Ulusal Fiziksel Planlama ve Eğitim
Geçen yüzyılın ikinci yarısından bu yana yaşanan hızlı endüstrileşme
ve ekonomik gelişme olguları, büyük boyutta doğal kaynak tüketimini ve çevre
sorunlarını gündeme getirmiştir. Sürekli devinim kazanan bu olumsuz olgu, günümüzde
de halen aynı hızla sürüp gitmektedir... Bu nedenle son yıllarda bütün dünya
ülkeleri tarafından sosyo-ekonomik gelişmenin mekânın coğrafik ve doğal
öğeleriyle uyumu düşüncesi yavaş da olsa benimsenmeye başlamıştır.
Dolayısıyla mekânın tanımlanmasında, çözümlenmesinde ve planlanmasında,
kesin değişimlerin yapılması ile bu bağlamda mekânın doğal bileşenlerinin
incelenmesinde, farklı yaklaşımların ve tekniklerin kullanılması gereği
duyulmaktadır.
Çünkü ekonomik kalkınmanın sürekliliğini sağlamak ve yaşam koşullarının
niteliğini yükseltmek için doğal çevrenin çok önemli bir sermaye olarak
değerlendirilmesi ve ekonomik kullanılması zorunluluğu giderek artmaktadır.
Doğada canlı yaşama özgü ekosistem zincirinin evrensel bir bütünlük içinde
olması nedeniyle ülkelerin ve bölgelerin gelişme ve kalkınma planlarında,
bölgelere ilişkin farklı doğal ve kültürel özelliklere sahip bölge ve
alanların planlanması, birbiriyle bütünleşen bir mekânsal düzenlemenin
ortaya konulması söz konusu olmuştur.
Bu nedenle dünya ülkeleri kalkınma ve gelişme için aldıkları ekonomik
kararların fiziksel mekâna yansıtılması sürecinde coğrafi mekânın doğal
kaynaklarının südürülebilir korunması ve kullanılması için hukuken bağlayıcılığı
olan uluslararası ölçüt (kriter) ve normlar geliştirmişlerdir. Stockholm
Konferansı (1972), Habitat I ve II (1976, 1996), Rio Yeryüzü Doruğu (Zirvesi
1993), Avrupa Peyzaj Sözleşmesi (2000) ve Avrupa Birliği'nin çevrenin
korunması ile ilgili Eylem Planları ve daha birçok uluslararası anlaşmalar
doğal kaynak ve arazi kullanımlarını çevre açısından denetim altına
alan araçlar olarak geliştirilmiştir. Bu bağlamda söz konusu ölçüt ve
normlar, ülkelerin fiziksel mekân planlaması ve politikalarının yeniden yapılanması
gereksinimini de gündeme getirmiştir.
Bu nedenle gelişmiş ülkelerde Ülke Kalkınma Planları ile Bölge Planları
''Ekolojik Planlama'' modeli kavramı ile tüm planlama kademelerini içeren bütüncül
bir planlama süreci olarak tanımlanmıştır.
Bilindiği gibi sosyo-ekonomik gereksinimleri karşılamak üzere doğal
kaynakların bir sermaye olarak kullanılmasında, çevrenin ekolojik sürekliliğinin
sağlanması için doğal kaynaklar ile sektörel arazi kullanımları arasında
oluşabilecek 'olumsuz ekolojik ilişkiler 'in niteliksel açıdan ölçülmesi
ve risklerin tanımlanması, fiziksel planlamadan önce yapılması
gerekmektedir.
Bu nedenle bölgelerin ve onlara bağlı havzalar zinciri düzeyindeki
karasal ve 'akuatik ekosistem 'lere ilişkin güncel kaynak envanterlerinin çıkarılması,
bilimsel ekolojik yöntemlerle hassasiyetlerin ölçülmesi ve yorumlanması ve
giderek ekolojik eşiklere özgü haritaların elde edilmesi söz konusudur.
Elde edilen bulgular çerçevesinde bölgelere ilişkin kesin koruma ve
koruma-kullanma kuralları plan lejandın da tanımlanmış ''ekolojik master
planları'' nın elde edlimesiyle uzun süreli perspektifler için amaçlanan
ekonomik ve ekolojik gelişme kararlarının sağlıklı verilebileceği açıktır.
Fiziksel planlama ve eğitim
Ülkemizde hızlı kalkınma ve gelişme olgusu çerçevesinde hükümetlerin
aldıkları sosyo-ekonomik otonom kararlar ile ekolojik master planları elde
edilmeden, birçok değerli arazi ve bölgeler klasik planlama modeliyle kullanıma
açılmaktadır. Bu tür planlama yaklaşımının doğal kaynak kaybı ve
giderek çeşitli çevre sorunlarının temel kaynağını oluşturduğunu, Güneydoğu
Anadolu Projesi, Doğu Karadeniz, Güney Antalya, Belek Turizm Projeleri ve
benzeri bölge planlarıyla öbür sektörel ve şehir planlarından
izlemekteyiz. Dolayısıyla bu olumsuz olgular ülkemizi, bölge-yerel alanlar için
amaçlanan sosyo-ekonomik hedeflerin gereği gibi gerçekleşmemesi gerçeği
ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Konuyu insan ve giderek toplumun ''çevre hakkı'' ve ''kamu yararı'' bağlamında
ele aldığımızda sosyo-ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirlik ilkelerine
uygun olabilmesi için ülkemizin doğal mekân boyutu ile bütünleşen bir
planlama modeli anlayışının kalkınma planlarına, bölge ve şehir planlarına
ve çevre politikalarına uyumlandırılması (entegre edilmesi) zorunluluğu
bulunmaktadır.
Ayrıca Türkiye'nin imzaladığı doğal çevrenin küresel ekosistem bütünlüğü
içinde sürdürülebilir korunması ve kullanılması hususundaki çok sayıdaki
uluslararası anlaşmaların çevre ölçütleri ile Avrupa Birliği çevre
mevzuatında öngörülen fiziksel planlamalardan önce yapılması gereken
stratejik çevre etki değerlendirilmesinin, fiziksel planlama sürecinin
hiyerarşik kademelerinde yer alması gereği de söz konusudur.
Bunun yanı sıra 2000 yılında Türkiye'nin de imzaladığı Avrupa Peyzaj
Sözleşmesi'nin ana içeriği olan sürdürülebilir kalkınma ve gelişme çerçevesinde
tüm doğal kaynakların meydana getirdiği kıtasal peyzajın ekolojik ve
biyolojik zincir bütünlüğü ile ''korunması'' ''yönetimi'' ve ''planlanması''
ilkelerini içermekte olup bu bağlamda planlama politikaları içinde peyzaj
planlama eğitimi - öğretimine özel önem verilmesi gibi yükümlülükler de
önümüzdedir.
Bu nedenle Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği biyocoğrafik noktada
yer alan ülkemizin olağanüstü biyoçeşitliliğe ve gen ağlarına sahip
olması nedeniyle doğal kaynak ve arazi kullanımlarını yönlendirebilecek ve
ekolojik master planları yapabilecek çağdaş bilimsel bilgi ile donanmış
peyzaj plancılarına, bölgesel ve giderek ülkesel düzeyde sosyo-ekonomik
gelişmeleri, gereği gibi planlayabilecek bölge plancılarına büyük
gereksinmesi olduğu açıktır. Bu konu ve eğitim planlaması bir başka yazıda
tamamlanabilir.
Cumhuriyet - Prof. Dr. Semra ATABAY Y T Ü Mim. Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
|