reklam

08 Temmuz 2003 Salı
Ana Sayfa > Haberler

Foça kurban edilmesin

Foça, Ege'nin en şirin sahil kasabalarından biri. Mafya yağmasına uğramamış, betonlaşma başlamış olsa bile henüz en az "tahrip edilmiş" birkaç kıyı kentimizden biri. Küçük Deniz ve Büyük Deniz diye adlandırılan doğal limanlarıyla, koylarıyla, adalarıyla Antik dönemde de önemli bir kent ve ticari çekim merkezi olmuş. 3,000 yıllık geçmişiyle başta Marsilya ve Samsun olmak üzere Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında 50 civarında koloniler kuran ve Atina, Venedik ve Roma gibi kentleri de kolonileri arasına katan insanların yaşadığı bir kent olmuş.

Foça gelmiş geçmiş bütün uygarlıkların izlerini taşıyarak ve dünyadaki kültür mirasları arasında önemli bir yer tutarak yaşayagelmiş bir kent. Bu nedenle kentin tamamı sit alanı olarak koruma altına alınmış durumda. Nereyi kazsalar tapınaklar, sunaklar, tiyatrolar, mozaikler, lahitler, çanak-çömlekler çıkmış. Yalnızca yeraltı arkeolojik zenginliğinden ötürü değil, ayrıca Rumlardan kalma taş evlerin ve sokakların yarattığı mimari dokunun oluşturduğu yerüstü kültür mirası da Foça'nın "kentsel" bir sit alanı olarak koruma altına alınmasına neden olmuş. Buna ek olarak özellikli

bitki yapısı ve hayvan çeşitleriyle "doğal sit alanı" ilan edilmiş. Böylece ülkemizde hem arkeolojik, hem kentsel ve hem de doğal sit alanı olarak koruma altına alınan tek kent olma özelliğini taşıyor Foça. Peki, Foçalılar kentlerini korumak istiyorlar mı? Devlet istiyor mu? Yerel yönetim istiyor mu? Geçtiğimiz günlerde (25 Haziran), kentteki arkeolojik kazıları 14 yıldır yürüten Prof. Ömer Özyiğit'in bu görevinden alındığına ilişkin Belediye mikrofonlarından anonslar verildi ve bunu kutlamak üzere Belediye meydanında lokma döktürülerek halka dağıtılacağı bildirildi. Belediye yönetiminin bu tutumunun ciddiyet, ahlâk ve yasal boyutu konumuzun

dışında, ama görülüyor ki, yukarıdaki soruya yanıt ararken önemli sorunlarla karşı karşıyayız. Ve Foça, hele orman arazileri ve sit alanlarıyla ilgili son tartışmalı yasadan sonra gerçekten korunabilir mi? Ve yeniden aynı soru: Foçalılar kentlerini korumak istiyorlar mı?

Eğer Foçalı diye 80 yıl önce buraya yerleştirilenler kastediliyorsa yanıtın "evet" olması pek kuşkulu. Çünkü henüz rant sağlamak üzere betonlaştıramadıkları arsa ve taş evlere onlar sahipler ve önlerindeki en büyük engel olarak da sit kavramını görüyorlar. Sit kavramı ise onlar için Ömer Özyiğit adı ile özdeşleşmiş durumda. Bu imajı yaratan da ne yazık ki yerel politikacılar olmuş. Eğer Foçalı diye kentin tarihsel ve kültürel değerini bilen ve en az talan edilmiş çok güzel bir kıyı kentinde yaşama sevinciyle buraya yerleşenler kastediliyorsa yanıt "evet" olacaktır. Betonlaşmanın ve paranın tamamen egemen olduğu banal ve kaba bir turizme kurban etmemek için, kültürel mirasını ve kimliğini yitirmemesi için korumaya çalışacaklardır Foça'yı. Bunu söyleyenlerin sayısı az değil.

Sit denen bela
Son 14 yıldır yerel politikacıların kimisi iktidara gelmeleri halinde ilk iş olarak bu sit denen "belayı" ortadan kaldıracaklarını, vatandaşların rahat rahat taş evlerini yıkarak yerine apartman yapmaları için ruhsat vereceklerini söyleyerek oy istediler. Kimileri ise resmi açıklamalarında sit'i koruyacaklarından söz ettiler ama bunu nasıl, kimlerle ve hangi programla yapacakları konusunda bir ipucu vermediler. Söyledikleri ve savundukları ne olursa olsun, sonuca bakıldığında, bu 14 yıl içinde yüzlerce bina yapıldı. Sahil bandındaki evlerin hemen hepsine kaçak inşaatla katlar eklendi, mahkemelerce alınan yıkım kararları çeşitli yollarla geciktirilerek bugüne kadar uygulanmadı.

Bu 14 yıl içinde bir yandan belediye yönetimleri ve öte yandan Prof. Ömer Özyiğit ile çevre gönüllüleri birbirlerini belki yüz kez mahkemeye verdiler. Özellikle asli görevi "çözüm üretmek" olan belediye yönetimlerinin bunun yerine kıran kırana çekişmeyi yeğlemesi Foça'yı 14 yıl geriletti, çirkinleştirdi, yaratılan gerilimle insanlarını hırçınlaştırdı, toplumsal yaşama ve kentin sorunlarına karşı vurdumduymaz olmalarına yol açtı, sonuçta uygar ilişkilerin geliştiği modern bir kentleşmenin önü kapandı. Ülkemizde hiç de yabancısı olmadığımız "hukuk" çerçevesi içinde kalmak ve bu çerçeveyi zorlamak biçiminde sürdürülen bu savaşta belediye yönetimi neredeyse hep kaybeden taraf oldu. Hem Foça'daki "kazılar grup başkanı" sıfatıyla, hem de yıllarca İzmir'deki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndaki yönetim kurulu üyeliği ile Ömer Özyiğit bu uzun süreli çatışmanın odağında oldu ve muhakkak birçok yanlış yaptı. Ancak onun yerel yönetim tarafından günah keçisi olarak gösterilmesi ve "Ey ahali, bakın bu adamdan kurtulduk, artık bütün sorunlar bitti" dercesine ikinci kez görevden alındığı için ilanlar verip lokmalar döktürmesini Belediye'nin resmiyetiyle bağdaştırmak oldukça zor. Böyle yaparak 14 yıldır süregelen yetersizliklerin, yanlışların ve özürlerin sorumluluğundan kaçılamaz. Yerel yönetimde yaklaşım ve vizyon değişikliği olmadığı sürece yarın kazılar yeniden başlatılacak ve yeni gelecek yönetici arkeologla aynı çelişkiler yeniden yaşanacak.

İnsanlığın ortak malı
Belediye yöneticileri unutmamalı ki, topraklarımızda devraldığımız insanlık kültür mirasını, tarihsel değerleri ve doğal çevreyi korumak uluslararası hukuğun onlara yüklediği zorunluluklardır. Ve uluslararası hukuk, ulusal yasaların ve mevzuatın üzerindedir. Devletimiz bu konuda başta Paris, Granada ve Malta Sözleşmeleri olmak üzere birçok anlaşmaya imza attı. Bu anlaşmalar, tarihten gelen kültür mirasını yalnızca bulundukları ülkelerin değil, bütün insanlığın ortak değerleri ve malı olarak tanımlar ve sit alanlarındaki kazıları durdurmak şöyle dursun, finansman, teknoloji ve uzman personel desteğiyle geliştirilmesini emreder.

Sit alanlarının yapılanmaya açılarak yağmalanması çabalarının yoğunlaştığı şu günlerde, insanlık önünde bir kez daha suçluluğun yüz karasıyla durup kalmamak için Foça'nın 14 yıldır sürüncemede olan "Koruma Amaçlı İmar Planı"nın gerçekten korumayı gözeterek sonuçlandırılması gerekmez mi artık? Bu kilitlenmiş durumu çözmek için etkin bir çalışma ve izleme mekanizması kurmanın zamanı değil mi? Bunun için adı komite, komisyon, vb. ne olursa olsun, tarafsız bir organ oluşturmak doğru olmaz mı? Uluslararası hukuk ve anlaşmaları bilen, modern günlük yaşamın zorunlu kıldığı konut gereksinimiyle eski mimari dokuyu uyuşturacak bilgi ve yaratıcılığa sahip, deney birikimi, estetik kaygıları olan ve öngörü yetileri gelişkin uzmanların oluşturacağı böyle bir organa her türlü "yapma" ve "uzlaştırma" yetkisi verilemez mi? Yoksa Foça'nın doğal sit alanı içinde kalan birbirinden güzel koyları kısa sürede rantiyecilerin elinde çirkin bir mimariyle betonlaştırılacak. Hangi ülkede ve kaç tane kesintisiz 3,000 yıldır yaşayan kent var? Foça'yı da tarihten silip atmayı mı yeğleyeceğiz?
Radikal - Turhan Kayaoğlu

 

Temmuz 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Etkinlik

Adatepe Taşmektep 2003 Yaz Seminerleri

7 Temmuz - 24 Ağustos 2003 Adatepe

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz