Söyleşi

"Yerkürenin Tamamı Bizim İçin Proje Alanı"

Tarih: Ocak 2011
Pınar Koyuncu: "Erdem Mimarlar" ne zaman, nasıl kuruldu? Ofisinizin yapısından ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Ne tür projeler yapıyorsunuz?

Sunay Erdem: İkimiz de henüz okullarımızdan mezun olmadan çalışma hayatına atıldık. Zaman içerisinde yarışmalar yoluyla kendi işimizi yarattık diyebilirim.
Çalışmalarımızda herhangi bir ölçek gözetmeksizin proje üretiyoruz. Kentsel tasarımdan, müstakil konuta kadar her konuya aynı hassasiyet ile yaklaşıyoruz.

Günay Erdem: Aslında ofisimiz öğrencilik yıllarımızda kendiliğinden oluşmaya başlamıştı. Bir yandan okurken, bir yandan yarışmalara katılıyorduk. Amatör ruhla kendiliğinden oluşan bir süreçti diyebilirim. Önceleri cumhuriyetin ilk dönem yapılarının klasik özenle yapılmış bir konut bloğunda idik. Zamanla orası bize küçük gelmeye başladı ve şimdiki müstakil bahçeli binamıza geçtik. Ofis mekânımızın gösterişten uzak, sade, işlevsel olmasını hayal ediyorduk. New York'a gidişlerimizde ziyaret ettiğimiz OMA, Bernard Tschumi, Peter Eisenman ofislerindeki inanılmaz mütevaziliklerini görünce, bizimle bu konuda paralel düşünmeleri bize derin bir oh çektirdi.


Erdem Mimarlar'ın Ankara'daki ofisi

PK: Nerede okumuştunuz?

GE: Gazi Mimarlık Bölümü'nde lisansımı, ODTÜ'de yüksek lisansımı yaptım. Ankara Üniversitesi'nde de doktoram devam ediyor.

SE: Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden 1995 yılında mezun oldum. Yüksek lisans konusunda kardeşim kadar başarılı olamadım maalesef. 1996 yılında ODTÜ Kentsel Tasarım bölümünde başladığım yüksek lisans eğitimimden 2009 yılındaki İzlanda projemiz yüzünden atıldım diyebilirim. Ödül töreni için İzlanda'ya gidince proje jürisini kaçırdım, gecikmeli sunduğum projemi ise kabul etmediler ve ilişiğimi kestiler. İlginç tesadüf o yıl hem öğrenci, hem hocaydım. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde 3 yıldır misafir öğretim görevlisi olarak ders vermekteyim. Ve bu olay bende öğrencilerime karşı hoşgörüyü pekiştirdi.

PK: Kaç yaş var aranızda?

SE: Yaş farkı sadece biyolojik anlamda var, 7 yaş. Ama büyük - küçük ayrımı hiç olmadı aramızda.

PK: Şu an ofiste çalışan kaç kişi var?

SE: Yarı zamanlı çalışanlarla beraber toplam 30-35 kişilik bir kadromuz var. Ama zaman zaman değişiyor. Yazları stajyerler geliyor ve artıyoruz. Mesleki heyecan taşıyan kişilerle çalışmayı tercih ediyoruz. Heyecanlı bir kişi, heyecansız on kişiden ofise daha çok katkı sağlar. Hatta heyecansız kişi bizim ofiste hiçbir şey üretemez, çünkü heyecansız bir şey üretilmiyor ofisimizde. Mesela neredeyse yarışma sonucu beklemediğimiz bir zaman dilimi olmamıştır. Örneğin şu an Şubat ortasında açıklanacak olan Amerika Birleşik Devletleri, Washington'da katıldığımız bir yarışmanın sonucunu bekliyoruz.

PK: Kardeş olarak çalışmak işlerinizi nasıl etkiliyor?

GE: Biliyorsunuz entelektüel sistemimizde yeni bir döneme çoktan girdik. Artık farklı branşlar birbirlerinden kopuk bir biçimde araştırmalarını yapamıyorlar, tam tersine bir araya gelip ortak çalışmalar yürütülmeye başlandı. Bunun sebeplerine girmiyorum çünkü bizi sorunuzun cevabından uzaklaştırabilir ama entelektüel sistemimizdeki bu durum tasarım alanında da karşı konulmaz bir biçimde etkisini göstermeye başladı. Farkındasınız proje ölçekleri büyüdü. Küçük parsel ölçekli tasarımlar yerini adalar bazında büyük tasarımlara bırakmaya başladılar. Büyük ölçekli tasarımlar da tasarım alanında farklı tasarım branşlarını bir araya getirmeye başladı biz istesek de istemesek de. Artık mimar, şehir plancısıyla, peyzaj mimarıyla, iç mimarla hatta heykeltıraşla da en azından daha yakın temasta, hatta birlikte tasarlamaya başladılar. Ama bir yandan tasarlama eylemi de belli bir noktadan sonra son derece subjektif bir alana kayıyor. Biliyorsunuz tasarlamak eylemi teknik boyutlarının dışında, aslında bütünüyle tasarımcının proje konusu ile ilgili kendi iç dünyasında ortaya çıkan heyecanların yansıması ile ilgili. Yine tasarlama eyleminin subjektif iç yapısı gereği, çoğunlukla tasarımcı o kendi iç dünyasının derinliklerinde sorgulanamaz tabular, duvarlar oluşturmaya başlar. Dışarıdan yapılan son derece yapıcı eleştiriler dahi doğal olarak refleksle reddedilmeye çalışılır. Belki kardeş olmanın avantajı bu noktada ortaya çıkıyor olabilir. Tasarımcıların kendi derinliklerinde oluşturdukları beğenileri, kabulleri daha derinlemesine sorgulayabilmenin olanaklarını, sorgulamaların limitlerini arttırıyor olabilir. Tasarlama iç dünyamızı daha şeffaflaştırarak, sorgulanabilir hale getirerek yeniliklere daha açık hale getiriyor olabilir.

Yüksek lisans ile ilgili çalışmalarımda da farklı tasarım disiplinlerinin bir araya gelmelerinin neleri değiştirdiği, nasıl bir ortam oluşturduğu, gibi pek çok sorunun peşinde koşmuştum. Bir defa farklı tasarım disiplinlerinin bir arada olması kesinlikle her disiplinin kendi doğrularını sorguladığı bir ortam oluşturuyor. Kardeş olmak bunun üzerinde az önce bahsettiğim iç sınırların şeffaflaşmasında ilave katkı sağlıyor olabilir.

Yüksek lisans ile ilgili yapmış olduğum bu çalışmalarımın salt akademik bir alanda kalmaması, bizzat profesyonel yaşamımda bunları bir şekilde deneyimliyor olmam bana ilave bir mutluluk veriyor. Akademik çalışmalarım doktoramda devam ediyor. Muhtemelen yine çok disiplinlilik alanında çalışmalarıma devam edeceğim.

PK: Ofisteki işlerle beraber nasıl gidiyor okul? Bir arada yürütmek ağır oluyor mu sizin için?

GE: Zor diyemem aslında, çünkü olmasaydı hep bir eksiklik olarak hissederdim. Eğitim alarak veya vererek olsun, okulda faklı konumlarda bulunmanın mutlaka çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bunu herkesin bir şekilde tatması gerektiğini düşünüyorum.

PK: Biraz projelerinizden bahseder misiniz? Daha çok kentsel ölçekte çalışmalar yapıyorsunuz sanırım. Son dönemlerde neler yaptınız?

GE: Proje üretme hayatımızı ikiye bölerek anlatmayı tercih ediyorum. Bunlardan biri resmi proje yarışmaları, diğeri de resmi olmayan proje yarışmaları yaşamımız. Özellikle bu iki terminolojiyi kullanmak istiyorum çünkü mimarlar isteseler de istemeseler de bir şekilde profesyonel yaşamlarında birileri ile yarışarak proje alırlar. 1999-2009 yılları arasında resmi yarışma projelerinde çok yoğun bir dönemimiz oldu ve otuza yakın ödül aldık. Bu ödüller, yarışma hayatımıza paralel olan profesyonel yaşamımızda işverenlerimizin de bize olan güven duygularının oluşmasında önemli katkısı oldu.

Mimarlıkta biliyorsunuz projelerin hayata geçmesi yılları alan bir süreç. Uzun yılların emekleri daha yeni yeni fiziksel olarak ortaya çıkmaya başladı. İzmit Seka Tüneli Üstü Kentsel Tasarım projemizin açılışı önceki sene, Seferihisar Yat Limanı projemizin açılışı da geçen sene yapıldı. En son Urfa Hızlı Tren Garı projesini tamamladık. Edirne Hızlı Tren Garı projesini bitirmek üzereyiz. Şu anda devam etmekte olan projelerimizin toplam kapalı alanları 2.000.000 m² üzerinde.


Seferihisar Teos Marina


Edirne Merkez Garı

SE: Ben son dönem uluslararası çalışmalarımızdan İzlanda'daki ödüllü projemizden bahsetmek istiyorum. İzlanda bizim için değişik bir deneyim oldu. Biz orayı nerdeyse görmeden yaşadık ve tasarladık.
Kentin eski limanla sorunları vardı. Kent limanla buluşamıyordu, liman terk edilmişti. Elimizde yeterli veri olmadan, çizim programının arka planına Google haritalarını atıp, şehri adeta yeniden oluşturduk. Arkadaşlarımız çalışma sırasında artık tek tek bütün sokakları öğrenmişlerdi. Bu da yarışmacılar arasında bir fark yaratmamızı sağladı. Ödül törenine gittiğimizde daha önce hiç görmediğimiz Reykjavik şehri artık bize tanıdıktı. Reykjavik'te bir hafta Aralık ayında bitmeyen kış gecelerini yaşadık. Bu bile bize değişik bir deneyim kattı. Aslında bizim için bütün yarışmalar birer deneyim diyebilirim.


Reykjavik Eski Liman ve Örfirisey için Master Plan

GE: Projenin uygulaması için bekliyoruz. Oradaki süreçler çok ağır işliyor.

PK: Yarışma projesi yaparken ya da uygulama projesi yaparken çalışma yöntemi olarak bir fark oluyor mu sizin için?

GE: Ben projelerimizi uygulama ve yarışma projesi olarak kategorize etmeyi doğru bulmuyorum. Biz her projemize aynı heyecanla, aynı duygularla başlayıp sürdürüyoruz. Yarışma projelerinde işverenin sürecin biraz daha dışında olması araya jürinin dâhil olması bazen sanılanın aksine yarışma yönteminde amaçlanan hedeflere ulaşmada engeller de oluşturabiliyor. Karar verme sürecinde jüri bazen proje konusunun gerektirdiği kendine özgü mesleki derinliğe inemiyor ve bu da bazen işe yaramayan binaların seçilmesine sebep oluyor. Jürilerin bazen projelerdeki üst kimliği algılayamaması veya ana söyleme yeterli önemi vermemesi, neredeyse seçimi sadece güncel mimari form trendleri çerçevesinde ele alması aslında mimarlığa katkı vermesi beklenen proje yarışmaları ortamının bu katkıyı vermesine engel oluyor. Bu yoğun yarışma deneyimimiz sonucunda üzülerek bu değerlendirmeyi yapmak zorunda kalıyorum. Bazen aracı kullanmadan, doğrudan işveren ile temas içinde proje üretmek daha işe yarayan tasarımların ortaya çıkmasını sağlıyor.

PK: Büyük ölçekli projelerde çok farklı disiplinlerle beraber çalışmak gerekiyor. Gerçi siz kardeş olarak birbirinizi tamamlar niteliktesiniz ama ekiple aranızdaki koordinasyonu nasıl sağlıyorsunuz?

GE: Büyük projelerde aslında sınırlar yok olmaya başlıyor. Mimarlığın, peyzaj mimarlığının ya da şehir planlamanın sınırları sorgulanmaya başlıyor. Bu da hem her disiplinin iç yapısını dönüştürüyor, hem de ortak ürünü dönüştürüyor. Ben yapısal çevreye yön verirken ağabeyimin ciddi müdahaleleri olmaya başlıyor. O açık alanları tasarlarken ben de yapılarla ilişkilerini yeniden sorgulatıyorum. Sınırların eridiği, tasarım disiplinlerinin kaynaştığı bir sürecimiz var. Bu benim tezimin de tespitlerinden biriydi. Dikkat ederseniz son beş yıldır, binalar daha yeşil olmaya başladı. Üst örtülerini yeşil yapmaya başladık, katlarına iç bahçeler oluşturmaya, binaların içlerine şehir dokuları sokmaya başladık. Bütün bunlar, farklı disiplinlerin birbirlerini etkilemesinden kaynaklanıyor. İşte bunun da kentsel tasarım yarışmalarında büyük önemi var. Çünkü büyük ölçekli proje alanlarında mimarlar, peyzaj mimarları, şehir plancıları bir arada bulunmaya başlıyor. Birbirlerini etkiliyorlar. Bu, her birinin yaptığı ürünü etkiliyor. Böyle bir durum bizim çalışmamızda da ortaya çıkıyor.


Valencia Juan Carlos Del Mar Marina


Paris Adalet Sarayı ve Master Planı

SE: Ben bir proje üzerinde çalışmaya başlarken hemen eskiz yapmam. Önce kafamda konunun olgunlaşması gerekiyor, çoğunlukla tek eskiz yapıyorum. Bazen bir konuyla ilgili film izlediğimiz de oluyor. Örneğin Portekiz'de bir yarışmaya girdik. Onun için şarap mahzenleriyle ilgili bir film vardı, onu izledik. O kültürle ilgili bir şeyleri çok yönlü yakalamaya çalışıyoruz. Önce proje yapacağımız yeri ve tasarımı kafamızda olgunlaştırıyoruz, sonra dediğim gibi bir eskiz yapıyoruz ve genelde o eskiz üzerinde çok az oynama ile proje ortaya çıkıyor. Ana fikir o bölgenin istekleriyle örtüşecek, bölgenin ekonomik kalkınmasını sağlayacak, estetik açıdan tamamlayacak.


Porto Duro Nehri Çevresi Kentsel Tasarım Projesi

Yarışmalarda, kentsel ölçekli alanlarda genelde kentin bir sorunu vardır ve bunun giderilmesi gerekir. Aynen tıpta olduğu gibi, hastanın iyileşmesi gerektiği gibi. Kulak burun rahatsızlığında bir hastaya doktor nasıl estetik ameliyat yerine gerçek tedavi yöntemi uyguluyorsa, bizim de kentsel sorunlu alana artistik geometrik çizgilerle yaklaşmamamız lazım. Ama ülkemizde çoğunlukla böyle oluyor, yarışma sonuçlarında da bunu gözlemliyorum maalesef. En iyi durumda bile ulusal yarışmalarda "ağır sorunlu kentsel alanlara" aspirin veya ateş düşürücü veriliyor ve "hasta" evine gönderiliyor.

PK: Çok yarışma projesi yapan bir ekip olarak, yarışmalar konusunda genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Şartnameler veya jüriler her zaman gündemde olan tartışma konuları...

GE: Proje yarışmaları mimarlık tarihinde her zaman proje üretim süreçlerinde yer almışlardır. Varoluş sebepleri sahip oldukları inanılmaz etkili içsel kuvvetlerinden kaynaklanıyor. Çünkü işverenler için son derece işe yarayan bir sistem öneriyorlar. Pek çok seçenek arasından seçim imkanı ve bu seçim çokluğuna çeşitlilik oluşturmak isteyen sınırsız sayıda kendini kanıtlamak isteyen genç mimar. Teoride son derece tutarlı olan bu sistem bizde pratikte maalesef bazen aksıyor. Bazen maalesef bu aksamalara bizzat kendi meslektaşlarımız sebep oluyor. Bazen işverenin ihtiyaçları yeteri kadar şartnameye aktarılamıyor. Çoğunlukla jüri değerlendirmeyi son derece kısa sürede yapıyor. Yurtdışında katıldığımız kimi yarışmalarda bu farkı görüyoruz ve bu da çok canımızı sıkıyor. Proje yarışmalarının yönteminde seviyeyi mutlaka daha yükseklere taşımalıyız. Yarışma şartnamesi hazırlamaya bile kimi zamanlar yeterli önemi veremiyoruz, bu konuyu çok daha fazla ciddiye almalıyız. Kuzey Avrupa ülkelerindeki yarışma şartnameleri bazen ciltlerle tarif ediliyor. Onlarla yarışmacıların karşısına çıkıyorlar. Değerlendirme süreci de üç günde bitmiyor. Altı ay sürenler oluyor. Kimi durumlarda projeler halktan temsilcilere sunuluyor. Hakikaten yarışmacıların gösterdiği özene değer bir değerlendirme süreci gerçekleşiyor. Jüri tutanakları her projeyle ilgili derli toplu oluyor. Her jüri üyesinin notları var. Jüri olmanın sorumluluğu da yerine getirilmiş oluyor.

SE: Bizdeki yarışmalarda yerleşen belli bir konsept var. Türkiye'de herhangi bir yarışmada illa ki o bölgeden jüri üyeleri seçilir. Sanki o bölgeyi sadece o kişiler bilir, mesleki birikimine bakılmaksızın. Jüri toplantısı da herkesin işi gücü var diyerek hafta sonuna denk getirilir, maksimum 3-4 günde karar verilir. Diyelim ki Ankara'da bir yarışma olsa, Ankara'daki öğretim görevlilerinin veya mimarların en az bir ay toplanabilmesi lazım. Üç günde bakılıp bir proje nasıl değerlendirilir? Biz İsveç'te bir yarışmaya girdik. O yarışmanın çok enteresan bir süreci oldu. Projeyi Mart ayında teslim ettik, Eylül'de belli oldu sonuçlar. Projeleri yerel dilde istemişlerdi. Önce halka sergilediler, defter açtılar, halk görüşlerini yazdı vs. İzlanda'da da benzer süreci yaşadık. İzlandaca tercüman bulamakta zorlanınca bürodaki arkadaşlar dil paylaşım sitelerinden Reykjavik'te yasayan bir psikologa ulaştılar. Ona projeyi anlattık ve bizden aldığı heyecanı rapora tam olarak yerel dilde yansıttı. Uluslararası yarışmalarda İngilizce dışındaki diller için o şehirde yaşayan birini buluyoruz. Şehri tanıyor, projemizi gösterdiğimiz zaman heyecanlanıyor ve iş birliği başlıyor. İşte İsveç'teki yarışmada da halkın bir aylık projeleri izleme periyodu oldu, isteyen herkes görüşlerini bildirdi. Jüri halkın tepkilerini de ölçüyor. Şehrin tamamı karar vermese de, en azından bir kısmı sürece dahil oluyor. Bunları görünce bizde ofis olarak artık Türkiye'deki yarışmalara biraz isteksizlik oluştu, bu yüzden son büyük ulusal yarışmalara giremedik.


Stockholm Jarva Mezarlığı

GE: Türkiye'deki yarışmalarda jüri değerlendirme süreci mutlaka yeniden yapılandırılmalı. Her jüri üyesinin mutlaka bir projeyi neden beğenip neden beğenmediğini bir paragraf da olsa yazması gerekiyor, bu ciddiyeti göstermesi gerekiyor. Bu iz arkasında kalmalı ve onun aynası olmalı. Bir başıboşluk var bizde uygulanan yarışma sisteminde. Belki de bu yüzden son dönemde yarışmalar azaldı.

PK: Ankara'da bulunan bir mimarlık ofisi olarak, kentinizdeki ve İstanbul'daki veya Türkiye'nin diğer illerindeki mimarlık ortamlarını karşılaştırabilir misiniz?

SE: Aslında genelde Ankara'da çok iş yapmıyoruz. Güncel işlerimize bakarsanız örneğin Ankara'da bir işimiz var, 7-8 projemiz Ankara dışında. Yarışma dışı olan projelerimiz bu dağılımda. Onları birlikte yürütüyoruz, yarışma projelerine genelde geceleri çalışıyoruz.

GE: İstanbul'da daha çok özel sektör, Ankara'da ise devlet kurumlarıyla temasta olarak yapılıyor projeler. Ayrımı böyle yapmak daha doğru olur bence.

PK: Ofisinizi İstanbul'a taşımayı düşünüyor musunuz?

GE: İstanbul'un Türkiye ve dünya ölçeğinde bir imajı var tabi. Ama Ankara'nın da lokasyon avantajı var. Türkiye'yi ve Ortadoğu'yu kapsayan bir çap çizersek, Ankara'nın stratejik lokasyon üstünlüğü hala devam ediyor bizim gözümüzde.

SE: Ankara'da müstakil binada 100'e yakın kişinin çalışabileceği bir atölye kurduk. Hayalimiz ofisimizin yönetim kısmını New York'a taşımak. Nitekim 5 yıldan beri New York'ta da faaliyetlerimiz var, Long Island'da irtibat adresimiz mevcut. Bugün büyük otomobil üreticileri olsun, tekstil üreticileri olsun, üretim merkezleri Meksika'da, Hindistan'da, Çin'de. Bizim de amacımız proje üretim merkezimiz Türkiye'de olacak şekilde dünyaya açılmak. Yerkürenin tamamı bizim için proje alanı.

GE: Çok hızlı değişiyor gündem. Dünya sürprizlerle dolu. Yarın neyle karşılaşacağımızı kestiremiyoruz. Belki çok daha erken ulaşırız hayallerimize. Ağabeyimin dediği gibi, amacımız yerkürenin tamamına ulaşabilmek, bu zihniyetle çalışıyoruz.

PK: Genel olarak işinizle ilgili çok heyecanlı olduğunuzu görüyorum fakat Türkiye'deki ortam sizi biraz durduruyor gibi üzücü bir durum var.

GE: Tükiye'nin gelişmekte olması, yeniliğe aç olması aslında çok önemli bir artı. Ben çok olumlu bakıyorum geleceğimize. Türkiye'de olmanın kötü bir yanı yok, aksine artı yönleri var.

PK: Çok teşekkür ederiz.

GE, SE: Biz çok teşekkür ederiz.

Erdem Mimarlar
www.erdemarchitects.com

Konuyla İlgili Linkler
Söyleşi Arşivi
Dönem içinde gerçekleştirilen söyleşilerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz söyleşiyi listeden seçiniz.