Karaköy Camii aranıyor ama Eminönü’nde
114 cami kayıp
Yeni Cami Hünkár
Mahfili'nin çinileri, Karaköy'deki kayıp cami derken, Eminönü'nde de 114
caminin yerinde yellerin estiği anlaşıldı. Diyanet Vakfı Eminönü Şubesi
tarafından hazırlanıp basılan krokiye göre, bölgedeki kayıtlı 212
camiden 114'ü bugün mevcut değil. Sorumlu hizasında ise maalesef yine merhum
Adnan Menderes'in ismi var.
Kayıp Karaköy Camii haberinin yankıları devam ediyor. Bizi arayan pek çok
okuyucumuz, bölgelerinde de muhtelif tarihi eserlerin harabeye dönüştüğünü,
bir süre sonra ortadan kaybolmasının da kimseyi şaşırtmaması gerektiğini
söylüyorlardı. Hatta olup bitenleri daha yakından görmemiz için tarihi
eserlerin bulunduğu semtlere bizi davet edenler bile vardı.
Ancak en ilginç mektup, okuyucularımızdan Ali Önder Sağıl'dan geldi.
Emekli bir memur olduğunu belirten Sağıl, 1987 yılında Diyanet Vakfı Eminönü
Şubesi tarafından hazırlanıp basılan ‘‘Eminönü Camileri’’ isimli
kitaptan bir fotokopi de eklemişti mektubuna. Söz konusu fotokopide, bir Eminönü
krokisi yer alıyordu. Krokinin üzerinde pek çok yeşil ve siyah hilál vardı.
Krokinin yanında yer alan listeye göre, sadece Eminönü bölgesinde, 212
caminin yeri-yurdu belirlenmişti.
Eminönü gibi bir semt için oldukça yüksek bir rakamdı elbette bu.
Ancak, krokiyi biraz daha dikkatlice inceleyince, karşılarına ‘‘yeri
belirsiz’’ notu düşülen ve siyah hilálle gösterilen camilerin bugün
artık mevcut olmadığını anlıyordunuz. Daha da çarpıcı olan şuydu:
‘‘Yeri belli’’ olan pek çok caminin yerinde de yeller esiyordu. Üşenmeyip
sayınca durumun vahamatini daha yakından görmek de mümkündü: Tam 27
caminin karşısına ‘‘yeri belirsiz’’ notu düşülmüştü. 87 caminin
koordinatları biliniyordu belki ama kendilerinden eser yoktu. Bu durumda da,
faal olarak 98 cami kalıyordu bütün bir Eminönü semtinde.
Peki ama 27 yeri belirsiz, 87 yeri belirli camiye ne olmuştu? Yangınlar ve
depremler dışta tutulacak olursa, karşımıza yine merhum Başbakan Adnan
Menderes çıkıyordu. Menderes'in başlattığı ilk imar hamlesinde, Karaköy
Meydanı'na dokunulmayacak, bunun için 1956 yılına kadar beklemek
gerekecektir. Menderes, 23 Eylül 1956'da yaptığı bir basın toplantısında,
‘‘kentin imar gerekliliğini açıklarken, günün her saatinde tıkanarak büyük
zaman kaybına yol açan Aksaray, Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Tophane ve
Taksim gibi düğüm yerlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, bu meydanları
birbirine bağlayan ve kentin omurgasını oluşturan caddelerin iyileştirileceğini,
Topkapı'dan Boğaz'a kadar kentin her mahallesinin aynı mükemmellikteki
caddelerle birbirine bağlanacağını’’ söylüyordu. Nitekim, Menderes'in
istediği olacak, kentte geniş caddeler açılırken, aralarında camilerin,
kiliselerin, havraların, hanların, hamamların ve konakların da yer aldığı
tam 7.289 bina yerle bir edilecekti.
Diyanet Vakfı Eminönü Şubesi'nin bölgedeki kayıp camileri tesbit ettiği
gibi, keşke birileri de çıkıp kiliseleri, havraları ve diğer tarihi
eserleri tesbit etse de net bir bilanço çıksa önümüze. Belki bundan
sonraki 'imar hareketleri' için ders olurdu. Sahi, olur muydu?
Bir Büyük Yıkım
İstihkám taburu seferber edildi
Kamulaştırılan ve yıktırılan yapıların sayısı, aralarında çok sayıda
tarihi eser de bulunmak üzere 7.289'u buluyor. Bu yıkım hareketi için valiliğin,
belediyenin, hatta kentteki istihkám taburunun tüm imkánları seferber edilmişti.
Ancak istimlaklerin, bir oldu bitti havası içinde yapılması, yolun önüne
çıkan her şeyin ne olduğuna bakılmaksızın yıkılıp yok edilmei,
istimlak bedellerinin düşük tutulması ve binlerce kişinin alacakları için
aylarca beklemek zorunda kalması büyük bir toplumsal yaraya dönüştü. Tüm
bu harekát, gerekli maddi imkánlar yaratılmadan başlatılmıştı. Belediye,
borçlarını ödeyebilmek için arazilerini satıyor ve hükümetten yardım
istiyordu. Aksaray civarında ‘istimlak muhacirleri’’ adı verilen evsiz
barksız bir kitle meydana gelmişti. Bu toplumsal sıkıntılar, 27 Mayıs'tan
sonra Yüksek Adalet Divanı'nda hem Başbakan Menderes'in, hem de onun döneminde
görev yapan beş belediye başkanının idam istemiyle yargılanmasına neden
olacak, ancak istimlakler sırasında ne başbakanın, ne de belediye başkanlarının
kişisel çıkar sağlamaya yönelik bir yolsuzluğuna rastlandığından, sanıklar
16 Eylül 1961'de bu davadan beraat edeceklerdi.
Hürriyet
|