Mimari
Bir Akşam Alacası'nda mimariden söz açarken, ayna benzetmesini kullanmışım.
Yirmi yıl önce.
Mimarinin bir toplumun aynası olduğunu söylüyorum. Mimariye baktıkça o
toplumdaki hayatı kavrayabileceğimizi ileri sürmüşüm.
Nerden varmışım bu kanıya. Ahmet Haşim 'i okuduktan sonra varmış
olabilir miyim?
Bireyci olduğu ileri sürülmüş, siyasetten hep öte durduğu sanılmış
Ahmet Haşim'in nefis bir yazısı vardır. Ya İstanbul kitaplarımda, ya
Perisi Kaçmış Yazılar'da değinmiştim:
Ahmet Haşim, İttihat ve Terakki'nin, Sultan Hamid baskısına karşı özgürlükler
getirdiği düşünülmüş yeni iktidarın hem edebiyatı, hem de mimariyi nasıl
zaptırapta aldığını anlatır.
İnce bir alayla yazılmış bu yazıda, mimari 'birörnek' bir görünüm
edinerek birörnek yaşamalar talep etmektedir...
Ahmet Haşim'in yazısını ne zaman okudum? Hatırlamıyorum. Hatırladığım,
beni gerçekten çarpmış olmasıdır.
Konutlar, işyerleri, resmi daireler, okullar, hastaneler, eğlence yerleri,
tapınaklar, hepsi yapıldıkları dönemin birer sözcüsüdür. Hepsi bir öykü
söyler durur.
Mimari, kendi dönemine ya özdeş bir söylem geliştirmiştir ya da itiraz
etmektedir.
Stefan Zweig, Dünün Dünyası adlı eserinde, Birinci Dünya Savaşı sürüp
giderken İsviçre'ye geçer. İsviçre'de her şey güllük gülistanlıktır.
Savaşın birdenbire kararttığı kentlerde mimari göçmüş, ama İsviçre'de
bahçe içi evlerde mutlu insanlar yaşamaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Türkiye'yi saptayan fotoğraflara bakın;
'yeni', 'umutlu', 'ülkülü' bir mimariyi kıyısından köşesinden görürsünüz.
Şurada harap bir evin az ötesinde cumhuriyet ilkokulu gülümsemektedir.
Bir başka fotoğrafta Ankara düzenli, eskilerin deyişiyle 'muntazam' yollarıyla
başkent olmaktadır.
Ressamlar da saptamış: Avni Lifij 'in bazı resimleri belediyenin bayındırlık
çalışmalarını yansıtıyor.
İmparatorluğun sonundaki mimari Doğu-Batı sentezi arayışı içinde.
Sanat tarihimizin her nedense burun kıvırdığı Balyan ailesinin Doğu-Batı
sentez arayışı bana bugün için de çok geçerli bir 'söz' gibi geliyor.
Her önünden geçişte, Balyan ailesinden bir mimarın eseri olan Dolmabahçe
Camii'ne hayranlık duyarım. Çünkü bu cami, iki kültürü bir arada ve bize
en yakın şekliyle söylemektedir.
Bir Akşam Alacası'nda Pendik'ten konuşuyormuşum. Pendik'in bitki örtüsünün,
denizinin ve yeşilinin ortadan kaldırılışına değiniyormuşum.
Pendik, İstanbul'un özellikli sayfiye yörekentlerinden biriydi. Bugün,
kalabalık, yoksul ve mutsuz İstanbul'un kirli denizli, kapkaççı
ekonomisinin simgesi, yeşili silme tahrip edilmiş, hazin bir bölgesi.
Kendi döneminin erinçli ve iyimser havasını söyleyen mimariden bir iki yıkık
yıprak hâlâ ayakta durmaya çalışıyor Pendik'te.
Geçmiş güzel günlerini nereden saptayabiliriz derseniz, o da hazin:
Edebiyat tarihimizin 'piyasa romanı' saydığı bir kitaptan, Kerime Nadir 'in
Aşka Tövbe'sinden.
Kerime Nadir, Pendik'e pikniğe gidişleri tatlı tatlı anlatıyor. Keşke
biz de öyle bir yer bulup gitsek diyorsunuz. Piknik sepetinizi hazırlayacağınız
geliyor.
Bugünün İstanbulu'nu dörtbir yanda mantar gibi biten gökdelenler dile
getiriyor. Demokrat Parti'nin ideali 'küçük Amerika' olmaktı. Şimdi
olunuyor...
Cumhuriyet - Selim İleri
|