Söyleşi

İstanbul, Dünya'nın En Muhteşem, Coğrafi, Psikolojik ve Tarihi Açıdan ise En Karmaşık Şehri*

Tarih: Nisan 2008



Eric Owen Moss (EOM) ile yapacağım söyleşiden bir gün önce, şimdi ya da geçmişte neler yaptığını görmek ve neden dikkat çektiğini anlamak için Culver City’ye gittim. Samitaur Development tarafından EOM Architects’e verilen ticaret kompleksinin tasarımı bir mimar olarak bir çırpıda çılgınca olduğu söylenebilir.

Mekan mimarın kişisel laboratuvarına benziyor, benim adlandırdığım şekliyle “jest mimarlığı” belki de tepki olarak. Bu bina bir provokatif form çifliği.

EOM’un binalarını seversiniz ya da sevmezsiniz, sorun bu değil ya da konunun tamamı bu. Hiçbir şey için ya da her şey için. Mekandan çıktığım zaman hissettiğim buydu. Binanın etrafını saran otoparkın ortasında etrafıma gözümü dikip baktığım zaman, gerçekten büyük bir resme bakıyor gibiydim. Sonuçta, gördüğümü sevmiştim. Bu, binanın şeklinden ya da bazı detaylarından dolayı değildi. Mimarın kusurlarını, hassaslıklarını saklama girişiminde bulunmamasını, isteme gücünü, cesaretini ve geniş hayalgücünün kuvvetini sevmiştim.

Aynı yazarın
kısa hikayelerinde benzer deneyimler var.



Ertesi gün Sci Arc’daki Moss’un ofisine doğru gittim. Kendisi hemen ders verdiğim, asistanlık yaptığım, ortalığı karıştırdığım tasarım stüdyosunu sordu. Ben de bir öğrenciyi okuldan atılmak yerine projelerini bitirmek konusunda ikna ettiğimi söyledim. Sonra, ne projesi olduğunu sordu ve öğrencilere açık olmanın ve işlerine konsantre olmalarını sağlamanın ne kadar önemli olduğunu anlattı.

Bana final sunumunu kendisine hatırlatmamı ve böylelikle projeleri görebileceğini söyledi. Söyleşiye başlamadan önce 1981 yılında onun sınıfında yaptığım projeyi söyledim ve beni yazmaya cesaretlendirdiği için teşekkür ettim.

Zaman çabucak geçiyordu. Hızlıca
Slovoj Zizek’in gelecekteki savaşların şehir sınırları içinde ırkçı cemiyetler arasında olacağından sözettiği konferansı söyledim. Eğer Moss’u provoke edebilirsem ve dolambaçlı yoldan şehirlerin geleceği ile konuşmaya çekebilirim.

Orhan Ayyüce: Normal şehirlerin altyapısal planlamasıyla ilgili konuşuyorsunuz. Fakat Kuzey ve Güney Los Angeles’i ikiye ayıran sivil savaş hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yüzünde hüsran ve “Bu nasıl bir soru” dercesine hafife alan bir ifade gördüm. Bu iyiydi...

Eric Owen Moss: Bu çok olasılık dışı ve olmaması gereken bir durum. Şehrin içinde kendi aralarında savaşa eğilimli bölgeler olduğunu düşünüyorum. Eğer şehri zengin ve fakir alanlar ya da başka şekilde ikiye bölerseniz her iki topluluk arasında suç görülecektir. Eighteen Street çetesini neden Palos Verdes, Pacific Palisades ya da Los Feliz’e gittiğini görmüyoruz. Tanıdıkları ve alışkın oldukları bölgelerde birşeyler yapmaya eğilimliler. Şehirde bir diğerine karşı dizilmiş bir dölge göremezsiniz, kendi kendine karşı gelen yerler görebilirsiniz. Bazı insanlar siyah siyaha ya da kahverengi kahverengiye suç olarak adlandırırlar ve bazen birbirlerine saldırırlar. Bu tür ırkçı problemler hakkında konuşabilir, bunları sosyal ve ekonomik problemler olarak sunabilirsiniz. Fakat, bunun Los Angeles’ta Amerikan sivil savaşına dönüştüğünü görmüyorım. Geçmişte Los Angeles’ta karmaşadan dolayı olaylar olmuştu. Fakat Federal hükümet Amerika’da bunların olmasına izin vermiyor, onları National Guard’a gönderiyor ve hepsini kapatıyor. Sivil savaşı harekete geçiren şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Bağdat’ta ve Irak’ın diğer bölgelerinde Şiiler ve Sünniler arasında ne olduğunu anlayabilirdim.

Tekrar Dünya’da insanların şehirde savaşmasına sebep olacak durumlar olabilir. Kosova buna örnek. Los Angeles gibi bir şehri seçemezsin ve benzer bir sivil savaş başlatamazsın. Bunun sadece politik, ekonomik ya da sosyal nedeni yok. Savaşlar bu şekilde başlamaz.

OA: Olduğu zaman, 1992 karmaşasını görmüştüm. Gelecek sefer daha büyük olabilir.

EOM:
İyi güzel, fakat sen siyahların Sunset şeridine ya da Malibu’ya gidip ve yaktığını görmedin.

OA: Fakat olduğu zaman, dikkatimi çekmişti ve size soru sorarken hatırladım. Öğleden sonra tartışmalar başlamış, Beverly Hills’i kapatmışlardı. Soutward’dan dolaşmadan Beverly Hills’e gidemiyordunuz. Binalar yanıyor, silahlar konuşuyordu.

EOM:
Culver City’nin South Central’e bitişik, tartışmaların başladığı yerde olduğu gibi şehrin farklı bölgelerini düşürmüş olabilirler. Los Angeles için büyük bir olay olarak göremiyorum.

OA: Belki ben şehirlerin bölünmesine soyut bir şekilde bakıyorum. Öne sürülen “sivil savaş”a bakınca şehrin birbirine zıt komşu mahallesinin spekülatif gelişmesi anlaşılabilir. Ve belki de zenginliğin haksız ya da duygusuz yolları ve şehrin farklı noktaları arasındaki yatırım dağılımı gözler önüne serilebilir.

EOM:
Kosova’daki Priştina’yı modern bir sehir gibi görebilirim ve seçmediği halde hükümet tarafından canı yakılmış Tibet gibi yer olabilir. Ve hükümet bir süreliğine sınırlama getirecektir fakat er ya da geç patlama olacaktır. Çeçenya buna başka bir örnek olabilir. Berlin bir zamanlar ikiye bölünmüş bir şehirdi. Fakat Los Angeles bu örnekler gibi değil. Söylediklerinizin çözmek sorunda olduğumuz kentsel konular ile ilişkili olduğunu düşünmüyorum

İlişkili olduğunu biliyorum fakat ısrar etmedim. Değindiğim nokta ve EOM’un düşünceleri ilişkili değil...

OA: Los Angeles’ta çözmemiz gereken kentle ilgili konular neler?

EOM:
Los Angeles’daki en önemli problem yönetim şekli. 15 bölge konseyinden oluşuyor. Her bölgenin kendi kent politikası var, her konseyin yetkilisi desteklemeden hiçbir şey olmuyor. Şehir merkezinden Güney Kaliforniya Üniversitesi’ne, South Central’e, Culver City’ye, Santa Monica’ya, Havaalanı’na gittiğinizi sonrada pek çok bölgeden geçtiğinizi düşünün. Sonrada, ilçe yöneticileri kontrolü altındaki başka alanlardan da geçmek zorundasınız. Sonra belediye ve devamı, hepsi kendine has strüktürler. Bütün bu çeşitli insanlar ve alınması gereken büyük ölçekli kararların dizginlemek zorunda olunması. Los Angeles’ın problemi bu.

Bu noktada benim şiddetli bölge savaşları ile ilgili provakatif sorumun aksine daha önemli ve bürokratik bölge sorunlarını açıkladı. Bu bağlamda tartışılacak bir şey değil. Bay Moss’a teşekkür ediyorum, bizim Bağdat’a göre daha durağan bir nüfusumuz var. Sivil tedirginlik ile ilgili anılarım yavaş yavaş yokoldu. Hepsi hafifleyince daha objektif, daha farklı spekülatif konulara konulara geçmeye hazırdım... Greenwich Saati’ne göre Los Angeles’tan 10 saat ileriye gittik.

OA: Haydi İstanbul’a gidelim. Hatırladığım kadarıyla orada bulundunuz. Havana’da söylediğiniz birşeyden bir parça hatırlıyorum “Bir an önce şehirlere bir şey yapmamız lazım, bir şeyleri silmek zorundasınız. Herhangi birşey değiştirirken acil bir çatışma vardır. Şehirler hareket eder, hereket ederken savaş devam eder. Bu şekilde bir kent politikası yazmak sorunda değilsiniz. Estetik bir şekilde yazılabilir. Belki de orada söyleneni bağlamdan çıkarmamalıyım fakat bu kelimeler ile konuşmayı İstanbul’a getirmek istiyorum.

EOM:
İstanbul, Dünya’nın en muhteşem, coğrafi, psikolojik ve tarihi açıdan ise en karmaşık şehri. Neolotik Çağ’dan, Fenikeliler’e, Yunan’a, Romalılar’a, Bizanslılar’a ve oradan Türkler’e uzanan tarihi olan kesinlikle çok güzel bir şehir. Herkes kendi sınırlarını bırakmış. Duvarları olmayan br müzeye benziyor. Bütün kültürlerin sergisi gibi. Sinan’ın muhteşem binaları var ve hemen yanında Bizans Sarnıçları var, bu liste uzayabilir. Gaudi’nin Sagrada Familia’sını biliyorsunuz. Barselona’ya birisi geliyor, yeniden şekillendirmek ve bitirmek istiyor. Ve herkes “Hayır, bunu böyle bırakıp gitmelisiniz, bu bizim tarihimizin bir parçası ve kesin bir zamana ait. Haydi gidin…” ve Katalanlar “Hayır” diyorlar ve şimdi binayı bitirmeye çalışıyorlar. Bir yandan bu iğrenç, diğer yandan ise takdire değer çünkü şehirdeki hayatın devam ettiğini gösteriyor. Türkler alanlarını nasıl değişebileceğini ya da değişemeyeceğinin yollarını çözmeye ihtiyaçları var. Hangi bağlantılar çıkmaları ve hangi ilişkiler kalmalı. Bu karmaşık bir planlama fikrinin bir parçası. Suha Özkan’ı tanıyor musun?

OA: Evet onunla bu okuldaki konferanstan sonra tanışmıştık. İstanbul üzerine çok zaman harcanıyor, bir şeyleri değiştirmeye çalışıyor sanıyorum.

EOM:
Şehrin önemli tarihini aradan çıkarmadan arsalardaki büyük ölçekli aracılık işlerini başarabilen ilginç bir insan. Bunu yapmak zorundasınız. “Metro yok, yüksek katlı bina hayır” diyerek şehri kapatamaz, gelişimini ve değişimi durduramazsınız.

OA: Ben de katılıyorum. Özkan’ın problemi çok fazla tarih olması değil. Problem olan arsa üzerinde hak iddia edenler ve endüstri alanlarının önceki sahipleri. Özellikle Zaha Hadid’in yarışma sonucu master planını yaptığı Kartal’daki alanlar. Türk mimarlar bu özel arsada dışarıda bırakıldıkları için çok fazla karşı çıktılar, Zaha Hadid alana ve politik konulara alışkın değil.

EOM:
Master Plan ile ne yapılacağını bilmiyorum. Fakat eğer proje yapılırsa pek çok parsel mimarlara açılacak. Bu pek çok Türk mimar için büyük şans.

OA: Zaha Hadid’in planının en güzel tarafının bu olduğunu düşünüyorum. Bence, bu bir çekim noktası oluşturma projesi, en son master plan önerilerinin en tutkulu ve güçlüsü. Türkiye’deki başka bir yazıda söylemiştim, eğer inşa edilirse, bu proje bir şeyleri yapmak için gerçek bir model oluşturacak.

EOM:
Ben de o şekilde düşünüyorum.

OA: Eğer İstanbul’da bir bina yapma şansı verilseydi, ne tür formüller ve stratejiler geliştirirdiniz?

EOM
: Ben çalışmalarımda belirli bir formül kullanmıyorum. Çalışmaya başlamadan önce ne tür bir proje olduğunu görmek zorundayım. Fakat genel olarak, en azından çağdaş problemleri ve çözümlerini doğruluğunu kabul ederek ve yaşayarak, çalışarak, eğlenerek, eğlendirerek yapmak zorundasınız. İki alan arasında bir çizgide yürümek zorundasınız, bu İstanbul’da ne yaptığınız ile ilgili anlamı, Pekin’de yapmak ile aynı değil.

Eğer büyük bir alansa, mevcut olan tarihi binaları ve durumları rahatsız etmeden büyük alanları modern terimler ile yeniden tanımla şansınız olabilir. Varolan projede belirli şeyleri bilmeden soruya cevap vermek zor.

OA: Veremem, çünkü şehirde genel terimlerle konuşabileceğimiz belirli bir alan yok.

EOM:
Kazakistan’da Suha Özkan ile birkaç projede çalışmıştık. Tarihi bir geçmişi olmasın ya da çok özel bir tarihi olsun ülke ile tekrar anlaşıyoruz ve şimdi yeni bir tarih taşımaya çalışıyoruz fakat buna bazı direnişler var.

OA: Aklıma gelmişken, Kazakistan Projesi’nizdeki ilk düşüncem biraz hükümet dostu olmasıydı. Projenizin sunum paftasında, “Bu proje devasa boyutu ve önemli yeri ile Orta Asya’nın yeni sembolü olacak,” demiştiniz. Sizin “mimari projelerinizi” sevsek de sevmesek de ki konu bu değil, durum doğru olarak anlaşılmıyor. Ne demek istiyorsunuz?

EOM:
Kulağa herhangi bir gücü destekliyor gibi gelmiyor. Ben bunu yapmak istemedim. Bu bir hükümet projesi değil. Hükümet ile ilgili olmayan özel bir bina. Bu ülkede hükümetin kabul etmediği hiçbir şeyin yapılamacağını ayrı tutarsak, bu Türkler’in yönetim ve mühendislik anlamında rol oynadığı özel bir geliştirme projesi. Ben hükümeti desteklemekle uğraşmıyorum. Bizim ilgilendiğimiz Cumhuriyet Meydanı ki Almata’nın esas toplanma alanı.

OA: Beni aydınlattığınız için teşekkür ederim.

Bu konuyu küresel güç ve mimari tartışmalara gerçekten çekmek istememiştim. Eric Moss, oligarşik bir mimar değil.

OA: Sci Arc’in yöneticisisiniz. Öğrencilere mezuniyete kadar nasıl bir gelecek düşünüyorsunuz?

EOM:
Sci Arc ticari bir okul değil. Biz akreditasyon kurullarının gereklilikleri sağlayacak bir kapasiteye sahibiz. Bununla birlikte, bizim hedefimiz, özgür, eleştirel ve entellektüel öğrenciler yetiştirmek. Dünyanın nereye gittiğini konuşmak sadece mimarlar ile konuşmak değil. Mimarların sadece kendi mesleklerinden konuşma sorunları var. Bugünlerde bina yapma sürecinde, özellikle büyük projelerle ilgili, mimarların konuşma ve mimar olması gerekmeyen insanlar ile çalışma kapasitesine sahip olmak zorundalar. Bu çok önemli. Sonuçta okulda, felsefe, bilim, mühendislik, üretim ve tarih gibi ders veren farklı disiplinlerden kişiler var. Biz olağan ya da olağandışı sesleri meslekte düşünme, anlama ve analiz etme kapasitelerini geliştirmek için biraraya getiriyoruz. Bundan sonra öğrenciler dışarı çıkmak, kendi eleştirel ve entellektüel kullanışlı ve üretken kapasitelerini oluşturacak yolu bulmak zorundalar.

OA: Anlıyorum. Mesleğin durumunu ve nasıl farklı alanlara dallandığını tanımladınız. Ben öğrenciyken, sanki bir mimari ofiste çalışıyor gibiydiniz. Çizmeye ve kartondan maket yapmaya başlardınız.

EOM:
Hala böyle işler var. Belki geçmişe göre daha fazla, insanlar, anlıyor, faydalanıyor, yeni teknolojik gelişmeleri (CNC, vakum, parametrik tasarım ve BIM uygulamaları vb.) deniyor. Fakat istenen, öğrencilerin bu özellikleri ile yetenekleri birleştirmesi. Öğrencilerden yeni yazılımları ve yeni modelleme tekniklerini kullanma konusunda pek çok istek geliyor. Genellikle bu teknikler kavramsal anlayışı geliştirmede gerekli değil. Bunlar çağdaş eskiz hazırlama işleri. Öğrencilerden sadece bunlar ile değil, konseptle, fikirle, üretimle buna ek olarak en son yazılımlar ile ilgilenmeleri isteniyor. Tamamdır, artık gitmem lazım.

OA: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

*Bu söyleşi Orhan Ayyüce tarafından hem Arkitera.com hem de Archinect internet sitesi için gerçekleştirilmiştir. Söyleşinin İngilizcesi aynı anda Archinect'de yayınlanmıştır.

Konuyla İlgili Linkler
Söyleşi Arşivi
Dönem içinde gerçekleştirilen söyleşilerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz söyleşiyi listeden seçiniz.