reklam

11 Haziran 2002 Salı
Ana Sayfa
>
Haberler

Manhattan'daki karadelik

Kültürün profesörü Mirzoeff
Manhattan'daki karadelikSUNY Stone Brook Üniversitesi'nde 1998'den bu yana yardımcı profesör olarak bulunan Nicholas Mirzoeff, doktorasını
İngiltere Warwick Üniversitesi'nin Sanat Tarihi Bölümü'nden 1990'da aldı. Geçen zaman zarfında UCLA, J. Paul Getty Merkezi Sanat Tarihi Birimi ve Yale Center İngiliz Sanatı ve SUNY Stone İnsan Bilimleri Enstitüsü'nde doktora üstü eğitim gören bilimadamı, sanat tarihinin 'sessiz şiirselliği' üzerine kanıtlar, Fransa'da simgesel ve görsel kültür
gibi konulara odaklanıyor. Mirzoeff ayrıca
'Bedensel Boyut: Sanat, Modernite ve İdeal Figür'(1995), 'Görsel Kültür Okurları için Görsel Kültüre Teorik ve Pratik Giriş' (1998)
ve 'Görsel Kültür' (1999) gibi yapıtlarıyla tanınıyor. Küresel kültürün görselliğine odaklanan 'Diaspora ve Görsel Kültür: Afrikalı ve Yahudilerin Temsiliyeti' adlı kitap, Mirzoeff'in son çalışması.
E-posta: [email protected]

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans Programı, 6 Haziran 2002 Perşembe günü 11 Eylül'ün görsel açıdan ele alındığı bir panel düzenledi. Etkinlik münasebetiyle bilhassa 'görsel kültür' üzerine metinleri çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan ve New York SUNY Stony Brook'ta öğretim üyesi olan Nicholas Mirzoeff, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak İstanbul'daydı.

'9/11 as a Visual Spectacle' (9/11'in Görsel Yanı) başlıklı panelde, Mirzoeff'in yanı sıra, aynı zamanda her ikisi de Radikal yazarı olan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Murat Belge ve Sabancı Üniversitesi'nden Hasan Bülent Kahraman da, konu ile ilgili görüşlerini paylaştı. Panelin moderatörü ise, Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans Program Koordinatörü Feride Çiçekoğlu'ydu.
Etkinlik, son çeyrek yüzyıla damgasını vurmuş 'Independence Day', 'Deep Impact', 'Fight Club' ve 'Superman' gibi Hollywood filmlerinin, haber kanallarının 'reality' felaket ve terör görüntüleriyle kaynaştığı özel bir tanıtım filmiyle başladı. Hasan Bülent Kahraman 'Sıfır Noktası'nda (Ground Zero) edindiği kişisel gözlemlerini aktarırken, 9/11 olayının 'Görünmeyenin görselliğini, boşluğun korkutuculuğunu, tekinsizliği ve trajediyi' yansıttığını anlattı.

Murat Belge ise konuşmasında yaşanan olayın gösteri boyutunun altını çizerken, İkiz Kuleler ile Babil Kulesi arasındaki sembolik benzerliğin önemini ve ilişkisini vurguladı. Amerikalı akademisyen Mirzoeff'in konuşmasında dikkat çektiği unsurlar ise Ruanda katliamı, 2. Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi soykırımı ve Eski Yugoslavya'da yaşanan savaş ile dünyanın kamplaşmasına yönelik bulgular üzerine kuruluydu. 'Kapitalin elektronik göçebeliği'nin bugün tüm medya ve kitleleri kontrol altına aldığını söyleyen Mirzoeff, 1492 ve 2002 arasındaki jeopolitik 'durum benzerliğini' ön plana aldığı sunuşunda ayrıca, günümüz sinemasının bugünün politik imgelerini belirleyiciliğinin de altını çizdi.
Konuşmasında, '9/11' sonrası Avrupa ve Amerika'nın başı çektiği 'kamplar imparatorluğunun' başarısına küresel anlamda engel olunması gerektiği çağrısında bulunan Mirzoeff, Radikal'in sorularını yanıtladı.

Yavaş yavaş klonların da egemen olduğu bir dünyada, imgeler on yıllardır klonlanmakta. Sonuçları üzerine neler düşünüyorsunuz?
Bu çok ilginç bir soru. Elbette 11 Eylül de kendi imgelerini yarattı. Ve yaratır yaratmaz da, iletişim dünyası onları klonladı. Zira bu, çekilen felaket filmleri ve Hollywood sinemasıyla yıllardır yapılagelen bir şeydi. Kıyamet alameti gibi filmler, dış uzaydan gelen işgal senaryoları öteden beri binlerce sinema izleyicisine pompalandı. Göçmenlik, komünizm ve benzeri sosyal kurumların yansımaları, hep bu filmlerde karşımıza çıktı. Bir bakıma 9/11'i farklı ve basit bir yaklaşımla da 'okumak' ve algılamak mümkün. 'Klon' olgusu, bugünün 'farklılığa yönelik korkusu'nu da temsil etmekte. Benim için ilginç olan, her iki kutupta da bu çatışmanın farklı yönleriyle kullanılıyor olması. Amerika tüm dünyanın kendi tarafında yer almasını istiyor. Taliban ve Bin Ladin de, kendi açılarından aynını talep ediyor. Bu tür bir 'imgenin mekanik olarak yeniden üretim hali'yle 1930'ların Walter Benjamin döneminden beri karşı karşıyayız. Paradoksal bir durum yaşıyoruz. İnsanların, bireyselliğin, imajların, farklılığın aşırılaşması ve ısrarcılığı, topyekûn bir problem, görsel bir problem olarak tezahür ediyor.
İstanbul'da gezdiğim sırada kendi kültürüme, Yahudi kültürüne ait mekânları gezme ihtiyacı hissettim. Bizans döneminden kalma eski bir sinagoga gittim. Makedonya'dan İstanbul'a gelen Musevilerin kullandığı bir yerdi. Bir gemiyi andıran mimarisiyle o dönemin olaylarını anımsattı bana; çok ilginçti. O an Endülüs'ten kovulan Sefarad Yahudileri'nin Sultan II. Bayezid tarafından niçin kabul edildiğini düşündüm. Bence o anlayışı yeniden gündeme getirmek gerekiyor. Bizden farklı olan kesimler ile nasıl bir arada yaşayabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Birbirimizin farklılıklarına zaaflarımız var; merak besliyoruz. Bu çok doğal. Çok dokunaklı ve anlamlı da. Bu anlamda bizim birbirimizi ve imgeleri klonlamaya değil, farklılıklarımızın devamı için karşılıklı anlayış çabasına gereksinimimiz var.
'Öteki' kavramına inanıyor musunuz?
'Öteki' basit bir kavram açıkçası. Bizim en azından aslen 'biz' kavramı üzerinde düşünmemiz gerek. 'Öteki' ve üzerine kurulu tüm söylemlerin karşısında yer almamız gerekiyor. Çünkü ABD'de, cihat çağrısı yapan insanlar da aynı şeyi söylüyor: 'Bizden değilsen, onlardan birisin!' İşte bu
'öteki'liğin jargonu. İnsanların bir tercih yapmak zorunda bırakıldığı bir iletişim ağını kabul edebilmek, bu dünyada bana çok zor ve manasız görünüyor. Burada önemli olan bakış açılarını ikiye katlamak, sonsuzlaştırmak. Yani sanat, politika ya da sosyal bilimlerde ne kadar 'fazla' düşünürsek, o kadar çok metafora ve yeni paradigmaya ulaşırız.
Demokrasi, 'biz' düşüncesini pratiğe geçirmek için hâlâ geçerli ve faydalı bir sistem mi?
Demokrasi şu sıralarda Batı medeniyetlerinin deneyimlemekte olduğu, ancak artan bir hızla indirgeyici hal arz eden ve bu yüzden 'biz ya da onlar' durumuna yol açan bir görüntü sunuyor. Has, özgün demokrasinin henüz oluşmadığını ama bunun oluşacağını söylemem gerek. Bunu göreceğiz. İletişim ağlarının toplum tarafından doğrudan katılım ve söz hakkıyla pekiştirildiği, farklılıkların ifadesini mümkün kılan bir demokrasi mümkün. İnsanlar dijital gelişimle birlikte durumlar karşısında çabuk tepki verip veremeyeceklerini sorgulamaya başladılar. Seçim sistemleri hızlandı. Batı toplumları bu harareti yakalayalı çok oldu. Ama artık Batılılar seçimleri önemsemiyor. Oysa dünyanın geri kalanı için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Oralarda oylamalar saatleri alıyor ve katılım çok yüksek oluyor. Bu durumda da ortaya Fransa'daki seçimlerin ilk turundaki gibi bir ilginç, 'sürpriz' bir şey çıkıyor. O zaman da insanlar ikinci turda, bireysel ifade ve özgürlük kapasitelerinin ayırdına varabiliyor.
'9/11' olayı ve 'Le Pen' vakasıyla çalkalanan Fransa seçimleri arasında doğrudan ilişki kuruyor musunuz?
Evet. Bana kalırsa 'Avrupa solu', ki buna Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya da dahil, 9/11'den sonra nasıl tepki vereceğini tam olarak bilemedi. Oysa tüm sağcı kesimlerin söylemi birebirdi: 'Göçmenleri dışarı çıkarın!' İşte bu, 9/11'den sonra tehdit altında olduklarını düşünen insanların
içlerinde barındırdıkları korkunun bir tezahürüydü. Bu durum, Avrupa solundaki güçler dengesinin de ortadan kaybolması ve yıkımına yol açtı. İngiliz İşçi Partisi Konservatif bir partiye dönüştü. Alman Sosyal Demokratları seçimleri kaybetti.
İspanya ve İtalya'da da benzer olaylar oldu. Bugün, Küresel bir dünyada demokratik politikaya dayalı bir cephe için neler yapabileceğimizi düşünme aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Küresel toplumda hepimizin bağımsız olarak ama birbirimiz için çalıştığını bilmemiz gerekiyor.
Hollywood, kitleler ve kitle iletişim araçları üzerinde bir görüntü ve algı kirliliği yaratmış ve '9/11' bu yüzden gerçekleşmiş olabilir mi?
Ben, küresel toplumda hayal gücünün inanılmaz
bir sosyal güç olduğunu düşünüyorum. Verdiğiniz şekliyle 9/11 örneğine katılmıyorum. Çünkü bugün onaylasak da onaylamasak da, 9/11 hayal gücünün çok ötesinde bir durumdu. Bunu internet ile açıklayabiliriz. İnternet hayali bir şeydir. Onu görür, algılar ama ona dokunamazsınız.
Onunla iletişim kurarsınız. Ne olduğunu hepimiz biliriz. Küreselleşme de tıpkı bunun gibidir. Borsalarda dönen inanılmaz rakamlar gibi görünmez bir şey. Küreselleşme, hayal gücüyle kendini var eder. Bugün, 9/11'den geriye ne kaldığını tartışmak ve yorumlamak gerekir. Önemli olan budur.
9/11'den sonra ABD'de gösterime giren bir film, yazar Tom Clancy'nin 'The Sum Of All Fears' adlı filmi. Bir 'Bestseller' uyarlaması olan yapım küresel nükleer savaş olasılığını gündeme getiriyor. Şu sıralarda dünya da nefesini tutmuş, Pakistan/ Hindistan gerginliğini izliyor. Sizce yazar Clancy ve terörist Bin Laden'in hayal güçleri birbirine uyuyor mu?
Bu film, tamamen 'şok' duygusunu içinde barındırmasıyla dikkat çekiyor. 9/11'in görsel potansiyeli, teröristlerin tehdidi, görsel aşırı güç ve zeki düşünme gibi unsurlarla yüklüydü. İki olayı buluşturan da bu, Yoksa Bin Ladin ve Clancy'nin aynı insanlar olduğunu sanmıyorum. FBI'ın 9/11'den sonra Hollywood senaristlerini çağırıp görüşlerini alması da bunun bir göstergesi değil mi? Nitekim şu anda Amerika'da, senaristlerin talebi ve
'öngörüsü'yle özellikle Golden Gate gibi önemli köprülerde son derece ciddi güvenlik önlemlerine başvurulmuş durumda. Amerika'da son 15 yılın kültür politikaları belirlenirken, hep bu olaylar, inanılmaz bütçelerle tekrar tekrar referans alındı.
'Bir daha Hiroşima olmasın', 'Bir daha Auswichtz olmasın' mesajını veren birçok film yapıldı. Bu açıdan üretilen her bir kültür ürününün her seferinde daha etkili ve 'reaktif' türde olması gerekiyor.
Yıldızlar doğar, büyür ve ölürler. Sonra bazıları karadeliğe dönüşür. Ve her şeyi yutmaya başlar. Sizce 'Ground Zero' ABD için bir 'karadelik' mi?
'Ground Zero', Amerika'nın hislerini yansıtan
bir görünüm arz ediyor. Halkın algı biçiminde
bir delik açtı. Yurttaşlığın somut sembolü haline geldi. O kadar da şeytani bir güç taşıdığına ve yaydığına inanmamakla birlikte,
söylediğiniz metafora katılıyorum. Çünkü '9/11'den sonra yaşanan tüm bu eneriji kullanımının, gündelik hayatlarımızı yeniden kurma ve iyileştirme adına değerlendirildiğini söyleyemeyiz. '9/11'in, bugünkü dünyada her türlü muhalefetin önünü tıkadığını düşünüyorum.
Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri, ülkelerine giriş yapan yabancı kökenli insanların parmak izlerini biriktirmeye başlayacaklarını ilan ettiler. Bu, sizin sözüne ettiğiniz kamplaşmayı hızlandırmıyor mu?
Zaten Amerika bu uygulamayı 20 yıldan beri Meksika ve ABD sınırında uygulamaktaydı. 9/11'le birlikte bu uygulama da dünyaya ve Avrupa'ya sıçramış oldu. 9/11'in İngilizce konuşan 'küreselciler' ve Gerçek Küreselleşme
hareketinin, enternasyonalizmin temsilcileri arasında bir gerginlik yaratması kaçınılmazdı. Amerika'nın hatası, bu iki grup arasına bir ayrım çizgisi çekmeye çalışması oldu. Çünkü Amerika bunu yaparak, küresel elitlerin küreselleşmenin asıl kurbanı olduğu gibi bir manzarayı ortaya koymaya çalışıyor.

11 Eylül'ün görsel yüzü var mı?
Bilgi Üniversitesi'ndeki panelin başlığındaki
'9/11' yalnızca bir tarihi değil, bir zaman dilimini de simgeliyordu. Dokuzuncu ayın onbirinde, mesai saatinin başlangıcına ayarlanmış bir eylem. İlk uçağın kaçırılmasından, ikinci kulenin çökmesine kadar geçen süre yaklaşık iki saat, yani bir sinema filmi uzunluğunda. New York gibi bir kentte, olayın naklen yayımlanma olasılığının
önceden hesaplandığı ve sonradan sıkça yinelenen 'sanki film gibi' sözünün, daha eylemin senaryosu yazılırken dikkate alındığı
anlaşılıyor. Hollywood filmlerinin felaket senaryolarında sayısız kez başrol oynayan Manhattan, bu kez tüm kurguları geride bırakacak düzeyde bir görsel imgeye dönüşüyor. Bu noktada 11 Eylül'ün görsel yanının, görsel kültür açısından bir dönüm noktası oluşturduğu söylenebilir.
Radikal

 

Haziran 2002 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
diğer aylar için tıklayın

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz