reklam

04 Ağustos 2003 Pazartesi
Ana Sayfa > Haberler

İstanbul için son fırsat!

İstanbul'u depreme hazır hale getirmek için "Deprem Master Planı" hazırlanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin dört üniversiteye hazırlattığı bu planın amacı yapılması gerekenleri tespit etmek ve örnek uygulamaları yönlendirmek. Bu plan, yerleşim sorunlarının bir felakete dönüşmesi ihtimali bulunan İstanbul ve Türkiye için önemli bir fırsat. Bu fırsatın kullanılmasının ve planın başarılı olmasının ise yalnızca bir koşulu var: Her kesimin 'biz ne yapabiliriz' sorusunu kendi gündemine getirmesi. Çünkü profesyonel kuruluşlardan sivil toplum kuruluşlarına herkesin bu plana nasıl katkıda bulunabileceğini açıklığa kavuşturması, planın sonuçlarını belirleyecek.

Deprem planı nedir?
Biz uzmanlar çoğu zaman, kimseyi ilgilendirmeyen, uzlaşmayla gerçekleşmeyen, temsil kabiliyeti olmayan kağıt parçalarına 'plan' adını veririz. Hepimizin bildiği gibi bu kağıt parçalarını kimse ciddiye almaz. Halk kuralları aşmak için siyasetçileri görevlendirir. Uzmanlar uygulanmadığından yakınır. Türkiye'de çoğu zaman planlama faaliyetinden anlaşılan budur.
Peki afet hazırlığı ile ilgili planların farkı nedir, ne için yapılır? 'Olağan' planlar deprem gibi afet riskini dikkate almadığı, bu nedenle deprem için özel planlar yapılması gerektiği için mi yapılırlar? Hayır. Olağan koşullarda yapılan planlar da kentlilerin hayatını güvenceye almayı amaçlar, riskleri gözönüne alırlar. Olağan planların da 'kentlilerin hayatına kastetmek için' yapıldığını kimse iddia edemez. Bütün planlar, projeler, her zaman gelişmeyi, güvenliği sağlamak için yapılır. Bundan kesinlikle emin olabiliriz.

Ancak olağan planlama yöntemleri bu gelişmeyi sağlamıyorsa, sonuçta halk bu planların amaçladığı akılcılaştırma fırsatlarından yararlanamıyorsa, çözüm olduğu zannedilen yöntemlerin de birer sorun olduğunun farkedilmesi, olağan planlama yöntemlerinin yenilenmesi gerekir. Afetle ilgili planların temelinde olağan işleyişte ortaya çıkan sorunlar ve risklerden dolayı farklılaşan bu tür öncelikler bulunur. Başka bir deyişle bu tür çalışmalar, 'olağan' işleyişi yeniden yapılandırmaya, varolan durumu

'tedavi' etmeye yönelik özel çalışmalardır. Afet hazırlığıyla ilgili planlarda etkisiz kalan mevcut planlama yöntemleri, toplumsal aktörler arası ilişkiler yeni koşulların yarattığı yeni dinamiklerle gözden geçirilmeye, yeniden düzenlenmeye çalışılır. Başka bir deyişle bu tür çalışmalar mevcut yerel politikaları, uygulanan yöntemleri 'tazelemek' için çok önemli fırsatlardır.

Çünkü bu tür planlarla yönetimlerden yönetim işlevlerini yeniden düzenlemek için bir dinamik yaratması beklenir. Dolayısı ile kamu yönetimleri, uzmanlar, STK'lar ve planlama süreçlerinden dışlanan kesimler arasında bir buluşma fırsatı ortaya çıkar. Olağan sorumlular, olağan görevliler dışındaki 'aktörler'in de gayretlerine ihtiyaç duyulur. STK'ların, yenilikçi profesyonel deneyimlere susayan profesyonellerin seferber olup, bu fırsatı çok iyi değerlendirmeleri gerekir.

Bu farklılığı yaratacak kesimler sorunlara yönetim katından cevap aramaya çalıştıkça, sorunlardan beslenen kesimler ortaya çıkar. Sorunları çözmek için ortaya konulan kurumlar, kurallar enerji, kaynak tüketen araçlar haline gelir. Çevre, kültürel mirasın korunması gibi konularda yapılan planların, alınan kararların, gerçekleştirilen kurumsallaşmaların akibeti -ne yazık ki- çoğu zaman böyle oldu.

STK'lar plana nasıl katılır?
Olağan planlarda çoğu zaman 'toplumsal aktörler' içinde STK'ların olmadığı görülür. Deprem planlarında ise farklı alanlara ve yerel koşullara yönelik olarak sivil toplumun temsil kabiliyetini geliştirecek, çözümleri formüle edip uygulayacak ve tarafları karşılıklı etkileşime açacak STK'lara ihtiyaç bulunur. Bu nedenle STK'lar planlama süreçlerine diğer toplumsal aktörler gibi yalnızca kendi kamu yararı kavramlarını temsil eden gruplar gibi katılamazlar. Çünkü planlar, her ne kadar bir takım uzmanlık kurumları tarafından gerçekleştirilseler de sonuçta yalnızca uzmanların çalışmalarından ibaret değildir. Plan hazırlığında, halkın görüşlerinin alınacağından, katılımından sözedilmesi yeterli değildir. Halkın katılımı için STK'ların bağımsız bir izleme kapasitesinin olması ve yönetimlerle işbirliği yapmaları zorunludur. Deprem planlarında STK'ların katkısı 'sivil toplumun temsilcileri' olarak 'görüş bildirmeleri'nden ibaret olamaz. 

Deprem planlarında uluslararası standartlara, destek sağlanması hedeflenen kurumların çalışma yöntemlerine uygun olarak, STK'ların plan hazırlığı sürecine nasıl katılacağının belirlenmesi gerekir. Planlama, yönetimlerle sivil toplum (halk) arasında bir temsil ilişkisinin kurulması demektir. Bu ilişkiyi sağlayan ise uzmanlık işlevleridir. Eğer uzmanlık faaliyetleri yönetimlerin bir işlevi olarak gerçekleşirse, bu düzey fiilen ortadan kalkar. Yönetimler sivil toplumun yerine geçer. Bu nedenle deprem planları zorunlu olarak 'çok taraflı' çalışmalardır. Planlama kararları halkın karşısına bitmiş ürünler olarak çıkamaz. Çıktığı takdirde uzmanların veya yöneticilerin özel kararları olur, özelleşirler. Kavramsallaştırıldıkları ölçüde kamu ürünü vasfı kazanırlar. Bu işlevi STK'lar yerine getirir.

Deprem planı neleri içermeli?
İstanbul için hazırlanan Deprem Master Planı raporunda da toplumsal 'aktörlerin müzakere ortamında buluşturulması, planlama önceliklerinin müzakere ortamında belirlenmesi' ilkesi yeralıyor. Afet hazırlığının gerçek aktörlerin katılımı, aktörler arasında bilgi paylaşımı ve iletişim kanallarının açık tutulmasını temel alan bir yöntemle yapılması için STK'ların rolü açıklığa kavuşturulmalı. Yerel yönetimler, STK'lar ve uzmanlık kuruluşlarının biraraya getirildiği ölçeklendirme ve katılım mekanizmaları tanımlanmalı. Kamuya ait bilgiyi temsil eden kurumların çalışmalarını eşit koşullar içinde bütün STK'lara ve özel sektör temsilcilerine açması, araştırma, eğitim amaçlı bilgilerin 'kamu sermayesi' olarak işlev görmesi ve bütün sivil aktörler için bilgiye erişim koşulları açık ve tanımlı hale getirilmesi amaçlanmalı. Planlama faaliyetinin ana sorunsalını oluşturan deprem riskinin, temel bir değişken olarak esas planlama faaliyetlerine 'entegre edilmesi'nin nasıl mümkün olabileceği bütün aktörlerle müzakere edilmeli.

Yurttaşlar, yerel yönetimler ve ilgili kurumlar planın hazırlanma sürecine katılmalı. STK'lar toplumsal aktörleri ve sivil toplum temsilcilerini planlama sürecine dahil etmek için sorumluluk üstlenmeli. Planlama kararlarının, yönetimler dışındaki aktörlerle ilişki kurulmadan oluşturulamayacağı açık. Varolan sorunlar genellikle yalnızca bir yönetimin eseri değil, süreklilik taşıyan ve yönetimler ötesi bir işleyişin sorunları. Dolayısıyla STK'ların, profesyonellerin taleplerinin yönetimlere karşı yapılan bir muhalefet olmadığını, değişimin kendilerinden başladığını ve yönetimlere de kendi siyasal başarılarını sağlayacak bir fırsat olduğunu göstermeleri gerekir.
Radikal - Korhan Gümüş

 

Temmuz 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Yarışma

İTÜ Vakfı 
Mimarlık Ödülü


Son başvuru tarihi:
30 Ekim 2003

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz