Manhattan'daki karadelik
Kültürün profesörü Mirzoeff
SUNY
Stone Brook Üniversitesi'nde 1998'den bu yana yardımcı profesör olarak
bulunan Nicholas Mirzoeff, doktorasını
İngiltere Warwick Üniversitesi'nin Sanat Tarihi Bölümü'nden 1990'da aldı.
Geçen zaman zarfında UCLA, J. Paul Getty Merkezi Sanat Tarihi Birimi ve Yale
Center İngiliz Sanatı ve SUNY Stone İnsan Bilimleri Enstitüsü'nde doktora
üstü eğitim gören bilimadamı, sanat tarihinin 'sessiz şiirselliği' üzerine
kanıtlar, Fransa'da simgesel ve görsel kültür
gibi konulara odaklanıyor. Mirzoeff ayrıca
'Bedensel Boyut: Sanat, Modernite ve İdeal Figür'(1995), 'Görsel Kültür
Okurları için Görsel Kültüre Teorik ve Pratik Giriş' (1998)
ve 'Görsel Kültür' (1999) gibi yapıtlarıyla tanınıyor. Küresel kültürün
görselliğine odaklanan 'Diaspora ve Görsel Kültür: Afrikalı ve Yahudilerin
Temsiliyeti' adlı kitap, Mirzoeff'in son çalışması.
E-posta: [email protected]
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans
Programı, 6 Haziran 2002 Perşembe günü 11 Eylül'ün görsel açıdan ele alındığı
bir panel düzenledi. Etkinlik münasebetiyle bilhassa 'görsel kültür' üzerine
metinleri çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan ve New York
SUNY Stony Brook'ta öğretim üyesi olan Nicholas Mirzoeff, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin
konuğu olarak İstanbul'daydı.
'9/11 as a Visual Spectacle' (9/11'in Görsel Yanı) başlıklı panelde,
Mirzoeff'in yanı sıra, aynı zamanda her ikisi de Radikal yazarı olan İstanbul
Bilgi Üniversitesi'nden Murat Belge ve Sabancı Üniversitesi'nden Hasan Bülent
Kahraman da, konu ile ilgili görüşlerini paylaştı. Panelin moderatörü
ise, Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans Program Koordinatörü Feride
Çiçekoğlu'ydu.
Etkinlik, son çeyrek yüzyıla damgasını vurmuş 'Independence Day', 'Deep
Impact', 'Fight Club' ve 'Superman' gibi Hollywood filmlerinin, haber kanallarının
'reality' felaket ve terör görüntüleriyle kaynaştığı özel bir tanıtım
filmiyle başladı. Hasan Bülent Kahraman 'Sıfır Noktası'nda (Ground Zero)
edindiği kişisel gözlemlerini aktarırken, 9/11 olayının 'Görünmeyenin görselliğini,
boşluğun korkutuculuğunu, tekinsizliği ve trajediyi' yansıttığını
anlattı.
Murat Belge ise konuşmasında yaşanan olayın gösteri boyutunun altını
çizerken, İkiz Kuleler ile Babil Kulesi arasındaki sembolik benzerliğin önemini
ve ilişkisini vurguladı. Amerikalı akademisyen Mirzoeff'in konuşmasında
dikkat çektiği unsurlar ise Ruanda katliamı, 2. Dünya Savaşı sırasındaki
Yahudi soykırımı ve Eski Yugoslavya'da yaşanan savaş ile dünyanın kamplaşmasına
yönelik bulgular üzerine kuruluydu. 'Kapitalin elektronik göçebeliği'nin
bugün tüm medya ve kitleleri kontrol altına aldığını söyleyen Mirzoeff,
1492 ve 2002 arasındaki jeopolitik 'durum benzerliğini' ön plana aldığı
sunuşunda ayrıca, günümüz sinemasının bugünün politik imgelerini
belirleyiciliğinin de altını çizdi.
Konuşmasında, '9/11' sonrası Avrupa ve Amerika'nın başı çektiği 'kamplar
imparatorluğunun' başarısına küresel anlamda engel olunması gerektiği çağrısında
bulunan Mirzoeff, Radikal'in sorularını yanıtladı.
Yavaş yavaş klonların da egemen olduğu bir dünyada, imgeler on yıllardır
klonlanmakta. Sonuçları üzerine neler düşünüyorsunuz?
Bu çok ilginç bir soru. Elbette 11 Eylül de kendi imgelerini yarattı. Ve
yaratır yaratmaz da, iletişim dünyası onları klonladı. Zira bu, çekilen
felaket filmleri ve Hollywood sinemasıyla yıllardır yapılagelen bir şeydi.
Kıyamet alameti gibi filmler, dış uzaydan gelen işgal senaryoları öteden
beri binlerce sinema izleyicisine pompalandı. Göçmenlik, komünizm ve benzeri
sosyal kurumların yansımaları, hep bu filmlerde karşımıza çıktı. Bir
bakıma 9/11'i farklı ve basit bir yaklaşımla da 'okumak' ve algılamak mümkün.
'Klon' olgusu, bugünün 'farklılığa yönelik korkusu'nu da temsil etmekte.
Benim için ilginç olan, her iki kutupta da bu çatışmanın farklı yönleriyle
kullanılıyor olması. Amerika tüm dünyanın kendi tarafında yer almasını
istiyor. Taliban ve Bin Ladin de, kendi açılarından aynını talep ediyor. Bu
tür bir 'imgenin mekanik olarak yeniden üretim hali'yle 1930'ların Walter
Benjamin döneminden beri karşı karşıyayız. Paradoksal bir durum yaşıyoruz.
İnsanların, bireyselliğin, imajların, farklılığın aşırılaşması ve
ısrarcılığı, topyekûn bir problem, görsel bir problem olarak tezahür
ediyor.
İstanbul'da gezdiğim sırada kendi kültürüme, Yahudi kültürüne ait mekânları
gezme ihtiyacı hissettim. Bizans döneminden kalma eski bir sinagoga gittim.
Makedonya'dan İstanbul'a gelen Musevilerin kullandığı bir yerdi. Bir gemiyi
andıran mimarisiyle o dönemin olaylarını anımsattı bana; çok ilginçti. O
an Endülüs'ten kovulan Sefarad Yahudileri'nin Sultan II. Bayezid tarafından
niçin kabul edildiğini düşündüm. Bence o anlayışı yeniden gündeme
getirmek gerekiyor. Bizden farklı olan kesimler ile nasıl bir arada yaşayabileceğimizi
düşünmemiz gerekiyor. Birbirimizin farklılıklarına zaaflarımız var;
merak besliyoruz. Bu çok doğal. Çok dokunaklı ve anlamlı da. Bu anlamda
bizim birbirimizi ve imgeleri klonlamaya değil, farklılıklarımızın devamı
için karşılıklı anlayış çabasına gereksinimimiz var.
'Öteki' kavramına inanıyor musunuz?
'Öteki' basit bir kavram açıkçası. Bizim en azından aslen 'biz' kavramı
üzerinde düşünmemiz gerek. 'Öteki' ve üzerine kurulu tüm söylemlerin karşısında
yer almamız gerekiyor. Çünkü ABD'de, cihat çağrısı yapan insanlar da aynı
şeyi söylüyor: 'Bizden değilsen, onlardan birisin!' İşte bu
'öteki'liğin jargonu. İnsanların bir tercih yapmak zorunda bırakıldığı
bir iletişim ağını kabul edebilmek, bu dünyada bana çok zor ve manasız görünüyor.
Burada önemli olan bakış açılarını ikiye katlamak, sonsuzlaştırmak.
Yani sanat, politika ya da sosyal bilimlerde ne kadar 'fazla' düşünürsek, o
kadar çok metafora ve yeni paradigmaya ulaşırız.
Demokrasi, 'biz' düşüncesini pratiğe geçirmek için hâlâ geçerli ve
faydalı bir sistem mi?
Demokrasi şu sıralarda Batı medeniyetlerinin deneyimlemekte olduğu, ancak
artan bir hızla indirgeyici hal arz eden ve bu yüzden 'biz ya da onlar'
durumuna yol açan bir görüntü sunuyor. Has, özgün demokrasinin henüz oluşmadığını
ama bunun oluşacağını söylemem gerek. Bunu göreceğiz. İletişim ağlarının
toplum tarafından doğrudan katılım ve söz hakkıyla pekiştirildiği, farklılıkların
ifadesini mümkün kılan bir demokrasi mümkün. İnsanlar dijital gelişimle
birlikte durumlar karşısında çabuk tepki verip veremeyeceklerini sorgulamaya
başladılar. Seçim sistemleri hızlandı. Batı toplumları bu harareti
yakalayalı çok oldu. Ama artık Batılılar seçimleri önemsemiyor. Oysa dünyanın
geri kalanı için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Oralarda oylamalar saatleri alıyor
ve katılım çok yüksek oluyor. Bu durumda da ortaya Fransa'daki seçimlerin
ilk turundaki gibi bir ilginç, 'sürpriz' bir şey çıkıyor. O zaman da
insanlar ikinci turda, bireysel ifade ve özgürlük kapasitelerinin ayırdına
varabiliyor.
'9/11' olayı ve 'Le Pen' vakasıyla çalkalanan Fransa seçimleri arasında
doğrudan ilişki kuruyor musunuz?
Evet. Bana kalırsa 'Avrupa solu', ki buna Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya
da dahil, 9/11'den sonra nasıl tepki vereceğini tam olarak bilemedi. Oysa tüm
sağcı kesimlerin söylemi birebirdi: 'Göçmenleri dışarı çıkarın!' İşte
bu, 9/11'den sonra tehdit altında olduklarını düşünen insanların
içlerinde barındırdıkları korkunun bir tezahürüydü. Bu durum, Avrupa
solundaki güçler dengesinin de ortadan kaybolması ve yıkımına yol açtı.
İngiliz İşçi Partisi Konservatif bir partiye dönüştü. Alman Sosyal
Demokratları seçimleri kaybetti.
İspanya ve İtalya'da da benzer olaylar oldu. Bugün, Küresel bir dünyada
demokratik politikaya dayalı bir cephe için neler yapabileceğimizi düşünme
aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Küresel toplumda hepimizin bağımsız olarak
ama birbirimiz için çalıştığını bilmemiz gerekiyor.
Hollywood, kitleler ve kitle iletişim araçları üzerinde bir görüntü ve
algı kirliliği yaratmış ve '9/11' bu yüzden gerçekleşmiş olabilir mi?
Ben, küresel toplumda hayal gücünün inanılmaz
bir sosyal güç olduğunu düşünüyorum. Verdiğiniz şekliyle 9/11 örneğine
katılmıyorum. Çünkü bugün onaylasak da onaylamasak da, 9/11 hayal gücünün
çok ötesinde bir durumdu. Bunu internet ile açıklayabiliriz. İnternet
hayali bir şeydir. Onu görür, algılar ama ona dokunamazsınız.
Onunla iletişim kurarsınız. Ne olduğunu hepimiz biliriz. Küreselleşme de tıpkı
bunun gibidir. Borsalarda dönen inanılmaz rakamlar gibi görünmez bir şey. Küreselleşme,
hayal gücüyle kendini var eder. Bugün, 9/11'den geriye ne kaldığını tartışmak
ve yorumlamak gerekir. Önemli olan budur.
9/11'den sonra ABD'de gösterime giren bir film, yazar Tom Clancy'nin 'The
Sum Of All Fears' adlı filmi. Bir 'Bestseller' uyarlaması olan yapım küresel
nükleer savaş olasılığını gündeme getiriyor. Şu sıralarda dünya da
nefesini tutmuş, Pakistan/ Hindistan gerginliğini izliyor. Sizce yazar Clancy
ve terörist Bin Laden'in hayal güçleri birbirine uyuyor mu?
Bu film, tamamen 'şok' duygusunu içinde barındırmasıyla dikkat çekiyor.
9/11'in görsel potansiyeli, teröristlerin tehdidi, görsel aşırı güç ve
zeki düşünme gibi unsurlarla yüklüydü. İki olayı buluşturan da bu,
Yoksa Bin Ladin ve Clancy'nin aynı insanlar olduğunu sanmıyorum. FBI'ın
9/11'den sonra Hollywood senaristlerini çağırıp görüşlerini alması da
bunun bir göstergesi değil mi? Nitekim şu anda Amerika'da, senaristlerin
talebi ve
'öngörüsü'yle özellikle Golden Gate gibi önemli köprülerde son derece
ciddi güvenlik önlemlerine başvurulmuş durumda. Amerika'da son 15 yılın kültür
politikaları belirlenirken, hep bu olaylar, inanılmaz bütçelerle tekrar
tekrar referans alındı.
'Bir daha Hiroşima olmasın', 'Bir daha Auswichtz olmasın' mesajını veren
birçok film yapıldı. Bu açıdan üretilen her bir kültür ürününün her
seferinde daha etkili ve 'reaktif' türde olması gerekiyor.
Yıldızlar doğar, büyür ve ölürler. Sonra bazıları karadeliğe dönüşür.
Ve her şeyi yutmaya başlar. Sizce 'Ground Zero' ABD için bir 'karadelik' mi?
'Ground Zero', Amerika'nın hislerini yansıtan
bir görünüm arz ediyor. Halkın algı biçiminde
bir delik açtı. Yurttaşlığın somut sembolü haline geldi. O kadar da şeytani
bir güç taşıdığına ve yaydığına inanmamakla birlikte,
söylediğiniz metafora katılıyorum. Çünkü '9/11'den sonra yaşanan tüm bu
eneriji kullanımının, gündelik hayatlarımızı yeniden kurma ve iyileştirme
adına değerlendirildiğini söyleyemeyiz. '9/11'in, bugünkü dünyada her türlü
muhalefetin önünü tıkadığını düşünüyorum.
Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri, ülkelerine giriş yapan yabancı kökenli
insanların parmak izlerini biriktirmeye başlayacaklarını ilan ettiler. Bu,
sizin sözüne ettiğiniz kamplaşmayı hızlandırmıyor mu?
Zaten Amerika bu uygulamayı 20 yıldan beri Meksika ve ABD sınırında
uygulamaktaydı. 9/11'le birlikte bu uygulama da dünyaya ve Avrupa'ya sıçramış
oldu. 9/11'in İngilizce konuşan 'küreselciler' ve Gerçek Küreselleşme
hareketinin, enternasyonalizmin temsilcileri arasında bir gerginlik yaratması
kaçınılmazdı. Amerika'nın hatası, bu iki grup arasına bir ayrım çizgisi
çekmeye çalışması oldu. Çünkü Amerika bunu yaparak, küresel elitlerin küreselleşmenin
asıl kurbanı olduğu gibi bir manzarayı ortaya koymaya çalışıyor.
11 Eylül'ün görsel yüzü var mı?
Bilgi Üniversitesi'ndeki panelin başlığındaki
'9/11' yalnızca bir tarihi değil, bir zaman dilimini de simgeliyordu.
Dokuzuncu ayın onbirinde, mesai saatinin başlangıcına ayarlanmış bir
eylem. İlk uçağın kaçırılmasından, ikinci kulenin çökmesine kadar geçen
süre yaklaşık iki saat, yani bir sinema filmi uzunluğunda. New York gibi bir
kentte, olayın naklen yayımlanma olasılığının
önceden hesaplandığı ve sonradan sıkça yinelenen 'sanki film gibi' sözünün,
daha eylemin senaryosu yazılırken dikkate alındığı
anlaşılıyor. Hollywood filmlerinin felaket senaryolarında sayısız kez başrol
oynayan Manhattan, bu kez tüm kurguları geride bırakacak düzeyde bir görsel
imgeye dönüşüyor. Bu noktada 11 Eylül'ün görsel yanının, görsel kültür
açısından bir dönüm noktası oluşturduğu söylenebilir.
Radikal
|