Sanat

Sanatı taştan çıkaran adam

Tarih: 17 Mart 2008 Kaynak: Radikal Yazan: Cemal Alp Solak
Argün Albayrak, uzun yıllarını verdiği parlak reklamcılık kariyerini bırakıp kendini taşların bereketli dünyasına adadı. Kurduğu Graphistone adlı atölyede, Türkiye'de ve dünyada ilk defa doğal taş üstüne el yapımı grafik tasarım uyguluyor. Şu sıra kendini Osmanlı tarihinin verdiği ilhama bırakmış...

1967'de doğduğunda Tanrı ona bir yetenek armağan etmişti. Genç yaşında bu yeteneğinin farkına vardı ve Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Önce Türkiye'nin ilk özel radyosu Genç Radyo'nun kuruluşunda yer aldı. Sonra 14 yıl reklamcılık alanında çalıştı. Sonra kendisine 'Ben ne yapıyorum' diye sordu. Artık daha sanatsal işlerle uğraşmak istiyordu. Reklam ajansından ayrıldı. 'Bir Güneşlik Mesafe' adı altında bir psikolojik roman yazmaya başladı fakat bir buçuk sene sonra hayat şartları onu tekrar reklamcılığa itti. Lowe Ajans'a girdi. Beykoz sırtlarında hayalini kurduğu villasını bitirdiği tarih olan Mart 2006'ya kadar burada sanat yönetmenliği yaptı. Birçok Kristal Elma kazandı. Ev bitince stüdyoya çevirdi ve Graphistone doğal taş atölyesini kurarak, yaratıcılığını en özgür biçimde kullanacağı doğal taş tasarımı işine girişti. O günden beri ekmeğini ve sanatını taştan çıkarıyor. Argün Albayrak'a, mekân mimarisine özgünlük getiren doğal taş tasarım işinin ayrıntılarını sorduk...

Doğal taş işiyle uğraşmak nasıl aklınıza geldi?

Aslında doğal taş gibi bir niyetim yoktu. Tamamen mimari kavramlar oluşturmak adına bir şeyler yapmak istiyordum. 'Kullanılmamış birtakım malzemeleri ortaya çıkarabilir miyim' diye düşündüm. Şu an mimaride yaratıcılığa müsaade etmeyen bir portföy tüketimi var. İtalya, Almanya, Amerika, şimdi şimdi Asya ülkelerinde birtakım tasarımlar yapılıyor ve onlar bizim hayatımıza trak diye giriyor. İtalyanlar gibi kendi tasarımlarıyla çalışan bir iç mimari organizasyonumuz yok. 'Ne yapabilirim' diye bakarken, hakikaten çok zengin bir dünya çıktı karşıma: Doğal taş dünyası... Zenginliğin üzerine bir de Türkiye'nin zenginliği çıktı. Şu an dünya pazarının yüzde 80'ini Türkiye karşılıyor. Mermerler, granitler, travertenler, kayahan taşları yani inanılmaz bir portfolyo var ama her ne hikmetse hiçbir Allah'ın kulu bugüne kadar, 'Ya ben bu taşla yeni ne yapabilirim' diye kafa yormamış. Traverten ya da mermer, doğadan çıkarılıp kesilip cilalanıp duvara veya yere konuluyor. Bu işe en iyi İtalyanlar uyanmış. O kadar özgün tasarımlarla, 1 liralık şeyi 25 lira yapabiliyorlar ki! Biz burada bir ton, iki ton taş satıyoruz 25 liraya, adam aynı fiyata ufacık bir karo satıyor. Bunu farklı ülkelere çok iyi pazarladığı için de çok daha az miktarla, daha az uğraşarak, ağır sanayilere girmeyerek ve açıkçası kültürel tabanı çok yüksek yenilikler üretiyorlar. Ben de ilk olarak travertenlere doku vererek çalışmaya başladım. 20 çeşit traverten var. Resmen onlara beyaz kâğıt gibi bakıp, 'Ne gibi dokular verilebilir?', 'Duvarda nasıl uygulamalar olabilir?', 'Hep aynı kareler yan yana mı dizilmeli?', 'Farklı ince bordürlerle ufaklı irili değişik sonuçlar alabilir miyim?' diye düşündüm.

Kullandığınız taş ve boyalardan hangileri öne çıkıyor?

Dünya bazı şeylere feci şekilde uyanmış durumda. Hem de uyananlar sektörel profesyoneller değil, nihai tüketiciler. Mesela granit bitti. Neden? Çünkü yüksek oranda radyasyon içeren bir madde. Amerika'nın kapısından içeri sokamazsınız. AB'de de öyle. Zamanla etkisi mutlaka oluyor, kanıtlandı. Olmayanlar hangisi; traverten gibi doğal taşlar. Ben bunlarla ilgili nasıl bir çalışma yapacağımı araştırdım önce. Çok sert kimyasallar var. Bu sert kimyasallarla taşla istediğin gibi oynuyorsun. Çok zararlı ama bunlar. O yüzden su bazlı akrilik boyaları kullanıyorum. Çok garantli boyalar bunlar. Çok farklı eskitme teknikleri kullanıyorum. Konseptine göre eskitme tekniği olmadığı da oluyor.

Duvarı bir taşla süslemek mekâna neler katıyor?

Duvar da bir anlatım aslında. Genelde misafirler için, müşteriler için süslüyoruz. Geldikleri zaman mekânın bir hikâyesi olsun istiyoruz. Baktıklarında akıllarında kalabilecek, 'Başka hiçbir yerde görmedim' dedirtebilecek kalıcı bir şey olmasını arzuluyoruz. Taş dünyanın en kalıcı şeyi. Bunun üzerine doğru teknikle, doğru analizle uygulama yaptığınız zaman üstünden bırakmıyor hiçbir deseni. Hadi bıraksın! Şu an Ayasofya'da, Ulucamiler'de, Dolmabahçe Sarayı'nda o dökülmüş desenlere bakıp 'Vay' diye başımızı kaldırıyoruz. Eskiden şu an bizim kullandığımız fırçalar, teknikler yokken bunlar yapılıyormuş. Bir caminin bitmesi bu yüzden 40 yıl sürüyormuş.

Aldığınız tepkiler nasıl?

Her zaman yapılan tasarımlar beğeniye açıktır. Ben bu işe acayip para kazanma hırsıyla girmedim. Bunun bir iş olabileceğini bile tahmin etmiyordum. Tutkuyla girmeye çalıştım. İlk önce arkadaşlarıma hediye ettim. Güzel tepki geldi. Sonra taş profesyonelleri diyebileceğimiz kişilere gösterdim. 'Nasıl yani' dediler. Ondan sonra iç mimarlara yöneldim. 'Konseptlerinizde kullanmak ister misiniz? Kullanırsanız ben varım ve size özel çalışırım' diye. Şurada gördüğünüz Abdülmecit'ten her gün yapmıyorum; ama sınırlı sayıda. Adam mesela duvarına Osmanlı padişahları ve tuğraları isteyebilir. Ben onları hakikaten araştırarak, özel bir çalışmayla yaparım.

Ne gibi özel çalışmalar bunlar?

Mesela 3. Selim'in temel süslemelerini yaparken şiire olan düşkünlüğünü baz aldım. Genç Osman'ınkine, çok genç yaşta öldürüldüğü için barışı temsil etsin diye iki tane zeytin dalı yerleştirdim. Yani belki çok önemli değil ama minnacık bir hikâye onu çok değerli hale getirebiliyor. Bunlar yapılmış tablolar diyebilirsiniz ama bu adamların da tek görüntüsü bu. Kafama göre sakal, kavuk koyup, 3. Selim diyemem.

Müşteriler tasarımlara ne kadar karışabiliyor?

Bana 'Al şunu yap' denmesine müsaade etmiyorum. Osmanlı'yı sevdiğini söyleyebilir, birtakım doneleri verebilir ama kâğıtta bir resim verip 'Bunu çiz' diyemez. Onu nasıl yorumlayacağıma kendim karar veririm. Çini isteyebilir. Çini dediğimiz zaman aklımıza mavi gelir. O kadar çok mavi var ki, çok profesyonel bir göz olmadığınız sürece aynılaşılır bütün çiniler. Ben buna bir yorum kattım. Güney Amerika renklerini kullandım. Portakallar, eflatunlar... Nasıl İspanyol müziğiyle bizim türküler birleştirildiğinde 'Ulan ne sempatik' diyoruz, bu da farklı bir yorum. Taşlar dekorasyonun birer parçası. Mesela şuna çok karşı çıkıyorum: İç mimar evin yüzde 90'ını tamamlamış, 'Şuraya senin taşlarını kullanalım' diyor. Ben bir tasarım hazırlıyorum, gönderiyorum, hikâyesini yazıyorum. Şöyle bir tepki geliyor: 'O zaman ben koltuk takımını değiştireyim.' O kadar dominant bir tablo çıkıyor ki karşınıza ona göre uyarlamak durumunda kalıyorsunuz. Ev bir tablo değil. Üç gün sonra evi terk edebilirsiniz. Tabloyu oradan indirdiğinizde sadece duvar kalır. Bu eve ait bir sanat eseri; götürme şansınız yok.

Şu an hangi projelerle uğraşıyorsunuz?

Şu an Osmanlı'ya taktım. Ağabeylerin yaptıklarını gördükçe insan kendini biraz aşağılık kompleksinde hissediyor. Çünkü mükemmeller. Giydiklerinden mekân anlayışlarına, mimari sağlamlık ve kalıcılıktan kullandıkları detaylara, süsleme sanatlarına kadar insanın aklını başından alacak derecede mükemmeller. Bunu Roma'da, eski Avrupa ülkelerinde göremezsiniz. Onlar tek renktir. Ancak kliselerde, mozaiklerde ve çok eski zamanlara ait resmedilmiş yağlıboya tablolarda çok renklilik vardır. Türk sanatlarında ise mimarinin bir parçası renkler ve inanılmaz zengin. Osmanlı tuğralarına çalışıyorum. Tuğralar tabii hat sanatına giriyor ama o kadar farklı çalışılmış ki, kendime ait bir yorum katmaya çalışıyorum. Hepsi padişahlarla birlikte 64 taştan oluşan bir seri olacak. Onun dışında iki butik otel çalışması var. Bir tanesi Antalya tarafında, onlara bir medeniyetler duvarı yapacağız. Ege'de bir otel daha var, onlara da rüya konsepti çalışıyoruz. Çok özel çalışılmış, Türkiye'yle ilgili turistik amaçlı seriler çalışmak istiyoruz. Bir de Florida'da bir yerimiz olacak. Oraya niyetimiz duvar tasarımı olarak girmek ama 20 cmx20 cm'lik üç ayak üzerinde duran tasarımlarla önce tansiyon ölçmek istiyoruz.

Doğal taş tasarımlarınızın, duvar resmi ya da tablodan farkları neler?

Çok kalıcı. Mesela Avrupa bir yerleşik toplumdur. Bir evde oturuluyorsa üç göbekten beri oturuluyordur. Her santimetrekaresi değerlidir. Biz bir göç toplumuyuz. Bırak göç toplumu olmayı, kendi şehrimizin içinde bile rahat duramıyoruz. Hep bir değişiklik uğraşındayız. Dolayısıyla yaşadığımız yerde kalıcılığa çok alışkın değiliz. Bu benim dezavantajım olabilir ama bunu hakikâten sanat olarak görüp o kalıcılığa inanan insanlarla da karşılaşıyorum.
Sanat
Takvim
<<Mayıs 2024>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30 31    
Sanat Haberleri Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.