Hırsız'ın müşterisi kim?
Doğu'nun hafızasında koca bir gedik açılırken Amerikalılar petrolü
koruyordu. Neden endişelensinler ki, sonuçta Metropolitan koleksiyonu biraz
daha zenginleşecek...
Sonunda en korkulan şey oldu, Irak'ta uygarlık tarihinin başlangıcını
belgeleyen her şey talan edildi, yakıldı yıkıldı. Ne Irak ne de bir başkası
bu kaybedilenleri asla telafi edemez... Belki de Amerikalıların keyfi
yerindedir, Metropolitan Müzesi yöneticileri şimdiden 2008 yılı için bir
Mezopotamya Sergisi organize etmeye başlamıştır. Ne de olsa, Amerikalıların
taa Bağdat'a gidip görmek zorunda kalacakları eserler uzun ve dolambaçlı
yollardan geçerek kendi müzayede salonlarını, gizli özel koleksiyonlardaki,
aleni talan müzelerindeki yerlerini alacak yakında.
Her şey onlara ait; dünyanın kanı petrol, iliği kültür, hepsini
istiyorlar.
İştahları sınır tanımıyor, güvenli ülkelerinden uzaklaşmadan her şey
kucaklarına düşsün istiyorlar. Gidip görmek, tanımak, anlamak umurlarında
değil. Her şey merkeze gitmeli, onların yazdığı uygarlık tarihini
destekleyen ögeler olarak müze raflarında yerini almalı.
Dünyanın en büyük savaş gücü Irak'ın üzerinden silindir gibi geçmeden
önce kimileri avazı çıktığı kadar bağırdı, o toprakların sadece
petrol değil kültür, sanat, tarih barındırdığını söyledi durdu. En
fazla 50 sene sonra hiçbir önemi kalmayacak bu fosil yakıttan çok önce o
topraklara değer katan, sonsuza kadar değerli kalacak kültürel objelerin
kaybedileceğini kimsenin kulağı duymadı. ABD'nin bunları duymaya niyeti,
Iraklıların duyurmaya hali, bizimkilerin de anlamaya yetecek sükuneti yoktu.
Sonunda tanklar açılmamış höyükleri dümdüz, uçaklar binaları yerle bir
etti, müze depolarının hakkından da Bağdat Hırsızı geldi.
İskenderiye, Bosna ve Bağdat
Bağdat Müzesi'ni nasıl olsa İngilizler kurmuştu. Iraklı elit, ulusal
kimliklerini oluşturmanın yüzü suyu hürmetine onu ayakta tutmuştu. Belki
de bu yüzden müzenin çelik kapılarını kırıp depolara kadar inenler yine
Iraklılar olabildi. Peki bu bilinçsiz kitle kil tabletleri, Tarık Aziz'in köşkünden
yürüttüğü porselen tabaklarla yanyana vitrinine koymak için mi yağmaladı?
Minyatür bir koç heykelinin üzerindeki birkaç gram altını kuyumcuya satmanın
hesabıyla mı kırdı çelik kapıları? Yoksa ABD subayları, gazeteciler, Kızılhaç
yetkilileri arasında işini bilen başka gruplar da mı vardı Bağdat'ın
konukları arasında? Birçok yapıtın, müzenin birkaç sokak ilerisinde,
birkaç dolara el değiştirdiğini tahmin etmek güç değil. Hele bu tür hikâyeleri
hâlâ yaşayan biz Türkiyeliler için hiç zor değil.
Müzelerden yağmalanan eserleri tespit etmek bile imkansız artık. Çünkü,
kayıtlar da yakıldı, yıkıldı. Her şey sıfır noktasına taşındı. İçinde
binlerce yıllık el yazmalarını barındıran Ulusal Kütüphane'nin alevleri
hangi hırsızlıkları gizlemek için yükseldi? Bu soruların yanıtları
bilinemeyecek. İşgalci denenler İskenderiye'de, Bosna'da yaptıkları gibi
bir kültürü yok etmeyi başardılar.
Amerikan askerlerine sadece Petrol Bakanlığı'nı korumaları emredilmiş.
Iraklı arkeologların yalvarmalarına aldırmamışlar müze yağmalanırken.
Irak'a girer girmez petrol kuyularını güvenceye aldılar; mazallah Saddam
onları ateşe verirse, kuyuların yeni işletmecileri olacak Amerikan şirketlerine
ekstradan beş on milyon dolarlık söndürme maliyeti binmesin diye. Ya
kaybedilen tarihin maliyeti ne, bunu parayla geri koymak mümkün mü? Değil,
ama Amerika, "Ben güzele güzel demem, güzel benim olmadıkça"
diyor.
Zavallı Amerika, kardeşi İngiltere gibi müzelerini yağmalanmış, bedava
tarihle dolduramamıştı. Ne de olsa koloni çağında o da bir koloniydi.
Sonra çuvalla para harcadı Grek portallı müzelerini doldurmak için. Şimdi
para da kâr etmiyor, her şeyi iade etme, kaynağı belirsiz eserleri
sergileyememe modası başladı. Köşeye sıkıştılar, herkes aleyhlerinde
dava açıp duruyor. Neyse ki koleksiyonların genişlemesi için iyi bir fırsat
doğdu.
ABD'li askerlerin yanlarında savaş hatırası götürmeleri yasaklanmış.
Tabii onlar Hülagü Han'ın askerleri değil, medeni imparator Dubya Bush'un
askerleri. Dönüş yolunda deniz piyadelerinin çantalarını arayacak çavuşlar,
Saddam motifli kalaşnikof dipçiklerinden, altın kaplama musluklardan, Irak
ordusu apoletlerinden, sokak tabelalarından oluşan bir "çöp dağı"
oluşturacaktır gemi güvertelerinde. Teksas'taki çiftliğine değil de New
York'a, Washington'a dönecek subayların ve diplomatların hiç aranmayacak çantalarında
ise kaybolan Hamurabi Kanunları, 4500 yıllık 'Çalılıktaki Koç' heykeli,
Akad Kralı'nın 4500 yıllık bakır büstü, 5000 yıllık vazolar taşınacak.
Tıpkı 1991'de Kuveyt'ten kaybolan eserler gibi, Yeni Cami'nin çinileri gibi
bir bir Londra ve New York'taki müzayede evlerinde gözümüzün önünde satılacaklar.
Yıkılan camileri, tarihi binaları kim onaracak, o bambaşka bir mesele.
Bizim Kültür Bakanlığı'na göre 167 Osmanlı eseri vardı Irak'ta. Kanuni dönemi
Osmanlı kışlası olarak inşa edilen 500 yıllık binanın, Irak Savunma
Bakanlığı'nın yerinde bir krater vardır artık. Powell'ın Irak'a
vereceklerini açıkladığı yardımla güzel bir replikası yapılır belki.
Şimdi Bağdat tam anlamıyla masallarda kaldı. Bin yıldır böyle bir yıkım
görmemişti. Artık Amerika'nın yeniden imar planı çerçevesinde inşa
edilecek cam ve çelik alışveriş merkezleriyle yeniden kurulur. Babil'in İştar
Kapısı'nı Berlin'de görmüştük zaten; Ur Kenti kalıntılarını New
York'ta, kil tabletleri de Londra'da görürüz olur biter. Mezopotamya
tarihinde kimi gedikler açılmışsa da kimin umrunda. Zaten uygarlık tarihi
antik Yunan'dan başlar; Athena'nın esmer olduğuysa kafa karıştırıcı Doğu
masallarından biridir.
Radikal - Cem Erciyes
|