Burası Yalova değil sanki AKSA
kasabası
Yalova'da AKSA'ya karşı hukuki mücadele vermek imkansız. Burası tam bir
şirket kasabası gibi... İstanbul'daki hakim arkadaşlara davayı anlatıyorum.
'Kesin kazanırsın' diyorlar. Yalova'ya dönüyorum. Dava bitmek bilmiyor
AKSA'ya en ciddi suçlamaları getirmekle kalmayıp, en büyük davaları açanlardan
biri de istanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan... İsvan AKSA'nın komşusu.
1950 yılında Taşköprü'de 480 dönümlük bir arazi satın almış. O zaman
ortada ne AKSA var, ne de Altınkum Sitesi... Bu durumda AKSA'nın kuruluşundan
yıllar sonra konulan yarıçapı 1200 metrelik koruma bandı, İsvan'a göre tümüyle
anlamsız. Daha doğrusu AKSA'nın burada kurulması nereden bakarsanız yanlış.
İsvan ilginç bir benzetmeyle durumu özetliyor: "Bir apartmanda
oturuyorsunuz. Yan dairenize biri taşınıyor. Kapınızı çalıyor. 'Komşu,
ben evde barut üretiyorum. Her an bir kaza olabilir. İyisi mi sen buradan taşın'
diyor. İşte AKSA'nın bana yaptığı bu." İsvan da AKSA'nın Yalova'da
hükümet gibi davrandığı görüşünde... "Yalova sanki bir 'company
town'. Yani şirket kasabası gibi... Burada AKSA'ya karşı hukuki mücadele
vermek imkansız. İstanbul'daki hakim arkadaşlarıma davayı anlatıyorum.
'Kesin kazanırsın' diyorlar. Yalova'ya dönüyorum. Dava bitmek bilmiyor. Dört
yıldır mahkeme koridorlarında sürünüyorum" diyor.
Çok vahim bir durumdayız
17 Ağustos'tan sonra yaşananları anlatabilir misiniz?
Hukuk devletinin çok zayıf olduğu Türkiye'de dahi, 'Sahi mi söylüyorsunuz,
böyle bir şey olamaz' denecek kadar vahim bir durum var ortada. AKSA buraya
1970'lerin başında geldi. O tarihte fabrika yapmak için özel izin
gerekmiyordu. Derken fabrika açıldı. Sonra Çevre Kanunu çıktı. Kanuna göre
fabrikalar çevrelerinde yarattıkları tehlike ölçüsünde boş bir alan
muhafaza etmek zorundalar. AKSA'nın çevresinde böyle bir koruma bandı yoktu.
Fabrika sınırlarının bittiği yerde benim arazim başlıyordu. Sağlık
Bakanlığı, eş zamanlı olarak Yalova Belediyesi'ne başvurdu. Ve bu fabrikanın,
akrilonitril denen çok tehlikeli, çok kanserojen bir madde muhafaza ettiği için
birinci sınıf gayrisıhhi müessese sayıldığını ifade etti ve 'Çevresinde
1.200 metre çapında bir alam koruma bandı olarak bırakın' dedi.
Mülkiyet hakkımız kalmadı
Peki Yalova Belediyesi ne yaptı?
Yalova Belediyesi, doğal olarak red kararı verdi. Ama fabrika idare
Mahkemesi'ne gitti. Ve tabii ki mahkeme Yalova Belediyesi'ni suçlu buldu. 5 köyü
kapsayan imar planı, koruma bandı olmadığı gerekçesiyle kalktı. İmar
planının kalkması fabrika için yetmiyor. Koruma bandı koymak
mecburiyetindeler. Bunun üzerine Bayındırlık Bakanlığı imar yetkisini
Yalova Belediyesi'nden alarak istanbul vilayetine verdi. Vilayet de
arazilerimizi koruma bandına aldı.
Bu durumda arazileriniz ne oldu?
İşte hukukçuların kabul edemeyeceği şey bu. Biz 55 yıldır burada çiftçilik
yapıyoruz. Ama artık bu topraklar üzerinde hiçbir mülkiyet hakkımız
kalmadı. Çünkü koruma bandı üzerinde inşaat yapamazsınız.
Nasıl olur da bir başkasının arazisi fabrikaya hizmet etmek için boş
tutulur?
Bakın şöyle anlatayım size: Bitişik dairenizi biri satın alıyor. Barut
imal ediyor. 'Çık yerinden. Burası tehlikeli. Boş dursun senin dairen.
Oturursan patlama olabilir, yangın çıkabilir, canından olursun' diyor...
AKSA'nın bana yaptığı bu.
Böyle bir araziye, üstelik de fay hattı üzerinde, böyle bir fabrikanın
kurulması doğru mu sizce?
O tarihlerde fabrika nereye kurulur diye yasa yoktu. Bu yönden AKSA'yı suçlamaya
hakkımız yok. Ama ondan sonrası için çok suçlamalıyız. Fabrika yöneticileri
gerçekten bu kadar büyük bir koruma bandı bırakmak mecburiyeti doğunca ne
yapacaklarını şaşırdılar. Buraları satın alıp 'işte koruma bandı'
diyeceklerine başka yollara saptılar...
Peki depremden sonrası...
Zehirli gaz sızıntısı olunca jandarma '10 dakika içinde evlerinizi terk
edin' diye uyanda bulundu. 7 gün buralara gelemedik. Sonra gelip ürünlerimizden
sulayabildiğimiz kadarını suladık. Ve satmaya başladık. O günlerde Altınkum'dan
biri arayıp, "Sen bu domatesleri, patlıcanları satıyorsun. Ama AKSA
buraya kamyonla adamlar gönderdi. Ölmüş, kedi köpek ne varsa topluyorlar.
Burada bir domates tarlası gördüler. 'Bunları yemeyin' diye uyardılar.
Haberin olsun" dedi.
Siz ne yaptınız?
Bunun üzerine hemen kriz masasına "Bu ürünlerin zehirli olup olmadığını
tespit edin" diye bir dilekçe gönderdim... Ve cevap gelmesini beklemeden
o ürünleri satmayıp imha etmeye başladım. 3-4 gün sonra Uludağ Üniversitesi
'satılmasın' diye rapor verdi. Vilayet de "Bu ürünlerin satılmamasına,
bedellerinin fabrika tarafından ödenmesine diye..." karar çıkarttı. 5
gün sonra fabrikanın müdür muavini geldi. "Zararınızı tazmin etmek
istiyoruz" dedi. "İyi" dedim. Çok düşük fiyatla hesap ettim,
2 milyar 250 bin lira tuttu. "Tamam, 2.5 milyar veririz" dedi.
"Hayır 2 milyar 250 milyon lira. Ama bundan sonra ne olacacak berebar göreceğiz"
dedim. Ertesi gün gazeteye sarılı tomarla yine 2.5 milyar getirmiş.
"Yanlış getirmişsiniz" deyip 250 milyonu iade ettim. Bir ibraname
çıkardı. İbranamede, "Bir doğa afeti olan depremden dolayı fabrikanın
hiçbir mesuliyeti olmamasına, fabrika yöneticilerinin bütün gayretlerini
sarf etmelerine rağmen vuku bulan zarardan ötürü hiçbir hakkım kalmamak üzere
2 milyar 250 bin lirayı aldım" diyor. "Bunu imzalamam" dedim.
Doğan Taşdelen'in teşekkürü
Satılamaz raporu verilmeden önce bilmeden sattığınız ürünler oldu mu?
Maalesef... O ilk iki gün sattıklarımızdan yiyenler de oldu. Zaten ancak 20
gün kadar sonra yapılan tahlillerde zehirli madde olmadığını anlatan bir
tebliğ geldi. Ben bu 20 gün boyunca imha ettiğim ürünün parasını da
istedim. Vermediler. Bunun üzerine İl Tarım Müdürlüğü'ne başvurdum.
Gelip tespit yaptılar. O tespite istinaden dava açtım. Hâlâ yürüyor.
Vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aslında 15-20 milyarlık bir
zarar. Bu fabrikanın bir kalemde ödeyeceği bir miktar. Ama benimle zıtlaştıkları
için, ben hep sorunları dile getirdiğim için ödemiyorlar. İlk gün 250
milyon değil, 250 milyar da isteseydim öderdiler. Bir şartla... Adım gibi
biliyorum. Ben çıkacağım, 'Fabrika elinden geleni yaptı. Çok müteşekkiriz.
Bu felaketten bizi onlar kurtardı' gibi laflar edeceğim. Bu tür sözler söyleyen
adamları vardır. Mesela, Çevre Bakanlığı Müsteşarı Doğan Taşdalen'in
bir teşekkür mektubu var. Aynı kişi önce "Fabrika durdurulmalıdır"
diyor. Sonra, "Krizi çok iyi yönettiniz" diye teşekkür mektubu
yolluyor. Anladınız mı?
Vatan
|