reklam

22 Haziran 2002 Cumartesi
Ana Sayfa
>
Haberler

Çatalhöyük mucizesi

Çatalhöyük, uygarlık tarihinde, nice evrimler sonucunda, ''Neolitik Devrim'' diye adlandırılan olaya tanıklık edebileceğimiz yer... Çatalhöyük, insanların doğa ile ilişkilerini kendi yararına dönüştürüp, hayvanları evcilleştirip, toprağı ekip, üretime geçtikleri ve insanların üretime dayalı ilk yerleşik yaşam düzenine geçtikleri yer... Çatalhöyük, dünyanın ilk kenti.

Dayadım kulağımı toprağa, taa derinden gelen sesi dinlemeye koyuldum. İşte duyduklarım:

''Ben Anadolu'nun anası, Ana Tanrıça... Ben toprağı, toprak beni doğurdu... Birçok adım oldu: Kubaba - Kibele - Sibele - Arinna'nın Güneş Tanrıçası. Daha sonra, Artemis - Diana - Meryem - Ayşe - Fatma... Doğduğum anda çocuktum, genç kadındım, çocuklu anaydım, yaşlı bilgeydim. Geniş kalçalarım sonsuz doğurganlığımın, yaratma gücümün simgesi. Doğuran, doyuran, yaşatan, benim... Sayısız mememden beslendi denizler, ırmaklar, çaylar, dağlar, ovalar, bayırlar ve insanlar. Geyikler, leoparlar, inekler, en çok da boğalar dostum oldu. Tohumları ektik, ekini yeşerttik... Döl yatağıma düşen tohumlardan nice uygarlıklar türedi. Sevabı da günahı da benim değil, tohumu eken insanlarındır. Ne ektilerse onu biçtiler...''

Ana Tanrıça'nın sesi çok derinlerden ve çok uzaktan geliyordu. Taa dokuz bin yıl uzaklıktan... Ama aynı zamanda çok da yakından geliyordu. Tam bulunduğum yerden. Çünkü bulunduğum yer Çatalhöyük'tü...

Dünyanın ilk kenti
Çatalhöyük bir mucize...

Çatalhöyük, dokuz bin yıl öncesine, dokuz bin yıl öncesinin insanlarına, toplumuna, yaşamına, yaşam biçimine, toplumsal hayatına açılan bir pencere...

Çatalhöyük, uygarlık tarihinde, nice evrimler sonucunda, ''Neolitik Devrim'' diye adlandırılan olaya tanıklık edebileceğimiz yer...

Çatalhöyük, insanların doğa ile ilişkilerini kendi yararına dönüştürüp, hayvanları evcilleştirip, toprağı ekip, üretime geçtikleri ve insanların üretime dayalı ilk yerleşik yaşam düzenine geçtikleri yer...

Çatalhöyük, dünyanın ilk kenti.

Bu son tanımlamayı, ''Çatalhöyük, dünyanın ilk kenti'' tanımlamasını yapmayı, doğrusu ben belki de göze alamazdım. Ancak bu tanımlamayı yapan 1993'ten beri Çatalhöyük'te arkeolojik kazıları yöneten bilim adamı Ian Hodder olunca kayda geçirmeden edemedim.

Önceki gün yüz kadar gazeteci, yayıncı Çatalhöyük'Teydik. Kazının önemli sponsorlarından birinin, Boeing'in, yıllık basın toplantısı için burayı seçmesi üzerine yola düşmüş, iş ortaklarından SunExpress'in uçağıyla (elbet Boeing) Konya'ya uçmuş, oradan yaklaşık 50 km. ötedeki Çumra kasabasına uzanmış, oradan kazı alanına ulaşmıştık. Cambridge ve Stanford üniversiteleri arkeoloji profesörü, kazı başkanı Prof. Ian Hodder'in önderliğinde sürdürülen çalışmaları izlemiş, Çatalhöyük mucizesine tanıklık etmiştik. Yeni açılan Konya Hilton'daki akşam yemeğinde, Prof. Ian Hodder'in yanı sıra Boeing Uluslararası Satışlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Douglas Groseclose 'un ve Ticari Uçaklar Satış Direktörü Aldo Basile 'in konuşmalarını dinleyip evlerimize dönmüştük. Ve bütün bunları Sibel Asna ve arkadaşlarının saat gibi işleyen organizasyonuyla gerçekleştirmiştik. Boeing'in yıllık performansını ekonomi gazetecilerine bırakıp Çatalhöyük'e geri dönüyorum.

Çözülemeyen gizler
Çatalhöyük'te ilk kazılara, James Mellaart tarafından 1961'de başlandı. Üç-dört yıl sürdürüldü ve durduruldu. Ama daha o zamandan elde edilen bulgular, uygarlık tarihi için sonsuz ipuçları taşıyordu. Ve bu bulgular, bu ipuçları, uluslararası yayınlarda hemen yerini aldı ve büyük ilgi uyandırdı. (Meraklılara, bizde bir süre önce Telos Yayınları'ndan çıkan Helmut Uhlig 'in ''Avrupa'nın Anası Anadolu'' kitabını okumalarını öneririm.)

Mellaart'ın çarpıcı bulguları şunlardı: Burada İÖ 7 bin 500 yılına ait, bitişik düzende yapılmış, arı peteği mimarisinde evler vardı. İkinci çok önemli bulgu bu evlerin duvarları, kırmızı, beyaz, siyahla boyanmış, duvar resimleriyle, yani sanat eserleriyle kaplıydı.

Kazılara yeniden 1993'te Ian Hodder başkanlığında, Kültür Bakanlığı'nın izni ve denetimiyle Cambridge Üniversitesi ve Ankara'daki ''British Institute of Archeology'' önderliğinde başlandı. Üstelik bu kez modern teknolojiyle, çok daha dikkatli, özenli yöntemlerle... Ve şimdi asıl mesele, ortaya bir an önce bir sürü ev çıkarmak değil, o evlerde yaşayan insanların yaşamlarına ilişkin bilgi toplamak, bu insanların yaşamında sanatın rolünü anlamaya çalışmaktı.

Mesele, ortaya çıkarılanları korumaktı. Öğrendiklerimizi, anladıklarımızı, koruduklarımızı, herkese sunmak, dünyaya tanıtmaktı.

Üretime dayalı bu ilk yerleşim merkezinde, İÖ yedi bin beş yüz yılına dek inen bu evler, dikdörtgen, kerpiç evler. Kapısı, penceresi yok.

Tavanda bırakılan bir açıklıktan girilip çıkılıyor, ışığı oradan alıyor. Tavana uzatılan merdiveni çektiniz mi kimse giremez. Korunma içgüdüsü... Tavan ve merdiven ahşaptan. Merdiven altında ocak, fırın yeri... Bir kirişle yaşama alanına geçiliyor. İki yanda iki seki. Bunların altına ölülerin kemikleri gömülüyor. Duvarlarda boğa ya da hayvan başları, kemikler, boynuzlardan süsler ve akıllara durgunluk veren duvar resimleri...

Duvar resimlerinde, geometrik çizgiler, şekiller, motifler ya da çok abartılmış boyutlarda hayvanlar (boğa, geyik, inek) ve onların çevresinde hoplayan zıplayan, adeta hayvanlarla şakalaşan, oynayan minicik çizgi insanlar... Bir iki örnek görünce ister istemez Miro 'nun, Klee 'nin tablolarını anmaya başlıyor insan... Bu resimlerin gizi halen çözülmüş değil... Ama kesin olan, 9 bin yıl öncesinin insanlarının evlerinde sanatla haşır neşir yaşadıkları...

İğneyle kuyu kazmak
Kazı alanını dolaşırken bir evde Polonya'dan Lı Poznan Üniversitesi'nden arkeolog ve öğrencilerin, bir başka bölgede Berkeley Üniversitesi'nden gençlerin çalıştıklarına tanık oluyoruz. Tam da ''iğneyle kuyu kazmak'' deyişinin tıpatıp sözcük anlamına tanıklık ediyoruz. Elde minicik fırçalarla bir taş parçasının üzerindeki tozu almak...

O taş parçalarından binlercesi, milyonlarcası daha önünüzde yığılı dururken, yerin 12 kat altında beklerken...

Elbet bulunan objelerin çok büyük bir kısmı, Ankara'daki ''Anadolu Medeniyetleri Müzesi'' nde. Ancak burada da küçük, derli toplu, az ama seçkin örneklerin sunulduğu bir sergi salonu, çalışmaları dile getiren bir sergi salonu var. Bu salonun en ilginç köşelerinden biri kazıda çalışan yöredeki kadınların düşüncelerini, izlenimlerini dile getirdikleri pano. 9 bin yıl öncesinin anaerkil düzeninden, günümüze uzanan bir selam.. Ana Tanrıça, zamanı avuçlarında yoğurmuştu, şimdi günümüz Çumra kasabasının kadınları ellerini, avuçlarını zamana ve tarihe veriyorlardı...

Kazı Başkanı Ian Hodder'e soruyorum: ''Umutsuzluğa kapıldığınız, soruları yanıtlayamadığınız, hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğinize inandığınız hiç olmuyor mu?''

Koca bir ''Ahhh!'' çekip, ''Çalışmalarımızın yüzde 99'unda aynen söyediklerinizi hissediyorum'' diyor.

Peki devam etme gücünü nereden, nasıl bulabiliyorsunuz?

''Geri kalan yüzde birde!''

Ne müthiş değil mi! En az Çatalhöyük mucizesi kadar çarpıcı ve eşsiz bir çaba sürüyor orada. Gidin, görün, tanıyın, tanıtın!.
Cumhuriyet - Zeynep Oral

 

Haziran 2002 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
diğer aylar için tıklayın

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz