Söyleşi

"Güvenlikli Sitelerde Oturmak Yeni Bir Statü Simgesi Haline Geldi"

Tarih: Ağustos 2009

Biray Kırlı (solda) ve Ayfer Bartu Candan (sağda)

Zeynep Güney: Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Biray Kırlı: ODTÜ mezunuyum, İngiltere'de Lancaster Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü'nde yüksek lisans yaptım daha sonra Amerika'da Binghamton Üniversitesi'nde doktora yaptım, 7 yıldır da Boğaziçi Üniversitesi'ndeyim. Burada iki yıl dekan yardımcılığı yaptım fakat geçen sene bıraktım.

Ayfer Bartu Candan: Ben lisansımı burada Boğaziçi Üniversitesi'nde Psikoloji ve Sosyoloji Bölümü'nde yaptım. Daha sonra Amerika Berkeley'de, Kaliforniya Üniversitesi'nde Antropoloji doktorası yaptım. Sonra önce Koç Üniversitesi'ne geldim, 4,5 yıl orada çalıştım. Daha sonra 2003 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne geldim. Şimdi Sosyoloji Bölümü'nde Antropoloji dersleri veriyorum.

ZG: Göktürk'te birlikte çalışmaya nasıl karar verdiniz? Çalışma alanı olarak neden Göktürk'ü seçtiniz?

BK: Biz Ayfer'le yaklaşık 4 yıldır, bu kentsel dönüşüm projeleri hakkında bir çalışma yapmak istiyorduk. Etrafta şehri kökten dönüştüren çok radikal ve hızlı bir şeyler oluyor, biz buna nasıl ve neresinden bakabiliriz diye konuşuyorduk. Asıl en çarpıcı olan ve hemen hemen herkesin gözlemlediği durum mekansal ayrışma. Görüyoruz ki artık eskiden olduğu gibi sınıflar birbirlerine yakın değil ve aralarındaki mesafe gittikçe büyüyor. Bunun mekanizmalarını ve dinamiklerini anlayabileceğimiz bir araştırma yapmak istedik. Bunun için de bir üst sınıfların ayrıldığı ve bir de alt sınıfların ayrıldığı bir yer bulmak istedik. Yani bu ikili bir çalışma. Bu sebeple Göktürk'ü ve araştırmanın diğer kolu olarak da Bezirganbahçe'yi seçtik. Böylece iki farklı sınıfın şehirden bu kadar kopuk halde konumlanmasını, birbirleriyle alakalarını ve ilişkileri olup olmadığını incelemeye başladık.

ABC: Ben zaten daha önceden beri kapalı siteler ve bu tür sitelerin ortaya çıkışıyla ilgileniyordum. Kemer Country üzerine, daha çok orasının pazarlanması ve insanlara nasıl sunulduğu hakkında küçük çaplı bir çalışmam vardı. Orada yaşayan insanlar bu konutlarla neden ilgileniyorlar, nesi cazip geliyor, şehirle kurdukları ilişki nedir, bu konuları da hep araştırmak istedim. Daha sonra Biray'la bu çalışmayı kurgularken sadece Kemer Country ile sınırlı kalmak istemedik. Göktürk'ün kendisi başlı başına kapalı bir kasaba, kapalı bir şehir haline gelmişti. Göktürk yıllar içinde dönüştüğü durumuyla, özellikle de sınıflar arasında mekansal ve sosyal ayrışmaya bakmak için ideal bir yerdi. Bir yandan Zekeriyaköy, Akfırat, Çekmeköy gibi örneklere baktığımızda, artık İstanbul'da yeni bir yerleşim alanı modelinin ortaya çıktığını görüyoruz, diğer yandan Bezirganbahçe'deki gibi toplu konut örnekleri de var. Biz bu ikisine aynı zamanda bakıp, birbirleriyle olan ilişkilerini görmek ve buralarda yaşayan insanlar şehirle nasıl ilişkiler kuruyor bunları anlamak istedik. Tabii hem mekansal olarak, hem sosyal olarak, hem de siyasi açıdan şehri nasıl dönüştürdüğü de önemli. Bu iki alan bunları görebilmemiz için bize önemli bir fırsat sunuyor.

BK: Bezirganbahçe de Göktürk de şehrin ayrı iki ucu gibi görünür, ki öyledir de. Yaşam biçimleri, yaşam pratikleri, günlük hayat çok farklıdır. Diğer yandan kapalı olmalarının ve şehirle ilişkilerinin, gelecekte şehirlerin nasıl olacağına dair bir ipucu verdiğini düşündük. Aslında İstanbul'un geneline baktığımızda, sosyal açıdan homojen olan birçok mekan olduğu gibi, sosyal ve mekansal ayrışmaların ciddi şekilde yaşandığı alanlar da dikkat çekiyor. Biz bu iki yerleşim alanının, geleceğin trendine yönelik fikir verdiğini düşünüyoruz.

ZG: Bezirganbahçe ve Taşoluk gibi yerleşim alanlarında zorunlu bir bir aradalık olduğunu düşünecek olursak, Göktürk'te belli bir kesim insanı bir araya toplayan ve bir kapalı sitede yaşamaya yönlendiren sebep nedir sizce? Parasal durumları mı, sosyal durumları mı, güvenlik endişesi mi?

BK: Aslında saydığınız nedenlerin hepsi geçerli. Söylemsel düzeyde, burada yaşayan insanların bize anlattıkları ilk neden güvenlik endişesi. Şehrin kaosundan, güvensizliğinden ve karmaşasından korunabilecekleri, çocuklarının güvenle yetişebileceği, mutlu ve huzurlu bir aile yaşamı sağlayacak bir yer gözüyle bakıyorlar. Özellikle de çocukları için buraya geldiklerini vurguluyorlar. Bu doğrultuda, çekirdek ailenin özel alanının çok genişlediğini düşünüyoruz. Şehrin vadettikleri ise giderek geçersiz olmaya başlıyor. Şehir neler vadeder? Heterojen bir yaşam, farklı karşılaşmaların olabileceği ve bu karşılaşmaların heyecan verebileceği bir hayatı vadeder. Çok çeşitli sınıflarla bir araya gelirsiniz, hiç bilmediğiniz sınıflarla karşılaşırsınız. Bütün bu vaatler artık geçerliliğini kaybediyor. Göktürk'teki kapanmanın da bundan kaynaklandığını düşünüyoruz. Dolayısıyla söylemlerde de güvenlik kaygısı ortaya çıkıyor. Ancak, bir saldırıya uğradınız mı ya da evinize hırsız girdi mi diye sorduğumuzda hemen hemen hiçbirinden "evet bir saldırıya uğradım" cevabını almadık. Buna dair, hayali de olsa bir korku var. Bu hayali korkunun altında yatan da işte bu şehrin vaatlerinin geçersiz olması.

Güvenlik ve kaostan kaçmakla birlikte kendisine benzer insanlarla bir arada olma arzusu da var tabii ki. Bu anlamda baktığımızda aslında Göktürk çok çeşitli bir yer. Yani, Kemer Country'deki sınıfsal yapıyla, diğer sitelerdeki sınıfsal yapılar birbirlerine fazla benzemiyorlar ve bu siteler arasında da bir kapanma var. Ama sitelerin içinde, yani aşağı yukarı benzer gelir gruplarının toplandığı yerlerde bir tür homojenleşme olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda daha muhafazakar kesimlerin ya da daha medyatik insanların toplandığı siteler de var. Mesela buradaki gruplar o tip sitelere aşağı gözle bakıyorlar. Eğer o sitelere gitseydik, orada yaşayan insanlar da kendilerine benzer insanlarla bir arada oturmaktan memnun olduklarını söylerlerdi. Dolayısıyla bu sitelerin kendi içlerinde de bir tür homojenleşme olduğunu görüyoruz.

ABC: Aslında dünyanın çeşitli yerlerinde bu konuda çalışan insanların yaptıkları araştırmalara baktığımızda şöyle bir benzerlik ortaya çıkıyor: İstanbul'da yaşayan orta ve üst sınıflar için kapalı ve güvenlikli sitelerde oturmak yeni bir statü simgesi haline geliyor. Yani kapısında güvenlik olan bir site daha cazip bir yer olarak görülüyor. Belli bir sınıfın kendini tanımlama biçiminin çok önemli bir simgesi haline geliyor. Böylece yeni bir şehirlilik kültürü ortaya çıkıyor ve bizim alışageldiğimiz şehir kavramından giderek uzaklaşılıyor. Tanıdıklık, aşinalık, öngörülebilirlik, yakınlık ve belli sınırlar içinde kendini özgür hissetme duygularının bir arada olduğunu görüyoruz.

BK: Bugünün toplumunda tüketim çok merkezi bir yere oturuyor. Bu yeni, iki-üç katlı, içinde çok sayıda odanın olduğu evler; tüketimin sergilenebileceği alanları oluşturuyor. Geniş mutfaklar, birkaç tane oturma odası, aktivite odaları, çocuklar için bahçede özel alanlar gibi... Dolayısıyla o statü, bu evler sayesinde daha da rahat sergileniyor. Bir apartman dairesinde sergilenip, ayrıştırılabileceğinden çok daha rahat mekanlar sağlıyor. Yeni toplumda ayırd edici mekanizma, tüketimin ayırd edici özellikleriyse, bu geniş mekanlar o imkanı da sunuyor.

Bu biraz da evdeki özel yaşam alanının genişlemesi gibi bir şey. Yani o duvarlarla kapalı siteyi kendi evleri gibi görmeye başlıyorlar. Konuştuğumuz kişilerden biri, "burada kollarımı tamamen açarak, kimseye çarpmadan yürüyebiliyorum" diyor. Bir başkası, "Bütün bu sitenin kapladığı alanın hepsi benimmiş gibi hissediyorum" diyor. Yani artık o site, özel hayatın kurulduğu küçük evin genişletilmiş bir halini temsil ediyor. O güvenliğin kapısından içeriye girdikleri anda kendi özel hayatlarına girmiş oluyorlar bir anlamda.

ZG: Peki bu sitelerin içindeki komşuluk ilişkileri nasıl? Eğer güvenlikten içeriye geçtiği anda evimdeyim diyebiliyorlarsa, bu durum komşularıyla ilişkilerini nasıl etkiliyor?

ABC: Buradaki komşuluk ilişkilerine baktığımızda, çok sık birbiriyle görüşen, çok sıkı fıkı komşuluklardan söz etmek biraz zor. Genelleme yapmak da o kadar kolay değil ama, en azından bizim konuştuğumuz insanları şöyle bir hissin rahatlattığını söyleyebiliriz: Eğer ben görüşmek istersem bitişiğimde oturan insanla, onun bana benzediğini bildiğim için kolayca anlaşabilirim. Sosyalleşme biraz da çocuklar üzerinden gelişiyor ve çocuklarının arkadaşlarının ailelerinin nasıl insanlar olduklarını biliyor olmak da onları rahatlatıyor. Daha önce söylediğimiz gibi, çocukları için oraya taşınıyorlar ve çocuklarının kendilerine benzer çocuklarla arkadaşlık etmesini istiyorlar. Tabii bu kapalı siteler sadece konut mekanı değil, tüm eğitim kurumları da oraya taşınıyor yavaş yavaş. Hepsinin ya yakınında ya da içinde bir eğitim kurumu da var. Yani sosyalleşmeyle birlikte, eğitim de bu sitelerin içinde gerçekleşiyor. Hep söylüyoruz, orada büyüyen bir nesil var. Kendisine benzeyen insanlarla yetişen ve farklılıkları korkulacak, kaçılacak, uzak durulacak bir şey olarak algılayan bir nesil var.

BK: Bu siteler bir yandan da o kaybolmuş mahalle yaşantısını vaadediyor. Günlük hayat pratiklerine baktığımızda öyle bir yaşantının kurulmadığını görsek de, söylemsel olarak bu tahayyülü barındırıyorlar. O yaşantının olabileceğine dair bir imkanın olması, o siteleri daha cazip kılıyor.

ZG: Burada yetişen çocuklar belli bir süre sonra üniversiteye gittiklerinde ister istemez aileden ve bu yaşantıdan kopacaklar. Bu durumda bunun o çocuğa etkisi nasıl oluyor? Yani kendisine benzer insanların arasından çıkıp, farklılıkların olduğu bir ortama uyum sağlayabiliyorlar mı? Diğer yandan çocuklarının güvenli bir ortamda büyümesi için bu tür sitelerde yaşamayı tercih ettiklerini söyleyen aileler, çocukları evden ayrıldıktan sonra da bu sitelerde yaşamaya devam mı ediyorlar, yoksa şehre geri mi dönüyorlar?

ABC: Bunu söylemek için henüz erken, fakat yaptığımız görüşmelerden bir sonuç çıkaracak olursak, öncelikle bu çocuklar ve aileleri, yurtiçinde bir üniversite hayatı öngörmüyorlar. Hayatlar bu şekilde kurgulanıyor. Bu çocuklar yurtdışına gittiklerinde ailelerinden ne kadar kopmuş oluyorlar, bundan da emin değilim ama Türkiye'de lisans okumak çok ikinci sınıf bir şey olarak görülüyor. Bu durum üniversite tanıtımı için Koç Lisesi'ne gittiğimde ilk olarak beni çarpmıştı ve çok şaşırmıştım, sonradan Göktürk'te gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde de hep karşımıza çıktı. Asıl hedefleri yurt dışında lisans eğitimini sürdürmek. Yalnız birkaç kişi, çocuklar biraz daha büyüdüğünde burdan sıkılırlar o zaman şehre dönebileceklerini dile getirmişlerdi.

BK: Tabii şehre döndükleri zaman yaşayacakları yerler de, rezidanslar ve gökdelenler gibi yine kapalı mekanlar olacaktır. Yani bir apartman dairesinde yaşamayı düşünmüyorlar. Yine kapılarında güvenlik olan, spor faaliyetlerini gerçekleştirebilecekleri, sokağa çıkmadan alışveriş yapabilecekleri, yine kendilerine benzer insanların yaşadığı rezidansları tercih edeceklerdir.

ABC: Kemer Country'de konuştuğumuz insanlardan bazıları, arkadaşlarının yeni evlenecek olan çocukları için Kanyon'dan ya da İstinye Park'tan daire aldıklarını anlatmıştı. "Tabii daha onlar genç, yeni evli olacaklar, şehir hayatı isterler," diyorlar ama şehir hayatı dedikleri şey, o sitelerdeki kapalı yaşamın şehrin içinde yeniden yaratıldığı mekanlar oluyor yine.

BK: Sokak diye bir şey kalmıyor. Göktürk'te de sokak hayatı diye bir şey yok, sokaklar bomboş. Sokaklar, kamusallığın oluşabileceği yerler olarak değil de, metaların girip çıkabileceği ve günlük hayatı mümkün kılan, ihtiyaçların sağlanabileceği geçiş alanları olarak kullanılıyor.

Gelecekte ne olacak sorusu çok önemli, fakat henüz bilmiyoruz. Burada yetişen nesil büyüdüğü zaman, şehri yeniden kullanmaya ve şehri yeniden üretmeye başladıklarında, şehir hayatını ve şehre bakışı nasıl etkileyecek bilmiyoruz. Bizim önem verdiğimiz nokta da bu zaten.

ABC: En tehlikeli gördüğümüz yanı da dönüp dolaşıp farklılık meselesine geliyor. Kendinden farklı olanla karşılaştıklarında ne yapacaklar?

ZG: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndaki toplantıda, Göktürk'teki çalışmanızda genellikle kadınlarla görüştüğünüzü belirtmiştiniz. Neden kadınları tercih ettiniz?

ABC: Biz tercih etmedik aslında. Biz sadece bu mülakatları, bir yerde buluşup konuşarak değil de, oradaki evlerde gerçekleştirmek istedik. Evlerini de görüp, günlük hayat pratiklerine tanıklık etmek istedik. Görüşmeleri haftasonu yaparsak erkekler de olur diye düşündük fakat haftasonlarını aile günleri, kutsal günler olarak görüyorlar ve haftasonu görüşmeyi talep ettiğimizde hemen karşı çıkıyorlardı. Çünkü haftasonları gerçekten çok meşgul oluyorlar, aile bir araya geliyor, çocuklar bir yerlere götürülüyor ve dışarıdan kimseyi bu günlere dahil etmiyorlar. Göktürk'te çok iyi eğitim görmüş fakat çalışmayan kadınların sayısı oldukça fazla, bu nedenle haftasonu için hiç randevu alamadık, haftaiçi ancak gün içinde görüşebildik.

ZG: Peki bu iyi eğitim almış fakat çalışmayan kadınlar o kapalı sitelerde nasıl vakit geçiriyorlar?

BK: Onlar orada çocuklarla ilgileniyorlar ve bir hayatı organize ediyorlar. Bakıcı, bahçıvan, şoför ve evi temizleyen insanların organizasyonuyla ilgileniyorlar, çünkü o evler resmen bir orduyla dönüyor. Çocukların tamamen merkezde olduğu bir hayatı yönetiyorlar. Kimilerinin de öğleden sonra gittiği işleri var. Mesela psikolojik danışmanlık yapıyorlar, eğitim danışmanlığı yapıyorlar, kendi aile şirketlerinde çalışıyorlar... Yani çocuklarını okula gönderdikten sonra kalan zamanda, esnek saatlerde çalışıyorlar.

ZG: Bu sitelerdeki belediye ve altyapı işleri nasıl yürüyor, biraz anlatır mısınız?

ABC: Göktürk, Eyüp Belediyesi'ne bağlanmadan önce görüştüğümüz belediye başkanı, bunun zaten ideal bir şehir yönetim düzeni olduğunu söylüyordu. Herkes kendi sitesinin içinde işini halledecek, belediyenin görev ve işlevi de o bölgeye inşaat şirketlerini çekmek ve orada yaşayan insanların hayatlarını kolaylaştırmak olacak. Bu şekilde belediyeden fazla bir talep de olmuyor zaten. Ve her sene Göktürk'te inşa edilen siteler büyük beğeni topluyordu. Her sitenin kendi yönetim sistemi var ve bütün altyapı işleri kendi içinde çözülüyor.

Tabii bu yerel siyaset dediğimiz kavramı da dönüştürüyor. Yine Bezirganbahçe'yle bir arada düşündüğümüzde, oradaki insanların bütün hayatı belediyeyle geçiyor. Fakat Göktürk'te belediyeyle fazla işleri olmadığı için kime oy verdikleri de pek önemli değil onlar için.

BK: Çok emin değiliz ama aldığımız birkaç anektoda göre burada yaşayan insanlar hala eski oy verme yerlerinde oy kullanıyorlarmış. Kendi sitesinde hangi partinin belediye koltuğuna oturacağını fazla önemsemediği için, oyunu, daha etkili olacağını düşündüğü eski yerinde kullanmayı tercih ediyor.

ABC: Bizim bütün görüşmelerimizi de bir şekilde politik konulara dönüyordu. Türban meselesi, AKP ne olacak ya da Kürt meselesi gibi konular çok politizeymiş gibi konuşuluyor ama yerel siyaset ölçeğinde baktığımızda siyasetle olan ilişkinin de çok ideolojik düzeyde yaşandığını görüyoruz. Herhangi bir derneğe katılımları ya da aktif siyaset yaşantıları yok fakat yine de iki lafın biri siyasi konulara dönüyordu.

ZG: Göktürk'te insanlar bilinçli olarak bir tercih yaparak kapalı sitelerde yaşamayı seçiyorlar. Fakat Bezirganbahçe, Taşoluk gibi yerlerde yaşayan insanlar, oralarda yaşamaya mecbur ediliyorlar. Bu bağlamda biraz da Bezirganbahçe'deki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

BK: Evet her iki taraf da içe kapanıyor, birisi tercihli olarak, diğeri zorunlu olarak. Ama iki mekan da kendi içine dönük dinamikler üretiyor sonuç olarak. Tabii Bezirganbahçe'de de şehirle kurulan ilişki çok sınırlı. Orada da maddi olanaksızlıklar buna sebep oluyor. Bir Liralık yol parasını bile düşünmek zorunda kalıyorlar.

Geçenlerde Bezirganbahçe'de görüşme yaptığım kişilerden biri eve beni ziyarete geldi. Ve adamcağız metrobüsten otobüse geçerken yeni bilet alması gerektiğini üzülerek anlattı. Evime gelip beni ziyaret etmek istiyor ama bunu yapabilmek için 75 Kuruşluk yol parasını bile düşünmek zorunda kalıyor. 75 Kuruş onun için çok önemli bir miktar. Bu örnek immobilitenin ne kadar fazla olduğunu gösteriyor. Yani orada da maddi olanaksızlıklar yüzünden bir şehirden kopuş var.

ZG: Biliyorsunuz Sulukule'deki insanlar Taşoluk'a gönderiliyorlar. Sulukule'deyken İstanbul'un merkezinde olmaları sayesinde daha kolay para kazanıyorlardı ve yaşamlarını daha kolay sürdürüyorlardı. Fakat şimdi Taşoluk ve Bezirganbahçe'ye gittikleri zaman orada şehirle ilişki kurma imkanlarıyla birlikte çalışma ve para kazanma imkanları da kesiliyor. Peki bu durumda orada yaşamayı sizce ne kadar sürdürebilirler?

BK: Doğrusu zaten şimdiden kalamıyorlar. Yine haftasonu görüşmelerimizden birinde o apartmanlarda oturanlarda biri dairelerin yarısından fazlasının satıldığını söylemişti. Çünkü kalamıyorlar, tutunamıyorlar ve Tekirdağ, Çerkezköy gibi şehrin tamamen dışına gidiyorlar, bir anlamda da itiliyorlar. Varoş ve yoksul gibi söylemlerle merkezden alınıp, şehrin çevresine yerleştirilen bu grupların aslında şehrin tamamen dışına itildiklerini görüyoruz.

Sulukule'de, iş olanaklarının kaybı, çok daha can alıcı yaşanıyor. Çünkü Sulukuleli insanların şehirle kurdukları ilişki çok daha dinamik bir ilişki. Ayazma'daki durum Sulukule'ye göre biraz daha hafif, çünkü sadece bir dolmuş mesafesi uzaklaştırılıyorlar ama bir dolmuş mesafesi de onlar için çok büyük önem taşıyor.

ABC: Orada iş bulanlar daha çok organize sanayi bölgesinde ya da tekstil atölyelerinde çalışıyorlar. Ancak kriz nedeniyle işten çıkarmalar çok fazla yaşanıyor. Yani işi olanlar o işe devam edebiliyorlar. Sulukuleliler'in ise şehirle kurdukları ilişki o açıdan da farklı.

BK: Tabii şu anda krizin içinde olmamız çok büyük bir etken ama kriz olmasaydı da Bezirganbahçe'deki bu tutunamama hali yine yaşanırdı. Belki daha yavaş olurdu.

ABC: Zaten aritmetik ortada, bu insanların bu paraları ödemeleri mümkün değil.

BK: Mesela Boğaziçi AŞ faturaları 45 Lira'ya çıkarmış, insanlar isyan çıkarmışlar, bunun üzerine 40 Lira'ya inmiş. Düşünün 5 Lira bile onlar için çok önemli. Üstelik 5 Lira'nın bu kadar önemli olduğu bir yerde bu insanlar TOKİ'ye 240 Lira ödüyorlar, 40 Lira Boğaziçi AŞ'ye ödüyorlar. Bunların hepsi formalleşmiş durumda, yani artık her ay formal olarak bütçelerinden yaklaşık 400 Lira çıkması gerekiyor. Şimdi asgari ücretin 600 Lira civarında olduğu bir ülkede, evde tek çalışanın bile çalışmasının zorlaştığı koşullarda, her ay 400 Liralık bir nakit akışı beklemek mümkün değil. Dolayısıyla buralarda kalamıyorlar. Tabii satınca da en azından ellerine 3-5 Kuruş bir para geçiyor, borç içinde ve işsiz oldukları için de bu para o sırada kurtarıcı oluyor. Ellerinde kalan 50.000 - 60.000 Lira onlara çok büyük bir rakam gibi görünüyor. O anda çok büyük bir rakam gibi görünse de tabii kısa bir süre sonra eriyip gidiyor.

ZG: Yine karşılaştıracak olursak, kabaca Göktürk örneğinde yüksek rezidans kulelerinden 2 - 3 katlı lüks villara geçiş yaşanırken, Bezirganbahçe örneğinde ise tam tersine insanlar 1 - 2 katlı müstakil evlerinden çıkarılıp apartmanlarda yaşamak durumunda bırakılıyorlar. Sulukule hakkındaki toplantılardan bildiğimiz kadarıyla, bu insanlar apartman dairelerinde yaşamakta ve uyum sağlamakta çok zorlanıyorlardı. Siz Bezirganbahçe'deki araştırmalarınızda neler gözlemlediniz, Bezirganbahçe'de ne tür zorluklar yaşanıyor?

ABC: Bir insanın yaşadığı mekan, kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillenir. Bu mimarlığın en temel kurallarından değil midir? O apartmanlar, bu insanların günlük hayatları ve sosyal ilişkileri hiçbir şekilde dikkate alınmadan tasarlanmış toplu konut projeleri. Zaten her yerde de aynısı yapılıyor.

Mesela bize Bezirganbahçe'de bir adam, "Bizim cenazelerimiz sizinkilere benzemez" demişti, "Memleketten otobüslerle insan gelir. Biz bu insanları nerede oturtacağız?" diye sormuştu. Ne apartmanların içinde ne de toplu konut alanında bu insanların bir araya gelebilecekleri bir alan yok. Apartmanların altındaki sığınakları, cenaze olduğunda insanların toplandıkları bir mekana dönüştürmüşler.

Gecekondu dediğiniz şey zaten, mimari ihtiyaçlar doğrultusunda zamanla şekillenen konutlar değil midir? İşte oğlu evlenir yukarıya kat çıkar, birisi gelir yanına oda yapar vs. Böyle olması çok da anlamlı. Bir mimara ev yaptırırken de kendi hayat tarzınızı ve ihtiyaçlarınızı anlatıyorsunuz ve mimar ona göre bir ev tasarlıyor. Toplu konutlarda ise belli bir yaşam modeli var. 2 oda bir salondan oluşan dairelerde tek tip yaşam sunuluyor bu insanlara. Ama bu evler hiçbir ihtiyaçlarını karşılamıyor, üstelik evlerin kalitesi de çok kötü.

BK: Diğer yandan çok da iç daraltıcı. Birgün yolda yürürken yaşlı bir teyze ve yanında zor yürüyen, rahatsızlığı olan bir amcayla karşılaştık. O teyzeyle konuşmuştuk -tabii Bezirganbahçe'de Göktürk'tekilerin tersine herkes konuşmak ve derdini anlatmak istiyor- ve bize "Kapattılar bizi buraya, oysa biz açıklık isteriz," demişti ve oradaki bir tepeye hava almaya gidiyorlardı. Birbirlerine yaslanarak o yolu yürümeye çalışıyorlardı çünkü site içindeki, TOKİ'nin çevre düzenlemesi diye adlandırdığı alanlarda oturmaları yasak! Gecekondularda alışık oldukları yaşayış, özgürlük ve rahatlama biçimini orada bu şekilde sağlamaya çalışıyorlar. Parası yok, maddi olanakları yok, dolayısıyla deniz kenarına gidemeyeceğine göre bahçeye çıkmak istiyor fakat burada bahçeyi kullanması da yasak.

En çok da kadınların zorlandığını söyleyebiliriz, çünkü kadınların sosyalliği bahçelerde gerçekleşiyor. Küçükçekmece'de bilmem ne alışveriş merkezinde dolaşalım diyemeyecekleri için dışarıda sosyalleşmelerinin önü de tamamen kesilmiş oluyor.

ABC: Bahçe önemli bir geçim kaynağı aynı zamanda. Kadınların önemli bir kısmı okuma yazma bilmiyor ve kaybolurum korkusuyla dışarıya çıkmaya da korkuyorlar.

ZG: Tabii bu durumda insanların giderek birbirinden ayrıştırılmasının sonuçları gelecekte nelere sebep olacak, Göktürk'teki gibi üst gelire sahip insanlar kendilerini kapalı sitelerin içine kapatırken, Bezirganbahçe gibi yerlere itilen ve sonra giderek kentten tamamen dışlanan yoksul kesim birbirleri hakkında neler hissedecek ve neler düşünecek, uçurum ne kadar açılacak bunlar önem kazanıyor değil mi?

BK: Bizim derdimiz de tam da bu zaten. Var olan eğilimler kuvvetlenerek ve aynı dinamik hırsla devam ederse ortaya çıkacak şehir hiç de içinde yaşanılması arzu edilen bir şehir olmayacak. Farklı gruplar arasındaki ayrışma daha da derinleşerek devam ederse, farklılıkların bir arada var olmasının zemini gittikçe incelecek ve daralacak. Ve şehirler sosyal gerginliklerin çok daha sık yaşandığı yerler olmaya başlayacak belki de. Şimdiden bilemiyoruz ama böyle olması kuvvetle muhtemel görünüyor. Giderek çok daha homojenleşmiş şehirler de ortaya çıkabilir ve bu durum bizim bugünkü tahayyüllerimiz çerçevesinde çok arzu edilen bir durum olmayacak.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Söyleşi Arşivi
Dönem içinde gerçekleştirilen söyleşilerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz söyleşiyi listeden seçiniz.