reklam

21 Haziran 2003 Cumartesi
Ana Sayfa > Haberler

143 yıldır beceremediğimiz iş

İstanbul'un ulaşım sorununu kesin çözmek için 19. yüzyılın ortalarında gündeme gelen tüp geçit meselesi bugün hâlâ konuşulmaya devam ediyor. Neredeyse yüz elli yıldır mühendisler 'yeraltı' diyor, ama devletimiz nedense çözümü 'gökte' aramakta direniyor.

Yazıma başlamadan önce okurlarımdan peşin peşin özür dilemek istiyorum: (1) Kimi nedenlerden ötürü yazılarıma iki hafta ara vermek zorunda kaldım; (2) Yine can sıkıcı bazı konulardan bahsedeceğim; (3) Bu hafta biraz bencillik edip, bu sayfayı kişisel çıkarlarım için kullanacağım. Bu son nokta çok önemli! Kişisel çıkar derken yanlış anlaşılmasını istemem. Amacım hortumcu yeğenimi falan aklamak değil. Ben sadece oturduğum mahalleyi kurtarmaya çalışıyorum. Arnavutköy'ün, köprünün soğuk gri ayaklarının altında kalması an meselesi olan güzelim evlerine, yaşadığı yerin heba edilmesine izin vermemeye çalışan bir avuç 'mahalleli' ye bir tarihçi olarak arka çıkmaya çalışıyorum. Amaç aracı affettirir. Bu seferlik beni mazur görün.

Yaya şehri İstanbul
Öteden beri bir yaya şehri olan İstanbul'da toplu taşımacılığın bir ihtiyaç halini aldığı yıllar, 19. yüzyılın ortalarıdır. Kent planlaması ve toplu taşımacılık gibi Batılı kavramlar ilk kez bu bu dönemde devlet yönetiminin dikkatini çekmiş, artan nüfus ve hareketlilikle birlikte ulaşım da ilk kez bu dönemde önemli bir sorun haline gelmiştir. Fetihten beri İstanbul adı aslında kentin tek bir bölgesini ifade ederdi.

O da sur içindeki tarihi yarımadaydı. Onun dışında kalan Eyüp, Galata ve Üsküdar ise 'üç belde' anlamına gelen 'Bilad-ı Selase' adıyla anılırdı. Yönetim olarak da birbirinden ayrılan bu yapı içinde İstanbul, aslında dört ayrı kentin birleşimi gibiydi. 19. yüzyıla kadar bu dört birim arasındaki ilişkiler hayli gevşekti.

Örneğin Eyüp'te oturan bir insanın pek nadiren Üsküdar'da işi olur, gerektiği zaman da ulaşım ihtiyacını sandalla, kayıkla karşılardı. Karadaki ulaşımsa çoğu zaman yürüyerek ya da binek hayvanlarıyla karşılanırdı. Zaten daracık ve kargacık burgacık sokaklar da bundan başkasına izin vermezdi.

Toplu taşımaya ilk adım
Ne var ki özellikle Tanzimat'tan sonra kentte önemli bir hareketlilik başladı. Galata başlı başına bir iş ve ticaret merkezi haline geldi. Boğaziçi'nin rağbet görmeye başlamasıyla her gün İstanbul'a inip geri dönen büyük bir insan kitlesi oluştu. Eski dönemin görece durağan nüfus yapısının yerini dinamik, seyahat eden bir nüfus aldı.

Artık insanların ulaşım ihtiyacını atla ya da kayıkla karşılaması mümkün değildi. İşte bu yüzdendir ki 1836'da Unkapanı ile Azapkapı arasına, 1845'te de Eminönü ile Karaköy arasına köprüler inşa edildi. Boğaz'la Üsküdar'ı daha hızlı ve güvenilir bir şekilde kente bağlamak için 1851'de Şirket-i Hayriye kuruldu. 1869'da ilk tramvay imtiyazı verildi.

Aynı yıl Fransız mühendis Eugene Henri Gavand 'a Karaköy'le Pera arasında bir metro yapma ve işletme imtiyazı tanındı. Tüm bu ulaşım araçlarının hızla benimsenerek başarılı birer ticari işletme halini alması, diğer pek çok girişimciyi de yeni projeler üretmeye yönlendirdi.

İlk tüp geçit projeleri
Avrupa ile Asya arasında tren seferlerinin kesintisiz bir şekilde gerçekleştirilmesi ve demiryoluyla insan ve yük taşınmasına yönelik ilk 'tüp geçit' projesi Fransız mühendis S. Preaut 'a ait.

Preaut'un 'Denizaltı Köprüsü' adını verdiği bu projenin yaklaşık 1860 yılına ait olduğu sanılıyor. Ne yazık ki projeye ilişkin bugün elimizde fazla bilgi yok. Çağının çok ötesindeki 143 yıllık bu girişime ilişkin elimizdeki tek belge, halen İstanbul Belediyesi'nin arşivinde bulunan bir avan-proje.

Bu projenin başına neler geldiğini ya da niçin kabul edilmediğini bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz şey, belki de o gün hayal ürünü olarak değerlendirilen bu projenin tek olmadığı. Buna çok benzer iki tasarıdan ilkinin sahibi, İstanbul Tüneli'nin de mucidi ve girişimcisi olan Eugene Henri Gavand. Fransız mühendisin 'Yeni Şehir Projesi' adını verdiği önerisi, İstanbul'u Kumkapı'dan Ortaköy'e kadar kateden ve büyük kısmı yeraltından geçen bir demiryolu hattını içeriyordu. Bu hattın bir kolu da Sarayburnu'ndan Üsküdar'a uzanıyordu.

Bu kol sayesinde Avrupa'dan gelen trenler hiç durmaksızın yollarına devam edebileceklerdi. İkinci proje ise üç Amerikalı mühendise aitti ve 1902 tarihini taşıyordu. Bu proje de Gavand'ınki gibi Sarayburnu ile Salacak arasında kesintisiz bir demiryolu bağlantısı sağlamayı amaçlıyordu. Bunun için denizin dibine 16 payandayla raptedilmiş bir tüp geçit kurulacak ve bu geçidin içinden ikisi yolcu, biri de eşya taşıyacak üç vagonlu bir tren işleyecekti.

Gelgelelim her üç proje de hükümet tarafından geri çevrildi. Belki imkânsızlıktan, belki de dar görüşlülükten. Ama öyle görünüyor ki İstanbul'un ulaşım sorununu çözecek gerçekçi ve kalıcı çözümler, neredeyse 150 yıldır hep aynı istikameti gösteriyor. Ama nedense devlet idaresi, 150 yıldır çözümü yerde değil gökte arıyor.
Cumhuriyet

 

Haziran 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01
02 03 04 05 06 07 08
09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29

30

diğer aylar için tıklayın

Personel arayanlar, iş arayanlar, ilan vermek isteyenler, artık Arkitera Kariyer sayfalarında buluşuyor.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz