Kapadokya'yı havadan yürümek
Göreme Açıkhava Müzesi bakmaya kıyılmayacak doğal ve insan elinden çıkma
eserlerle dolu.
Göreme Açıkhava Müzesi'ndeyim. Burası bakmaya kıyılamayacak nitelikte
doğal ve insan elinden çıkma yapıtlarla dolu. Binlerce yıllık lav kalıntılarının
oluşturduğu ilginç şekiller mi istersiniz, yoksa insan yapısı kiliseler,
mozaikler mi. Barselonalı mimar Antoni Gaudi'ye bile esin veren peribacalarından
bazıları ilginç yapıları ile şimdi de otel olarak hizmet vermeyi sürdürüyor.
İnanılmaz bir görüntü... Göreme Açıkhava Müzesi'ndeyim. Burası
bakmaya kıyılamayacak nitelikte doğal ve insan elinden çıkma yapıtlarla
dolu. Binlerce yıllık lav kalıntılarının oluşturduğu ilginç şekiller
mi istersiniz, yoksa insan yapısı kiliseler, mozaikler mi...
İsa'dan sonra 2. yüzyılda Kapadokya'da ciddi bir Hıristiyan nüfus oluşmaya
başlamış. Bunun esas nedeni de Kayseri ve Malatya'da iki tane piskoposluk
bulunmasıymış. Dördüncü yüzyıla gelindiğinde Kayseri Piskoposu Aziz
Vasil insanların hep birlikte ibadet etmelerini cesaretlendirirmiş. İşte, Göreme
Açıkhava Müzesi bu dini eğitimin başladığı yermiş. Benzer modeller Soğanlı,
Ihlara, Açıksaray'da da uygulanmış.
Açıkhava Müzesi'nden kaldığım Cappadocia Cave Suites adlı otele dönüyorum.
İnanılmaz bir görüntü de burada var. Benim oda gerçek bir peribacasının
içinde. Peribacalarını otel haline getirmek eğilimi buralarda gittikçe güç
kazanıyor, anlaşılan...
Bunun nedenini soruyorum. Göreme Belediye Başkanı Fevzi Günal anlatıyor:
''1970'li yılların başındaydı. Varto depremi yeni atlatılmıştı. Bir
deprem evleri yasası çıkartıldı. İnsanlara peribacalarında oturmalarının
sakıncalı olduğu, yeni yapılacak deprem evlerine taşınmaları salık
verildi. İnsanlar da buna kandılar. Gidiş o gidiş. Şimdi boş kalan bu
peribacalarına hiç kimse bakmadığı için bunlar durdukları yerde kırılıyor,
yok oluyorlar. Oysa bu kültür mirasımızı korumanız lazım. Bir an önce önlem
alınmazsa Kapadokya'ya damgasını vuran peribacalarından günün birinde eser
kalmayacak.''
Bir de komedi yaşanıyor. Peribacalarını onarıp otel yapmak isteyenlere
engel çıkarılıyor. Gerekçe de tarihi dokuyu koruyarak restore etmemeleri...
Hepten aklımızı mı kaçırdık, ne?
Düşünün ki bu peribacaları ünlü Barselonalı mimar Antoni Gaudi 'ye
esin vermiş. Bunun anlatılan öyküsü de şöyle:
Antoni Gaudi hep yeniliklere, yeni yerlere, yeni yapılara meraklı bir
mimar. 19. yüzyılın son yarısında doğmuş. 1926'da da tutkun olduğu
Barselona'da tramvay altında kalarak ölmüş. Gaudi dünyayı dolaşmasıyla
da tanınıyor. Zaten Barselona'dan kalkıp Doğu'ya giderken yolu Türkiye'ye düşüyor.
Oradan da taa Kapadokya'ya kadar uzanıyor. Çünkü peribacalarının efsanevi
anlatımını duymuştur. Bir kış Kapadokya'da bir peribacasında kalıyor.
Veee, peribacalarının yapısını iyice inceleyip kafasına kazıyor.
Ülkesine heyecan içinde geri döndüğünde de peribacalarından esinlendiği
yeni bir mimari tarz yaratıyor. İşte böyle... Ünlü Gaudi'ye esin kaynağı
olan bizim peribacalarını biz işte böyle ölmeye terk ederiz. Bayılırız
da böyle işler yapmaya, zaten.
Yıllarını Kalkan'da otel işletmeciliğiyle geçirdikten sonra günün
birinde Göreme'ye gelip buraya vurulan ve yerleşen Murat Özgüç anlatıyor:
''Bir an önce bir şeyler yapıp yörenin bu kültür mirasını kurtarmak
lazım. Yoksa çok geç olacak. Hepimiz işin bir köşesinden tutmaya çalışıyoruz.
Ama hiçbir yerden destek alamıyoruz.''
Murat Özgüç'le birlikte Gallery Anatolia adlı halı mağazasını işleten
Hasan Kalcı da ilgisizliği gördükçe içinin yandığını söylüyor:
''Deprem evleri olayından sonra burasını bitirdiler. Oysa şu güzelliğe
bakın. Şu dokuyu koruyarak bir mimari tarzı yaratılamaz mıydı?''
Tabii ki yaratılırdı, ama kimin işine gelir uğraşmak, ortaya bir yapıt
çıkarmak?
İçimizin karasını giderelim, düşüncesiyle yürüyüşe çıkıyoruz.
Az ilerde ''Kapadokya Balloons'' yazılı bir tabela gözümüze çarpıyor. O
da ne? İnsanlar burada balonculuk mu yapıyor? Galiba öyle. İngiliz Kilie ve
İsveçli Lars çifti her gün üç tane koca balonu havaya uçuruyor, toplam 36
kişiye her gün Lars'ın deyişiyle ''havada yürüyüş yaptırıyorlar''.
Ertesi sabah saat beşte balona binmek için sözleşiyoruz. Balonla uçmak
inanılmaz bir keyif. Bir de balonun yükselmesi için sıcak hava üfüren
aletin tepemizde gümbürdemesi olmasa daha da keyifli olacak... Bir de sabahın
köründe kalkma zorunluluğu olmasa...
Lars anlatıyor:
''Her sabah üç gibi kalkarız. Önce gider havayı kontrol ederiz. Her şey
düzgün mü, bakarız. Ondan sonra yolcularımızı havalandırırız.''
İyi de, neden bu kadar erken hareket ediliyor?
''Çünkü ilerleyen saatlerde havada türbülans olabilir, rüzgâr çok
sertleşebilir. Bir de güneş yükseldikçe insan iyice yanar.'' O vadiden o
vadiye sürüklenerek, arada iğde ağaçlarının dallarına sürtünerek bir
buçuk saat balon tepesinde dolaşıyoruz.
Derken bizim Belediye Başkanı Fevzi Günal geliyor. Vadi yürüyüşü
yapacağız. Ama ne yürüyüş... Benim gibi hem açıklık, hem de yükseklik
fobisi olan birini kalkerden tepelerden aşağı indirmeye çalışmak olacak iş
mi? Bir yandan gözlerimi korkudan yumup tepelerden aşağı Fevzi Bey'in yardımıyla
inmeye çalışırken kendi kendime söyleniyorum:
''Göreme, Göreme olalı böyle zulüm, işkence görmedi.''
Hasan Kalcı, bizim avukat Mehmet 'le Yeşim gülmekten bayılıyorlar. Fevzi
Bey tembih ediyor:
''Bak, bunu yazma, ha.''
Şaka bir tarafa ve keçi misali kalker tepelerindeki hoplama zıplama
unutulursa herkesin yapması gereken Kapadokya'da vadi yürüyüşü... Bir de yürüyüşten
sonra vadinin bir çayırlığında Hasan Kalcı'nın yardımcısı Sophie Hanım'ın
hazırladığı enfes zeytinyağlılar ve karışık ızgarayla piknik... Bakarsınız,
bir daha sefere daha yükseklerden aşağı inerim de ayağım biraz daha yere
basar.
Cumhuriyet - LEYLA TAVŞANOĞLU
|