Kamu ürünleri ketçap gibi tanıtılabilir
mi?
Son günlerde İstanbul'da reklamcılıkta sıkça kullanılan 'meraklandırma'
(teaser) kampanyalarının bir örneği ile karşı karşıyayız:
Bilboard'larda, basında '550' rakkamının yeraldığı ilanlar görülüyor.
Bu kampanyada İstanbul'un şehircilik altyapısına dair projeler bağlamlarından
koparılarak 'estetize' edilmekte. Halka yerel yönetim projelerinin ayrı ürünler
olarak tanıtılması hedeflenmekte.
Kamu projelerinin bir ürün gibi (bir ketçap, bir deterjan gibi) tanıtılmasına
ilk önce ilkesel bir itirazım var:
Amaç 'İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çalıştığını' halka göstermek
ise, uygulanan kampanya yanıltıcı: Yolları, binaları, parkları müeahhitler
yaptığına, projeleri şirketler hazırladığına göre, yerel yönetimler,
kamu yönetimleri öncelikle kendi yaptıklarının bilgisini paylaşmayı
hedeflemek zorundadır. Çünkü kamu yönetiminden beklenen, bizim paramızı
istediği gibi harcaması değil, bizim amaçlarımıza göre yönetmesidir. Bu
nedenle kamu projeleri bu şekilde siyasal bağlamlarından koparılamazlar.
Kamu yönetimleri -ketçap, deterjan üreticisi olmadıkları için -öncelikle
yönetim fikrini güçlendirecek bir biçimde halkla iletişim kurma sorumluluğu
taşırlar. Bu İlkeler de kamu yönetimi kavramının 'olmazsa olmaz'
gerekleridir.
Kamu yönetimlerinin iletişim sorumluluğundan ne anladığımı açmaya çalışayım:
Birinci olarak, kamu yönetimleri piyasaya her hangi bir cinsten ürün sunan 'üreticiler'
değildirler. Bireylerin, kurumların kamu ürünleri ve hizmetleri konusunda
tercih hakları yoktur. Kamu ürünleri kendi özel ürünleri olmadığına göre
kamu yönetimleri "önce ben bir ürünü üretmeye karar vereyim, halk da
onu kullansın (veya kullanmasın) diyemezler. Bu nedenle kamu yönetimlerinin
ürünleri ve hizmetlerini kurgularken kavramsallaştırmaları demokrasinin
temel bir gereğidir. Kamu işlevleri piyasa malları, ürünleri gibi
siyasetten arındırılamaz.
İkinci olarak, kamu yöneticilerinin kendi kamu yararı kavramlarını dikte
etme hakları yoktur. Yoksa kamu ürünleri ve hizmetleri hiçbir zaman
'kamusal' nitelik kazanamazlar, özelleşirler. İmar hakları, planlama,
kentsel hizmetler gibi kamu işlevinin özelleşmesi ise vatandaşların özel
hayatına 'tecavüz edilmesi' anlamına gelir.
Üçüncü olarak, kamu yöneticilerinin kullandıkları kaynaklar bizim
kaynaklarımızdır. Bu nedenle kamu yönetimlerinin bilgi paylaşma
sorumlulukları kamu yöneticilerinin ve reklamcıların kendi tercihlerine bırakılacak
kadar keyfi ve tanımsız olamaz.
Bunlar bu kampanyanın kamu yönetimi fikrini 'askıya alan' ilkesel sorunları.
Bu nedenle piyasa ürünlerinde reklamcıların kullandığı "teaser"
kampanyalarının kamu ürünlerinde hiç olmayacak cinsten -siyasal iletişimi
yoksullaştıran- bir uygulama olduğunu belirtmek isterim. Bu gerekçelerle İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin bu kampanyayı durdurmasını ve belki de
farketmeden yaptığı bu hatayı düzeltmesini isteme hakkımızın olduğunu düşünüyorum.
Bir de bu kampanyasının siyasal sorunları var:
'Teaser' kampanyası belirttiğim gibi yerel yönetimin projelerini parçalar
halinde tanıtmayı hedefliyor. Parçaları bir 'bütün' haline getiren ise İstanbul'un
fethinin 550. yılının kutlanacak olması. (Birileri belli ki İstanbul'un
fethinin 550. yılının görkemli bir biçimde kutlanmasının akıllıca bir iş
olduğuna karar vermiş.) Bir tarafta okşayıcı bir tema, merkezi ele geçirmek,
ona hükümran olmak. Üstelik bu tema merkeze kalıcı bir biçimde yerleşmiş
bulunan başkaları için de hiç ürkütücü değil. Resmi erkle ters düşen
hiç bir tarafı yok. Ehlileştirilmiş ve sağın her zaman sahiplendiği,
sivil toplumu kuşatan resmiyetçi tavrın bir uzantısı. Amaç onların yaptığını
yapmak, iktidardan pay istemek... Şunlar düşünülmüş olmalı: Hem bu
siyasal gündemi yakalamak, ona 'akredite' olmak, hem de kendi gücünü göstermek,
'ben de varım' demek. Amaç bir taşla iki kuş vurmak.
Bu siyasal gündemimize ait bir dolu özleme, sivil toplum-resmi toplum özdeşleşmesine
eşlik ediyor. Ancak diğer taraftan yerel gündem merkezin ele geçirilmesini
simgeleyen başka bir siyasal bağlama havale ediliyor, kendi siyasal gündemini
terkediyor. Ancak burada çok önemli bir sorun var. Bu siyasal stratejinin tam
tersi bir sonuç yaratması, hatta 'siyasetsizleşme' ile sonuçlanması kaçınılmaz.
Çünkü 'kuşatma' bittiğinde, bu simgenin siyasal işlevi (temsil kabiliyeti)
sona eriyor. Fetih gerçekleştiğinde, kuşatan, kuşatılana; siyasal simge
karşıtına dönüşüyor. Çevrenin bu kuşatıcı söyleminin erk tarafından
seçkincileştirildiğini farketmemek imkansız. İstanbul'da halkın
demokratikleşme taleplerini temsil eden yöneticiler, seçildikten sonra
genellikle iktidar nimetlerini paylaşan yakın çevreleri tarafından aldatılıyorlar
ve tepeden inmeci uygulamalarla siyasal temsil kabiliyetlerini yitiriyorlar.
Sonuç: Bu reklam stratejisi -bunu içtenlikle söylüyorum- elde edilmek
istenen siyasal sonuçlar açısından da tamamen hatalı. Bu nedenle de
belediyenin bu tanıtım kampanyasına da boş yere para harcamamasını
istiyorum.
Korhan Gümüş - [email protected]
|