Alanya, kale demektir
Tarihi yarımadanın en uç burnu Cilvarda... Cilvarda'nın tepesindeki sarnıç,
uydurulan bir hikâye ile "Adam atacağı"na dönüştürülmüş.Turistlerin
derdi ise fırlattıkları taşı denize ulaştırabilmek
Alanya tarihin içinde yaşıyor; iç kaledeki küçük kilise onarılmayı
bekliyor; tarihi sarnıcın yanına granitten bir garabet yapılıyor.
Uzunluğu 6.5 kilometreyi bulan surlar, engebeli arazide zikzaklar çizerek uzayıp
gidiyor... Nâzım Hikmet 'in Anadolu için yaptığı Akdeniz'e doğru uzanan kısrak
başı benzetmesi, surlarla birlikte gökyüzüne yükselen ve yine surlarla
birlikte denize doğru ilerleyen küçük yarımadayı alaca bir kısrağa çeviriyor...
Takvim yapraklarında 1950'ler bitmeye yüz tutarken ağır aksak bir katırın
sırtında çıkmıştım Alanya Kalesi'ne... Çocukluk anılarımdan anımsadığım,
kalenin yolu patikaydı... O yıllarda Antalya'dan Alanya'ya da doğru dürüst
bir yol yoktu... Antalya'dan gelinince gece Alanya'da yatılırdı... Beyaz
badanalı devlet hastanesinin ve minaresine hoparlör takılmamış caminin yanında
odaları yüksek tavanlı, odalarında pirinç karyolalı bir ''belediye'' oteli
vardı... Alanya'da henüz turizm yoktu; muz ve narenciye bahçeleri vardı.
Bu bir kısrak başı gibi Akdeniz'e doğru uzanan küçük yarımadanın
boyundan büyük bir tarihi vardır... İsa 'dan önceki 5. yüzyılda coğrafyacı
Scylaks söz etmiştir ilk kez bu yarımadadan... Tarihin babası Herodot ise İsa'dan
1200 yıl öncesinde Truva savaşından dönenlerin yerleştiğini söylemiştir
buralara... Ama evveliyatı çok daha eskidir ve Kadıini Mağarası'ndaki
bulgular Alanya'daki ilk yerleşimi 20 bin yıl öncesinin yontma taş devrine
kadar götürür...
Alanya'nın ya da antik çağdaki adıyla Korakesium'un Akdeniz'in en büyük
korsan yatağı olduğu söylenir... Doğrudur... Ama neye göre doğrudur?
Roma'ya göre... Çünkü, korsanlık damgasını Roma vurmuştur... Roma'nın
emperyal boyunduruğunu kabul etmeyen insanların yanından bakarsanız, en büyük
korsan Roma olsa gerektir! Roma'dan sonra Kalonoros adıyla Bizans'ı yaşamıştır...
13. yüzyıl başında İstanbul'daki Latin imparatorluğu sırasında Bizans'ın
otorite boşluğundan yararlanan Ermeni derebeyi Kir Fart 'ın yönetimine geçmiştir...
İki denizin sultanı
1221'de Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad gelip kentin kapısına
dayanmıştır. Keykubad, kaleyi kuşatıp tek ok atmadan aylarca beklemiştir.
Sonunda Kir Fart hem şehrin anahtarını hem de kızı Huand 'ı Alaeddin
Keykubad'a vermiştir. Keykubad, o dönemin tüm denizlerine hem Karadeniz'e hem
de Akdeniz'e ulaştığı için ''iki denizin sultanı'' olmuştur... Limanda
sekizgen Kızılkule'yi, beş gözlü Tersane'yi ve yanına dikdörtgen
Tophane'yi yaptırmış; kentin surlarını 140 burçla yenileyip iç kaledeki
sarayına yerleşmiş ve Selçuklu'ya kışlık başkent yaptığı kente de
kendi adını vermiştir: Alaiye.
Alanya, kale demektir...
Güneş, kalenin içlerine doğru, yakıcı oklarını biteviye gönderiyor... Cırcırböcekleri
saklandıkları yaprakların altından bitmeyen konserlerini sürdürüyor...
Dikenli yaprakları birbirine geçmiş kaktüs ağaçları, meyve vermenin zamanını
sabırla bekliyor... Sarı bir kelebek, kırmızı kesmiş begonvillerin arasında
kanat çırpıyor... Dar sokaklar, iki kişinin yan yana gelmesiyle daha da
daralıyor... Çardak altındaki yaşlı kadın, dokuma tezgâhının başında
sayısını unuttuğu ilmiklerden birini daha atıyor... Kale, kendini yaşıyor...
Sokaklardan birinin adı Mahperi...
Mahperi Sultan , Alaeddin'in karısı Huand'ın ta kendisi...
Aynı zamanda Alaeddin'den sonra tahta çıkan Gıyaseddin II. Keyhüsrev 'in
anası...
Ne var ki Huand, Mahperi adını alsa da Hıristiyan kalmış... İstanbul'daki
Latin İmparatoru Baudoin 'e gönderdiği mektupta dinini muhafaza ettiğini
yazmış...
Belki de bu nedenle iç kalenin içinde ve sultanın artık yerinde yeller
esen sarayının tam karşısındaki küçük kiliseye dokunulmamış... 11. yüzyıl
fresklerinden silik soluk izler taşıyan kilise, beton desteklerle 21. yüzyılda
ayakta durmaya çabalıyor, onarımını bekliyor.
Tarihi yarımada, UNESCO'nun dünya kültür mirası kent aday adayı...
Buradaki her taşın önemi var... Ve üstelik taşlardaki gizem de henüz tam
çözülebilmiş değil... Örneğin, Tersane... Türklerin bu ilk tersanesi,
Akdeniz'de ne işe yaramış belli değil; ticaret gemileri mi onarılmış,
savaş gemileri mi yapılmış bilinmiyor... Tersane de günün birinde onarıldığında
''denizcilik müzesi'' olabilmeyi bekleyip duruyor...
İç kalenin isyanı
İç kale ise galiba için için ağlıyor...
20 yıldır kazılıyor... Kazılardan çıkan eserler yayımlanmıyor,
sergilenmiyor...
Ve iç kale giderek kuşatılıp esir alınıyor... Yerli ve yabancı
turistlerin ziyaretine açık olması gereken birçok bölüm, tel örgülerle
kapatılıyor... İç kalede tam bir ''Yasak, hemşerim'' muhabbeti yaşanıyor...
Oraya giremezsin, kazıcılar kazacak...
Buraya giremezsin kazıcılar gelecek...
Şuraya giremezsin kazıcıların deposu...
Fakat o da ne!
Hem kimseyi iç kaleye fazla yaklaştırmıyorlar, hem de iç kalede tarihe, kültüre,
sanata, estetiğe, felsefeye, mantığa saygı duyan herkesin yüzünü kızartacak
bir ''eser'' yaratmayı becerebiliyorlar...
Şöyle ki... Küçük kilisenin arkasında bir sarnıç... Horasan harcı
ile örülmüş kırmızı tuğlalı bir sarnıç... Alaeddin Keykubad'dan
miras... Sarnıcın içi boş... Tutmuşlar, sarnıcın üstüne çıkılıp içine
bakılsın diye merdiven yapmışlar... Diyelim ki, turistlerin merakını
gidermek için iyi niyetli bir düşünce... Ama o merdiven niyetine yapılan
granit kesme taştan gri kütle ne? Tarihi sarnıcı ezip geçen bir garabet...
Alanya Kalesi güya koruma altında, Koruma Kurulu kafasını deve kuşu gibi
kuma gömmüş olmalı... Oldu olacak, Kızılkule'nin dış cephesine camdan
bir asansör kondursun, Tersane'nin gözlerine alüminyum panjur taksınlar!
Alaeddin ne derdi
Kitabesinde yazdığı gibi ''Muazzam sultan, en büyük şahların şahı,
milletlerin sahibi, dünya sultanlarının sultanı, Allah'ın beldelerinin
koruyanı, Allah'ın kullarının koruyucusu, Ala'ud-dünya vad-din, İslamın
ve Müslümanların yardımcısı, âlemlerde adaletin himayecisi, zalimlerden
mazlumları koruyan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi, kara ve iki denizin sultanı,
iki cihan barınağı, iki ufkun muhafızı, Selçuk oğullarının tacı,
meliklerin ve sultanların efendisi, memleketler fatihi, Kılıç Arslan'ın oğlu
Keyhüsrev'in oğlu Keykubad'' adını verdiği ve başkenti yaptığı
Alaiye'deki bu garabeti görse acep ne derdi.
Alanya, tarihteki en görkemli dönemini Alaeddin Keykubad'la yaşıyor...
Sonra Karamanoğulları tarafından Mısır'daki Kölemenlere satılacak denli küçülüyor...
Osmanlı döneminde kendi kabuğunun içine çekiliyor... Cumhuriyet'te de öyle...
1933'te Akdeniz'de gemiyle geziye çıkan Atatürk 'e çekilen bir telsiz
telgraftaki yazım hatasıyla Alaiye'nin adı oluyor Alanya... Ve derken
ekonomisini turizme dayandıran ilk kent olarak parlıyor... Ama devlet,
Alanya'nın sırtından kazandığı paradan Alanya'ya pek yatırım yapmıyor...
Alanya kendi yağı ile kavruluyor... Alanya kalede yaşıyor, kale Alanya'yı
yaşatıyor...
Cumhuriyet
|