İzmir'de 'çürük dişlere' ödül...
Kime anlatsam, ''bunu neden yazmıyorsun?..'' diyor... Demek ki öncekiler
okunmamış, ya da anımsanmıyor...
Tarihte ''koruma'' kavramı yoktu. Her gelen uygarlık, öncekinden ''işine
yarayanı'' kullandı; gerisini yıktı... Geçmişe ait yapıtların ''geleceğe
de aktarılması'' düşüncesi ancak ''insan hakları'' nın kabul edilmesiyle
birlikte ''aydınlanma'' sürecinde ortaya çıktı...
Çünkü, öncelikle Fransız devrimcileri, tarihi binaların ''insan aklı
ve becerisinin somut birikimleri'' olduğunu fark ettiler. Yeni kuşakların da
bu birikimlerden beslenebilmeleri için, ''insan yaratıcılığının esin
kaynakları'' olarak korunmaları gerektiğini savundular...
İşte bu ''devrimci'' düşünceyi 19. yüzyılda ilk kez ''kamusal hukuka''
taşıyan aydınlar arasındaki öncü isim Victor Hugo oldu... Tarihsel
mimarinin yaşatılmasını öngören yasayı ''milletvekili'' göreviyle
yazarken, adına da; ''Hatıralar İçin Kanun'' demişti...
''Görmüş geçirmiş'' insan nasıl ki derinlikli ve birikimli anılarla
olunabiliyorsa, insanlığın da geleceğini ''görmüş geçirmiş bir
olgunlukta'' kurabilmesi için, kendi akıl ve üreticilik tarihinin belgelerini
''unutmadan'' yarınlara bakması gerekiyordu...
Yine Hugo, aynı nedenle, eski binaların ''anıtsal'' olanlarına ait düzenlemeye
de; ''Aklın Büyük Ürünleri İçin Tüzük'' demişti...
'Muhafazakâr' yıkıcılar...
Kim bilir kaç kez yazdığım bu anımsatmadan sonra sözü konumuza
getirirsek; ''akla ve insan haklarına değil, kör inanca ve kulluğa dayalı
anlayışlar'' (yani, siyasi dile göre ''muhafazakâr'' politikalar) tarihsel
mimarinin ve özellikle sivil halk yapılarıyla bezeli eski kent dokularının
korunmasındaki ''gelecek güvencesini'' görebilme ufkuna da kolay sahip olamıyorlar...
Bazı Anadolu kentlerindeki ''geçmişlerine saygılı'' ve iyi niyetli
belediyecileri ayrı tutarsak, örneğin İstanbul gibi bir dünya mirası kenti
yöneten ''muhafazakârların'' bile, sadece ''mabetlere'' biraz ilgi gösterip,
tarihi kent dokusunu sürekli ihmal etmeleri, bu semtlerdeki eskiye ait ''yaşanmışlık''
gizlerinin değerini hâlâ kavrayamamış olmalarından da kaynaklanıyor...
Nitekim, durmadan ''üç imparatorluğun başkenti'' olmakla övünmenin de
UNESCO listesinde kalmaya bile yetmediği görülüyor...
'Direnen yürekler'...
İşte bu ''aydınlanmamış'' beyinlerin, kimi çok okumuş, çok yazmışlardan
da sıkça duyduğumuz bir söylemi var... Özellikle apartmanlaşmış
semtlerdeki hâlâ yok edilmemiş tek tük eski evler için ''çürük diş
gibiler'' diyorlar ve ekliyorlar: ''bunları neden korumak isterler, anlamak mümkün
değil...''
Belki bu gibi ''anlama zorluğu'' çeken aydınları da ''aydınlatmayı'' sağlayacak
bir yarışma, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenleniyor... Başkan
Ahmet Piriştina 'nın ifadesiyle, ''komşu bina yıkılıp 8 katlı apartmana dönüşürken,
anılarına ve kültürüne sahip çıkarak eski evini müteahhide teslim
etmeden yaşatanlara'' , bugünün ve geleceğin İzmirlileri adına ''teşekkür
ve onur ödülü'' verilecek...
Yani, yaşama hâlâ kucak açan ''çürük dişler'' in her birinin, aslında
çürümüş bir duyarsızlığa karşı direnen ''altın yürekler'' olduğu anımsanacak...
Yıllardır ''rantları reddeden'' yüksek bir bilincin, ''kentsel kanıtları
ve özverili tanıkları'' olarak kutlanacaklar...
Eylül (2003) ayında sonuçlanacak ve her yıl yinelenmesi de planlanan bu
yarışmada, sadece evlerini yaşatanlara değil ''başarılı olarak restore
edenlere'' ve bunda örnek olabilecek uygulamaların ''mimarlarına, yapımcılarına
ve ustalarına'' da ödüller var...
Dünya miras listesinde yer almayan İzmir'deki bu ''aydınlanma'' nın, aynı
listede sorgulanmaya başlayan İstanbul'a da ışığının vurması dileğiyle...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|