Yeni devlet ihale
sistemi
İhalelere dair yeni yasalardaki olumlu yönler, sorun yasal çerçevede çözülebilir
olmadığından umulan 'devrim'i getiremez. Zira kamu kaynaklarındaki asıl
zarar, gereksiz yatırımdan doğar.
Türkiye'de kamu kurumlarınca yapılan mal ve hizmet alım harcamalarının
yıllık tutarı, bazı hesaplamalara göre GSMH'nin yüzde 20'sine ulaşmaktadır
ve bu gerçek, devlet ihalelerinin hem kaynakların doğru kullanımı ile hem
de yolsuzluklarla mücadele çabalarıyla ne denli ilişkili olduğunu ortaya
koymaktadır.
Devlet ihaleleri düzeninde önemli değişiklikler yaratacağı umulan iki adet
yasa, 2003 yılı başından itibaren yürürlüğe girecektir. Bunlardan biri müteahhit
seçimine, öteki sözleşme esaslarına ilişkindir ve garip biçimde, eski
2886 sayılı yasa da (bazı işler bakımından) yürürlükte kalmayı sürdürdüğünden,
yeni yılla birlikte ihale düzeninden sorumlu üç adet yasamız olacaktır.
Yeni bir bağımsız idari otorite: Kamu İhale Kurumu Yeni yasalarla
getirilen en önemli yenilik, 'sektöre çekidüzen vermek üzere' Kamu İhale
Kurumu'nun kurulmuş olmasıdır. Dünyadaki gelişmelere paralel biçimde, Türk
kamu yönetiminde de son yıllarda görmeye başladığımız ve sayıları
gittikçe artan (sayısal fazlalık bu konuyu da yozlaştıracak gibi görünüyor)
bağımsız idari otoritelerden biri de bundan böyle devlet ihaleleri alanında
söz sahibi olacaktır.
Dünya Bankası'nın fikri
Bu fikir aslında bize değil, (yeni yasalardaki pek çok başka yenilik gibi) Dünya
Bankası'na aittir. Banka, kamusal ihalelerin yetişmiş uzman profesyoneller
tarafından yapılmasını önermekteydi. Gelgelelim, Kamu İhale Kurumu'na biçilen
fonksiyon, 'kamu ihalelerini gerçekleştirecek uzman profesyonel'lik değil.
Kurum ağırlıklı olarak ihalenin ilan edilmesiyle sözleşme yapılması arasında
gerçekleşen işlemlere ilişkin yakınma başvurularını incelemekle uğraşacaktır
ve bu konuda idari yargı öteden beri zaten yetkili olduğundan, Kurum'un sorun
çözme işlevinin (tümden yararsız değilse de) biraz ikincil nitelikte
kalacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Oysa Kurum'un kamusal ihaleler konusunda oynayabileceği gerçekten önemli
(gerçek) roller vardı. Örneğin, ihaleleri 'bizzat' yapmalı ve müteahhitlerin
yeterliliklerini 'bizzat' değerlendirmeliydi. Böylece ihaleler tek elden sonuçlandırılabilir;
kamu kurumlarının birbirinden habersiz, toplumdan gizli, piyasadan kopuk biçimde
yaptıkları ihalelerin yarattığı kaynak savurganlığının (ve rüşvetin)
önüne geçilebilirdi.
Kurum'a yüklenebilecek bir başka önemli fonksiyon, 'hakemlik' olabilirdi.
İhale sözleşmelerinin uygulama aşamasında müteahhitler ile idareler arasında
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklarda; hızlı, etkili ve tarafların boyun eğdiği
hükümler veren, giderek uluslararası düzeyde de kendini kabul ettirmiş, bu
özelliğiyle yabancı müteahhitlerin de saygı duyarak yetkisini tanıyacakları
bir 'ihtiyari tahkim kurumu', sektörde gerçekten önemli bir eksikliği
giderebilirdi.
Kamu İhale Kurumu, şimdilik bu iki gerçek işlevden de uzaktır. Yine de
ihale denklemine bir bağımsız idari otoritenin girmiş olmasını, olumlu bir
gelişme olarak karşılamak gerekiyor.
Yeni dönemin Kamu İhale Kurumu'ndan sonraki en önemli yeniliği, müteahhitlik
karnelerinin (en sonunda) kaldırılmasıdır.
Kavgalar bitmiyordu
Müteahhitlik karneleri, iyi niyetle düşünülmüş ama zamanla amacından
saptırılmış buluşlardan biriydi. 'Yapım işlerini ehil kişilere vermek' düşüncesinin
bu ürünü, zamanla başta Bayındırlık Bakanlığı'ndakiler olmak üzere
teknik bürokrasinin rant kapısı haline dönüşmüş ve üstelik 'ona
verdiler, bana vermediler' kavgaları da bitmek bilmemişti.
Müteahhitlik karneleri teknokratların 'bilgisine' değil 'önemine' göre
limitler taşıyordu; en tepedekilere 'limitsiz', aşağı doğru inildikçe
daha küçük limitli ve işin asıl hamallığını yapan en aşağıdakilere,
yani gerçek kontrol mühendislerine ise hiç işe yaramayacak kadar 'minik' bir
karne.
Teknokratlar karnelerini şirketlere kiralıyor ve her üç yılda bir,
neredeyse emekli ikramiyesinin üç-dört katı kadar para kazanabiliyorlardı.
Neyse ki yeni yasalarda karneden söz edilmemiş, Kamu İhale Kurumu da hazırladığı
yönetmelik taslaklarında bu belgeye yer vermemiştir.
Yeni dönemde neredeyse devrim gibi sunulan bir yenilik daha var ki, birçok
başka değişkende düzenlemeler yapmadıkça fazla bir olumlu katkısı
olmayacaktır: Bu yenilik, birim fiyata dayalı ihale yönteminden,
anahtar teslimi ihale yöntemine geçmektir.
Birim fiyat ve karne
Birim fiyatlar da tıpkı müteahhitlik karneleri gibi, hem ihale sistemini hem
de görevlilerin kafasını bozuyordu. Çünkü birim fiyata dayalı ödeme, günler
süren ölçümler ve sayfalar dolusu fiyat farkı hesaplamaları
gerektirmekteydi; üstelik hesaplamalar hiçbir zaman gerçeği yansıtmıyordu.
Artık bu anlamsız kırtasiye sona erecektir. Yeni yöntemin bir başka yararı
da yapım müteahhitliğini, idareler tarafından hazırlanmış keşif
cetvellerini 'armut piş, ağzıma düş' alarak sadece ne kadar indirim yapacağını
kararlaştırmaktan ibaret bir iş olmaktan çıkaracak olmasıdır. Herhangi
bir projeye teklif üretmek için artık gerçekten uzman olmak (ya da uzman çalıştırmak)
gerekecektir. Fakat bu yöntemin işe yaramasının olmazsa olmaz önkoşulu,
uygulama projelerinin ihaleden önce hazırlanmasıdır ve yöntemi sanki
'devrim gibi' ortaya atan yasa, kaçış olanağını da saklı tutmuş ve
'altyapı projelerinde eski sistemin kullanılabileceğini' de öngörerek,
bunların kapsam dışı kalmasına açık kapı bırakmıştır. Bu durum, eski
alışkanlıkları sürdürme içgüdüsünün (bütün iyi niyete rağmen) yeni
yasaya da sızdığını gösteriyor ve gelecek için (ne yazık ki) kaygı
uyandırıyor.
Yeni dönemin gerçekten yeni olan başka yaklaşımları da var ve bunlardan
biri oldukça ilginç: Yasa, temel ihale ilkeleri arasında 'saydamlık ve
kamuoyu denetimi'ni saydıktan bir adım sonra, ihale komisyonu değerlendirmelerinin
kapalı kapılar ardında yapılacağını söylüyor ve bu haliyle kamuoyu
denetimi ve şeffaflık (şimdilik) lafta kalıyor.
Gerçekten durum değişecek mi? Kamusal ihalelerdeki asıl sorun, siyasetin
bu kaynaktan finanse edilmesidir ve yeni yasalar buna çözüm getirmiyor,
getirmesi de beklenemezdi. Çünkü sorunun temeli, tek yasanın (ya da yasaların)
çözebileceğinden daha derin. Örgütlü, haklarına sahip çıkabilen sivil
toplum, iyi işleyen siyasi hesap sorma mekanizması, etkin bir yargı düzeni
gerektiriyor. Kamu kaynaklarının talanı, yalnızca siyasetin (ve bürokrasinin)
ihalelerden pay almasından ibaret değil; asıl büyük zararı, gereksiz yatırımlar
doğuruyor.
Denetimsiz çözüm olanaksız
Buna karşı geliştirilen yeni önlem, yani 'yatırım için yıllar içinde
gerekecek paranın önceden yıllık programlara konulmuş olması ve ilk yıl
toplam ödeneğin en az yüzde 10'unun hazır bulundurulması gerektiği' biçimindeki
madde, son derece cılızdır ve yine 'gelecek yıl Allah kerim' zihniyetiyle
ihalelere girişilmesini önlemeye yetmeyecektir.
İhale denince akla gelen başka bir önemli konu, 'kontrol'dur. Yaptırılan
inşaatın veya satın alınan malın kontrolünü iyi gerçekleştiremedikçe,
ne denli detaylı düşünülmüş olursa olsun hiçbir ihale yasası fazla işe
yaramaz. Bütçe olanaklarını aşan gereksiz yatırımlara girişilmesini önleyecek
ve işlerin kontrolünü etkinleştirecek yöntemleri ararken, yepyeni bakış açıları
gerekiyor. İlki için siyaset kurumunu yaptığı bütçeden doğan borçlanma
ve ödeme (ya da ödeyememe) sorumluluğuna ortak edecek yöntemler geliştirmeliyiz.
İkincisi için ise şimdilik çözüm gibi görünen 'kontrol hizmetlerinin özelleştirilmesi'
tek başına yeterli değildir; idarelerdeki kontrol örgütlerinin kalitesini yükseltmeli,
sorumluluklarını belirginleştirmeli, bu arada mesleki sorumluluk sigortasını
da mutlaka devreye sokmalıyız. Bütün bunlar, 2003 yılından itibaren yeni dönemin
tartışma konuları olacaktır.
Radikal - Hıfzı Deveci: Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu üyesi; yazı, kurumsal değildir, yazarın kişisel görüşlerini
yansıtır.
|