Bir kent nasıl görünmez kılınır?
'İçerden' ve 'dışardan' sanatçıların aynı kente, ne kadar uzak-yakın
bakabildiklerinin de izlenebildiği sergi projeleri, görmeyen bir insanın gelişmiş
duyularıyla kentin algılanışı, atıklar aracılığıyla kentin değerlendirilmesi,
gündelik hayatta fark etmediğimiz anlar, Batılıların İstanbul üzerine
olan izlenimlerine tanıklık ve kentin farklı duraklarındaki seslerle İstanbul'u
yeniden görmemizi sağlayan işlerden oluşuyordu.
Yaşadığınız kenti ne kadar tanıyorsunuz ya da o kent sizi ne kadar
anlatıyor? Bu soruya verilebilecek yanıtlar gittikçe daha karmaşık bir
durum alıyor. Her geçen gün biraz daha turistleştiğimiz kentlerin sınırsız
sınırları içinde zaman geçiriyoruz. Neye baktığımızı, neyi, nasıl gördüğümüzü
çok da fazla tanımlamadan, o yere ait olamadan...
Geçen günlerde Londralı altı tasarımcı, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden
bir ekiple birlikte 'İşaretler Şehrini Okumak' başlıklı bir proje için İstanbul'daydı.
Kentler üzerine kurdukları farklı işlerle gündelik yaşam ve sanatı kesiştirmek
amacıyla oluşturulan projenin ikinci aşamasının Londra'da gerçekleştirilmesi
düşünülüyor. Bilgi Üniversitesi'nde 15 günlük bir çalışma ve iki günlük
bir sergilemeden sonra projeye ait bir web sitesi ve bir kitap hazırlanması da
planlanan işler arasında.
İstanbul'u farklı yaklaşımlarla görmek
Italo Calvino 'nun 'Görünmez Kentler' kitabına gönderme yaparak, küresel tüketim
turizmi döneminde bir kentin maskesini kaldırmaya çalışan ekip, İstanbul'u
-turist kimliği dışında- farklı yaklaşımlarla görmeye çalıştı.
Proje- yeTürkiye'den İpek Duben, Serhan Ada, Güven İncirlioğlu, Çiğdem
Borucu, Seda Ergül, İlteriş Kaplan ve Esen Karol katılmıştı. İzlenimlerini
kentin ses arşivi, kente ilişkin fotoğraf, metin, tipografi ve videolarla oluşturan
ekip, turist kimliğinde var olan ya da var edilen önyargıları silmeye çalışarak
ilginç bir projeye imza attı. 'İçerden' ve 'dışardan' sanatçıların aynı
kente, ne kadar uzak-yakın bakabildiklerinin de izlenebildiği sergi, görmeyen
bir insanın gelişmiş duyularıyla kentin algılanışı, atıklar aracılığıyla
kentin değerlendirilmesi, gündelik yaşamda fark etmediğimiz anlar, Batılıların
bu kent üzerine olan izlenimlerine tanıklık ve kentin farklı duraklarındaki
seslerle İstanbul'u yeniden görmemizi sağlayan işlerden oluşuyordu.
Bir süredir Londra'da yaşayan Gülizar Çepoğlu, 'Suların İzinden İstanbul'
başlığı altında ''İstanbul Boğazı kente ilişkin anlamlı ve kesin işaretler
içerir ve kimlik sorunu üzerine söylemleri doğrulayan, sorgulayan ya da yadsıyan
güncel bir İstanbul kimliğini açığa vurur mu'' sorusunu yanıtlamaya çalışmış
projesinde. Bunun için fotoğraftan videoya, röportaja uzanan değişik
tekniklerle belge toplayarak deniz aracılığıyla İstanbul'u görünür kılmaya
çalışmışlar. Projenin başlangıcındaki düşünceyse 'her şeyin ortasında
olmak'. Çünkü Çepoğlu Londra'da yaşayan bir Türk olarak 'ne içerden, ne
dışardan, tam ortadan' bir konuma sahip bu projede.
Çöp projesi üzerinde çalışan Joanna Rucklidge, ilk kez geldiği İstanbul'da
bir turistin, yaşanmışlığın ürünü olan çöplere bu kadar yakın
olamayacağını ve dokunamayacağını düşünmüş projeyi hazırlarken. Bu yüzden
hem kendisine ait olmayana dokunup hem de bir turistin ilgilenmeyeceği şeylerle
ilgilenerek Kilyos, Eminönü, Nişantaşı gibi farklı bölgelerden topladığı,
İstanbul'un kirliliğini gözler önüne seren çöplerle bir anlamda
sosyolojik bir gözlem de yapmış.
Yaşanmış küçük öyküler...
Rebecca Wrights ise ayrıntılardan ortaya çıkabilecek küçük öykülerin peşine
düşmüş İstanbul sokaklarında. Küçük işaretleri izleyerek ve fotoğraflayarak
yakaladığı 'küçük tarih' le biri için görünmez olan şeyi bir diğeri için
görünür kıldığını düşünmüş. Çünkü ona göre 'bir kent ancak yaşanmış
küçük öykülerle görünür hale gelir.' İşte bir örnek: ''Beyoğlu'nda yürürken
bir zar buldum kaldırım kenarında, o zar beni bir kitap-cafeye götürdü.
Orada bulduğum bir kitapta ailemin yaşadığı sokağın fotoğrafını
buldum. Ve başka bir kentte yaşamöyküme yaklaştım.''
Bir başka ilginç projeyse, İpek Duben'in 1900-1997 arası İstanbul'da yaşamış
İngiliz diplomat, seyyah ya da turistlerin İstanbul gözlemlerini yazdıkları
kartpostallardan oluşan 'Turks are ...' adlı projesiydi.
Martin Luther' in 16. yy'da Türkleri 'Berbat Türkler' olarak tanımlamasıyla
Batı kafasına yerleşen bu imgeyi, Türkleri 'dıştan' görenlerin anlayışıyla
'içten' yansıtan yaşamlardan oluşan bir dizi olarak tanımlıyor Duben çalışmasını.
''Bugün değişmiş bir ülkede olsak da inanmakta zorlandıkları asıl düşünceler
belki de. Kuyruklu, zenci, dayak atan ,fesli, Moğol Türkler...'' diyor.
Gerard Mermoz İstanbul'un Kadıköy, Eminönü, Zekeriyaköy, Beyoğlu,
Tarlabaşı gibi farklı semtlerini dolaşarak sesleriyle algılamamızı sağladığı
kayıtlarıyla duyularımızı devreye soktu, tıpkı Julliana Otterbach 'ın gözleri
görmeyen insanların algılayışlarıyla yansıttığı İstanbul profili
gibi.
Bir kent nasıl gizlenebilir ki zaten, hem de İstanbul gibi sereserpe bir
kent. Görmek isteyene...
Cumhuriyet
|