Emperyalist bir müze düşü
İnsanlık mirası bir süre
sonra sadece Batı mirası olarak tescil edilmiştir. British Museum ve
benzerlerinin gerçeği bu. Ama uygarlığın kökleri de oralardaki yapıtlarda.
250. yaşını kutlayan British Museum, dünyanın her tarafından toplanan,
kaçırılan yapıtlarla dolu. Bu tür müzeler, kültürel emperyalizmin
temellerini atıp kolonyalizmi meşrulaştırmıştır
Sayfamızın editörü arkadaşım Cem Erciyes telefonuma not bırakıp,
British Museum'un (BM) 250. kuruluş yılı olduğunu belirttikten sonra 'uyandırdığı
düşünceler' üstüne bir şeyler yazmanın hoş olacağını söylemiş.
Cem'in telefonunu alır almaz ışık hızıyla bir düşünce geçti kafamdan:
emperyalizm ve müze. Acaba BM'ye ve o karattaki müzelerle emperyalizm arasında
bir bağ kursam çok hoş olmaz mı diye düşünürken Radikal'in kültür
sanat sayfasında yayımlanan bir haber (29.7.2003) işin üstüne tüy dikti.
Habere göre Mısır'daki müze ve yetkililer şimdi BM'de sergilenen Rozetta
Taşı'nın kendilerine iade edilmesini istemekte, fakat Britanyalılar da bunu
reddetmekteymişler. BM'yi en son bir toplantı için gittiğimde yeniden
ziyaret ettim. Müzeyi birlikte gezdiğimiz kadim dostum Narınç'la bu taşı görmek
istemiştik. Ne var ki, taş, anlayamadığımız bir nedenle bir bantın arkasında
tutuluyor ve gösterilmiyordu.
Bu taşın önemi Mısır hiyerogliflerinin okunmasındadır. Malum,
bilinmeyen bir dilin sökülebilmesi için mutlaka o dille bir başka dilin
birlikte kullanıldığı bir metne ihtiyaç vardır. Hiyeroglifleri söken,
Paris'te her Saint-Germains semtine gittiğimde evinin önünden geçerek bir
kere daha andığım Şampolyon'un başarısı bu metni ele geçirdikten sonradır.
O sürecin öyküsünü, Ceram, hayatımda okuduğum en heyecan verici polisiye
romanlardan daha sürükleyici olan 'Tanrılar, Mezarlar, Bilginler' adlı
eserinde anlatır. Her neyse, bu değerde ve önemdeki taş, şu ya da bu yoldan
ama malum yöntemlerle şimdi BM'nin çatısı altında. Ver dendiğinde de
yetkililer hayır diyor.
Aynı şey benim bildiğim neredeyse o müzedeki her yapıt için geçerli.
Bir kere, Elgin Mermerleri var. Bunlar, orijinal olarak Atina'da Parthenon'da
bulunan frizler. Zamanında orada dururken Lord Elgin bunları aklına takıp,
bulundukları yerden söküp İngiltere'ye yola çıkarmaya karar veriyor. Doğal;
çünkü 19. yüzyıl 'filhellenik' (Yunan sevgisi) bir dönem. Herkes tıpkı Rönesans'ta
olduğu gibi yeniden Antik Yunan'ı keşfediyor. Bu atmosfer içinde Elgin
'sahiplendiği' mermerleri gemilere yükletiyor. Fakat gemiler yolda batıyor.
Elgin servetini, ilişkilerini seferber edip bu defa da onları denizden çıkararak
ülkesine eriştiriyor. Nice ozan bu mermerlere methiyeler düzüyor.
Parthenon'a benzesin diye...
İşin hazin tarafı şu: bu mermerler Parthenon'dayken bin bir türlü renkle
boyalı. Ne var ki, Avrupa zihni Antik Yunan'da her şeyin 'bembeyaz' olduğunu
düşündüğünden Elgin tuttuğu adamların eline tel fırçalar verip yapıtları
ağarıncaya kadar ovduruyor. Bugün bakanlar derin izler, oyuklar, çentikler görüyor
üstlerinde. Benzer bir iş bizim başımıza da gelmiştir. Halikarnas'ta
bulunan ve dünyanın yedi harikasından birisi sayılan Mozole de günü geldiğinde
İngiltere'ye kaçırılır. Orada, BM'nin duvarları arasına hapsedilir. Gel
zaman git zaman, Oxford'da Yakın Çağlar Tarihi eğitimi gören sürgün ve gönüllü
sürgün Halikarnas Balıkçısı bu işlerle uğraşmaya karar verdiğinde ve
Arşipel uygarlığı kavramını geliştirdiğinde yitik Mozole'nin ardına düşer.
Oturup Kraliçe'ye bir mektup yazar. O yapıt der, 'BM'nin karanlık duvarları
arasında saklanmak için değil Arşipel'in mavi göğü altında, mavi
denizine karşı dursun diye yapılmıştır. Lütfen onu ait olduğu ve ruhunun
bulunduğu yere iade edin'. Aldığı cevapta yapıtın geri verilemeyeceği
fakat arkasındaki duvarın maviye boyanacağı belirtilir. Daha kim bilir ne
kadar buna benzer öykü anlatılabilir BM hakkında. Bu durum sadece onun için
geçerli de değil ki. Sırada, Berlin Müzesi var, New York'ta Metropolitan
var, Paris'te Louvre ve daha niceleri var. Tümü çalıntı, taşınma ve hatta
gasp yoluyla getirilmiş yapıtlarla yüklü. O ülkeler bu yapıtları bir de dünyaya
göstererek her yıl milyonlarca dolar kazanıyor. Ama Bergama bizden, İştar
Mezopotamya'dan gitmiş kimin umurunda?
O kadar değil gerçi. Bu konuda çalışan kurumlar, uluslararası kuruluşlar,
örgütler var. Direnen ülkeler hiç değilse belli bir tarihten sonra yapılan
eski eser kaçaklığını bir ölçüde engelleyebiliyor. O yoldan dışarıya
çıkarılmış yapıtları geri alabiliyor. Türkiye de bu yoldan birçok yapıtına
kavuştu.
Suçlu bulundu: 19. Yüzyıl!
Bütün bunların altında yatan olgu 19. yüzyıl. O yüzyılda ortaya çıkan
hem Hellen tutkusu, hem de Oryantalizm düşüncesi bu müzelerin bu derece gelişmesine
yol açıyor. Bu anlamda müzelerin tarihi şaşırtacak derecede ilginç
olgularla yüklü. Örneğin Fransızların kendi dışlarında kalan kültürlere
duydukları ilgi İspanyol resminin Fransa'ya taşınması ve o ülkede oynadığı
rolle anlaşılabilir. İkincisi ve daha önemlisi bu hamlenin arkasındaki isim
olan Napolyon. Onun Mısır seferi bir kültür yağması gibidir. Devasa yapıtları
yüklenip Fransa'ya götürüp müzelere doldurması bir başlangıçtır ama İnsanlık
Müzesi'nin Afrika yapıtlarını yüklenmesi de benzeri bir adımdır. Bu türden
büyük müzelerin doğurduğu en önemli sonuçlardan birisi Oryantalizmdir. Müzeler,
belli bir Doğu ve geniş anlamda 'Batı dışı uygarlık' kavramının gelişmesine
yol açmıştır. Bu müzelerin önemli bölümü Batı dışı uygarlık kavramının
'ilkeller' anlayışıyla bütünleşmesinde rol oynamıştır. Asıl kültürel
emperyalizm budur ve bu Batı koloniyalizminin meşrulaştırılmasındaki en önemli
girişimdir.
İnsanlık mirası bir süre sonra sadece Batı mirası olarak tescil edilmiştir.
O müzelerin gerçeği bu. Ama şöyle ya da böyle uygarlığın kökleri
oralardaki yapıtlarda. Ben, BM'yi ilk Louis Armstrong'un okuduğu 'Sisli Bir Gün
Londra'da' adlı şarkıda sevmiştim. Sonra, bundan çeyrek yüzyıl önce bir
sabah kapısında dikilmiş, o gün içeri ilk giren ben olacağım diye beklemiştim.
O günden beri Londra benim için biraz da BM'dir. Çevresindeki eski kitap ve
antika satan küçük dükkânlar ve kahvelerdir. İçindeki yapıtların arkasındaki
karanlıkları bilmeme rağmen her gezdiğimde kendimi dünyaya yeniden gelmiş
gibi hissedişimi niye saklayayım?
Radikal - Hasan
Bülent Kahraman
|