Narmanlı bir örnek olabilir mi?
İstanbul'un
en önemli tarihi yapılarından Narmanlı Hanı'nın kaderi belirleniyor. Binanın
sahipleri semt sakinleri ve ilgili sivil toplum kuruluşları ile toplantı yaptı.
Şehir mi kazanacak mal sahibi mi?
Narmanlı Hanı, Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki en eski yapılardan
biri. Özgün bir yapı olan bu binanın üzerine apartman yapılmasına Koruma
Kurulu izin vermişti. Yapının özelliklerini yitirmesine neden olacak bu
karara sivil toplum kuruluşları tepki göstermiş ve kararla ilgili yürütmenin
durdurulması için mahkemeye başvurmuşlardı. 2 Mart tarihli Radikal
gazetesinde ise bina sahiplerinin 'yeni bir proje' hazırlığı içinde
oldukları haberi yer aldı. Bu haberde hazırlanmakta olan yeni proje hakkında
kimsenin haberinin olmadığı, oysa bu tür önemli yapılarla ilgili
projelerin şeffaf bir süreçte gerçekleşmesi gerektiği yorumu vardı.
Bunun üzerine binaya yeni ortak olan yatırımcı şirketin temsilcileri 7 Mart
2002 tarihinde semte geldiler ve görüşmeler yaptılar. "Eski projeyi
uygulamayacaklarını ancak yeni projenin henüz hazır olmadığını" söylediler.
Bu görüşmede şirketin kamuoyu duyarlılığını dikkate aldığı ancak
'yatırımın
kârlı olması için' binanın restorasyonu ve yeniden işlevlendirilmesi ile
yetinmek istemediği belli oluyordu. Buna karşılık semtte yaşayanlar
'projenin mevcut yapıyı yok etmemesi gerektiğini, buradaki hayatı kökten değişikliğe
uğratmamasını' istediklerini ifade ettiler. Biraz zorlanarak
da olsa, bir yatırımcı kuruluşun 'kapalı
kapılar ardında' görüşmeler yapmak yerine, semte gelerek bilgi vermesi pek
olağan bir şey değil. Niyetim 'binanın sahipleri neden bu kadar önemli bir
mimari yapıya başka bir işlev vermiyorlar' ya da 'yıkmak yerine neden
korumuyorlar' gibi ilk akla gelebilecek
sorulara cevap aramak değil. Narmanlı Hanı hadisesini biraz değişik bir
cepheden, yapının sahipleri açısından ele almak istiyorum. Çünkü eğer
tahlillerimizi biraz da o tarafa yönlendirmezsek, fotografın belki de en önemli
bölümü eksik kalacak ve belki de iş işten geçmiş olacak.
Narmanlı Hanı'nın sahiplerini tanımam. Duyduğum kadarıyla binanın
sahipleri kültüre önem veren, az çok güngörmüş insanlarmış. Zaten yıllardır
aile fertlerinin kültüre verdikleri önem, binanın eski kiracılarından ve
kullanım biçiminden biliniyor. Yeni hisse sahibi olan şirket ise yıllardır
Türkiye'nin kültür hayatına yayınları, projeleri ile destek veren bir
kuruluşun ortaklığı.
'Koruma uygulaması'
Planlama kavramını bu fırsat dolayısıyla biraz sorgulamak istiyorum. Öyle
ya: Binanın sahipleri pekala yıllar önce paralarını -herkesin yaptığı
gibi- bir yeşil alana yatırabilir, bugün oraya bir gökdelen dikebilir ve
zenginliklerine zenginlik katabilirlerdi. Kimsenin de sesi çıkmazdı.
İstanbul'da imar hakları öylesine lastikli bir hale geldi ki, isteyenin her
istediğini yapabildiği hukuksuz bir düzende kültür mirası bir yapıya yatırım
yapanlar ister istemez cezalandırılmış oluyorlar. Hiç hesapta olmayan bürokratik
yasaklara karşı mücadele ediyorlar. Hatta mülklerinden nefret eder hale
geliyorlar. Bildiğiniz hikâye: İstanbul'daki köşklerin, yalıların hatta
yeşil alanların başına gelen tipik bir durum. (Latife Tekin İstanbul'a
geldiğinde yakılan köşklerden yalılardan yükselen alevleri ailecek
seyrettiklerini anlatır.) Buradaki fark, yapının göz önünde olması ve
projenin 'koruma uygulaması' diye adlandırılması.
Bunları söyledikten sonra gelelim işin kendisine. Böyle bir yatırımın
fizibilitesi ortaya konduktan ve karar verildikten sonra genellikle ne yapılır?
Bu işi bilen bir mimar bulunur. Mimar bölgenin sit alanı olmasından dolayı
projeyi Koruma Kurulu'ndan geçirebilecek biri olmalıdır. Ancak buradaki sorun
şu: Binanın yenilenmesinin imkan dahilinde olması için, inşaat alanının
artırılması gerekiyor. Bunun da mevcut binanın mimari özelliklerini
zorlayan bir durum olduğu ilk bakışta görülüyor: İşlev değişikliğinin
mevcut binayı koruyarak gerçekleşmesi neredeyse imkansız bir şey. (Bu
nedenle ilk mimari proje Narmanlı Hanı'nı Beyoğlu'nda 'boş kalmış bir
arsa' olarak görüyordu.) Mimarın bu projesini eleştirmeyi, binanın üzerine
yaptığı katların mimari kalitesini bir kenara koyalım, bina sahiplerinin
yararı için işin mantığı bunu gerektiriyor. Bu nedenle eski proje için
'mimar bu ilkelliği nasıl yaptı, kurul nasıl onay verdi' demenin bir alemi
yok.
Usul mü, içerik mi?
Basında yer alan ilk haberler Beyoğlu'nun en önemli tarihi yapılarından
biri olan eserin 'restorasyon'una yakında başlanacağını
duyuruyor ve kurula sunularak onaylanan eski 'restorasyon projesi'nde Narmanlı
Hanı'nın da "kat irtifası hakkı"ndan yararlanmasının kararlaştırıldığı
yeralıyordu. Görüşlerine başvurulan tarihi anıtları ve çevreyi koruma
amaçlı bir vakfın yöneticisi ise 'asıl suçlu'nun belediyeler olduğunu
savunarak; "Planları tarihi eserin üzerine kat çıkanlar yapmadı,
belediyeler tarihi eserlere bitişik yeni inşaatlara 8-9 kat izin verdi. Bu
durumda eski eser sahipleri mağdur edildi" diyordu. Buradan, "bina
sahiplerinin mağduriyetinin engellenmesi amacıyla projeye izin verildiği"
anlaşılıyor. Bitişik kaplar misali. Yani eğer birisine on kat inşaat izni
verirseniz, bunu herkese vermek zorundasınız. İmar planı dediğiniz adaletli
olmalı! Eğer bir tarihi eser, yeşil alan sahibiyseniz, koruma kararları ve
kamu yararı nedeniyle ya mağdur olacaksınız ya da anlayışlı kamu görevlileri
sizin mağdur olmanızı engellemek için görevlerini ihmal edecekler.
Görüldüğü gibi, henüz kamu yararı kavramını hukuki kavramlarla tartışmaktan
ve algılamaktan uzağız. Doğrudan doğruya olayları görünen failler üzerinden
konuşuyoruz. Hakları, anonim kurallar, örneğin 'kamu yararı nedeniyle oluşan
mağduriyetin tazmin edilmesi' gibi kavramlar üzerinden tartışmıyoruz. Oysa
sermaye ile sivil toplum kuruluşları farklı düşüncelere sahip olabilirler.
Bu son derece doğal. Buna karşılık şehircilikte usul, içerikten mutlaka
daha çok önemsenmesi gereken bir şey. Farklı kamu yararı kavramlarının
temsil edilmesi, kararların iletişim ve uzlaşma içinde, şeffaf
bir süreçte alınması ve kararların adaletli olması gerekli. Çünkü sivil
toplum kuruluşlarının karanlıkta yapabilecekleri bir şey yok. Sivil toplum
kuruluşları ne kadar haklı da olsalar, güçlü olan kazanıyor.
Bu nedenle farklı kamu yararı kavrayışlarını yan yana getiren bu toplantı
gene de çok önemli bir adım. Bu olay şeffaflığın kurallara bağlanması
ve kent merkezine yapılmak istenen projelerin geliştirilme biçimine de bir örnek
oluşturabilir.
İstanbul bunca felaket yaşadıktan sonra belki şehre sahip çıkmanın hamasi
sözlerle olmadığını fark edebiliriz.
Radikal - Korhan Gümüş
|