Sarayda deprem oyunları
Depreme karşı güçlendirmek için ''yoğun bakıma'' alınan İstanbul
Belediye Sarayı'nda 1953'teki yarışmayla elde edilen orijinal proje özellikleri
yok ediliyor; yeniden kazılan bodrumdaki inşaatta da arkeolojik doku gözetilmiyor.
İstanbul'daki Hilton Oteli'yle birlikte mimarideki ''uluslararası üslubun''
ilk örneklerinden olan ''Belediye Sarayı'' binasında ''güçlendirme'' gerekçesiyle
teknik ve kültürel tahribat yapılıyor. Binanın betonarme taşıyıcı ve bölme-duvar
sistemlerindeki ''özgün bütünselliğin'' yok edildiği onarım ve tadilatların
yanı sıra, bodrum ve temel katlarındaki yeni kazılarda rastlanan
''arkeolojik'' kalıntıların da ''akıbetinden'' haber alınamıyor...
İnşaatın ihale edildiği ''Kozova'' ve ''M. Arslan'' şirketlerince binanın
orijinal dekoratif malzemelerine verilen zararın, yeniden aynı cins ve türdeki
kaplamalarla giderilmesine yönelik denetim de belediye yönetimince önemsenmiyor.
Böylece, Türkiye'de belediye binalarına ''saray'' denilmesi geleneğini başlatmış
olan ve sadece İstanbul için değil ülkemiz için de her yönüyle bir ''20.
yüzyıl mirası'' niteliği taşıyan kamusal mimarlık örneği yapı, tarih
ve sanat bilincinden yoksun bir ''arabesk'' tamiratın kurbanı oluyor...
Yarışma projesiydi
Belediye Sarayı binası, Saraçhane Parkı'nın karşısındaki tarihi ''Suriçi''
bölgesine hâkim bir noktada, 1953'te açılan yarışmanın birincisi yüksek
mimar Nevzat Erol 'un projesiyle inşa edildi. Sadece ''Batılı'' kimliği ve
''modern'' estetiğiyle değil, 1950 sonrası politikalarındaki ünlü ''küçük
Amerika olma'' hevesinin de ''mimarideki yansımasına'' özgün bir örnek oluşturduğu
görüşü nedeniyle ayrıca ''tarihsel belge'' değeri taşıyor.
Ne var ki 20. yüzyılın ortalarında böylesine çok özel tasarlanmış
bir mimarlık ve mühendislik gösterisi, şimdi 21. yüzyıldan artık yıl alınmaya
başlanan ''daha ileri'' bir dönemde bile ''daha geri'' yöntemlerle ortadan
kaldırılıyor. İnşaatı üstlenenler, binanın mutlaka korunması gereken
perde cephelerini ve bölmelerini yıkarak yerine ''piyasa işi
apartmanlardaki'' gibi ''sıradan tuğla duvarlar'' örüyorlar. Aynı özgün
sistemde yine mimariyi de belirleyen her türlü döşeme ile özel tasarlanmış
kolonların da benzer bir ''yenileme'' (!) ile farklı ve ''kaba'' bir değişikliğe
uğradıkları gözleniyor...
Büyükşehir belediyesi yetkilileri uymaları zorunlu olan Fikir ve Sanat
Eserleri Yasası gereğince, proje müellifinden yine bu tür ''mimarinin özünü
ve orijinalliğini değiştiren'' müdahalelerin iznini ''açıkça'' almaları
gerektiğini unutmuş görünüyorlar. Koruma Yasası'na göre de ''sit'' alanının
göbeğindeki bu bodrum inşaatı için önce yeterli düzeyde bir arkeolojik
sondaj kazısı ve bundan çıkacak sonuçla birlikte Koruma Kurulu'nca
verilecek izne bağlı olarak ''müze arkeologları denetiminde'' sürebilecek
uygulamayı ''makine de kullanmadan'' titiz bir dikkatle yapmaları gerekiyor.
Ne var ki bu yasal kuralın da gerektiği kadar titizlikte yerine getirilmediği,
uzun süredir yeni bodrum kazıları yapılmasına rağmen hâlâ en ufak bir
arkeolojik bulgunun bile ''ortaya çıkmamış'' olmasından anlaşılıyor.
Oysa bulunulan yer 2600 yıllık kent tarihinin merkezi ve çevredeki hemen her
inşaat kazısında çıkan kalıntılarla da açıkça belli ki bu binanın altı,
aynı zamanda zengin bir tarihsel birikimi barındırıyor...
Para akıtılıyor
İşte böylesine bir kültür ve bilim dışı anlayışla sürdürülen ''güçlendirme''
inşaatı, aynı zamanda adına ''restorasyon'' (!) denilen gösterişli bir
dekorasyon uygulamasını da içeriyor. Ve, bunun için neredeyse yeni bir binanın
yapımına yetecek kadar yüksek düzeyde harcamalar yapılıyor. Belediye için
Çağlayan'da inşa edilecek yeni "Büyük Saray" binası ile şimdikindeki
birimlerin nasıl üleştirileceği bilinmediğinden harcalamaların sınırı
da belirlenemiyor.
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|