reklam

05 Ağustos 2003 Salı
Ana Sayfa > Haberler

Alanya, kale demektir

Tarihi yarımadanın en uç burnu Cilvarda... Cilvarda'nın tepesindeki sarnıç, uydurulan bir hikâye ile "Adam atacağı"na dönüştürülmüş.Turistlerin derdi ise fırlattıkları taşı denize ulaştırabilmek

Alanya tarihin içinde yaşıyor; iç kaledeki küçük kilise onarılmayı bekliyor; tarihi sarnıcın yanına granitten bir garabet yapılıyor.
Uzunluğu 6.5 kilometreyi bulan surlar, engebeli arazide zikzaklar çizerek uzayıp gidiyor... Nâzım Hikmet 'in Anadolu için yaptığı Akdeniz'e doğru uzanan kısrak başı benzetmesi, surlarla birlikte gökyüzüne yükselen ve yine surlarla birlikte denize doğru ilerleyen küçük yarımadayı alaca bir kısrağa çeviriyor...

Takvim yapraklarında 1950'ler bitmeye yüz tutarken ağır aksak bir katırın sırtında çıkmıştım Alanya Kalesi'ne... Çocukluk anılarımdan anımsadığım, kalenin yolu patikaydı... O yıllarda Antalya'dan Alanya'ya da doğru dürüst bir yol yoktu... Antalya'dan gelinince gece Alanya'da yatılırdı... Beyaz badanalı devlet hastanesinin ve minaresine hoparlör takılmamış caminin yanında odaları yüksek tavanlı, odalarında pirinç karyolalı bir ''belediye'' oteli vardı... Alanya'da henüz turizm yoktu; muz ve narenciye bahçeleri vardı.

Bu bir kısrak başı gibi Akdeniz'e doğru uzanan küçük yarımadanın boyundan büyük bir tarihi vardır... İsa 'dan önceki 5. yüzyılda coğrafyacı Scylaks söz etmiştir ilk kez bu yarımadadan... Tarihin babası Herodot ise İsa'dan 1200 yıl öncesinde Truva savaşından dönenlerin yerleştiğini söylemiştir buralara... Ama evveliyatı çok daha eskidir ve Kadıini Mağarası'ndaki bulgular Alanya'daki ilk yerleşimi 20 bin yıl öncesinin yontma taş devrine kadar götürür...

Alanya'nın ya da antik çağdaki adıyla Korakesium'un Akdeniz'in en büyük korsan yatağı olduğu söylenir... Doğrudur... Ama neye göre doğrudur? Roma'ya göre... Çünkü, korsanlık damgasını Roma vurmuştur... Roma'nın emperyal boyunduruğunu kabul etmeyen insanların yanından bakarsanız, en büyük korsan Roma olsa gerektir! Roma'dan sonra Kalonoros adıyla Bizans'ı yaşamıştır... 13. yüzyıl başında İstanbul'daki Latin imparatorluğu sırasında Bizans'ın otorite boşluğundan yararlanan Ermeni derebeyi Kir Fart 'ın yönetimine geçmiştir...

İki denizin sultanı
1221'de Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad gelip kentin kapısına dayanmıştır. Keykubad, kaleyi kuşatıp tek ok atmadan aylarca beklemiştir. Sonunda Kir Fart hem şehrin anahtarını hem de kızı Huand 'ı Alaeddin Keykubad'a vermiştir. Keykubad, o dönemin tüm denizlerine hem Karadeniz'e hem de Akdeniz'e ulaştığı için ''iki denizin sultanı'' olmuştur... Limanda sekizgen Kızılkule'yi, beş gözlü Tersane'yi ve yanına dikdörtgen Tophane'yi yaptırmış; kentin surlarını 140 burçla yenileyip iç kaledeki sarayına yerleşmiş ve Selçuklu'ya kışlık başkent yaptığı kente de kendi adını vermiştir: Alaiye.

Alanya, kale demektir...
Güneş, kalenin içlerine doğru, yakıcı oklarını biteviye gönderiyor... Cırcırböcekleri saklandıkları yaprakların altından bitmeyen konserlerini sürdürüyor... Dikenli yaprakları birbirine geçmiş kaktüs ağaçları, meyve vermenin zamanını sabırla bekliyor... Sarı bir kelebek, kırmızı kesmiş begonvillerin arasında kanat çırpıyor... Dar sokaklar, iki kişinin yan yana gelmesiyle daha da daralıyor... Çardak altındaki yaşlı kadın, dokuma tezgâhının başında sayısını unuttuğu ilmiklerden birini daha atıyor... Kale, kendini yaşıyor...

Sokaklardan birinin adı Mahperi...

Mahperi Sultan , Alaeddin'in karısı Huand'ın ta kendisi...

Aynı zamanda Alaeddin'den sonra tahta çıkan Gıyaseddin II. Keyhüsrev 'in anası...

Ne var ki Huand, Mahperi adını alsa da Hıristiyan kalmış... İstanbul'daki Latin İmparatoru Baudoin 'e gönderdiği mektupta dinini muhafaza ettiğini yazmış...

Belki de bu nedenle iç kalenin içinde ve sultanın artık yerinde yeller esen sarayının tam karşısındaki küçük kiliseye dokunulmamış... 11. yüzyıl fresklerinden silik soluk izler taşıyan kilise, beton desteklerle 21. yüzyılda ayakta durmaya çabalıyor, onarımını bekliyor.

Tarihi yarımada, UNESCO'nun dünya kültür mirası kent aday adayı... Buradaki her taşın önemi var... Ve üstelik taşlardaki gizem de henüz tam çözülebilmiş değil... Örneğin, Tersane... Türklerin bu ilk tersanesi, Akdeniz'de ne işe yaramış belli değil; ticaret gemileri mi onarılmış, savaş gemileri mi yapılmış bilinmiyor... Tersane de günün birinde onarıldığında ''denizcilik müzesi'' olabilmeyi bekleyip duruyor...

İç kalenin isyanı
İç kale ise galiba için için ağlıyor...

20 yıldır kazılıyor... Kazılardan çıkan eserler yayımlanmıyor, sergilenmiyor...

Ve iç kale giderek kuşatılıp esir alınıyor... Yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açık olması gereken birçok bölüm, tel örgülerle kapatılıyor... İç kalede tam bir ''Yasak, hemşerim'' muhabbeti yaşanıyor...

Oraya giremezsin, kazıcılar kazacak...

Buraya giremezsin kazıcılar gelecek...

Şuraya giremezsin kazıcıların deposu...

Fakat o da ne!
Hem kimseyi iç kaleye fazla yaklaştırmıyorlar, hem de iç kalede tarihe, kültüre, sanata, estetiğe, felsefeye, mantığa saygı duyan herkesin yüzünü kızartacak bir ''eser'' yaratmayı becerebiliyorlar...

Şöyle ki... Küçük kilisenin arkasında bir sarnıç... Horasan harcı ile örülmüş kırmızı tuğlalı bir sarnıç... Alaeddin Keykubad'dan miras... Sarnıcın içi boş... Tutmuşlar, sarnıcın üstüne çıkılıp içine bakılsın diye merdiven yapmışlar... Diyelim ki, turistlerin merakını gidermek için iyi niyetli bir düşünce... Ama o merdiven niyetine yapılan granit kesme taştan gri kütle ne? Tarihi sarnıcı ezip geçen bir garabet... Alanya Kalesi güya koruma altında, Koruma Kurulu kafasını deve kuşu gibi kuma gömmüş olmalı... Oldu olacak, Kızılkule'nin dış cephesine camdan bir asansör kondursun, Tersane'nin gözlerine alüminyum panjur taksınlar!

Alaeddin ne derdi
Kitabesinde yazdığı gibi ''Muazzam sultan, en büyük şahların şahı, milletlerin sahibi, dünya sultanlarının sultanı, Allah'ın beldelerinin koruyanı, Allah'ın kullarının koruyucusu, Ala'ud-dünya vad-din, İslamın ve Müslümanların yardımcısı, âlemlerde adaletin himayecisi, zalimlerden mazlumları koruyan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi, kara ve iki denizin sultanı, iki cihan barınağı, iki ufkun muhafızı, Selçuk oğullarının tacı, meliklerin ve sultanların efendisi, memleketler fatihi, Kılıç Arslan'ın oğlu Keyhüsrev'in oğlu Keykubad'' adını verdiği ve başkenti yaptığı Alaiye'deki bu garabeti görse acep ne derdi.

Alanya, tarihteki en görkemli dönemini Alaeddin Keykubad'la yaşıyor... Sonra Karamanoğulları tarafından Mısır'daki Kölemenlere satılacak denli küçülüyor...

Osmanlı döneminde kendi kabuğunun içine çekiliyor... Cumhuriyet'te de öyle... 1933'te Akdeniz'de gemiyle geziye çıkan Atatürk 'e çekilen bir telsiz telgraftaki yazım hatasıyla Alaiye'nin adı oluyor Alanya... Ve derken ekonomisini turizme dayandıran ilk kent olarak parlıyor... Ama devlet, Alanya'nın sırtından kazandığı paradan Alanya'ya pek yatırım yapmıyor... Alanya kendi yağı ile kavruluyor... Alanya kalede yaşıyor, kale Alanya'yı yaşatıyor...
Cumhuriyet

 

Temmuz 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Yarışma

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz