Şehir Plancıları Odası KİT'lerin
Kapatılmasını " pireye kızıp yorgan yakma" hikayesine benzetiyor
"70 yıldır ülke ekonomisinin lokomotifi olmuş KİT'ler, sorgusuz
sualsiz kapatılmak isteniyor! KİT'lerin ekonomik ve verimli yönetilmesi için
stratejiler geliştirilmesi gerekirken, kapatılmaları tek seçenek olarak
dayatılıyor. Bulundukları bölgede doğrudan ve dolaylı olarak yarattıkları
istihdam kapasitesiyle hala önemlerini koruyan bu kuruluşların kapatılması
sonucu KİT'lerin bulunduğu yerlerde ekonomik bir çöküş yaşanacaktır.
İşsiz kalacak kişilerin büyük şehirlere olacak göçü, ciddi mekansal ve
sosyal yaralar açacaktır. Kapatılacak KİT'lerin bulundukları bölgede
yaratacağı boşluğun doldurulmasına yönelik herhangi bir planlama yapılmamaktadır.
Her sektörde olduğu gibi, planlı gelişme ve kamu yararına yönelik seçenekler
dışlanmaktadır."
Bugünlerde basında ve kamuoyunda yoğun bir biçimde KİT'lerin kapatılması
tartışılıyor. Tartışmalar, KİT'lerdeki işgücü verimsizliği ve dolayısıyla
kamuya ve ekonomiye yük olduğu görüşleri etrafında yoğunluk kazanıyor.
KİT'lerdeki verimsizliğin ve etkinlik sorunlarının nedenleriyle ilgili
farklı kişilerin ve kuruluşların değişik değerlendirmeleri olduğunu
biliyoruz. Verimli yönetilemeyen KİT'lerin etkin ve verimli yönetilmesi için
stratejilerin geliştirilmesi üzerinde kamu yönetiminin düşünce geliştirmesi
de beklenebilecekken, ille de bunların özelleştirilmesi ya da en son olarak büyük
çoğunluğunun kapatılması seçenekleri üzerinde politika yapmak, siyasi çevrelerde
"kamu iktisadi teşekkülü" mantığının ve KİT'lerin görünmeyen
toplumsal işlevlerinin tam olarak anlaşılamadığını gösteriyor.
Daha da vahimi, bazı siyasi çevrelerce KİT'lerin toplumsal işlevlerinin
önemsenmediğini düşünmek bile istemiyoruz. Ama görünen o ki, ekonomiyi
"piyasa"dan ibaret algılayan IMF, KİT'lerle ilgili kararını çoktan
vermiş ve siyasi kadrolara dikte etmiş durumda.
Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler, tespit edilen bazı KİT'lerin Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu raporları doğrultusunda kapatılmasının söz konusu
olduğunu açıklıyor. Bu raporlarda KİT'lerdeki kötü yönetim örneklerinin
açığa çıkarıldığını tahmin edebiliriz ama Denetleme Kurulunca kapatılması
yönünde görüş verilmiş olmasına ihtimal vermeyiz. Eğer denetleme
mekanizması böyle bir icra kararı üretilmesine yardımcı oluyorsa,
denetimin ruhuna aykırı olarak, siyasi kadroların yönlendirmesi ve baskısıyla
bu raporları yazıyor demektir. Bu da, toplumda genel olarak erozyona uğrayan
kamu denetimine inancın bundan sonra da yara almaya devam edeceğini gösteriyor.
Bugün kapatılması üzerinde çalışmalar yapılan KİT'ler, 1930'lu yıllardan
itibaren, hayati öneme sahip toplumsal öncelikler gözetilerek kurulmuştur.
Anadolu'nun değişik bölgelerinde kurulan KİT'ler, bir yandan ülkenin
sanayileşmesinin lokomotifi olurken, bir yandan da kuruldukları bölgelerde
ekonominin ve toplum yaşamının gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Karadeniz Bakır İşletmeleri, Elazığ Gübre Sanayii, Gerede Çelik Konstrüksiyon
A.Ş., Türkiye Zirai Donatım Kurumu A.Ş., TTK, Türkiye Kömür İşletmeleri,
ETİ Bakır (Murgul), Divriği Hekimhan gibi KİT'ler, bulundukları bölgelerin
ekonomik ve toplumsal yaşamını geliştirmiş ve coğrafi olarak nispeten
dengeli bir sanayileşmenin mümkün olmasını sağlamıştır. Bu KİT'ler,
yalnızca çalışan işçiler ve aileleriyle değil, bulundukları bütün
irili ufaklı yerleşmelerdeki, bölgelerdeki yan sanayinin, ticaretin,
hizmetlerin gelişmesine yaptıkları katkılarla birlikte düşünülmelidir.
IMF, Doğu Karadeniz bölgesinin göç vermesinin ve İstanbul'un yönetilemez
düzeyde büyümesinin yarattığı toplumsal sorunlarla ilgili siyasi
sorumluluk taşımıyor olabilir. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Murgul'daki Bakır İşletmelerinin kapatılması sonunda açıkta kalacak
binlerce işsizin ve bölgedeki ekonomik ve toplumsal durgunluğun yarattığı
büyük şehirlere yeni göç dalgalarının siyasi hesabını vermek zorundadır.
Aynı şekilde, Türkiye Kömür İşletmelerinin kapatılmasından sonra
Zonguldak'ın ve Batı Karadeniz'in ekonomik çöküşünün hesabını da
topluma birilerinin vermesi gerekir. Batı Karadeniz bölgesinin kalkınması ve
yeniden canlanması için kamunun plan yapma zorunluluğu, DPT tarafından bazı
özel kuruluşlara ihale edilmesiyle baştan atılacak bir konu değildir. Konu,
sadece "envanter toplama" ve bunları ciltleyip kamu kuruluşlarının
kütüphanelerine dağıtmakla aşılamayacak kadar ağır bir siyasi sorumluluk
taşımayı gerektirmektedir.
Her birinin bulunduğu bölgelerde yüzbinlerce insanın yaşadığı KİT'ler,
"rekabet şansı yok", ya da "teknolojisi eski", veya
"işgücü atıl kullanılıyor" gerekçelerine sığınılarak, bir
kalemde kapatılamayacak kadar derin ilişkiler yaratmış bulunmaktadır. Bu KİT'lerin
rehabilite edilmesini önermek, yalnızca duygusal kamu giritimcilidi
perspektifiyle dedil, ayny zamanda sorunu daha geniş bir çerçevede ele
almanyn toplumsal ve ekonomik gereklilikleriyle de ilgilidir.
Kapatılması düşünülen her bir kamu iktisadi teşekkülünün, kapatılması
halinde, bulunduğu bölgede ne gibi sonuçlar doğuracağının kamu tarafından
incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu sonuçlar incelenmeden, aceleye
getirilerek verilecek kapatma kararları, geri dönüşü olmayan derin sosyal
yaraların açılmasına sebep olacaktır. Buna benzer bir durum birkaç yıl önce
Sinop ilimizde yaşanmıştır. Şişecam'a ait fabrikanın kapatılması gündeme
geldiğinde bütün Sinoplular sokağa döküldü. Çünkü Sinop'un ekonomik ve
toplumsal yaşamı büyük ölçüde bu fabrikaya bağlıydı. Yine, 1990'daki
maden işçilerinin Ankara'ya yürüyüşüne Zonguldak halkının büyük çoğunluğunun
katıldığını da unutmamak gerekir. Bugün, hiçbir önlem düşünmeksizin KİT'lerin
kapatılmasına karar vermek de, bu KİT'lerin bulunduğu bölgelerde benzer
tepkilere ve toplumsal olaylara yol açacaktır.
Ereğli'de benzer bir süreç yaşandı. Eski adıyla Ereğli Kömür İşletmesi
Kurumu, yeni adıyla Türkiye Taşkömürü Kurumunda (TTK) 1980'li yıllardan
itibaren üretim ve istihdam azaltıldı, personel sayısı 40.000'den 16.000'e
kadar düştü. Ereğli, 1940'lı yıllardan 1980'li yıllara kadar kendi bölgesinden
göç alan bir çekim merkeziyken, 1980'li yıllardan itibaren göç vermeye başladı.
1985-1990 arasında kentten göç edenlerin sayısı 68.311 kişi olarak kayıtlara
geçti (Ereğli'nin 1990 yılı nüfusunun % 70'i). Yapılan araştırmalar,
1980'li yıllardan itibaren Ereğli Kömür İşletmesinde uygulana istihdam
azaltma politikalarının sonuçlarını ortaya koyuyor: Artan işsizlik alkol
kullanımını ve buna bağlı aile içi şiddeti arttırmıştır. Yine intihar
oranlarında 1980 sonrası ciddi artışlar gözlendi. Örnek olarak, yapılan
anketlerde hanehalkı reislerinin % 70'i şiddet uyguluyor; alkol kullananların
oranı % 13 olarak saptanıyor. Ereğli'de 1975-1980 arası intihar edenlerin
sayısı 21 iken, bu sayı 1985!
-1997 yılları arasında 128'e ulaştı. Yani, belirli bir KİT tarafından
ekonomik ve toplumsal yaşamı belirlenen bir bölgede, bu işyerindeki istihdam
sayılarının yarı yarıya düşürülmesi bile, yarattığı işsizlik
nedeniyle önemli boyutlarda sosyal çöküşlerin sebebi olabiliyor.
Kamu yatırımlarıyla ilgili bu tür soruları sormayan, önemsemeyen bir
kamu yönetimi ve siyaset mantığı düşünülemez. Gelişmiş Batı ülkelerinde
devlet ya da yerel yönetimler, bırakın sadece kamu yatırımlarını, özel
sektör yatırımlarında bile buna benzer incelemeler yapmakta ve alınması
gereken önlemler üzerinde yıllarca çalışmaktadırlar. Örneğin, İngiltere'de,
Londra'nın güneyindeki sanayi bölgesinde bulunan Ford fabrikasının İspanya'ya
taşınması planlanmaktadır. İngiliz hükümeti ve bölgedeki belediyeler
birliği, Ford'un bölgeyi terk etmesinin yaratacağı boşluğun nasıl
doldurulacağına ilişkin yıllardır araştırma yapmaktadır, sanayi bölgesinin
özel sektör açısından daha da çekici hale getirilmesi için projeler geliştirmektedirler.
Sanayi yatırımların "planlama" disiplini içinde gerçekleştirilmemesinin
bedelini Türkiye 17 Ağustos depreminde ağır bir biçimde ödemiştir. Ülkenin
başlıca sanayi yatırımlarının İstanbul-İzmit bölgesinde yer alması, ve
bu bölgenin deprem kuşağında bulunması, ülkenin ekonomisinin bir depremle
altüst olmasına yol açabilmektedir. Yakın bir gelecekte beklenen İstanbul
depreminin ülke sanayisi ve ekonomisi üzerinde yaratacağı yıkıcı etkiler
herkes tarafından tahmin edilebilmektedir. Bir depremle ülke ekonomisinin de
yerle bir olmasının önlenmesi mümkündür. Bunun yolu, planlı gelişmenin bütün
gereklerinin yerine getirilmesinden geçiyor.
"KİT sorunu", sanıldığından çok daha karmaşık bir sorundur.
Bu sorunun ne şekilde çözülebileceğini plansız bir biçimde ele almak, ülkeyi
yeni darboğazlara sokmaktan başka sonuçlara yol açmayacaktır. Nüfusunun %
60-70'nin gecekonduda ve kaçak yapılarda yaşadığı İstanbul, Doğu
Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinden, KİT'lerin kapatılması sonucunda
gelecek göçü kaldıramayacak kadar büyümüş bulunmaktadır. "Biz önce
bir kapatalım da, gerisine sonra bakarız" biçimindeki bilimsellikten
yoksun hükümet yaklaşımları son derece tehlikelidir.
Kamu iktisadi tetekkülleri ile ilgili "devlet politikası",
muhakkak DPT eliyle uygulanmalydyr. KİT'lerle ilgili yetkilerin Hazine Müsteşarlığı
gibi bir kurumda bulunması, devletin KİT'leri yeterince algılayamadığını
göstermektedir.
Bunları söylerken, KİT'lerde hiçbir sorun bulunmadığını iddia ediyor
değiliz. Teknoloji, verimlilik, yönetim konularında KİT'lerin ciddi sorunlarının
bulunduğu bilinmektedir. Ancak, "pireye kızılıp yorganın yakılması"
hatasına düşülmemelidir. Devletin asli görevlerinden biri, kamunun ortak çıkarları
doğrultusunda "planlama" yapmaktır.
Devlet Bakanı Kemal Derviş'i, Meksika'daki konferansta "gelişmekte
olan ülkelerin kalkınması planlı gelişmeye bağlıdır" sözünün
gereğini yapmaya çağırıyoruz.
DPT'Yİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY'I GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ.
"PLANLI GELİŞME" SÖZÜ VEREN DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ'İ GÖREVE
ÇAĞIRIYORUZ. DEVLETİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ. VE TBMM'Yİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ.
TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI
YÖNETİM KURULU adına
Erhan DEMİRDİZEN
Genel Sekreter
Arkitera
|