Güzelim Munzur Vadisi...
Yıllar önce; ''Munzur da elden gidiyor'' denildiğinde,
iki nedenle doğrusu pek de oralı olmamıştık...
Birincisi ; her şeyden önce ''Munzur'' aynı zamanda bir ''Milli Park'' tı...
Tıpkı Yedigöller gibi, Dilek gibi, Gelibolu gibi, diğerleri gibi... Üstelik
böylesi bir ''yasal koruma güvencesine'' ta 1971'de alınmış ''ilk'' bölgelerimizden
biri de ''Munzur Vadisi'' değil miydi?..
İkincisi ise yine o yıllarda, her şeye rağmen yasaların artık ''hiçe
sayılmaya başlandığı'' yöreler de genellikle varlıklı ve gelişmiş bölgelerdi...
Atatürk 'ün söylediği ''çağdaş uygarlık'' için, Anadolu 'nun her
kesiminde ''dengeli kalkınmayı'' sağlayacak bir ''ulusal planlama'' anlayışı;
yani açıkçası ''yurt sevgisine'' dayalı yatırım politikası çoktan
unutulmuştu... Bu nedenle batı dururken, kıyılar dururken, ''imar rantı''
ve ''tüketim potansiyeli'' yüksek yöreler dururken, ''garibim Dersim'e'' kim
dönüp bakabilirdi?..
Batı, kıyılar, metropolleşen yöreler ve turizm ticaretinin imar açısından
''gemi azıya aldığı'' bölgeler, plansız-rasgele-saldırgan ve yağmacı
yatırım baskını altında ''kalkınma'' (!) adına hızla tahrip olurken,
''geri kalmaları'' için sanki gizli bir sözleşme yapılan bölgelerimiz arasındaki
Tunceli ve Munzur Vadisi de işte bu soygundaki ''dışlanmışlığın şansını''
yaşıyor gibiydiler...
Amaç, ''kalkınma'' ise?..
Şimdi, yıllar sonra, ''Tunceli dernekleri'' tarafından oluşturulan, ''Munzur
Vadisi'ni ve Çevresini Koruma Kurulu'' nun bu vadide planlanan bir dizi baraj
ve hidroelektrik santralı projesine karşı başlattıkları ''çevre, kültür
ve hukuk mücadelesini'' izledikçe düşünüyorum...
Acaba, adına ''Munzur Projesi'' denilen bu girişim, gerçekten Tunceli ve yöresinin
''artık'' dışlanmışlıktan kurtarılıp ''kalkınmasını'' sağlamak için
midir?..
Benimle birlikte Tuncelili dostların da hemen ''hayır'' dediklerini duyar
gibiyim...
Çünkü eğer öncelikli amaç, bu güzel, bu aydın, bu ''kibirli'' ve bu
her yönleriyle cumhuriyet çağdaşlığına ''gönülden bağlı'' yöremize
ve insanlarımıza yıllardır gösterilen ''vefasızlığa'' son vermek olsaydı,
Tunceli'nin kalkınması için aslında yine ''batıya transfer edilecek''
enerji uğruna eşsiz doğa ve kültür zenginliğini gözden çıkartan böylesi
bir duyarsızlıkla işe başlanmazdı.
Bu ''doğa sömürüsü'' yerine, ilin ve yöre halkının kalkınması için
acil ve zorunlu olan birçok ''gerçek kamu hizmetine'' öncelik ve önem
verilirdi...
2002 Nâzım'ın, dağların ve Munzur'un yılı olsun...
Sözün kısası, Tuncelili dostları ''destek ve sevgi duygularıyla''
izlerken, sadece Munzur Vadisi'nin yaşadığı ''gerilime'' üzülmüyorum...
Yakın yıllara dek pek inanamadığımız düzeydeki ''doğa ve ülke
sevgisizliğinin'' nasıl şimdi bu denli ''doruğa'' çıkabildiği de doğrusu
artık dayanılır gibi değil...
Çevre Bakanlığı, 2002 yılını ''doğa koruma stratejilerine'' ayırmış...
UNESCO'nun ''Nâzım Yılı'' na, BM'nin de ''Dağlar Yılı'' na ek olarak...
Bütün bunlarda ''samimi'' (içten) olduğumuzu göstermek istiyorsak; ne
duruyoruz, işte Munzur orada yolumuzu gözlüyor... Hem doğanın, hem dağların,
hem de ''Nâzım'ların'' vadisinde acımasız santral sesleri değil, yürek
dolusu su, insan ve şiir sesleri yankılansın diye...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|