İstanbul için son fırsat!
İstanbul'u depreme hazır hale getirmek için
"Deprem Master Planı" hazırlanıyor. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin dört üniversiteye hazırlattığı bu planın amacı yapılması
gerekenleri tespit etmek ve örnek uygulamaları yönlendirmek. Bu plan, yerleşim
sorunlarının bir felakete dönüşmesi ihtimali bulunan İstanbul ve Türkiye
için önemli bir fırsat. Bu fırsatın kullanılmasının ve planın başarılı
olmasının ise yalnızca bir koşulu var: Her kesimin 'biz ne yapabiliriz'
sorusunu kendi gündemine getirmesi. Çünkü profesyonel kuruluşlardan sivil
toplum kuruluşlarına herkesin bu plana nasıl katkıda bulunabileceğini açıklığa
kavuşturması, planın sonuçlarını belirleyecek.
Deprem planı nedir?
Biz uzmanlar çoğu zaman, kimseyi ilgilendirmeyen, uzlaşmayla gerçekleşmeyen,
temsil kabiliyeti olmayan kağıt parçalarına 'plan' adını veririz.
Hepimizin bildiği gibi bu kağıt parçalarını kimse ciddiye almaz. Halk
kuralları aşmak için siyasetçileri görevlendirir. Uzmanlar uygulanmadığından
yakınır. Türkiye'de çoğu zaman planlama faaliyetinden anlaşılan budur.
Peki afet hazırlığı ile ilgili planların farkı nedir, ne için yapılır?
'Olağan' planlar deprem gibi afet riskini dikkate almadığı, bu nedenle
deprem için özel planlar yapılması gerektiği için mi yapılırlar? Hayır.
Olağan koşullarda yapılan planlar da kentlilerin hayatını güvenceye almayı
amaçlar, riskleri gözönüne alırlar. Olağan planların da 'kentlilerin
hayatına kastetmek için' yapıldığını kimse iddia edemez. Bütün planlar,
projeler, her zaman gelişmeyi, güvenliği sağlamak için yapılır. Bundan
kesinlikle emin olabiliriz.
Ancak olağan planlama yöntemleri bu gelişmeyi sağlamıyorsa, sonuçta
halk bu planların amaçladığı akılcılaştırma fırsatlarından yararlanamıyorsa,
çözüm olduğu zannedilen yöntemlerin de birer sorun olduğunun farkedilmesi,
olağan planlama yöntemlerinin yenilenmesi gerekir. Afetle ilgili planların
temelinde olağan işleyişte ortaya çıkan sorunlar ve risklerden dolayı
farklılaşan bu tür öncelikler bulunur. Başka bir deyişle bu tür çalışmalar,
'olağan' işleyişi yeniden yapılandırmaya, varolan durumu
'tedavi' etmeye yönelik özel çalışmalardır. Afet hazırlığıyla
ilgili planlarda etkisiz kalan mevcut planlama yöntemleri, toplumsal aktörler
arası ilişkiler yeni koşulların yarattığı yeni dinamiklerle gözden geçirilmeye,
yeniden düzenlenmeye çalışılır. Başka bir deyişle bu tür çalışmalar
mevcut yerel politikaları, uygulanan yöntemleri 'tazelemek' için çok önemli
fırsatlardır.
Çünkü bu tür planlarla yönetimlerden yönetim işlevlerini yeniden düzenlemek
için bir dinamik yaratması beklenir. Dolayısı ile kamu yönetimleri,
uzmanlar, STK'lar ve planlama süreçlerinden dışlanan kesimler arasında bir
buluşma fırsatı ortaya çıkar. Olağan sorumlular, olağan görevliler dışındaki
'aktörler'in de gayretlerine ihtiyaç duyulur. STK'ların, yenilikçi
profesyonel deneyimlere susayan profesyonellerin seferber olup, bu fırsatı çok
iyi değerlendirmeleri gerekir.
Bu farklılığı yaratacak kesimler sorunlara yönetim katından cevap
aramaya çalıştıkça, sorunlardan beslenen kesimler ortaya çıkar. Sorunları
çözmek için ortaya konulan kurumlar, kurallar enerji, kaynak tüketen araçlar
haline gelir. Çevre, kültürel mirasın korunması gibi konularda yapılan
planların, alınan kararların, gerçekleştirilen kurumsallaşmaların akibeti
-ne yazık ki- çoğu zaman böyle oldu.
STK'lar plana nasıl katılır?
Olağan planlarda çoğu zaman 'toplumsal aktörler' içinde STK'ların olmadığı
görülür. Deprem planlarında ise farklı alanlara ve yerel koşullara yönelik
olarak sivil toplumun temsil kabiliyetini geliştirecek, çözümleri formüle
edip uygulayacak ve tarafları karşılıklı etkileşime açacak STK'lara
ihtiyaç bulunur. Bu nedenle STK'lar planlama süreçlerine diğer toplumsal aktörler
gibi yalnızca kendi kamu yararı kavramlarını temsil eden gruplar gibi katılamazlar.
Çünkü planlar, her ne kadar bir takım uzmanlık kurumları tarafından gerçekleştirilseler
de sonuçta yalnızca uzmanların çalışmalarından ibaret değildir. Plan hazırlığında,
halkın görüşlerinin alınacağından, katılımından sözedilmesi yeterli
değildir. Halkın katılımı için STK'ların bağımsız bir izleme
kapasitesinin olması ve yönetimlerle işbirliği yapmaları zorunludur. Deprem
planlarında STK'ların katkısı 'sivil toplumun temsilcileri' olarak 'görüş
bildirmeleri'nden ibaret olamaz.
Deprem planlarında uluslararası standartlara, destek sağlanması
hedeflenen kurumların çalışma yöntemlerine uygun olarak, STK'ların plan
hazırlığı sürecine nasıl katılacağının belirlenmesi gerekir. Planlama,
yönetimlerle sivil toplum (halk) arasında bir temsil ilişkisinin kurulması
demektir. Bu ilişkiyi sağlayan ise uzmanlık işlevleridir. Eğer uzmanlık
faaliyetleri yönetimlerin bir işlevi olarak gerçekleşirse, bu düzey fiilen
ortadan kalkar. Yönetimler sivil toplumun yerine geçer. Bu nedenle deprem
planları zorunlu olarak 'çok taraflı' çalışmalardır. Planlama kararları
halkın karşısına bitmiş ürünler olarak çıkamaz. Çıktığı takdirde
uzmanların veya yöneticilerin özel kararları olur, özelleşirler.
Kavramsallaştırıldıkları ölçüde kamu ürünü vasfı kazanırlar. Bu işlevi
STK'lar yerine getirir.
Deprem planı neleri içermeli?
İstanbul için hazırlanan Deprem Master Planı raporunda da toplumsal 'aktörlerin
müzakere ortamında buluşturulması, planlama önceliklerinin müzakere ortamında
belirlenmesi' ilkesi yeralıyor. Afet hazırlığının gerçek aktörlerin katılımı,
aktörler arasında bilgi paylaşımı ve iletişim kanallarının açık
tutulmasını temel alan bir yöntemle yapılması için STK'ların rolü açıklığa
kavuşturulmalı. Yerel yönetimler, STK'lar ve uzmanlık kuruluşlarının
biraraya getirildiği ölçeklendirme ve katılım mekanizmaları tanımlanmalı.
Kamuya ait bilgiyi temsil eden kurumların çalışmalarını eşit koşullar içinde
bütün STK'lara ve özel sektör temsilcilerine açması, araştırma, eğitim
amaçlı bilgilerin 'kamu sermayesi' olarak işlev görmesi ve bütün sivil aktörler
için bilgiye erişim koşulları açık ve tanımlı hale getirilmesi amaçlanmalı.
Planlama faaliyetinin ana sorunsalını oluşturan deprem riskinin, temel bir değişken
olarak esas planlama faaliyetlerine 'entegre edilmesi'nin nasıl mümkün
olabileceği bütün aktörlerle müzakere edilmeli.
Yurttaşlar, yerel yönetimler ve ilgili kurumlar planın hazırlanma sürecine
katılmalı. STK'lar toplumsal aktörleri ve sivil toplum temsilcilerini
planlama sürecine dahil etmek için sorumluluk üstlenmeli. Planlama kararlarının,
yönetimler dışındaki aktörlerle ilişki kurulmadan oluşturulamayacağı açık.
Varolan sorunlar genellikle yalnızca bir yönetimin eseri değil, süreklilik
taşıyan ve yönetimler ötesi bir işleyişin sorunları. Dolayısıyla
STK'ların, profesyonellerin taleplerinin yönetimlere karşı yapılan bir
muhalefet olmadığını, değişimin kendilerinden başladığını ve yönetimlere
de kendi siyasal başarılarını sağlayacak bir fırsat olduğunu göstermeleri
gerekir.
Radikal - Korhan Gümüş
|