reklam

21 Ocak 2002 Pazartesi
Ana Sayfa
>
Haberler

Ecyadperverlik ve aydınlanma ilişkisi

Suudiler Ecyad Kalesi'ni 'aslına uygun olarak koruyacağız' derlerse ve bir başka yerde inşa edeceklerini söylerlerse ya da 'yapacakları otelin cephesini bizdeki korunan mimarlık eserleri gibi benzeterek inşa etmeye kalkarlarsa ne diyeceğiz', diye tam düşünüyordum ki olması gereken oldu. 15 Ocak Salı günkü Hürriyet'in haberine göre Suudi Arabistan'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed El Bassam yılbaşında buldozerle yıkılan Ecyad Kalesi'nin 'aslına uygun' olarak başka bir yerde inşa edileceğini açıkladı.
Türkiye'deki yokedilen kültür mirasi için 'biz de Suudilere mi gitsek acaba' diye düşünenler olduysa, Suudi Elçisi bu fırsatı da kullandı. Türkiye'nin kendi tarihi eserlerine gereken özeni göstermediğini söyledi. Örnek olarak Zeugma vadisindeki arkeolojik sit alanlarının 'çamur ve taştan yapılmış ikiyüz yıllık Ecyad Kalesi'ne göre çok daha önemli olmasına rağmen baraj yapımı için feda edilmesini verdi. Sonuçta 'bu bizim iç meselemizdir, nasıl biz sizin iç işlerinize karışmıyorsak, sizin de karışmaya hakkınız yok' demeye getirdi. 'Devletler kendi hükümranlık alanları içinde ne yapacaklarına kendileri karar verirler, neyin gerekli olduğunu kendileri bilirler (nitekim siz de öyle yapıyorsunuz) ve yaygara koparmak anlamsız ve gerçeklere aykırıdır' dedi.
Şimdi ne diyeceğiz? Yok olmadı, beceremediniz, restorasyon tekniklerini de bilmiyorsunuz mu diyeceğiz? Şöyle bir düşünelim: Farklı bir uygarlık ve üretim biçiminin ürünü olan bir tarihi eseri taklit etmek, onu 'aslına uygun olarak' ve benzeterek inşa etmek, hiç şüphesiz dünyanın en zor işi. Ne kadar çaba gösterirseniz gösterin, 'tıpkısının aynısı' bir tarihi eser 'yapmak' imkânsız. Peki taklit etmek bu kadar zor olmasına rağmen, neden birçok mimar mevcut olanı koruyarak yenilemek yerine yeniden inşa etme yolunu seçer? Türkiye gibi ülkelerde kültür mirası neden yalnızca yıkılarak değil, 'korunarak' da yokolur?

'Yaptığınızı gavur yapmaz'
9 Ocak Çarşamba günkü Hürriyet'te Ecyad Kalesi ile ilgili 'Suudi yıktı, Macar korudu' diye bir başka başlık vardı. Gazetenin haberine göre Müslümanlar Osmanlı eserlerini yıkarken, Hıristiyanlar koruyormuş, bakıyormuş... Hani 'bu sizin yaptığınızı gavur yapmaz' diye bir söz vardır, biraz değil tam bu iş için söylenmiş!
Kimse Türkiye'de yıkılan, bozulan,
'korunarak' yokedilmekten beter olan bir dolu eserin neden ve nasıl yokolduğunu sormuyor da iş bir bölgesel güç iddiasında olma meselesine gelince (tu kaka yaptığımız, ama bulunca da eşeğini bulan Nasrettin Hoca gibi sevindiğimiz Osmanlıcılık damarımıza birileri basınca) aslan kesiliyoruz.
UNESCO'ya gidip, şikayet edecekmişiz. Ne güzel, ne parlak bir çözüm. Bize belki diyecekler ki:
'İstanbul'un en önemli kültür mirası olan surlarını trilyonlar harcayarak yıkılmaktan beter eden, surların yapımı ile ilgili Bizans imparatorlarını ve Osmanlı padişahlarını saydıktan sonra tabelasında son olarak belediye başkanının ismini sayan bir zihniyet, nasıl kalkıp da başkasına ders vermeye çalışır? Binbirdirek Sarnıcı gibi ta 6. yy'dan bugüne kadar tahrip olmadan gelen çok önemli bir yapıyı 'yeniden işlevlendirirken' kazayla mahveden, Haliç'te bir dolu önemli yapıyı (Venedik Sarayı gibi) temizlik adına yokeden, Sütlüce Mezbahası'nı
'koruma' yutturmacası adına yeniden inşa eden, Karaköy'de Raimondo D'Aronco'nun yaptığı camiyi gerçek üstü (mucizevi) bir operasyonla kaybeden ve bir daha da bulamayan, yakın tarihlerde saymakla bitmeyecek arkeolojik sit alanını, camiler, kiliseler, konaklar gibi kültür mirasını ve yerleşim dokusunu, doğal kaynaklarını tahrip edenlere kimse inanmaz...'
Şimdi gelelim şu 'sizin yaptığınızı gavur yapmaz' deyişine. Soru şu: Neden batılılar tarihi eserlerine sahip çıkıyorlar, neden kültür miraslarını titizlikle koruyorlar? Hıristiyan oldukları için mi? Bazılarının cevabı hazır: Bu vahşi yıkımın şeriatın, gericiliğin eseri olduğunu söylüyorlar. Onlara göre bir ülkenin yönetiminde 'aydın ve ilerici' insanlar olursa sorun çözülürmüş,
kültür mirasına sahip çıkılırmış.
Şeriatçılığa karşı oldunuz mu iş tamam. Keşke bu iddialar doğru olsa.
Mimarlık bir proje konusu mu?
Öğrenci iken mimarlık dergilerinden tanıdığımız çok ünlü bir batılı mimar seminerler vermeye fakültemize gelmişti. Biz öğrenciler de bu birkaç gün boyunca arka sıralardan seminerleri izliyorduk ve hocalardan fırsat kalırsa soru soruyorduk. Yabancı mimarın fakültede geçirdiği ikinci günün sonunda hiç beklenmedik bir şey oldu. Normal seminer düzenini değiştireceğini ve bundan böyle yalnızca öğrenciler ile ilişki kuracağını söyledi. Çünkü okulun öğretim kadrosu, yani meslektaşları ile aynı dili konuşmadığını fark etmişti. Meslektaşlarının ona yönelttikleri sorulardan çalışmalarının kendi amaçladığından ve yaptığından farklı bir şekilde algıladığını düşünüyordu.
'Siz aslında' dedi, 'benim projelerimi ve yaptıklarımı incelerken, sıradan bir vatandaşın kendi görsel dağarcığını zenginleştirmek için duyduğu ilgiye benzer bir merak içindesiniz. Bunu çok iyi anlıyorum. Ancak burası bir mimarlık veya dekorasyon bürosu değil, üniversite. Burada meslek pratikleri üzerine düşünmeyi öğrenmeniz ve öğretmeniz gerekirken, gördüğünüzden başka şey üzerine pek düşünmüyorsunuz. Bu nedenle sizin her sorunu, her konuyu hemen bir proje konusu olarak görmenizden ve çözümler geliştirmenizden dehşete kapıldım. Benim sorun olarak gördüğüm şeyi sizin çözüm olarak görmenize hayret ediyorum. Bir araziye örneğin toplu konutlar yapmak, bir tarihi yapıyı restore etmek ya da bir meydanı yeniden düzenlemek, bir proje işi değildir. Tam tersine sizin bir soruna yaklaşım biçiminiz, geliştirdiğiniz çözümünüz, ihtiyacın ortaya koyduğu sorundan daha büyük bir sorundur... Bu nedenle lütfen öğrencilerinizi bu sorunla yüzleşmeden cevaplar buluyormuş gibi proje çizmeye ve bir toplumsal sistem yarattıkları izlenimi edinmeye sevketmeyin.'
Öğretim üyeleri, hocalarımız, mimarın konuşmasının bu bölümünü sanki özellikle duymazlıktan geldiler ve hâlâ mimardan yaptığı projelerini betimlemesini istemeye ve işlev, maliyet, malzeme gibi özelikleri, nasıl yaptığı gibi sorular sormaya devam ettiler.
Seminerlerde ön sıraları kaplayan öğretim üyeleri topluluğu nasıl bir anlaşmazlığın sonucu olduğunu bir türlü kavrayamadıkları bu kendileriyle konuşmama kararını herhalde ünlü ve önemli bir mimarın olası garipliğine verdiler.
Neden böyle oldu? Neden fakültenin öğretim üyeleri bir bütün olarak bu yabancı mimarın işaret etmeye çalıştığı çelişkiyi hep birlikte görmezden geldiler ve sustular?

Mimar kimliği
Bana bugün öyle geliyor ki bu batılı mimarın dile getirdiği sorunun anlaşılma imkanı yoktu. Çünkü suskunluğun, tartışmaya dahi değer bulmamanın, hatta itiraz bile etmemenin ve 'mimarın kaprisi' olarak geçiştirmenin arkasında yalnızca zihinsel bir durum değil, bir başka 'bilinç' var.
Bazı durumlarda toplumsal statü, tanınmışlık, erk sahibi insanların sahip oldukları üstünlüklerin kişiliklerini nasıl zayıflattığını gördükçe şaşırırız. Sanki güç ile bilinç, başarı ile zayıflık arasında karşıt bir ilişki vardır. Kimlikler bazen kişilikleri himayesine alır ve sanki kişileri
himaye ettikçe kimliklerinin asalakları haline getirir. Bilimden söz ederler ama bilgiyi inanışa dönüştürürler. Duyarlılıktan söz ederler ama duyarlılıkları sömürürler. Unvanların, yetkilerin, imkânların, otorite olma gücünün, kimliklerin
esareti altında olan bazı insanların yaşadıklarını, gördüklerini sıradan insanlar kadar anlama ve değerlendirme kabiliyetlerinin olmaması şaşırtıcı olduğu kadar, düşündürücüdür de.
Mimar kimliği de bu tür kimliklerden biri sayılabilir mi? Farklı kuşakların güçlü ve zayıf yönleri olabilir mi? Bu kimliklerin sürdürücüsü olmak, her zaman 'aydın olmak' gibi bir duruma işaret edebilir mi?
'Koruma bilinci' de bir proje ve uzmanlık konusu olmaktan çok farklılığın farkında olmaya dayanan bir entelektüel çaba değil mi?
Radikal - Korhan Gümüş

Ocak 2002 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Diyalog 2002'nin ikinci Gökhan Avcıoğlu  22 Ocak  2001'de Diyalog bölümümüze konuk oldu. 

Gökhan Avcıoğlu
Arkitera Forum'da bu buluşmayı  okumak için...

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz