Bienal de Venedik gibi batıyor mu
yoksa?

50. Venedik Bienali'nin altyapısı çöküyor: Gümrük tıkandı, su bitti,
elektrik kesildi, çöpler dağ gibi yığıldı. Halk, buna dayanıyor, çünkü
Bienal büyük bir kazanç kapısı.
'Düşler ve Çatışkılar: İzleyicinin Diktatörlüğü' başlıklı 50.
Venedik Bienali, kesin kendini bağıra çağıra dışavurduğu bir panayır
gibi. A'dan Z'ye 400'e yakın ünlü/ün-süz, zengin/yoksul, bilgili/bilgisiz,
iyimser/ kötümser sanatçının, onları bir araya getiren küratörlerin
parlak düşleri, yan yana dizili.
Çok farklı siyasal yönetimlerin ve ekonomik durumların egemen olduğu ülkelerden
gelen sanatçıların, güncel kültür politikası güçlü ve zengin ülkelerin
pavyonlarının görkemli donanımına karşın, aynı platformda yer almaları,
hangi siyasal-ekonomik coğrafyadan olursa olsun, sanat üretiminin sınır tanımayan
yayılma açlığının ve iradesinin de göstergesi. İran gibi dışa kapalı
bir ülke de katıldığına göre Venedik Bienali, güncel sanata yatırım
yapmaya hiç gönlü olmayan devletlerin bile sergi açmadan edemeyecegi bir
konumda.
Venedik, kırılgan altyapısıyla ve rutubetli sıcağıyla, birbiriyle kültür
rekabetine girişmiş altmışı aşkın ülkenin sanatçısına, sanat uzmanına,
basınına, koleksiyoncusuna, galericisine, izleyicisine hizmet vermek gibi ağır
bir yükün altında ezildi. Gümrük tıkandı, taşımacılık ak-sadı,
elektrik kesildi, su bitti, tuvaletler tıkandı, çöp dağ gibi yığıldı.
Ev sahipleri ve konuklar karşılıklı ter döktü. Venedikli, bir hafta bu işkenceye
dayanıyor, çünkü Bienal, 'milyar eu-ro'larla ifade edilen büyük kazanç
kapısı.
İlk günlerin çılgın kalabalığı
12 Haziran sabahı sergiler basma açıldığında, yüzde 40 oranında, yapıt
yerleştirme işi sürmekteydi. Ellerinde yelpazelerle, su şişeleriyle yalınayak
gezmeyi, buhar kazanı gibi video odalarına girmeyi göze alan gazeteciler ve
sanat uzmanları o gün sergileri yarım yamalak gördüler. Türkiye pavyonu
da, once gümrük tıkanıklığının, daha sonra elektrik kesintisinin kurbanı
oldu ve sergi ancak 13 Haziran'da açılıştan bir saat kadar önce tamamlandı.
İlk günlerin çılgın kalabalığının içine sürüklendiği isterik
ortamı, modernizmle büyüyüp, post-modernizmde aşırılaşan sanat sistemin
yarattığı açıkça görülüyor. Modernizmde sistemin baş aktörleri
ideolojiler yaratan sanatçılardı; bugün ise bir baş aktörden söz etmek
olanaksız; kendi kendini üreten/yöneten, sanat pazan kurallarını uygulayan
bir iletişim ağının değişik işlevler taşıyan aktörleri, sanatçıyı
bu ağın içindeki kesişme noktalarına yerleştirip kaldırıyor. Bu ağın
diktatörleri izleyiciler mi, yoksa ağı besleyen sanat yatırımcıları ve
onlara bağlı çalışan sanat uzmanları mı?
Arsenale'deki Francesco Bonami yönetiminde sekiz ayrı küratörün
sergilerinde, yaşam içinde asla bir araya gelemeyecek sanatçıların yan yana
gelişleri bu işleme bir örnek oluşturuyor; tekdüze bir örgü işlemi
Art&Language, Gilbert&George, John Baldessari, Ansel Kiefer,
Michelangelo Pistoletto, Roman Opalka gibi dünkü öncüler, Rem Koolhas, Araki
Isozata, Hasan Fathy gibi modernist mimarlar, mesleğe ilk adımı atan sanatçılarla
karşı karşıya getiriliyor. Tekniklerin gelişigüzel kullanıldığı, birçok
şeyi birden anlatmaya çalışırken hiçbir şeyi anlatamayan yapıtların
kalabalığı içinde, o 'soylu' işler nerdeyse gözden kaçıyor.
Arsenale'deki bu sekiz sergiyi, Giardini'deki 30, Venedik içindeki 20 ülke
pavyonunu ve 50 Extra başlıklı sergileri görmek isteyenlerin bu işe en az dört
gün ayırmalan gerekiyor.
Bienalde özellikle ABD ve İsrail pavyonları dikkati çeker; bu yıl da
durum aynıydı (ikisinin de önünde uzun kuyruklar olduğu için, ben
izleyemedim). İsrail pavyonunda, Michal Rovner'in Time Left' (Kalan Zaman) ve
'Data Zone' (Data Bolgesi) adlı herkesi etkileyen iki video yerleştirmesi, ABD
pavyonunda Fred Wilson'un Venedik'teki Afrikalıların geçmişten günümüze
varlığı üstüne, kesin biraz abartmış dediği, bir yerleştirmesi yer alıyor.
İki pavyon ise kapalı; birincisi gerçekten (Venezuella), ikincisi,
sanatsal yönden (İspanya) Roza Martinez'in küratörlüğünü yaptığı İspanya
pavyonunda Santiago Sierra, pavyonun iç bölümüne boydan boya duvar ördürtmüş.
Bir işaret izleyiciyi pavyonun arkasına yönlendiriyor; orada arka kapıda iki
polis bekliyor ve ancak İspanyol pasaportluları içeri so-kuyor. Bu EU
pasaportu olmalıydı!
Venezuella pavyonu bu işi gölgeledi. Sanatçı Pedro Morales'in internet işi
Venezuela Kültür Bakanlığı tarafından sansür edilmiş ve pavyon açılmamış.
Sanatçı, 'City Rooms' (Kent Odaları) başlıklı işinde geçen yıl
Venezuella halkının geçirdiği deneyimleri yansıtıyor (bkz. www.pedromorales.com).
Beğeniye göre yapıtlar
Bienalde beğeniye göre iş var. Avustralya pavyonunda Patricia Piccini'nin,
genetik mü-dahalelere uğramış insanları gösteren silikonları yer alıyor;
daha önce birçok sanatçı tarafından yapılmış bu tür kabusları
sevenlere... Britanya pavyonunda Chris Ofili'nin kırmızı-yeşil odalardaki kırmızı-yeşil
süslemeli resimleri 'kiçsiz' yaşayamayanlara Jana Sterbak'ın Kanada
pavyonundaki olağanüstü başarılı video yerleştirmesi, köpek ve doğa
severlere...
Eski SSCB ülkeleri, Uzakdoğu ülkeleri, İskoçya, Galler, İrlanda Venedik
içinde kiraları 15 bin-60 bin euro arasında değişen saray ve depolarda yer
alıyor. Gerçekçi sergi bütçesi 100 bin -300 bin euro arasında olmalı;
bunun altına düşünce büyük zorluklar söz konusu. Türkiye'nin sergi bütçesi
70 bin euro olabildi. Türkiye'nin bienalde beş kez temsil edilmesini sağlayabildiğim
için, mutluluk duyuyorum. Bu katılımların hepsi bir maceraydı; çünkü
devletin kısıtlı olanakları, sponsorların mütevazi katkıları, sanatçıların
özverileriyle ger-çekleşti. Avrupalılar, bu ülkede futbol ve Erovizyon için
milyon dolarlar olduğunu, ama bu tür uluslararası sergilere birkaç yüz bin
dolar bile verilemediğini biliyor ve kıs kıs gülüyor!
Radikal-Beral Madra
|