Yap boz kilise
Haliç
kıyısında zeminin çürük olması nedeniyle temel atılamayınca Bulgarlar
Viyana'da prefabrike bir kilise yaptırıyor... Kilisenin parçaları Tuna üzerinden
gemilerle İstanbul'a getiriliyor... Çevrede "vidalı kilise" olarak
anılan yapının Fener'deki arsaya kurulması yaklaşık 1.5 yıl sürüyor.
Kar, lapa lapa yağıyor... Kar taneleri, düştükleri yerde birbirine sarılıyor;
kent, beyaz bir örtüye bürünüyor... Gemiler gibi kentler de dişidir... İstanbul'a
adamakıllı kar yağdığında, o bilinen kubbeli siluetin arkasından parlak
siyah saçlarına beyazlar düşmüş fettan bir kadın çıkıyor ortaya...
Fettanlık İstanbul'a yakışıyor...
Kar bitip de yerini çamur deryası aldığında, İstanbul hiç çekilmiyor...
İstanbul bunu hep yapıyor...
İnsanlar da, fettanlığı yüzünden İstanbul için neler yapmıyor ki...
Bulgarlar bile, İstanbul'da açacakları kiliseyi önce Viyana'da kurduruyor
sonra söküp Haliç kıyısına getirtiyor...
Tak vidayı, sök vidayı... Sanki vidalı kilise!
İstefaniki Bey'in çabası
Osmanlı, daha kuruluş aşamasında Bizans'tan, Sırbistan'dan kız aldığı
gibi ''Bulgarya'' dan da kız alıyor... 1376'da I. Murat , Bulgar prensesi ile
evleniyor... Serde akrabalık var, ama bu evlilikler aslında hiç de hayra
alamet değil... Çünkü Osmanlı önce prensesleri alıyor.. sonra toprakları...
1389'da Kosova'da I. Murat, savaş alanında yaşamını yitirse de
Balkanlar'daki direnişi kırıyor ve 1396'da Yıldırım Bayezit 'in kazandığı
Niğbolu Savaşı'yla Bulgar Çarlığı tarih sahnesinden çekiliyor.
Böylece Bulgarlar, Avrupa'nın ve Rusya'nın desteğiyle 1878'de özerkliklerini
kazanıncaya dek 482 yıl boyunca Osmanlı'nın egemenliğine giriyor...
Bulgarlar, Ortodoks...
Bulgarlar Ortodoks ama İstanbul'a ancak Ortodoks Bizans yıkıldığında
Osmanlı sayesinde gelip yerleşebiliyorlar... Osmanlı, Bulgarları aynı
kiliseye gittikleri için Rum ahaliden sayıyor...
Osmanlı, toprakları geri vermeye başladığında Balkanlar'da Bulgar
milliyetçileri isyan hesapları yaparken İstanbul'daki Bulgarlar başka hesap
peşinde koşuyor; Rum Patrikhanesi'ne başkaldırıyor... Rum Ortodoks
Kilisesi'nden ayrılmak, Bulgar Ortodoks Kilisesi'ni kurmak istiyorlar...
1848'de ''İstefaniki Bey'' adıyla maruf, Bulgar cemaatinin önde
gelenlerinden Stefan Bogoridi , Babıâli'ye gidip kendi dillerinde ibadet etmek
istediklerini söylüyor... Devir, Tanzimat devri... Kaldı ki, Ruslar da
Ortodoks dünyasında Rumların nüfuzunu kırmak için Bulgarları
destekliyor... Fakat, Bulgarlar temkinli... Ortalığı fazla karıştırmak da
istemiyorlar... İlk istekleri, kilise değil bir papaz evi kurmak... İstefaniki
Bey de, Fener'deki arsasını bağışlamaya hazır... Sultan Abdülmecid 12 Eylül
1848'de ferman buyuruyor; Fener'de ''metoh'' adı verilen papaz evi inşaatı başlıyor...
İstanbul'da birkaç günlük lapa lapa karın yerini, çamur seli alıyor...
Tarihi dokunun içindeki pis yeşil otobüs durağının göbeğinde, haldeki
domates sandıklarının üzerine şablondan yazılan türden ''Fener'' yazıyor...
Haliç kıyısındaki caddeden çamur akıyor; tekerleklerden saçılan çamurlar
yol kenarındaki kar yığınlarını biraz daha siyaha boyuyor...
Fettan kadının makyajı akıyor!
Bulgarların Hıristiyanlığı seçip Bizans'ın Ortodoks Kilisesi'ne bağlanması
9. yüzyılda oluyor... 1000 yıl sonra İstanbul'da ilk kez 19. yüzyılda
papaz evinde kendi dilleri ile ibadete başlayan Bulgarlar, 1860'ta bir adım
daha atıp Rum patriğini tanımama kararı alıyor...
O sıra İstanbul'da 30 binden fazla Bulgar yaşıyor...
İstanbul'da Bulgarlar genellikle abacılık, tüccarlık, fırıncılık, bahçıvanlık,
faytonculuk, balıkçılık, aşçılık, ırgatlık, çobanlık yapıyor...
Aralarından küçük bir grup, patrikhaneden öyle sıkılmış olmalı ki,
Ermeni Katolik Kilisesi'ne geçme kararı alıyor.. Ama asıl amaç kendi bağımsız
kiliselerini açmak... Avrupa'daki Katoliklerin de canına minnet! Fakat öte
tarafta Rusya'nın ağırlığı var...
Önce eksarhhane açılıyor
11 Mart 1870'te Sultan II. Abdülhamit 'in fermanıyla bağımsız Bulgar
kilisesinin kurulmasına izin çıkıyor. Tabii o arada Bulgarya'daki Bulgarlar
bağımsızlık için çoktan isyan başlatmış...
İlginçtir, İstanbul'daki Bulgarların, gündemi kilisenin bağımsızlığı...
Bu fettan kadın, nasıl da baştan çıkartıyor insanları...
Başkan anlamında Rumcadaki ''eksarkhos'' sözcüğünden türemiş
''eksarh'' deniyor, Ortodoks Bulgar cemaatinin başına geçen kişiye...
Patrikhane de tanıyor ''eksarhhane'' yi ve Ortodoks Kilisesi'nde patrikten aşağıda,
metropolitten yukarıda bir dereceye oturtuyor eksarhı...
Artık geriye, bir kilise yapmak kalıyor...
Hani, Fener'de İstefaniki Bey'in verdiği arsada yapılan ve ''metoh''
denilen papaz evi vardı ya... İşte tam onun karşısına, Haliç'in tam kıyısına
bu kez kilise gibi bir kilise yapmanın zamanı geliyor...
Lakin Haliç kıyısında zemin çürük... Temel, çamura batacak; bina çökecek...
Tek çare, demirden prefabrike bir bina yapmak...
İstanbullu Ermeni mimar Hosvep Aznavur 'un projesini çizdiği kilise, çelik
profiller üzerinde yükseliyor; duvar yerine sac ve demir döküm levhalar takılıyor...
Bütün parçalar cıvata-somunlarla, perçinlerle birbirine tutturuluyor...
Tabii bunların hepsi kâğıt üzerinde oluyor...
Planlanan parçaların üretimi için 1892'de uluslararası bir yarışma açılıyor
ve işi Avusturya'dan R. Ph. Waagner firması alıyor...
1896'da parçaların üretimi tamamlanıyor ve kilise Viyana'daki fabrikanın
bahçesine aynen kuruluyor...
Sonra karşısına geçip bakıyorlar, oldu mu diye...
Olmuş...
Aynen söküyorlar...
Parçaları gemilere yükleyip Tuna üzerinden İstanbul'a gönderiyorlar.
Kilisenin kulesindeki altı çan da Rusya'nın Yaroslavl kentinde özel
olarak dökülüyor...
Her yanı demir
Kilisenin İstanbul'da kurulması yaklaşık 1.5 yıl sürüyor... 1898'de törenle
kutsanarak açılıyor... Adına da İstefani Bey'den ''Stefan Kilisesi''
deniyor...
Ama bugün, kilisenin kapısında ''Bulgar Kilisesi'' yazıyor...
Çevrede ise ''Vidalı Kilise'' olarak anılıyor...
Kilisenin bahçe kapısı kilitli...
Kardaki ayak izleri, bir kişinin girip çıktığını gösteriyor... Zilin
sesine yanıt gelmiyor... Kilisenin demirden olmayan belki de tek parçası,
ikonların sergilendiği büyük ahşap pano ''ikonastatis'' içeride
bekliyor...
Dış cephede, boyanın üstünden süzülen küçük pas akıntıları
olmasa, süslemeler taş oyma gibi duruyor...
Biri çan kulesinde öteki çatıda iki paratoner, demir kütleyi yıldırımlardan
ancak koruyor.
Giriş kapısının üstündeki güneşi çağrıştıran daire ile üçgen içindeki
göz ise kiliseyi her türlü kem bakıştan sakınıyor...
Bahçedeki küçük mezarlıkta, lahitlerin üstündeki kurukafa kabartmaları
korku salmak yerine, korsan filmlerindeki bayrakları çağrıştırıyor...
Kar eriyip çamura dönüşerek, yerden kalkmaya çalışıyor...
Bulgar kızı camdan bakıyor!
Cumhuriyet
|