Gökhan
Avcıoğlu
Öncelikle bu
webten”diyolog” işiyle ılgili bir iki sey söyleyeyim. Genellikle
nicknamelerle hareket edildiği icin 80 lerin 40 kanallı telsiz ortamına
benzediğini, zaman zaman icq gibi chat ortamlarını cağrıstıran bir yapısı
olduğunu belirtmeliyim. Bu nedenle benim oturduğum tarafta bazen cevap verip
vermemekle ya da verirsek ne şekilde bir yaklaşım sergileyelim le ilgili
ofiste ortağım Durmuş Dilekçi ve mimar arkadaşlarımla tereddüt geçirdik.
iyi hazırlanmış, kafa yorucu sorular varken kendini anlatmayı cevabından önde
tutan sorulara ne şekilde davranmalıydık. Sonucta bu sitenin yoneticilerinden
gelen “diyolog”adı altındaki ilginç(!) sanal ilişki biçimi talebini
çözmek adına bu işe vakit ayırdık. Dediğim gibi henüz oturmamış bir
yapısı var. Tecrübeye ihtiyacı var. Suha Özkan'la bir başka konudan konuşurken
bu konu hakkında da konuştuk. Zaaflar var ve desteklenmesi gerektiği
konusunda hem fikiriz.
Umarım tüm bunlara rağmen hepimiz için keyifli ve yararlı olur.
hope
Sayın Avcıoğlu,
Mimarlık ürünlerinin özgünlüğü ve buna bağlı olarak esinlenme,
etkilenme, taklit etme ve kopyalama hep süregelen bir tartışma olmuştur.
Geçmiş forumlarda yayınlanmış olan Sayın Reşit Soley'in "Taklit
etmekle esinlenmek arasindaki ayrim kendine olan saygidan geçer. Ya da
kabizliktan." sözüne katılıyor musunuz?
Bu bağlamda eserlerinizin ne kadar özgün olduğunu düşünüyorsunuz?
Gökhan
Avcıoğlu
1.alıntı yaptığınız açıklama
Mimarlıktan çok daha başka sanatlara ilişkin bir tarif gibi..
Mimarlık özgün olma arzusunu (eğer böyle bir arzunuz varsa) oldukca zor
yada ileri yaşlarda karşılayacağınız bir meslek. Buluşları eski çağlara
dayanan ve hala insanlar tarafından binlerce yıllık deneylerin sonunda
gelinmiş bazı kalıplara bağlı olarak ısmarlanıyor, talep ediliyor..
Simgesel arzular, biçimsel talepler hala çok fazla dağarcığında var. Bu
nedenle sadece bizim ülkemize has değil bütün dünyada kırılması çok güç
kalıplar var, gerek talep edenler gerekse mimarlar tarafından vazgeçilmeyen,
geçilemeyen .....
Bizler, çok azımız bu reel mimarlık dışında oyunun sınırlarını genişletmek,
yeni coşkuları ve mekansal tecrübeleri işin içine katmak için deneyler yapıyoruz.....
Reel mimarlık bina yapmada çok hızlı fakat düşünsel bazda, değişimlerde
çok yavaş ilerliyor.... Yer çekimine ve havada oluşan hareketlere (Yağmur,
kar, rüzgar, korozyon) etkilere karşı geliştirilmiş repertuvarda sabit çözümler
var. Bunlara derinden bağlı olarak çalışıyorsanız, oto sansür yaratıyorlar
zihninizde. Murat Belge son harika kitabını yazmasına yolaçan (yeme içme kültürü)
yemek pişirme merakı için; ”ben doğu tipi sanatçıyım,gelenekçiyim,
lonca, esnaf tipiyim. yani bir karnıyarık nasıl pişirilmesi gerekiyorsa öyle
pişiriyorum.” diyor.
Ben de bu tip değilim diyorum. Yeni yollar arıyanlardanım.. Süha Özkan beni
“çağdaş dili kullanıp mimarlığın kesici kenarında olmayı yeğliyenlerden“
sayıyor.
Eğer birşeyleri farklı yada sizin deyiminizle özgün yapmak istiyorsanız öncelikle
bu yukarıda saydığım faktörlere karşı çözümler, öneriler, detaylar
geliştirmelisiniz....
Özgünlüğü nerde aramalı! Yapınız ne zaman özgünlüğe en azından bir
adım daha yaklaşır; sizden sonra gelenlere, yeryüzüne ekliyecekleri yapılar
için yeni bir kolaylık yada fikir verebiliyorsa.... Yapınızın içinde, dışında
olma hallerinde sizin yapınızdan sonra, düşüncelerinde bir değişiklik, yaşama
sevinci, güven, haz gibi duygular uyandırıyorsa...
20. yüzyıla kadar iklim, coğrafi koşullar, bilgi, ülke yönetim tarzları,
karanlık (geceler yoktular çünkü hayat dururdu...) din, ahlaki değerler
mimarlığın çok yavaş değişmesine yol açtı. Geçen yüzyıl bütün bu
durumlardaki değişiklikler mimari ele alışı kökünden değiştirdi..
Olumlu olumsuz bir sürü yan enfeksiyon oluştu... Önce mühendislikler daha
sonra şehir tasarımı mimarlığın dışına çıkıp mimarları bu
dallardaki gelişmelerden habersiz bıraktı. Bunu mimarlar seçti yada şaşkınlıktan
bunun ne demek olduğunu anlamadılar. Hiçbir mimar onlarsız (mühendislersiz)
bir bina inşa edemez, yasal olarak bile... ve yapı artık matematiksel bir
formüldür. Gün ışığı sabah güzel beyaz duvarımızı yalasın diye açtığımız
her bir pencere bu matematiksel formüle hesap vermelidir. Bütçe, ısı, güvenlik,
imar durumu gibi sayısallaşmış değerlere, sonra bunlarla hiç alakası
olmayan yol, sokak, sizden önceki mimarlık tarihi, yaşama alışkanlıkları,
şehirdeki duruşu ve sizin onunla ilişkinize... (sizin ve ısmarlayanların)
bulunduğunuz ülkenin inşaat sektörünün bina yapma yetenekleri, bütün
bunların ışığında kişisel hedefleriniz o ve o binanın son noktasına
kadar inşasına göstereceğiniz sabırın ve ikna kabiliyetinizin dereceleri
(bunlar oto sansür açısından önemlidir. elinizi ona göre ayarlarsınız)
sağlayan faktörler..
Dört tanesini tekrar ediyorum. mühendisliklere olan hakimiyetiniz, mimarlık
tarihine ait bilgi birikiminiz, yaptıkça yapmayı, yapı üretimini kolaylaştıracak
detaylara ilişkin geliştirme arzunuz, sanattaki ve bilimdeki gelişmeleri
mimarlığa taşıyacak özgüveniniz, bütçe ile elde edilmesi olası değerler
arasında tercih yapabilme ve bu konuda insanları ikna edebilme kabiliyetiniz,
sizi adım adım mimarlık dediğimiz dünyaya bir şey ekleme gereği ya da
arzusunu, fonksiyonunu karşılama tekniğini geliştirme uğraşının araştırmacı,
akıllı bir üyesi yapacaktır.
Bir yapıya karşısına geçip hatta fotoğraftan bakıp özgün yada değil
diye değerlendirme yapılmaz. Yapı bir tezdir ve birçok input a sizin süzgecinizden
gecerek output verir.
Sizin bakış tarzınız daha çok güzellik yarışmaları ya da başka
sanatlar için kullanılabilir.... Ben bu yaşımda ve bugüne kadar; yaptıklarımın
özgün olması için çalışmadım. Mimar olmak cocukluktan beklediğim birşeydi
fakat 1980’lerde ne, nedir diye kavradığımda şoka uğradım; iki mimarlık
vardı, Reel mimarlık ve Mimari... Hele İstanbul, Türkiye gibi ortamlarda bu
daha da bariz ayrılıyordu.... Önce mimarlığı anlamak, inşa etme koşullarını
öğrenmek, farklı yollardan yaklaşarak neyi ne kadar denetleyebilir,
yapabilir neleri tanımlayabilirim, Neleri bilmeye, deneyimlemeye ihtiyacım
var, bunlara kafa yordum, hala yoruyorum. Sonra bu öğrenme, kavrama dönemi doğal
olarak yerini yavaş yavaş önerilere bırakır oldu.. istekleri üzerine iyi
bir bilgi paylaşım mekanizması olması nedeniyle meslektaşlarımla paylaşmak
ve tartışmak için yaptıklarımı ve düşüncelerimi yazarak çizerek yayınlara
gönderiyorum. Yaptıklarımın mimari olup olmadığının sürekli sorgusu içindeyim.
Başka yapılarında yanıbaşında bulunduğu araziler ya da sokaktaki, şehirdeki,
dünyadaki yerleri konusunda sorgulamalarım sürüyor ama ben olmuş olanlara yönelik
değil de daha çok ileri dönük düşünüyorum onların üzerinden..
Daha çok olasılıklarda ve teorik düzlemde mimariyle haşır neşirim...
Mikro ve makro buluşların mimariyi geliştirdiğine tanığım. Asansörlerin
yatayda hareket edebilme özelliğini kazandıracak olan mekanik bir aksam değil
artık bunu biliyorum. birsantimetrekarelik (elektronik, slikon) bir chip’tir
bunu yapacak olan cünkü . Ve bu bir santimetrekare bütün bir yapıyı nasıl
etkiler. Mimarimizde nasıl bir değişiklik yapar.... öte yandan ahşapta başka
katkı ve recycling gerekliliğinden kaynaklanan birleştirme taşıma
kabiliyetlerinde yeni buluşlar var.
Binlerce kullanılmış minik kürdan ve fındık kabuğu parçasını birbirine
ekleyerek elde edeceğimiz duvarların kendileri ne derece taşıyıcı
olabilirler.... bunları nasıl kullanabilirim, bu yapının bütçesini ve
dayanıklılığını hangi yönde etkiler ona bakıyorum..
Öte yandan mobilizasyon, şehirlerin karmaşık yapılarında çıkan sorunlar
ve ihtiyacımız olan mekanları oluşturmamıza olanak vermeyen yönlerine karşılık,
başka açık arazilerde yada denizin ortasında hızlı yapılaşma ihtiyaçlarımızı
karşılayabilir işi bitince de sökmek ve başka ihtiyacı olanlara devretme
avantajıyla birlikte üstelik..
Buradan nereye varabilirim bilmiyorum ama çıktığım yolu biliyorum...
Gökhan Bey,
Projelerinizi yakından takip ediyorum. Oldukça farklı bir çizginiz olduğunu
düşünüyorum. Her yaptığınız işte farklı bir Avcıoğlu çıkıyor karşıma...
Sorularım mimari çizginizle paralel gittiğini düşündüğüm giyim ve yaşam
tarzınızla alakalı... Bu konuda Vizyon dergisinden bilgi alabildim. Aralık
2000 sayısında "Avcıoğlu giyiminde de sadeliği, rahatı ve uyumu
seviyor. Onun değişmezleri Tom Ford, Gucci, Prada ve tabii MiuMiu"diye
tanımlanıyor giyim tercihleriniz. Moda ile mimari akımlar arasında nasıl
bir paralellik var sizce? Mesela Gucci Jean Nouvel'i , MiuMiu MRDV'nin karşılığı
olabilir mi?
Aynı yazıda iş yaşamınız "...işlerin yaratım safhasını kontrol
etmek, notlar yazmak, telefonla konuşurken dergilerde çıkan yazılarını
okumak, Armani Cafe'de hem iş toplantısı yapmak, hem yemek yemek ve bütün
bu yoğunlukta da gözünden hiç bir şey kaçırmamak..." olarak tanımlanmış.
Nasıl beceriyorsunuz bunca işi bir arada yapmayı? Hem telefonla konuşup hem
de dergilere yazdığınız yazıyı okumayı? Bize günlük temponuzdan biraz söz
eder misiniz?
Teşekkür ederim.
Gökhan
Avcıoğlu
Bir dergiden alıntı yaptığınız anlatım o tarihteki dergi editörünün
bir günlük izlenimi... demek ki o kişide öyle izlenim bıraktım ya da o
dergilerinin gözlüğünden baktı... yargıda okuyucunun..... bu yayını
kendi yayın listemde de tutuyorum.bence bir mahzuru yok ..ne gerçeğe yakın
ne değil belli oluyor zaten.
Orson Wells’in Citizen Kane filminde bir grup insan bir insanı anlatırlar...
Hepsi farklı biçimde.... Herkes kendi yargılarında ve bakış açılarında
değerlendirir.
Siz de isterseniz benimle konuşabilirsiniz.. bu sanal ortam dışında da yüzyüze
görüşebilirsiniz, böylece kendi gerçek, doğal yargılarınız olur... Ben
de sizi yakından tanımak isterim.. Neden isminizi kullanmıyorsunuz ya da
isminiz bu mu?.... İspanyol kökenli misiniz? Eğer öyleyse çok güzel Türkçe
yazıyorsunuz.
Bakın gördünüz mü “Pepe” kelimesi bende ne kadar farklı belki de
temelsiz, asılsız çağrışımlar yaptı...
Eğer bahsi geçen dergi için “bu tür yayın araçlarını yayın güvenilirliği,
baskı kalitesi, yaklaşım biçimlerini bile bile niçin görüşüyorsunuz”
deseydiniz bu bir güzel bir soru olabilirdi derdim.. Cevabım da şu
olurdu;zaman gazetesinde de röportajım olabilir, aynı siyasi görüşü paylaşmasamda..
hatta carpıtabilirler de.. ama en azından bir kavramda yada çözümde anlaşabiliriz..
Mimarlık bütün politikaların üstünde bir politikadır çünkü..
blur
Gökhan Bey,
Sorularımı maddeler halinde yazıyorum:
1. İki tane web siteniz var? Eski siteniz nedir? Artık kullanmayacak mıyız?
2. Terminal-NYC ile
ilişkiniz nedir? Ortak mısınız? Sadece bir tasarımcı mı? Yoksa sahibi mi?
3. Changa Restaurant & Bar'a henüz gidemedim. Ancak cam mutfak tavanı /
cafe zemini tek taraflı film kaplı dahi olsa özellikle etek giyen hanım müşterileri
mahremiyet açısından rahatsız etmez mi acaba?
(Not: Changa'ya telefon açıp bu soruyu sordum.
Hayır rahatsız olan yok dediler, yine de bir de sizden duymak isterim)
4. Uygulanabilmiş pek çok tasarım yapmış siz aşağıdaki fotoğrafı İstanbul
silüetine uygun buluyor musunuz?
5. Algida Cafe'nin tasarımında ne kadarlık bir zaman kullanılacağı düşünüldü?
Gökhan
Avcıoğlu
1. gaarchitects.org Teoman Madra
tarafından yapıldı. D.D.’nin ortaklığı ile gadarchitecture adını aldık.
Ve yeni web sitesi Can Burak ve D.D. tarafından geliştirildi. GAD daha kapsamlı
bir site ve daha kabiliyetli..
2. Terminal-nyc öncelikle ortağı ve yatırımcısı olduğum, NewYork’ta
kurulmuş bir tasarım ortamı şirketi... amacı öncelikle genç tasarımcılara
fırsat tanıyan ve daha çok ikamet eşyaları ve ofis nesneleri tasarımlarına
yer veren küçük bir showroom’u, prototip sergileri organize etme özelliği
var... ve gruba dahil çok değişik ülkelerden tasarımcı portföyü var. Ben
terminalin içinde gidip gelen nomadic bir ortağım ve şimdilerde daha çok
nesne-mekan ilişkisi, yeni materyaller ve fonksiyonlar ve düşük bütçeli
productlar üzerine bir line oluşturmaya çalışıyorum.
3. Chan-ga’ya gidiniz, görmeden kimseye inanmayınız, bana bile... siz göresiniz,
kullanasınız diye yapılıyorlar. İnşa edilmeseydi, şöyle olacak diye
anlatabilirdim. Orada var ve duruyor hala.. “Bir zamanlar Chan-ga diye bir yer
varmış.....................” bu komik olurdu.. yani buraya ait tek merak
ettiğiniz mahremiyet mi? Bense incelik kalınlık, ışık, gölge, transparanlık
ve opaklık arasındaki pazarlıkta buluyorum mimarlığı, sosyal davranışlarla,
bilim, teknik, sanat arasında bir yerde.... birbirlerine olan etkileri ve nasıl
mimarileştirebiliriz, aklımızda ve toplumsal bellekte buna ne kadar izin
var...
4. Yüksek yapı projesinde slüet açısından değil de program ve karşıtlık
açısından konuyu tartışmak için bir öneri-yaklaşım olarak ortaya attım.
Ayasofya’nın sonradan eklenmiş Sinan dönemi minareleri ile Harem sırtından,
Acıbadem, minibüsle toplu taşımacılığın çözüldüğü konut bölgelerinin
konumları arasında bir yere oturtmak... Ayasofya gibi en eski ve en değerli
bir cesaret yapısı ve minareler gibi hala inanılmaz bir bakış ve davranış
şekli gösteren yüksek ve ince yapılara 1500 yıllık bir zaman ve 300 yıllık
direnci sağlayabilen yapılara, bugün hangi şiddette bir ölçek ve durum karşılık
gelirdi.
5. Bu bir başlangıç.. Sürekliliğini sağlayacak karı ettigi surece... önce
İstanbul’un, sonra Türkiye’nin, sonra dünyanın değişik yerlerinde açılması
düşünülüyor. Proje International Unilever Company’den onay gördü.
Ekonomik ve uygun yer arayışları sürüyor...
Çalışmalarınızda piar ın
önemine ne kadar inanıyorsunuz?Dergilerde yer almak iş almayı kolaylaştırıyor
mu?
şimdiden teşekkürler
Gökhan
Avcıoğlu
Başka hiç bir meslekte
yaparak ilerleyemezsiniz mimarlık gibi... Hem sizin hem toplumun ihtiyacı var
bu deneye... İnsanı baz alarak ondan daha büyük ve kayıtsız kalınamayacak
kadar büyük (bu bir kulübe bile olsa) bir şey inşa ediyorsunuz. Bunun
kalitesi sizin en önemli piarınız olur. Peki ilk yapıya nerden geleceğiz? Eğer
ilk işe doğrudan kavuşamıyorsanız size henüz ısmarlanmamış konularda öneri
yapın, çizin, düşünün, yazın.. mutlaka yakalayacaksınız. Türkiye benim
yabancı meslektaşlarımı hayrete düşürecek kadar yapı ihtiyacı duyuyor,
ve yapılıyor da. Sorun; kaliteli yapı yapılamıyor, bilgi akışı olmuyor..
daha proje safhasında roller, iş sıraları, ele alışlar problemli.. bunları
bilirseniz veçözüm önerileriniz varsa öncelikle size ayrılan bütçeleri yönetmeye
(bu sizin için verilecek ücret de olabilir..) belki o yapının şimdilik bir
bölümünü üstlenmeye, bazı eşyaların tasarımını üstlenmeye, kısacası
pazarlıklarla bir yere gelebilirsiniz. Sorun; size ihtiyaç duyulup duyulmadığıdır..
ya da siz kendinizi bir ihtiyaç haline getirebilirsiniz. Eğer bunu şiddetle
istiyorsanız bir yol da bulabilirsiniz, bir yerden başlıyabilirsiniz birden
gaza birden basmadan, adım adım..
nedim
Diğer tasarımıcılarada
sorulan sorular bunlar aslında bende size topluca iletmek isterim bu soruları:
1 Mimarlar odası hakkında ne düşünüyorsunuz?
2 Mimarlar odası başkanı olsanız ilk yapacağınız iş nedir?
3 Gökkafes işi size gelse yaparmıydınız?
4 Ağahan ödülleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gökhan
Avcıoğlu
1. Mimarlar odası kanunlarca da
gerekliliği onaylanmış bir kurum. Ancak kanunların işlemediği bir ülkede
mimarın gerekliliğini anlatmanın yollarını bulmalıyız. Bugüne kadar oda
politikaları uzlaşmasız, kırgın ve sertbir tarzda oldu.. Sorunları
kavrayamadı ve tasarımın, mimarın önemini anlatamadı. Kanunların arkasına
sığındı ve görevde olanların politik görüşlerinde sürdürdü. “Bu
konuda odanın görüşü nedir” sorusuna oda tarafından verilen cevaplar
benim sizin görüşlerinizi yansıtmıyor.. mimarlar nasıl görüş verirler..
yaparak.. yapmamız engelleniyorsa bize ihtiyaç yok demektir. Önce ihtiyaç
olduğumuzu anlatabilmeliyiz, bu nasıl olacak, halkımızla birlikte yaparak,
yapma kurallarını birlikte keşfederek ve bilgileri paylaşarak...
2. Başkanlık için doğru bir isim değilim, şimdilik.. hiç düşünmedim..
ama mimarinin ve mimarın önemini anlatma kapsamında farklı komisyonlarla
idealize etme ve deneyleme üzerine çalışmalar yapardım ve yönetimin diğer
görevlerini başkan yardımcılarına bırakır kendime yeni bir saha açardım.
Özellikle başka ülkelerdeki meslektaşlarımın Türkiye’de yapı yapma
olanağını sağlar, Türk meslektaşlarımla işbirliği yapmalarını, bilgi
alışverişini sağlardım. Ütopik öneriler geliştirseler bile.. çünkü
proje öngörü demektir. Bazen gerçekleşmeyen projeler üzerinde de çalışmak,
simulasyon yaratmak “ne kadar ve nasıl” yapmamızı geliştirir.
3. Önce soruda anlaşalım. Gökkafes bir süreç.. tümüyle bunu
kastediyorsanız yanlış bir soru.. Eğer ısmarlama biçimi açısından
diyorsanız böyle şehir açısından stratejik konuların önce program açısından,
sonra da gerekliliği açısından tartışılması gerekir derim... Eğer
referandumda kamu yapılmasını uygun görürse, ikinci olarak bu tür
projelerin uluslararası yarışmalarla elde edilmesi gerekir derim.. Zaten bu
kadarı bile yapılıp yapılmamasını, yapılacaksa da bugünkünden daha
farklı olacağı söylenebilir... böylece mimarını da kamu vicdanı, kendi
vicdanı açısından korur. Önü açılacak, yaptığı öneriyi daha sağlıklı
gerçekleştirecektir. Gökkafes mimarının bile savunmadığı bir durumda inşa
edildi. Ayrıca o olmasa başkasına ısmarlanacaktı.. gabari, oranlar, kullanım
hakları, belediye, imar tarafından belirliydi.. O olmadan da buna benzer bir
şey olacaktı bu koşullarda... Sorduğunuz soruya şimdi cevap verirsem ben koşullara
bakıp yapıp yapmadığıma karar veriyorum derim. En azından uzlaşabilecek
bir yer var mı diye.. her zaman mesele bu duygumuzu mimari ve onu meydana
getirecek koşullarda neler ilave edeceğiz bunu bulmakta Gökkafesin başlangıç
ve süreci koşulları bana uymuyor..
4.Victor Hugo 15. yüzyılda matbaanın bulunmasıyla mimarlığın öldüğünü
yazmıştı. Kitabı mimarlığın önüne koydu. Ancak onun iddia ettiği yıllarda
doğuda farklı bir şekilde mimarlık sürüyordu çünkü matbaa oralara
gelmemişti. Mimarlık doğu, islam toplumlarında farklı merhalelerden geçti.
Batıyla etkileşerek etkileşmeyerek bir çok düzlemde… Aga Khan Vakfı batıyla
doğu arasında bu etkileşim iletişim, sosyal, kültürel yönleri araştıran
bir kurum. Diyebilirim ki bu yüzyılın en önemli vakıflarından biri. Ödüller
tabi ki dikkat çekiyor eğer tek tek ürünlere bakarsanız bu dediğimin anlaşılması
çok zor ama bütününde son derece gerekli ve giderekte önem kazanıyor. Ödüllere
adayların seçiminde yapanın, yaptıranın ya da mimarının müslüman olması
gibi ayrımcı bir seçim var. Bu seçimin sebeplerini iyi anlatması lazım. İslami
politikalarla karıştırılıyor çünkü.
Oysa mükemmel bir arşiv oluşturuyorlar. Benim de çeşitli projelerim nomine
edildi. Çok yerinde sorularla (bazıları sıkı tartışmalı) ve araştırmayla
işe başlıyorlar.. son değerlendirmede jüri üyelerinin yapıları görmeden
değerlendirme yapmasında ciddi bir sıkıntı var. Bunu yapıyı görmeye gönderilen
teknik bir raportör vasıtasıyla onun izlenimleri çerçevesinde yapıyorlar...
Jüri üyelerinin hatta ödül verdikleri binaları sonradan görmeleri bile
zaman, imkan, mesafe gibi nedenlerden mümkün değil. Bu da inandırıcılığını
bir ölçüde sarsıyor. Tek şans kazanamayan yapı tekrar nomine edilebiliyor.
Ben ayrımcılığı ve değerlendirmedeki son noktalama bölümünü kendi
yaklaşımlarıma uygun görmüyorum ama bugüne kadar olan çalışmalarını
ve çabalarını yürekten destekliyorum. Konusu mimarlık çünkü… Çerçevesinin
genişlemesi hakkında düşüncem, gerçekleşmemiş projelerin de farklı bir
katagori olarak değerlendirilmesi olacak. Çünkü geliştirmek için onlara
ihtiyacımız var. Doğu toplumlarının batıya nazaran ciddi eksiklerinden
biride bu… önerilere açık olmaması ve daha az öneri yapması..
cin
çocuk
gökhan avcıoğlu’na
sorularım:
1.kendi eleştirinizi nasıl yapıyorsunuz?
kendinizi ve mimarlığınızı eleştirin
2. sizin hakkınızda yapılan eleştirileri ne kadar değerlendiriyorsunuz?
3.sizin üzerinize 2 ayrı kanaldan yorum yapılıyor.
öğrencilerin - tasarımcılar-mimarlar, eleştirmenler...
eleştirmenlerden iyi not alsanız da öğrenci ve mimarlardan kötü not alıyorsunuz.
iyi not ve kötü notların nedenleri neler ve fark nereden kaynaklanıyor?
4.türkiye mimarlığı için oynadığınız rolü tanımlayın...tasarımlarınızı
ve yaptığınız yapıların stillerini değil...mimarlık sahnesindeki
yerinizi , yaptıklarınızın etkisini anlatınız
5.size verilen ödülleri yorumlarmısınız....
Gökhan
Avcıoğlu
Sorularınız çok sıkıcı
ve adeta kompozisyon ödevi gibi...
1. Kendi eleştirimi inşa ederek yapıyorum... Hay allah yine yerçekimi olasılıkları
üstün geldi, bu da öteki binama benzedi, yeni bir detay geliştirdik ya da
geliştiremedik, bu kadar çalıştık yarışmayı kazanamadık çünkü yine
yarıştık bu jüri üyelerini bile bile...
2. Bana yapılan eleştiriler birlikte iş yaptığım benim saygı duyduğum
birinden ya da kurumdan geliyorsa can kulağıyla dinliyor, dikkate alıyorum,
değilse dinlemiyorum.. Eleştiri kaynağının saygımı kazanmış olması önemli..
bu olumlu bir eleştiri bile olsa..
3. Bu herhalde inceleme konusu benim işim değil...
4. Bunu ben değil zaman ortaya çıkaracak. Mimarlık uzmanlarının ve tarihçilerin
işi. Benim işim yapmak.
5. Bu da dördüncü sorunun cevabını içeriyor.
Sn. Avcıoğlu,
Ülkemizdeki mimarlık eğitimi ve okul sonrası meslek içi eğitim hakkında düşünceleriniz
nedir?
Gökhan
Avcıoğlu
Birincisi: mimarlık eğitimi için
dört yıl çok kısa. İki yıl daha sürmesi gerekiyor. Bu süreç staj için
kullanmalı..
İkincisi: farklı ülkelerden yabancı öğretim üyesi sayısı,en az Türk üyeler
kadar olmalı.
Üçüncüsü: öğretim üyeleriprofesyonel proje yapabilmeli ve okulda proje
stüdyoları olmalı.
Dördüncüsü: dünyanın her yerinden serbest iş yapan mimarlar sürekli açık
derslere davet edilmeli..
Beşincisi: okulun sürekli deneysel binalar yapabilecek bütçesi olmalı ve
kamusal projeleri yönlendirmeli. Bunlar için yarışmalar düzenleyebilmeli ve
seçimler yapabilmeli.
Altıncısı: diğer uluslararası üniversitelerle öğrenciler arası yaz ve kış
sürekli exchange programlar düzenlenmeli.
Yedincisi: mühendislik dersleri ve sayısı arttırılmalı..
Sekizincisi: Çağdaş sanat zorunlu ders listesinde olmalı........ liste devam
ediyor ama bu kadarı bile gerekli farkı yapacaktır.
Sn. Gökhan AvcıoğluÇalışmalarınızı
yakından takip edemesem de bence türk mimarlığına yeni bir ivme kazandırdığınızı
düşünüyorum. Benim asıl merak ettiğim, mimarlığın en önemli bileşenlerinden
birisi olan mekan kavramının yakın gelecekte oluşacak olan sanal coğrafya içerisinde
evrimleşerek nasıl bir anlam kazanacağıdır. İkinci sorum ise;
ekoloji-mimarlık kurgusunu mimarlığınızda nasıl kullanıyorsunuz ve yakın
gelecekte oluşacak olan bu sanal mimarlık ortamı ile ekoloji-mimarlık
kurgusu nasıl kurulabilir.
Gökhan
Avcıoğlu
1.
İşte mimarlığın çevresinde dolanmayan, özüne ait gerçek bir soru: M.
Heidegger diyorki inşa etmek ve düşünmek, ikisi de kendi açılarından
oturma yeri için kaçınılmaz ve sınırları belirlenemez ögelerdir. Bunun dışında,
ikisi de birbirini dinleyeceği yerde, öyle uzun zaman kendi işlerine daldı
ki, ne biri ne öbürü oturma yerine erişebildi. Oysa inşa etmek olsun, düşünmek
olsun, ikisi de oturma yerinin bir parçası olduğunda, kendi sınırlarının
içinde kaldığında ve beraberce uzun bir deneyim ve aralıksız bir uygulamanın
elinden çıktığını bildiğinde, birbirini dinleyebilir.
2. Mimarlık Ofisimiz değişik konular üzerinde çalışmalarını sürdürür.
Proje alma ya da elde etme biçimleri de farklılık gösterir. Her ne olursa
olsun son zamanlarda giderek kendimizi farklı bir teste tabi tutuyoruz. Yaptığımız
bir tasarım yada projeyi yada bir yapıyı masaya yatırıp bakıyoruz. Henüz
yüzdeyüz bir başarı elde edemedik ama oto kontrol kurmak için deneysel bir
yaklaşım oluşturuyor.
Global ısınma hakkında yeterince bilgiye sahip değiliz. Önemli ölçüde
son yüzyılın, hızlı ilerlemenin yan enfeksiyonu olabilir. Çevremizde
tasarlanmış bir dolu nesne yada yapı daha üretim aşamasında bir çok sorun
ve yan enfeksiyon yaratıyor.
İçinde bulunduğumuz sektör ekonomileri de çalışma hayatını da ayakta
tutan sektörlerden biri olduğu için hantal ve değişimleri kolay kabul
edecek bir yapıda görünmüyor.
Mimarlar genel olarak kendilerine talep olarak sunulan programları sorgulamadan
hareket ediyorlar. Daha çok arsa üzerinde duruş,görüntü ile ilgili daraltılmış
alanda ve yanlış yönde aranan ekonomik olmanın kısır döngüsü içinde çalışmayı
kabul ediyorlar...
Oysa tartışma daha geniş bir düzlemde sürdürülmeli, genişletilmeli.
Bizler müşterilerimizin kişisel isteklerine, global, güncel, şehirsel,
ekolojik yeni bakış açıları, yeni hazlar ve coşkular getiren yeni yaklaşımlar
eklemeliyiz.
Tasarımı bir prestij yada ikna aracı olarak değil iletişim için kullanmalıyız.
Bazen yakın çevremize bazende dünyanın öbür ucunda yaşayan, dünyayı
paylaştığımız insanlara ulaşmak, duygularımızı, yaklaşımlarımızı,
ortak sorunlara çözüm önerilerimizi paylaşmak için...
Hepimiz çok karmaşık tekniklerle ve sonsuz bilginin ve bizi etkileyen soyut
kişisel yaklaşımların sonucunda tasarım yaptığımız profesyonel bir iş
ortamındayız. Alışkanlıklarımızı birden topyekün değiştirmek çok
kolay değil.
Ekte oluşturmaya başladığımız bir liste var. Bu listenin yeni eklenecek
maddelere ihtiyacı var.
Bizler bu listeyi daha çok gün ışığını kullanmayı, kendi enerjilerini
sağlıyabilen yapılara sahip olmayı, doğru temellere oturtulmuş
ekonomileri, ekolojik ortamları sağlıyabilecek tasarımlar için bir başlangıç
olarak görüyoruz.
YENİ YÜZYIL’DA EKOLOJİK YAKLAŞIM ALIŞKANLIĞI EDİNME;
EKOLOJİK VE TELAFİ EDİCİ YAKLAŞIMLAR (RESTITUTION – Telafi)
DAVRANIŞ
Tembellik Laziness_ çoğu buluş ve tasarım bu itkiyle yapılmıştır.
Yavaşlık Slowness_ fren sistemleri geliştirilmeden daha yüksek hıza ulaşılamaz
nasıl duracağını bilmeden hızlanamazsınız
Dayanıklılık Durability
PROJELENDİRME, DETAYLANDIRMA Arsada mevcut verileri kullanma, arsadaki taş-kaya
potansiyeli,
Toprak potansiyeli
Eski yapıyı olabildiğince koruma, yeniden kullanma
Eski sahiplerinden kalıntılar_parçalar ve nesneleri kullanma
Yer altı kaynakları
Yağmur suyunu kullanma
Az metrekareye daha çok hacim ve fonksiyon (Less Place,More Space Together with
Multifunction)
İklim verilerini dikkate alma
Tipolojileri sorgulama
Mekanlar tasarlarken girilebilme kabiliyetlerinden çok çıkılabilme
kabiliyetlerine bakma
Strüktür çözümlerinde taşıyanın taşınandan hafif olma özelliğine sadık
ve araştırır olma sökülebilir, taşınabilir, yeniden kullanılabilir özellikler
katma
Sustainability
Hafiflik, detayları ve malzeme çeşitliliğini azaltma eksiltme
Gün ışığını ısı etkilerini göz önünde tutarak maximum kullanma
Alternatif enerjileri kullanma
Yapının işletme maliyetlerini azaltıcı önerilerle proje hazırlama
MATARYEL
Dayanıklılık
Geri dönüşümlülük
Mümkünse yanmazlık
Hafiflik
Kanserojen olmama
Su etkilerine dayanıklılık
Keyifli yaşlanma
Sökülebilirlik
Modülarite
Doğallık
Firelerinin(artıklarının) değerlendirilmesi
Materyallerin fabrika ortamında az enerji kullanılarak üretilmiş olması
Doğal kaynakları tahrip etmeden yapılmış olması
Çevre kirliliği yaratmadan üretilmiş olması
Çocuk işçi çalıştırılmadan üretilmiş olması
The Ecology Commerce’de Pal Hawken’in de açıkça söylediği gibi; “Doğal,
günlük iş akışını ve hayatın daha güzel bir dünya yaratacağı bir
ticaret sistemi düşünmeli ve sonra tasarlamalıyız.”
2000’in sonbaharında Adbusters ve altı tasarım dergisi First Things First
(ilk önce öncelikler) 2000’i yayınladı. 1964’te orjinali yayınlanan
manifestonun güncelleştirilmiş hali olan FTF 2000, tasarım enerjisinin amaçsız
bir tüketimi fazlasıyla destekleyip, giderek daha karmaşık ve kırılgan bir
hal alan günümüz dünyasını insanları anlatmakta yetersiz kaldığını
savunuyor. 33 tanınmış tasarımcı tarafından imzalanan duyuruya, şimdiye
kadar yüzlerce isim daha eklendi.........
First Things First 1964
Biz aşağıda imzası bulunan grafik tasarımcılar, fotoğrafçılar ve öğrenciler,
reklamcılığın teknik ve araçlarının, yeteneklerimizi kullanmak için en
kazançlı, etkili ve arzu edilir alan olarak sunulduğu bir dünyada yetiştirildik.
Bu inancı destekleyen, yetenek ve hayal güçlerini kedi maması, mide ilacı,
deterjan, saç bakım ürünleri, çizgili diş macunu, traş sonrası losyonu,
traş öncesi losyonu, zayıflama rejimleri, şişmanlama rejimleri, deodorant,
maden suyu, sigara vs. Satmak için kullananların işlerinin takdir gördüğü
yayınların bombardımanına uğradık. Reklam sektöründe çalışanlar,
ulusal refahımıza az ya da hiçbir katkısı olmayan birtakım amaçlar uğruna,
fazlasıyla zaman ve enerji harcıyorlar. Tüketim dalgasının kuru gürültüden
ibaret sesi, toplumda sayısı giderek artan insanlara olduğu kadar bizleri de
bir doyma noktasına getirdi. Uğruna yetenek ve tecrübemizi kullanabileceğimiz
daha değerli amaçlar olduğuna inanıyoruz; sokak ve binalar için işaretler,
kitap ve süreli yayınlar, kataloglar, kullanım kılavuzları, endüstriyel
fotoğraflar, eğitim araçları, filmler, televizyon programları, bilimsel ve
endüstriyel yayınlar gibi, ticaretimizi, eğitim düzeyimizi, kültürümüzü
ve dünya görüşümüzü geliştirmeye yönelik diğer alanlar. Tüketici
reklamlarının ortadan kalkmasını savunmuyoruz. Böyle bir şey tatbik
edilemez. Hayatı zevkli kılan yönlerinden de arındırmak istemiyoruz. Önerimiz,
iletişimin daha yararlı ve kalıcı biçimleri lehine önceliklerimizi yeniden
sıralamak. Umudumuz, toplumumuzun tüccarlardan, statü satıcılarından ve
kandırılmaktan sıkılıp, bizim yeteneklerimizi daha anlamlı amaçlar uğruna
kullanması. Bütün bunlar ışığında, tecrübe ve fikirlerimizi paylaşmayı
teklif ediyor, meslektaşlarımızın, öğrencilerin ve ilgili herkezin kullanımına
sunuyoruz.
1)lokanta, cafe, cephe düzenleme
vb gibi kalıcı olmayan, yok olmaya mahkum işler yapmaya daha ne kadar devam
edeceksiniz?
2)Tekstilbank cephesi sizce size ait bir fikir mi? Bu çok eskilerden beri olan
bir fikir bile olsa, Emre Arolat'ın 1997'de tasarlanmış fakat henüz
uygulanmamış Merkez bankası giriş cephesinden aşırmış olma ihtimaliniz
hakkında ne dersiniz? Siz o fikiri aynı aks üzerinde 3 kilometre öteye taşıma
hakkına ne kadar sahipsiniz?
Onu yapmasaydınız o projeyi alabilirmiydiniz? İşveren'e bunun çok yeni bir
fikir olduğu hakkında bazı söylemleriniz oldu mu? Emre Arolat'ın binası
yapılmış olsaydı siz o cepheyi oraya yaparmıydınız? Alternatif bir çizim
yaptıysanız onu bu foruma yollarmısınız?
3)Müşteriye dergiler ve kitaplarda örnekler göstererek seçim hakkı tanırmısınız?
4)Globalleşmiş dünyada Türk mimarlığı ile ilgili kaygılarınız varmı?
Siz öne çıkmış bir bir mimar olarak ülkemizi dünya mimarlığında taşıyabileceğinizi
düşünüyormusunuz? Hazırlıklarınız var mı?
Gökhan
Avcıoğlu
1. Sorunuza sıkılıncaya
kadar demek geliyor içimden .Düşünün tiyatro, performans, müzik gibi işler
de kalıcı değil ancak kayıt gibi sanal ortamlarda kalıcı oluyorlar.. bende
kaydederim o zaman.. ... hem bizim ki daha kolay, zaten statik... peki bu tür
sanatlarla uğraşanlar ne yapsın.. ”yok olmaya mahkum” işler daha kalıcılar
ve daha geçiciler için iyi bir deney alanı oluyor... bütün expo’lar da
yapılar, işleri bitince sökülüyor... sökülebilmeye ve kolay kurulabilmeye
yönelik çalışmalar son derece yararlıdır... Göçebeler çok iyi detaylar
geliştirmişlerdir.... İşlerin süresinden ziyade ne ifade ettiği ve neye
yaradığı önemlidir.
Bu ihtimal olamaz. Çünkü o projeden daha öncede (Bursa Ticaret Merkezi
Projesinde) bu tür öneriler yaptı ofisim... bu bir kollektif bilinç.
Askerlikteki kamuflaj tekniklerinden, bankerlerin inşasına, oradan da sadece
bu tür önerilerle hareket eden mimari gruplara (illa bariz isim vermek
gerekirse city grubuna ve Emilio Ambasz’ın ve çalışmalarına) bakmanız
yeterli olur. 1995 yılında AR+D (1996 yılı 83.sayı) yayınlanan bir ropörtaj
yapmıştık bu konuda.. ekolojik-mimarlık yaklaşımlarının hemen tamamında
bu tür önermeler vardır. Balkona bir saksı koymakla ağaç dikmek arasında
bir fark yoktur. Daha mimarcası ötekisi o kadar...
sn avcioglu;
ben mimar avcioglundan ote,gokhanin nelerle beslendigini merak ediyorum-guzel
kadinlar,muzik,seyahat vs gibi...
Gökhan
Avcıoğlu
Bir ayırım yapmıyorum..
dikkatimi çeken herşey diyelim... Bu aralar çocuklara daha çok dikkat
ediyorum.
quote:Asıl kabızlık çekememezlik mi acaba?
Geçmiş forumlarda yayınlanmış olan Sayın Reşit Soley'in "Taklit etmekle esinlenmek arasindaki ayrim kendine olan saygidan geçer. Ya da kabizliktan." sözüne katılıyor musunuz?
hope
sevgili gürsel,
öncelikle kabızlık lafı Sayın Reşit Soley'e ait olup benim de şahsen katıldığım
bir görüş... Sayın Soley'in taklit etmek ve esinlenmek üzere genel görüşünü
yansıttığına inandığım bu cümlenin çekememezlik gibi bir endişe taşımadığına
inanıyorum.
Sorumu sormamdaki amaç Gökhan Avcıoğlu'nun özgün olmak gibi bir kaygısı
olup olmadığını anlamaktı ve cevabından da anlaşılacağı üzere böyle
bir kaygısı olmadığını anlamış bulunuyoruz.
Bu cevabından ötürü ona bir teşekkür borçluyuz. Sanırım artık pekçoğumuz
onun mimari yaklaşımını, gerek kendisine ve gerekse mimarlığa saygısı
hakkındaki düşüncelerini biliyoruz.
Ayrıca Sayın Soley'in lafına dayanarak Gökhan Avcıoğlu'na kabız dediğiniz
için sanırım ona bir özür borçlusunuz...
millagro
STARLIK
Gökhan bey,
yapmaya çalıştığınız mimarlık faaliyetlerini ve bunları sunma çabanızıbaştan
aşağı incelediğimde Türkiye'nin hemen her disiplinde karşı karşıya kaldığı
"star" lık fenomeni ile karşılaşıyorum. Ancak sizin Türk
mimarisinde ki starlığınızı da aynı bundan 15-20 sene evvelki Ajda Pekkan'ın
performansı ile benzeştirebiliyorum. Alıntı parçalar, Fecri Ebcioğlu'nun
üzerine söz yazdığı aranjmanlar aklıma geliyor. Ve bunların
orijinallerini bilmeden, dinlemeden Ajda'ya hayran bir kuşak gözümün önünden
geçiyor. Bu kuşak bana çoğu genç mimarlık öğrencileri ve fikir
zaafiyetindeki Nişantaşı kalabalığından oluşan ve sizin mimari star olduğunuzu
düşünen kitle ile çok benzer geliyor.
Sorum ise bundan sonrası ile ilgili:Gelecek günlerde de mimarlığı edinilmiş
ve ithal edilmiş yapıştırma bir sahte kültürle yapmaya devam edecek
misiniz yoksa artık yeter diyerek kendiniz olma çabasını göstermeyi düşünüyor
musunuz?
alıntılar
okuduğum kadarıyla pek çok
kişi şimdidien alıntı, esinlenme, çalma, vesaire gibi isimlerle yaptığınız
projelerin özgünlüğü ile alakalı sorular yöneltiyor. Websitenizden görebildiğim
kadarı ile skiiotel projeniz ile NL architects in Holanda'daki alışveriş
merkezi bu anlamda ciddi şüphe uyandıran projelerinizin bir tanesi. BEnim
anlamadaığım sizin "esinlenme" adı altında yaptıklarınızı
kabul edebilen ve değer veren meslektaşlarımın aksine neden bir projenin oluşumundaki
fikri anlamaya ve eğer uygunsa fikirden esinlenmeyi denemeyip doğrudan biçimsel
sonucunu taklid etmeniz, yada "esinlenmeniz" . NL Architects'in farklı
kotlardan otopark ilişkisi kurduğu rampalar nasıl olupta br dağ oteline esin
kaynağı olabiliyor. Benim kanımca esinlenmenin de bir desturu ve ahlakı vardır.
Bu cesaret nereden geliyor?
a) Atalarımızın dediği gibi cehaletten olabilr mi?
b)Yoksa tamamen nasıl olsa kimsenin anladığı yok,doğru değerlendirme
yapabilen meslek adamı , akademisyen, zaten bulunamıyor, bu üçüncü dünya
ülkesinin dünya görmemiş adamlarına tasarlamak ve fikir üretmek zaten lülks
düşüncesi mi bu " ben yaptım oldu "anlayışını destekleyen.
c)İşveren finishing i düzgün işe zaten alkış tutuyor gerisi boş tavrı
bu davranışınızı destekliyor olabilir mi?
Bunlara içten yanıt vermenizi isterim, ben ikinci yada üçüncü şık olmasını
isterim ama korkarım yanıt birinci şıkta.
Ne yazık ki birbirimizi
anlayamıyoruz. Test şıklarınızdan sizce ben hangisini işaretlerdim?
Yılın yarısı New York diğer yarısı İstanbul’da yaşıyorum. Her iki şehirde
de evim var, işim var.. Orada da yarışmalara katılıyorum, proje önerileri
yapıyorum, tasarım yapıyorum. Yaptıklarım için sizce bana da orada böyle
bir soru sorarlar mı dersiniz. Türkiye’deki fikirleri buraya taşıyorsun
diye... tersine farklı kökenlerin bazen benzer bazen aykırı görüşleri
birleşik devletleri zenginleştiriyor.. Sözünü ettiğiniz işler Türkçe
dergiler dışındaki yayınlarda da yayınlanıyor. Türkiye’den proje
olarak.
Ben Çin’li mimarların da Hollanda’lı mimarların da İstanbul’da yapı
yapmalarını istiyorum. İstanbulun tarihinde var bu. yenileri neden olmasın
en azından bu İstanbul’da aynı kurallarla bina yapan mimarların koşullarını,
yeteneklerimizi, düşünce yapımızı değiştirmemiz konusunda ipuçları
bulmamıza yardımcı olur.örneğin d’aranco övünebileceğimiz bir İtalyan
mimar oldu. Kendi şehir geleneğinde olmayan ahşabı kullanarak ilginç şeyler
yaptı. Avrupa’lı mimarlar şimdi şehirlerde ahşap yapı önerileri
getiriyorlar. Yangın yönetmelikleriyle didişe didişe yapıyorlar. Oysa
D’aranco’ya kimse böyle birşey sormazdı…şehrin geleneğinde vardı bu
çünkü.ben o doğru bu doğru demeden bır durumu yazıyorum.
“ithal”ikazlarınıza gelince.. Sizin kod adınızı anneniz mi koydu. Ayrıca
Bu kullandığımız internet ortamını bildiğim kadarıyla Türk mucitler
bulmadı ama kullanıyorsunuz ve ithal olup olmadığını sorgulamıyorsunuz
anladığım kadarıyla.. tabii ki kod adınızı da…(Millagro)
Yazınızda 8 tane yabancı kökenli “ithal” kelime var.ithal kelimesi günümüzde
daha çok ticari düzlemde kullanılır. Bilimin, tekniğini sanatın üzerine
“ithal” diye bir yazı olur mu..
Hangi dille konuşacağız. Hangi dille inşa edeceğiz, denemeden bulamayız değil
mi?
Beni bu diyaloğa seçilmeye değmiyecek birisi olarak düşünüyor da
olabilirsiniz... Cevaplarımdan çok yazdıklarınızın dikkate alınmasını
istiyorsanız, isminizi ve yaptıklarınızı ortaya koyarsanız diyalog katılımcıları,
soru sorma tekniğini kullanarak verdiğiniz mesajları dikkate alacaklardır
yada almıyacaklardır, böylesi daha adil ve denemeye değer ne dersiniz....
aslihan
basket case
basket case adlı projenizin ütopik bir proje olduğunu siz de söylüyorsunuz istanbul silluetine montajı yapılmış fotğraflara bakınca umarım ilelebet ütopya olarak kalır diye düşünüyorum siz projenizi nasıl değerlendiriyorsunuz eminim tasarlarken çok beğenerek tasarladğınız bu tasarımın aldığı eleştirileri cevaplarmısınız
Gökhan
Avcıoğlu
Bu proje sizinde düşüncelerinizi
öğrenmek birlikte düşünmek ve geliştirmek için çizildi zaten... 10
Mart’ta Galerist’de bir sergi olacak.. sergide projeyi daha geniş kapsamlı
görebileceksiniz.. Proje icin yapılacak önerileri de bir kitapta toplamak
istiyoruz . Yaşadığımız kent üzerine çok az düşünüyoruz, biz bir yol
açmak istedik.Leonardo da Vinci’den beri çok az öneri var İstanbul için
yapılmış.. çoğaltmaksa bizlere düşüyor, siz de bir öneri yapın.
Bizimkisi şöyleydi ve 11 eylülden çok önce yazıldı,çizildi.bu insanlık
dışı saldırı gökdelen tartışmalarına yeni boyutlar getirdi. Bir şehirci
mımar ve newyorklu olan mıchael sorkinle tırıbeca ya bakarak konustuğumuzda
Bir gökdelen projesi üzerine
çeşitlemeler...
Bu kışkırtıcı konu üstüne çalışmayı uzun bir zamandır istiyorduk.Öyle
büyük ve yüksekler ki ölceği daha algı sınırlarımızda olan ölçekte
ki projelerde karşılaştırdığımız da bırakınız bir ilişki kurmayı,
onu görebilen çok uzaklarda ki insanları bile etkiliyebiliyor,bir nirengi
noktası oluşturuyor (şehir işte orada..); ya da sinirini bozuyor. çünkü
belkide bu yapıdan önce gökyüzünü kesintisiz görebiliyorduk diye düşünülebiliyor.iş
bununla da kalmıyor eğer teknik donanımı ve yapımı bu konu da tecrübeli
ve yaratıcı ellerden çıkmamışsa cok kısa bir zaman içinde bir kabus yapı'ya
dönüşüveriyor.
Biz şehirlerin bir zaman göstergesi gibi katmanlardan oluştuğuna inanlardanız.
Bu nedenle geçmişin izlerini taşiyan ama aynı zamanda da zamanın
gerektirdiklerine mimari çozümler üretmiş bir şehiri kutsal adediyoruz.eğer
şehirsel ölçekte mirasımızın nasıl ve ne şekilde oluşturulduğunun
bilinciydeysek ona bugün de cesaretli müdahaleler yapabiliriz.sehir aynı
zamanda deneysel bir alandır da.
Gökdelen önerimizi İstanbul’dan yola çıkarak oluşturduk. Bu kadar katmanlı ve karmaşık bir şehir kendisinden yola çıkarak benzerleri içinde bir öneri oluşturabilir mi? Durun daha inşa etmedik. Sadece bir öneri bu.üzerinde hiç düşünmezsek düşünülmeden yapılanlara sözümüz olamaz.
İstanbul’dan bir adım
sonra da genel ahvalini başka şehirlerde olursa nasıl olur ve çeşitliliği
nasıl kurulur sorularıyla test ettik.önerimizin en ilginç yanı bir sepet
gibi çalıştığından içine yerleştirilecek fonksiyonlarına bağlı olarak
şekil değişikliklerine uğrayabiliyor olması. zaman içinde bile mevcut
duruma ilaveler yapılarak sürdürülebilir. Önceki kuşakların en büyük sıkıntısı;
yapılmış olanlar bu olanağı tanıyamadığından yetersizlikler karşısında
çarelerin
üretilememesidir.
Bir diğer yaklaşımımız ise yapının tek fonksiyona yönelik kullanılmaması.
Konut ve ofis alanları başta olmak üzere sinamadan otele, tiyatroya, alışveriş
merkezine, sanat galerilerine şehirsel birçok aktiviteye olanak tanıması.
tepesi seyir teraslarına, kafelere, lokantalara ayrılmış. Böylece dışarıdan
gelenlerle yapı yirmidört saat yaşıyor. Bu kadar yüksekten şehre katılan
bir yapı şehir halkını da içine almalı, onlara şehrin manzarasını
sunmalı. Böylece gecesi de yirminci yüzyıl gökdelenleri gibi hayalet görünümünde
olmayacak. Yerden yeraltı ulaşım ağıyla bağlantılı. İçindeki farklı
fonksiyon katlarına farklı düşey bağlantı elemanlarıyla ulaşılacak. Hem
güvenlik sağlanmış olacak, hem de bu tür yapılarda ileride bu elemanların
yetersizliği oluşursa yeni çekirdek ilaveleri yapılabilecek.
Taşıyıcı sistem içeride ve çevresinde mukavemeti alaşımlarla arttırılmış çelik. Yapı dışında içindeki birbirinin üstüne konsollarla binen katların formunu alan bir çapraz örgülü kafes var. Özellikle deprem kuşağında bu örgü stürüktürler iyi sonuç veriyorlar. Esasen konsolların yükünü alan va tüm yapıyı da birbirine bağlayan bu kafes dışarıdan ilüzyon içeren perspektif veriyor, içeride olanlaraysa güven.
Aynı zamanda bu fens yöne
bağlı olarak hem güneş kırıcılarını ve alternatif enerji panellerini taşıyor,
hem de esas içyapıyla arasında yarattığı mesafe sayesinde iç bahçeler
atriumlar oluşturuyor.
Gökdelenimiz bu yüzyıla kadar geliştirilmiş yatay şehrin dikey hali. Bugüne
kadar ütopistlerden mühendislere kadar konu üstünde düşünenler tarafından
oluşturulmuş ideal fikirlerin mimari bir tezahhürü. Bir gün yapılacağını
umuyoruz, yada yapacaklara ilham vereceğini....
duygu
Gökhan bey,
Kurumsal kimliğe sahip müşterilerinizin projelerinde neler öncelikli oluyor?
Kurumsal İmaj oluşumunda mimari dil ne kadar önemlidir? Günümüzde büyük
bir tabela ve işaret bombardımanı altındaki caddelerde yürürken mimarlığı
hangi gözle görüyorsunuz?
teşekkürler
Gökhan
Avcıoğlu
Kurumların
sosyal ve kültürel yapıya katkılarını sağlıyarak iletişimi bu anlamda
kullanarak kimliklerini oluşturmalarınıı zamanın ruhu ve gereği diye düşünüyorum.
Mimaride kültürel bir ifade aracı bir iletişim aracı olduğuna gore (ben öyle
sayıyorum) mimari dilin en önemli unsure olduğunu düşünüyorum. Söylediğimiz
şey sadece tabelalardan ve işaretlerden oluşan bir yapının tasarlanabileceği.
Hong Kong’da tabelalar çamaşır gibi yolların üzerine karşıdan karşıya
diziliyorlar. Las Vegas’ı, Hong Kong’u, Tokyo’yu ve New York Times
Square’i gördüyseniz bu çığırtkan ortamın daha çok geceleri kurulan
satış yapmayan ama malı anlatan modern semt pazarları olduklarını söyleyebilirim.
Kötü çatılı pis bakımsız binalardan önü giydirme cephe çatısı
alaturka kiremit olanlardan zaman zaman daha iyi bir yüzey sayılabilecek örnekler
bile var… Nasıl ele alındığına bağlı… adresler çok karışık,
belediyeler semt sakinlerine sormadan sık sık sokak, cadde ismi değiştiriyorlar.
Çığırtkanlığı, bağırıp çağırmayı seven milletlerde tabelalarda bu
eğilimde oluyor. Asıl vahim olanı Beyoğlu’ndaki tabela çalışmaları..
bunu da içinde mimarlar, sanatçılar olan gruplar öneriyor ve uygulamaya yardımcı
oluyor. Tek tip tabelalaştırma, üniter devlet ruhu... böyle birşey yerine
serbestliği tercih ederim… Tek malzeme, tek karakter bir şehir yerine kaos
daha iyidir....
Merhaba,
Ben sizin tasarladiginiz yapilari ilk kez gördüğümde mimarlıkta dünyadan o
kadar da kopuk bir halimiz olmadığımızı düşünmüştüm (Türkiye
olarak). Sanki diğer bütün günümüz Türk mimarlardan farklı birşeyler düşünüyorsunuz
gibi geliyor.
Mesela ben bugüne kadar (benim eksikliğimdir eğer varsa ve bilmiyorsam ama)
ütopik projelere filan hiç rastlamadım "Skyscraper Conceptual
Project" gibi. (Türkiye'de Türkler tarafından üretilmiş) Ve ülkemizde
hep hayal kurmaktan korkulduğuna inanıyorum.
O kadar, o kadar! sıradan ki İstanbul'un görüntüsü, 100lerce tıpatıp aynı
cami, yüzlerce tıpatıp aynı apartman... "Skyscraper Conceptual
Project" tam bir İstanbul'luymuş gibi geldi bana
Yani belki siz tamamen başka bir şey ifade etmek istediniz ama ben İstanbul'da
boğaza fırlatılan, sokaklara atılan bükülmüş küçük pet su şişelerinden
birine benzettim ben... Farklı ama farklı olduğu için değil, İstanbul'lu
olduğu için sevdim
(Bence fotomontajda,
Foster'ın, Shangai Bankası Binasının önünde durduğunda değil, o İstanbul'daki
montajında güzel!)
Şu andan sonrası için mimarlık mesleği içerisinde ne gibi hayalleriniz
var? Türk mimarları istediğinde bütün engelleri aşabilir mi yoksa "Dünya
mimarları gibi" olmak azimden öteye bazı mucizeler mi gerektirir?
Teşekkürler
Gökhan
Avcıoğlu
Yaklaşımınızı
ofisce çok beğendik. Burada herkes sizi tanımak istiyor..
Şimdilerde nesne tasarımları en az yapı tasarımı kadar ilgimi çekiyor.
Bunların birbirine entegresi üstünde çalışıyorum. Mesela eve geldiğimde
pinomatik olarak hava kanalları sayesinde içine üflenen hava ile şişen ev eşyaları...
işi bitince katlanıp dolaba tıktığınız böylece mekanları eşya yığını,
deposu olarak görmediğiniz durumlar üstüne...
Türk mimarlarının önlerinde ne engeller var? En büyük engel kendileri.
Millagro’ya, Hope’a, Pepe’ye bakın anlarsınız.... Hafiyelik yapmaktan
tasarım yapanların ulvi dünyalarına katılamayacaklar....
arasburak
Ve
bir de,
Türkiye'de mimarlık mesleğini tanıtmak için yapılacak, gençler tarafından
(henüz mimar olmayanlar) yönetilecek bir çalışma olsa buna destek verir
misiniz? (Maddi olarak değil "İlgilenmek"
olarak)
Teşekkürler
Gökhan
Avcıoğlu
Tabiki destek veririm. Mimarlık
eğitiminin baştan ele alınmasını düşünen biri olarak seve seve... Yeni
modeller deneriz ne güzel...
samanci
mimari destek
sayın avcıoglu sizlerle calısmıs oldugumuz esma sultan yalısı,borusan parkorman showrumu ve cafe algida projelerinizde degisik bir hava sezdim.kimse bir cafede boyle bir tarzı beklemiyordu biz hasmatik glass systems olarak cok begendik.sizi park orman acılısında borusan showromunun onunde kendi projenizin bitmis goruntusunu seyrederken izledim ve dedimki turk mimarı artık hayal ettigini yapabilecek bir guce sahip.bir mimarın tasarladıgı projeyi bittikten sonra karsısına gecip seyretmekten aldıgı zevk herhalde hıc bır seye degısılmez. benim hayalim ise bir tamamen transparan bir cam muzık hol uygulaması sizler boyle bir proje tasarlarsanız sevinirim.
Sayın Gökhan Avcıoğlu;
Öncelikle mesleki başarınızı kutluyor ve gelecek çalışmalarınızda başarılar
diliyorum.
Kendi mesleki yaşantınızdan ayrı olarak değerlendirirseniz sevinirim:
Türkiye için mimarlık mesleğini bir lüks olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu bağlamda Türkiye'de mimarlık mesleğinin geleceğinden umutlu musunuz?
Gökhan
Avcıoğlu
1. Mimarlık niye lüks
olsun.. tam tersine belli lükslere ulaşmak için bir teknik geliştirme mesleği.
Depremden önce koskoca ülke jeoloji mühendisliği gibi mesleklerin varlığını
unutmuştu... Daha bilimle 1999 yılında tanışıldı...
2. Türkiye’de mimarlık mesleğinin geleceğinden umutluyum. Daha çok yapıya,
tasarıma ihtiyaç var merak etmeyin.. istediğiniz kadar proje tasarım
yapabilirsiniz... tatili bile özlersiniz. İlla hemen bina yapmanız
gerekmiyor. O kadar çok konuda tasarım ihtiyacı var ki... Varolanların da çoğu
yanlış zaten... Size ihtiyaç var.
rennie
Gökhan Bey,
Bu ana dek gelen mesajlarda projelerinizin başka örneklerle benzerliğine dair
yoğun ve ağır eleştiriler var. Yabancı mimarlık ofisleri ve starlarının
deneysel çabalarına benzer girişimlerde bulunmanız takdirle karşılanması
gereken bir cesaret. Ancak örnek alınan "Çağdaş Batı Dünyası"
Mimarlığında projelerin yanısıra bu projelerin geriplanını hatta temelini
oluşturan yoğun bir düşünsel metin de sözkonusu. Bu metin kimi zaman mimar
tarafından kaleme alınarak bize iletilir, kimi zaman da bir konferans ya da söyleşi
esnasında. Bu yoğun eleştirilere maruz kalmanızın sebebi bugüne dek
projelerinizin temelinde yatan düşüncelerinizi metne dönüştürememe sıkıntısı
ve sadece proje görüntüleri ile sizi tanıyor olmamız olabilir.
Bu interaktif ortamın avantajlarını kullanarak bir projenizi (örneğin
Skyscraper Conceptual Project ya da Bodrum'daki Ramp House) bize anlatır mısınız?
Neden rampalardan oluşan bir ev? Ya da neden bu tip bir konsept gökdelen?
Bunlardan bağımsız olarak bütün projelerinizi birbirine bağlayan ve sürekli
geliştirdiğiniz bir düşünsel metin var mı?
Gökhan
Avcıoğlu
“Sıkıntı” konusunda
sizinle aynı fikirde değiliz... Ofisce kendimizi yoğun eleştirilere maruz
kalmış hissetmiyoruz. Projelerimiz bize göre yeterince yayınlanmış ve
anlatılmıştır.. İstenildiğinde de bilgileri paylaşmaktan kaçınmıyoruz..
Web sitenizin henüz olgunlaşmamış bir tavrı var. Sizde de t.v.deki tartışma
ortamlarının yöneticileri tavrına yol açıyor bu..
“Projelerimizin temelinde yatan düşüncelerimizi metne dönüştürememe sıkıntısı”
yok.. biz yaparken çok eğleniyoruz.. üzerinde konuşurken de.. o sırada
ofisimize gelen, müşteri, arkadaş hekesin de katkısı, görüşü oluyor.
Sadece proje görüntüleri ile beni tanıyorsanız- ki bu niye bir sorun olsun-
niye çağırıyorsunuz daha fazla tanımak, bilgi alışverişi için mi..
yoksa bizim ofise yardım olsun diye mi.
Diğer isteklerinize gelince Skyscraper’ı Aslıhan’ın sorusuna karşılık
yazdık. Ramp House’a şöyle..
Ramp house
Bodrum hellenistik cağları da içine alan üçbin yıllık geçmişe sahip bir
Ege-Akdeniz liman-ticaret kıyı yerleşmesi. Birbirinden güzel ve güvenli
koyları Dor birliğinin altı üyesinden biri olan Halikarnassos’un görkemli
izlerini taşır. Antik çağda dünyanın yedi harikasından biri sayılan
Mausellieion- Vitruviusa göre mimarı Pytheos- burada inşa edilmişti.
Leochares, Bryaxis,Tımotheos gibi önemli heykeltraşların heykelleri burada
sergileniyordu. Heykellerden biri ve bazı kabartmalar halen Briritish
Museum’dadır.
Heredot buranın yerlisiydi. Ve birçok sanatçı ve bilim adamı burada yetişti.
Çevre Dor, Hellen, Rodos, Roma eserlerini barındıran zengin bir tarihe
sahiptir.
Zeytin ağaçları, serviler, maki bitki örtüsü, toprak ve deniz kokusu her
koyda kendini farklı yoğunlukta hissettirir.
“Ramp House” Türkiye’nin güneybatı kesiminde, Bodrumda yer alıyor. Bu
projenin arazisi bir tepenin koya açılan eğimli yamacı üzerinde. Havuzun
bir kenarı ile başlayan spiral bu rampayı kullanarak dönüyor. Bu rampa
sayesinde evin çatısından, avlusuna inebilirsiniz. Bunu bir bisiklet veya
scooter ile bile yapabilirsiniz. Sıcak iklim mimarisinde yeni bir teraslı ve
avlulu ev yorumu. Bu planlama aynı zamanda doğal havalandırma ve muhteşem
deniz manzarası (aksi takdirde evin sadece belirli kısımlarından görülebilecek)
imkanı sağlıyor. Binanın strüktürü çelik, yüzeyleri de fibro beton
olacak.
rennie
Arkitera Diyalog Türkiye'de
mimarlık ortamında eksikliği hissedilen tartışma ortamını yaratmak için
atılmış bir ilk adım. Pek çok eksiği ve olgunlaşması gereken tarafları
olabilir. Önerilerinize açığız. Ancak bugüne kadar sizin gibi gündemi
belirleyen pek çok mimara sorulamayan sorular bu platform sayesinde soruluyor.
Tartışmaların kişilikler değil somut fikirler ve projeler üzerinde gerçekleşmesini
sağlayacak soruları sormak da diyaloğun seyri açısından kanımca yararlı.
Ramp House metni Bodrum Tarihçesi ve binanın fonksiyonlarını, kütlesini ve
strüktürünü anlatıyor. Oysa benim sorum neden bir evin tamamını rampadan
yaptığınız?
Diğer sorum ise bütün projelerinizi birbirine bağlayan düşünceleriniz
konusunda idi.... Skyscraper ile ramp house'u ya da ski hotel ile Changa'yı, Gökhan
Avcıoğlu projesi yapan düşünce nedir?
Konsept projelerinize baktığımızda
yaratıcılık ya da hayal gücünüz ön planda, hepsi birbirinden farklı
belkide ayakları hiç yere basmayan projeler.....
Ama uygulanmış örneklere bakıyoruz, radikal olmasalarda ayaklarının yere
basıyor olduklarını görüyoruz ...
Böyle bir ayrımı siz bilinçli olarak mı yapıyorsunuz? Mimarlığınız bu
dinamik, yaratıcı fikirlerle mi besleniyor?
Diğer bir sorumda, başarılı bir mimar olduğunuz halde neden olumsuz eleştiriler
alıyorsunuz? Türkiye'deki dar kalıplara sıkışmış genel beğeniler yüzünden,
yeni ve değişik olan herşeyin taklit olması gerektiğini düşünen
zihniyetler mi, bu eleştirileri yapanlar?
Sanırım toplum olarak Türk halkı yeni gördüğü her şeyi birşeye
benzeterek rahatlıyor, ancak bu şekilde yeniyi kabulleniyor...
Gökhan
Avcıoğlu
Uygulanmış
projelerle concept projeler arasındaki ayrıma değindiğinize çok sevindik.
bu ikisi arasındaki gerilimi deniyoruz.. Daha çok yarışma ve teklif
projelerinde bile bile “yerçekimi” ve estetik göreneklerle ilgili yeni
“duruş”lar (arsada ya da magmayla ilişkisinde) öneriyoruz..
Doğrudan bize gelen projelerde imar kuralları çok net... yapmak istiyorsak
imar matematiğine, hesaplara o kaftana uymalıyız..
Yarışmalarda ise bir şans var.. özel statüde olduklarından.. eğer jüri
üyelerini geçebilirseniz önünüz açık...
Hiç uygulama talebi olmayanlarsa zihnimizi açmaya, kuralları sıkıştırmaya,
bu web sitesi gibi ortamlarda yeni yaklaşımları tartışmaya yarıyor..
Ferhan Şensoy’un bir oyununda şöyle bir bölüm var... “Akvaryum dediniz
de aklıma geldi. Akvaryum demediniz mi? Olsun demiş bulunduk.. Bizim evde bir
akvaryum var....”
Conceptler işte bu işe yarıyor.. Bir gün buna benzer bir konu geldiğinde önceden
çalışmış oluyorsunuz.. bu konuyu yapıp yapmayacağınızı, yaparsanız
nasıl ve ne şekilde yapabilireceğinizi biliyorsunuz.
Son olarak şunu söyleyebilirim zamanla conseptlerle uygulamalar giderek yaklaşıyor
birbirlerine.....
pepe
Zeynep Hanım,
Re: konsept ve gerçek
Gökhan Bey sayesinde, Türk halkı bir çok yabancı yeni mimarla tanıştı.
Çeşitli dönemlerinde çeşitli mimarları getirdi memlekete... "Shell
binası" ile Stirling'i, "Bank Ekspres Genel Müdürlük Binası"
ile Botta'yı, Kimeks Binası ile Ando'yu, "Kadıköy WC" ile Sejima'yı,
"Aksoy Alüminyum binası" ile Nouvel'i, "Hayal ettiği gökdelen"
ile Federico Soriano'yu getirdi ve getiriyor. Siz yurt dışındaki örnekleri
bilmiyorsunuz Zeynep Hanım ancak Gökhan Bey gayet iyi biliyor ve ithal ediyor.
Ekte size iki fotoğraf yolluyorum.
Sizce hangisi Nouvel'in Cartier binası? Yoksa ben Cartier Binasını Aksoy Alüminyuma
benzeterek rahatlıyor muyum? Yoksa rahatsız mıyım?
Soriano ile beraber mi tasarlamış Avcıoğlu gökdeleni sizce? Lütfen
1.sayfada yayınlanan Avcıoğlu önerisi ile ekteki gökdelenin sahibi F.
Soriano'nun önerisini karşılaştırın. Rahatlıyor muyum???
Bizim ofise her zaman gelmek ister misiniz?...mesela bizimle çalışmak..
böylece herşeyi anında görür elimize cetvelle vurur kaka şeyleri yapmamızı
önlersiniz... ama bir sorun var ben rahat dursam da ofisteki diğer arkadaşlar
için garanti veremem, siz buradan çıkınca gizlice yaparlar belki.. bana da
yapıyorlar zaten.
oguz
cankan
Sanırım Türkiye şartlarında aranıp bulunamayacak şeylerin başında
geliyor başıboş(!) olmak... Burada önemli olan bu başıboşluk içerisinde
bile sorumluluklarını unutmadan, her çizgide başlayan ve her vidada son
bulan süreç içerisinde başıboşluğu bu kadar sorumlu kulllanabilmek.
Büyük ölçüde Armani Cafe'de bulunduğu iddia edilen GA ise, ofisin tam karşı
masasında oturarak tüm ofisi kuşbakışı misali izleyebiliyordur belkide. Önemli
olan mekan değil, artık herşeye heryereden ulaşılabiliyor nasıl olsa....tıpkı
sizin şu anda evinizde oturduğunuz yerden bu foruma katıldığınız gibi
sevgiler başıboş ofis elemanlarından birisi
salih
küçüktuna
pepe......??
Bugün 10’lu yaşlarımda sahip olduğum hayal gücünün ve yaratıcılık içgüdüsünün
çok daha gelişmiş olduğunu hissediyorum, “yapma” dürtümün,
“insiyatif” kullanmayla daha tahrik edici boyutunda mimarlıkla yüzyüze
geliyorum. Daha da ileri giderek bu “başıboşluk” içerisinde bazen dışarıdan
bakıp herşeyin anlam yitimiyle ve dünyanın yaşadığı büyük yokoluşlarla
kurguyu tamamlamaya çalışıyorum….ve ortaya çıkan “gerçek” ve “sağlam”
"heyecanlı" mimari yapıt beni 10 yaşımda olduğumdan daha “başıboş”
hissettiriyor.
Biz “Kendi düzeltmelerini içinde patlayacak gibi barındıran hata tohumlarını
yeğliyoruz…. Kısır doğrularınız sizin olsun”
Taklit le ilgili olarak da ….
Sn. Uğur Tanyeli’nin “Hep Taklit mi Ederiz?” yazısında “taklit ettiğimize
yönelik paranoyamız ise iki önemli nedenden kaynaklanıyor: Birincisi, Türkiye
ciddi bir kültürel özgüven eksikliği içinde; ikincisiyse, taklit kavramının
çağdaş dünyadaki anlamını belirgin biçimde yanlış biliyoruz.”
Der…(siz sizin anladığınız taklit i buraya yerleştirebilirsiniz)….ve şöyle
devam eder “ne yazık ki, “taklitçilik” gibi artık unutulması, en azından
kıyıya bırakılması gereken bir kavram üzerinde sürekli ısrar ederek,
ortamdaki kalitesizliğin gerçek nedenleri gözden kaçırılmaktadır.”
“yıkıntılar içindeki bir insan beyni yanında, bütün terkedilmişliğiyle
Babil’in harabeleri bile korkunç sayılmaz” der S. Davies….en iyisi biraz
“başıboş” kalıp yıkıntılarınızdan kurtulun….
SK
gadarchitecture
yasemin
arpaç
Geçtiğimiz
ilkbahar GA’nın da destek ve motivasyonuyla NewYork’da yaklaşık 15 mimarlık
bürosunu ziyaret ettim, ayrıca yarattıkları mekanları da bizzat gidip gördüm.
Bu ofislerin bazıları; Steven Holl, ARO (Architectural Research Office),
Gluckman Mayner, Williams&Tsien, Kohn Pederson Fox, Bernard Tschumi... Deyim
yerindeyse hiçbirinde ağzım açık kalmadı.. Çalışma ortamları,
sistemleri, yarattıkları.. birbirine ve bize çok benziyor!! Sanırım aynı
“başıboşluk” orada da var. Ve sanırım esas yaratanlar hep bu “başıboş”
olanlar...
Biz yapıyoruz, yaparken de çok eğleniyoruz, yapmaya da devam edeceğiz... Siz
de eleştiriyorsunuz.. çok güzel.. Eleştirmenin en iyi yolu “yapmak” diye
düşünüyorum. GA’nın da dediği gibi herkese yetecek kadar yapma olasılığı
var. Siz de “yapın”, öneriler getirin.. Sizin de projeleriniz yerli/yabancı
basında yayınlansın, ödüller alsın, Aga Khan gibi yarışmalara aday
olsun! Daha da önemlisi gezilsin, görülsün, kullanılsın, yaşansın!
Bizim günümüz o kadar dolu geçiyor ki; bakıyoruz, inceliyoruz, okuyoruz,
dinliyoruz, tartışıyoruz, paylaşıyoruz... eeh işte GA olmadığı, “başıboş”
kaldığımız zamanlarda da “yapıyoruz”. Ofisimizin kapısı da herkese açık,
gelip yakından görün derim.
Yasemin Arpaç
GAD Architecture
Mimarlıkta, tasarımın öznel
niteliği ile teknik ilerlemenin rasyonel kimliği arasındaki ilişki çoğu
zaman sancılıdır. Kah teknik olanın baskın olmasıyla öznenin yaşam dünyasının
bastırıldığı düşünülür; kah buna tepki olarak teknik olanın varlığı
yadsınır. Nedeni bir parça mimarlığın mühendislikle arasındaki ilişkinin
gerilimli olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Oysa Modern Dönemin öncü
isimlerinde Le Corbusier L'Esprit Nouveau adlı makalesinde bu ilişkiyi bizi açıklar.
Buna göre mimarın yapması gereken, bağlı olduğu değerleri kullanarak
teknolojiyi sanata dönüştürebilmekken, mühendisse evrende varolan
matematiksel düzeni ifade etmek, sorunlara pratik çözümler bulmak ve
toplumun rasyonel bir anlayışla organize olmasına yardımcı olmaya çalışır.
Teknolojiyi sanata dönüştüren bir disiplin olarak görülen mimarlık, hem
sanat hem de mühendisliğe yönelik, bir tür "arada olma" durumudur.
Ve zorluğu bu "arada olma" durumundan kaynaklanıyor bir bakıma. Siz
de projelerinizde teknik verileri öne çıkaran bir tasarım dilini
benimsiyorsunuz kimi zaman. Merak ettiğim şu: Bu tür tasarımlarınızda işveren
ve uygulayan kurumların, gerek mimarlığa, gerek mimarlık-mühendislik etkileşimine
bakışları nasıl? Türkiye'de mimarlık ve mühendislik disiplini içindeki
gelişmeler sizce birbiriyle ne denli dirsek temasında? Son yıllarda bu konuda
artan bir etkileşim mi söz konusu; yoksa daha çok teknolojiyi bir sonuç gibi
ortaya koyan tavrın ağırlığı mı kendini hissettiriyor? Bir de tasarım mühendisliği
konusu ülkemizde pek bilinmiyor gibi geliyor bana…Bu konuda ne düşünüyorsunuz?…..Bu
konuda eğitim verilse, mimarın teknolojiyi gündelik yaşama yaratıcı bir biçimde
entegre etme alanında yükü biraz hafifler mi?……
Teşekkürler;
Meral
Not: Bir süredir Türk Mimarlığında taklit üzerine olan tartışmalardan
kendi adıma hayli sıkılmış durumdayım. Kanımca bu tür "atışlar"
yerine, yapılan tasarımları irdelemeye çalışsak kendimizi daha çok geliştirir
ve daha yapıcı oluruz diye düşünüyorum. Merak ediyorum: Hangi mimarın
zihni acaba BİR TABULA RASA'dır?!!!!!!!!!!
Gökhan
Avcıoğlu
Zeugma örneği belki de mühendislikle
mimarlık arasındaki durumu en iyi anlatan olaydır... 19. yüzyıla kadar aynı
kişide toplanan bu disiplinler ayrılınca “ne nedir”, “kimin sorumluluğu
nereye kadardır” belirsizliği içinde birbirleriyle zaman zaman karşı karşıya
geldiler.
Mimarlık kendini daha çok kültürel alanda ifade ediyor... Yirminci yüzıldan
devralınmış oldukça geniş bir side effect koleksiyonu var... Artık mühendisler
de bu kolleksiyona neyin yolaçtığını biliyor ve mimariyle daha çok içiçe
olmak,birlikte hareket etmek istiyorlar...
Mimarlar çalışırken çokve yoğun bilgi topladıklarından şimdiki yüzyıl
bu bilginin değerlendirilmesi konusunda mimarlara güveniyor... Özellikle 11
Eylül bu tartışmalara bir başlangıç yaptı. Tasarım mühendisliği de son
zamanlardaki bu arayışın bir izi sayılabilir. Gelecekte mühendis ve mimar
tasarım mühendisliği adı altında tek bir çatı altında buluşacak....
publisher
İhtiyacımız olan küçük
öyküler…
Geçenlerde bir yazı
okuyordum: Ettore Sottsass'a aitti. Akdeniz'de Sicilya adasının yakınında
yer alan Filicudi'de ölü bir adayı anlatırken, elektriğin bile olmadığı
bu yerde, bir gece dolunayın garip ve büyülü ışığıyla her yerin nasıl
yıkandığını aktarıyordu okuyucuya. Bu karanlığa gömülü adada yine de
evlerin büyük bir bölümü bu ay ışığını içeri alabilecek biçimde
bile tasarlanmamıştır deyip, ekliyordu: "Samanyolu gecelerinin
ışığı, demek istediğim o elle tutulamayan yıldızlarla kaplı, gökyüzünün
dünyaya gönderdiği o gölgesiz ışık için tasarlanmış olanları ise daha
da azdır."
Bu ifadeden sonra düşündüm, Sottsass'ın burada bize anlatmak istediği yapının
kurgulanmasında çevredeki verileri kendine nasıl dahil edebileceğiydi aslında.
Bu bazen elle tutulamayan yıldızlarla kaplı gökyüzündeki ay ışığıydı,
bazen yüzümüze vuran bir rüzgar ya da mekana dokunan ve zamanla uçup giden
gün ışığıydı.
Merak ettim: siz elektriğin bile olmadığı, dolunayla aydınlanan bu
Filicudi'de bir yapı kurgulasaydanız, çıkış noktanız ne olurdu ve nasıl
bir öykü yazardınız mimarlığınızla?
Gökhan
Avcıoğlu
Türkiye’de ve Amerika’da
bu çok daha sert şekilde hissediliyor.. Türkiye’de kaliteli üretim için işin
her aşamasında yazılı ve sözlü tarif gerekiyor ve manüplasyon tabi ki ..
eksiklerin tedarikinden tutun, finans yönetimine kadar neredeyse... Sizden başka
sonuca inananın olmadığı bir ortamda çalışıyorsunuz. Hayal etmeye devam
etmek bazen çift kişilikli olmayı gerektiriyor... Sistem her noktadan arıza
verebilir.
Amerika’da standartlarla çalışırsanız sorun yok.. İlk başta herşey
sistemli ve düşünülmüş gibi geliyor... hep aynı şeyleri kullanırsanız
ekonomik ve düzenli sonuçlar alıyorsunuz ama farklı arayışlara girerseniz
sistem arızaya geçiyor.. İki katı pahalı ve daha uzun zaman demek bu.. Türkiye’de
yapılar malzeme ve düşünce çeşitsizliğinden, Amerika’da standartlar yüzünden
birbirine benziyor. Her iki tarafta da göze alacak müşteri bulmanıza bağlı.
publisher
"kimi kopmalar"
Herzog ve de Meuron bir açıklamasında şöyle diyorlar: Filmlerdeki imgelerden bahsederek çalışmaya başlamıştık. Ancak daha sonra imgesel dünya ile gerçek dünya ve konvansiyonel mimarlık üretimi arasında bir kopukluk baş gösterdi. Tasarlanan özel detayların şantiyede ustaya iletildiğinde gerçek dünyada karşılığı olmadığını öğrendik". Birtakım imgelerin çağrışımlarından ya da enstalasyonlardan beslenen tasarım süreci uygulamaya geçerken, sizde "kimi kopmalar" oldu mu? Olduysa bu DEKONSTRÜKTİF virajları ne tür önlemlerle atlatabildiniz?
Gökhan
Avcıoğlu
Açık, yarı açık ve
kapalı alanların birbirine geçişleri üzerine olurdu bu...
Gökhan Bey,
Neden bu kadar ağır eleştriler alıyorsunuz? Gördüğüm eserleriniz büyük
titizlikle yapılmış yapılar. Size bu eleştrileri yapanlar ne kadar temiz çalıştığınızı
bilmiyorlar mı? Sizle alıp veremedikleri ne?
Siz ve sizin gibi mimarların sayısı kaç tane ki? Şehirdeki, ülkedeki çirkin
yapılaşmayı görmüyorlar mı, bu insanlar?
Varsın yaptığınız binalar taklit olsun. Neyimiz taklit değil ki...
Kılığımız kıyafetimiz, siyasetimiz, ekonomimiz, hiç olmazsa sizinkiler
"İsviçre medeni kanunu" gibi... İyi olanı getiriyorsunuz.
Düşünün bir de Antalya'da Topkapı Palace Hotel'ini... Onlar Galata Kulesini
Aya İrini'yi taklit ediyorlar. Siz doğrusunu yapıyorsunuz. Helal olsun...
büyüme
Önceki sorularım sert gelmiş
olabilir diye sizi biraz keyiflendirip bir iki tanede magazin bilgi rica edeceğim.
Öncelikle yaptığınız işlerin hepsi iyi kotarılmış ve temiz bitirilmiş
işler. Uygulama zorluklarının malum olduğu ülkemiz şartları için farklı
malzeme ve detayların uygulama başarısı yadsınamaz.
Ayrıca Arkitera sayesinde daha evvel göremediğim bazı işlerinizi tanıma şansım
oldu. Sürekli üretim halinde olmanız ilginç. Eski işlerinizle karşılaştırdığımda
ise ciddi bir gelişme görüyorum. Mesela KAdıköydeki tuvalet projesi( kare
taban üzerine oturan neden yuvarlak olmasının sebebi anlaşılmayan üst kütle)
ve YAlova Elyaf binası ( Merdivenin plan dilinden aykırı eğriselliği)planlarını
çizen bir talebe bundan 10 sene evvel mimarlık fakültelerinde ciddi eleştirilere
maruz kalırdı. Oysa son yarışma projelerinizin plan lekeleri ve kararları
bence gayet iyi. Demekki gelişme sağlanmış. Muhteris ve çalışkan biri
olduğunuz ortada. Bu anlamda uygulama kalitesinden dolayı iyi bir organizasyon
yeteneğiniz olduğunu da düşünüyorum. Bütün bunlar bilinçsiz tüketici
dolu Türkiye de daha büyük ve kuvvetli bir mimari büro olmanızı sağlamak
için yeterli. Gitgide büyük işler alıp bunların altından kalkabilirsiniz
düşüncesindeyim. Bu anlamda gelişme politikalarınız var mı?
İkinci magazin sorum ise Nevzat Sayın'la neden birlikteliğinizi sürdüremediğiniz
ve ayrılmanız.
Teşekkürler,
Gökhan
Avcıoğlu
Genemi sen...
hafiyesi millagro... birincisi “web sitenizden görebildiğim kadarı ile”
diye başlıyorsun.. “ordan öyle görünüyordur” diyor benim ortağım
Durmuş Dilekçi... Daha yakından bakmak isterseniz 10 Martta Galerist’deki
sergiye gelebilirsiniz. İki projenin de uzunlukları, boyları, konuları farklı...
benzerlik olarak Aldo Rossi’nin Milan Konutları da bu yakınlıkta sayılabilir.
Hatta Libeskind’in Berlin Müzesini de sayabiliriz.
Biz daha çok bir kayak, buz pistini örnek aldık. Yerden kaldırdık ve altına
otel koyduk. Bu proje Arjantin’de Patagonya’da bir dağ otelinin , şalenin
yanında başlayıp aşağıdaki göle uzanan alanı (çatısını) pist olarak
kullanan bir yarışma önerisiydi. Türkiye’de bir yer için çizilmedi..
Ben de bir şey soracağım, bu nickname’in arkasında rahat mısın...
millagro
Serginize memnuniyetle gelirim.
Ancak genel olarak yanıtlarınızı okuduğumda, hatta özellikle pek çok
sorunun yanıtını tek defada veren ilk ve uzun yanıta, kendinizden ve yaptıklarınızdan
memnun ve rahat olduğunuz anlaşılıyor. Diğer bir konu ben sizin zannettiğinizin
aksine böylesi bir internet konferansına katılmanızı
destekliyorum. Çok uygun bir konuksunuz. Size sorulan soruların pozitif ve
negatif olmaları ile bunun alakası yok. Forum a değer bulmaz olsaydım soru
sormazdım. Ancak takdir etmelisiniz ki bu konferansların amacı fikir teatisi
yapmak ve merak edilen, endişe duyulan noktaları derinleştirmek, bilgi almak.
Her sorunun yanıtı tam olmasa bile siz kendi yorumunuzla yanıtlandırıyorsunuz
soruları. Bunları okuyan pek çok kişi farklı bakıp görecek sizi ve işlerinizi,
daha derin düşünecek sizin hakkınızda. Boyutları, az dahi olsa genişleyecek
aklının. Siz dahi arkadaşlarınızla beraber tekrar tekrar irdeleyeceksiniz
herkesin sorularını, farklı zamanlarda farklı fikirler gelecek bu forumdan
sizlere. BU anlamda benim görüşüm siz kesinlikle bu foruma davet edilmeye
"değer" siniz. Siz kendiniz hakkında, biz sizin hakkında yeni şeyler
öğrenmiş olacağız. Siz bizim hakkınızda öğrenemyeceksiniz. Bilgiyi tek
tarflı olarak tüketeceğiz.Bu da web in imkanı ve bu sebeple nickname'in
arkasında rahatım.