‘Kültür Merkezi' lafı da içi boşalmış bir laf. Bir yapının ‘Kültür Merkezi' olması için hangi sanat disiplinlerinin evi olması gerekiyor? Sinema mı, video-art mı, halk müziği mi, senfonik müzik mi, folklor mu, tiyatro mu, opera mı, çağdaş sanat mı, el sanatları mı? Yoksa hepsinin birden olabileceği bir durum mu?
Türkiye Devleti "artık bu ‘Kültür Merkezi' beni ifade etmiyor, yıkıp yeniden yapacağım" derken "ben artık kültürün ve sanatın himayesini yapamıyorum" demeye çalışıyor. "Benim benimsediğim, geliştirmek istediğim sanatlar AKM'de vücut bulanlar değil, ben Osmanlı kültürünü, Türk-İslam sanatını geliştirmek, yeniden yaratmak ve yaymak istiyorum. Klasik sanatlar ilgi alanıma girmiyor, çağdaş sanatlarla ve yeni sanat formları ile hiç mi hiç ilgilenmiyorum" diyor. Dolayısı ile AKM aslında Türkiye Devleti için neredeyse klasik batı kökenli sanat alanlarının kabri gibidir. Belki de bu yüzden de sanat camiası tarafından, sessiz bir kabul ile, bir anıtkabir muamelesi görmesi de doğal olarak algılanmalıdır.
Yıkılma haberi ile gündeme gelen bir binanın bir anda köşe yazarlarının, sanatçıların, siyasetçilerin ve vatandaşın ilgisini çekmesinin nedeni, binanın bir mimarlık eseri olarak taşıdığı niteliklerden kaynaklanmıyordu. Tartışılan hiç bir zaman mimarlık olamadı. Her zaman olduğu gibi, yine siyaset, yine ideoloji, yine politika konuşulur oldu. Çünkü bir binanın dönüşümünü mimarlık kültürü üzerinden tartışmak sanatçılara, akademisyenlere, köşe yazarlarına, mimarlar odasına ve hatta kimi mimarlara bile politika üzerinden tartışmaktan çok daha zor geliyor. Çünkü mimarlık kültürümüz Osmanlı mahallelerinden, Sinan'dan, Safranbolu evlerinden öteye ilerleyemedi. AKM gibi rasyonalist uluslararası akımın dünyadaki sayısız örneklerinden biri olan basit bir kutu ile ne yapacağımızı bilemedik. Ama mimarlık, farklı uçlardaki kesimlerin tartışmalarında bir koz olarak kullanıldı. O da sadece koruma çerçevesinden bakıldığında.

Öte yandan öyle bir kültür merkezi binası düşünün ki, içinde oynanan tiyatro oyunları, operalar, bale gösterileri ve konserlerden çok, binanın bir cisim olarak kendi hikayesi, o ülkenin kültürünü yansıtsın. Bu öyle bir bina olsun ki, içindekilerden çok dışı gündem olsun, tartışılsın. Bugüne dek AKM'de oynanan hangi oyun, hangi konser, hangi sergi bu kadar hareket kattı kültür hayatımıza; neden bugüne dek AKM provoke edici, akıl gıdıklayıcı gösterilere, sergilere, oyunlara sahne olamadı? Bunu hiç tartışamadık. Biz tartışamadığımız gibi, "korumacıyım ben" diye çığlıklar atan AKM'nin yenileme projesini durduran, memuriyet rahatlığında "görev" yapan sanatçılar da bunu tartışmadılar. Sanatın provoke etmesi için rahatsız olması gerekirken, AKM'yi "yuva" olarak benimseyen sanatçılardan bunu beklemek belki de haksızlık. Ama AKM'nin yıkılma ihtimalini doğuran faktörlerden biri de aynı sanatçıların bu gibi soruları gündeme getirmemiş olmasıdır.

Şunu kabul etmek gerekir ki, İstanbul Kültür Sarayı olarak doğan bir yapıya, son on yıl içinde neredeyse Anıtkabir seviyesinde bir kutsallık yüklendi. Mimarlar Odası başkanının ve başka pek çok kanaat önderinin iddia ettiği gibi AKM'nin simgeselliği, binanın kendinden menkul bir simgesellik değil, yaratılmış bir mit aslında. Bugün Kemalizm'i neredeyse yeni bir din olarak benimseyen kesim için AKM neredeyse Kabe gibi kutsal bir yapı haline geldi. Öyle kutsal ki, hiç bir parçasının değişmesine katlanılamaz, tolerans gösterilemez. Sol eğilimli muhafazakar kültür ve sanat camiasının ve Mimarlar Odası'nın basit bir binayı, dokunulmaz bir kimlikle sembolleştirilmesi, Taksim'e cami yapmak isteyen, İMÇ'yi yok edip Osmanlı Mahallesi kurmak isteyen, trafoları Türk Evi şeklinde boyayan sağ eğilimli İslamcı kesimle aynı tavır aslında.
AKM tartışması, iki uç arasında, savunulan değerlerin cisimleştirmesi açısından zerre kadar fark olmadığını, iki ucun arkadan dolaşıp birbirine değdiğini, Türkiye'de sağ ve sol muhafazakarlığın aldığı korkunç ve tehdit edici boyutunu gösteriyor. Bu arada saf mimarlık bilgisi üzerinden konuyu çözmeye çalışan küçük bir kesim iki uçtan birine çekiştirilmeye çalışıldı ve her zamanki gibi söyledikleri duymazlıktan gelindi.

Yazının kısaltılmış hali Radikal Gazetesi'nde, 20 Kasım 2009 tarihinde yayınlanmıştır.

Takip
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "j", sayý beþ, küçük harf "h", sayý üç, küçük harf "h", küçük harf "v"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız